Yeni Üyelik
109.
Bölüm

S4B15

@selinayeda_x

VEDA’NIN GERÇEKLERİ

Araba kurt evinin önünde durduğunda Tyler ile araçtan indik. Anahtarları eve girer girmez Thomas'ın kucağına fırlattıktan sonra odama yönelecektim ki Tyler bileğimden yakalayıp beni kendine çektikten sonra elini omzuma atarak sırıtmıştı.

"Anlatacak çok şey var Thomas, salona geçelim mi hep birlikte."

"Sığmayız." Dedi Thomas. "Yeni mobilyalar küçük."

O an Tyler sırıttı. Ve bana bakarken konuştu. "Sığdırırız."

"Hadi herkesi topla." Dedi Tyler ardından beni de yönelterek salonun yolunu tutmuştu. Salona vardığımızda omzunun altından çıktım. İnat olsun diye tekli koltuğa geçerken Tyler koltuk kenarına oturmuştu, yanıma.

Gözlerimi devirirken diğerleri teker teker içeriye girmişti.

Jessica, Elliot, Maya ve Lucas...

Lilith.

Jonas, Lilith ve dünya güzeli olarak büyüyen Martina. Bu süre boyunca ne kadar da büyümüştü bebeğimiz. İki ay geçmesine rağmen daha büyük gösteren Martina!

Tekli koltuğun bir diğerine Thomas oturduğunda kalanları üç kişilik koltuklara yerleşti.

Jessica, Elliot ve Brad bir tarafa, Lucas, Maya ve Lydia kucağında bebek ile bir tarafa .

Jonas ve Lilith ayakta kalan taraf iken Jonas da tıpkı Brad gibi karısının yanına koltuğun kenarındaki yükseltiye oturmuştu.

Lilith kendini direk yere bırakıp bacaklarını altına çekerek bağdaş kurup oturduğunda Tyler boğazını temizledi.

Artık olup biteni öğrenme vakti gelmişti.

Tyler’ın boğazını temizlemesiyle birlikte odadaki sessizlik, gerilimli bir havayla doldu. Herkes merakla ona bakarken, ben de gözlerimi ondan ayıramıyordum. Son birkaç haftadır yaşananlar, hepimizi yıpratmıştı. Tyler’ın iki hafta boyunca ortadan kaybolması ise bu gerginliğin üzerine tuz biber ekmişti. Şimdi, tüm bu belirsizliklerin açıklanacağı an gelmişti.

Tyler, bir an için duraksadı. Bakışları, odadakilerin üzerinde gezindi. Gözlerinde bir kararlılık vardı, ama aynı zamanda derin bir yorgunluk da hissediliyordu. Onun bu hali, içimdeki endişeyi yeniden alevlendirdi. Ama sonra o tanıdık, kendinden emin gülümsemesi dudaklarına yerleşti ve konuşmaya başladı.

“Biliyorum, son birkaç hafta boyunca hepiniz endişelendiniz,” dedi Tyler, sesindeki sakin tonla. “Evden ayrıldık çünkü yapmam gereken önemli bir şey vardı. Ve ne olursa olsun, bunu tek başıma halletmem gerekiyordu.”

Herkes dikkatle onu dinlerken, ben de Tyler’ın söylediklerini kafamda tartmaya çalışıyordum. Her zaman güçlü ve güvenilir biriydi, ama bu kez farklıydı. Sanki içindeki bir savaşın izleri yüzüne vurmuş gibiydi.

“Kanada’ya gittim,” diye devam etti Tyler, derin bir nefes alarak. “Wilhelm’in kan ritüelinin yapıldığı ağacın peşine düştüm. Biliyordum ki, o ağaçtan yapılacak kazık, Wilhelm’i öldürmenin tek yolu. Ama aynı zamanda…” Sesi bir an için titredi, ama hemen toparlandı. “Aynı zamanda, bu ağaç bana ve benim gibi olanlara da büyük bir tehlike teşkil ediyor.”

Tyler’ın bu sözleri odadakiler arasında bir fısıltı dalgası yarattı. Gözlerim ona kenetlenmişti, anlamaya çalışıyordum. Bahsettiği tehlikenin ne olduğunu biliyordum, ama bunu dile getirmesi, gerçeği daha da somut hale getiriyordu.

“Pinus Longaeva,” dedi Tyler, gözlerini bana dikerek. “Bu ağaç, sadece Wilhelm’i değil, aynı zamanda benim gibileri de yok edebilecek güce sahip. Bu yüzden bu görevi üstlenmek zorundaydım. Başkalarını riske atmak istemedim.”

Gözlerim Tyler’ın gözlerinde kilitlenmişti. O an içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim. Onun bu kadar büyük bir tehlikenin içine kendini atması, beni hem endişelendiriyor hem de ona olan hayranlığımı artırıyordu. Ama aynı zamanda, onun bu yükü tek başına taşımak zorunda kalmasına da üzülüyordum.

“Tyler,” dedim fısıldayarak, sesimdeki endişeyi gizleyemeyerek. “Bunu neden bize söylemedin? Neden gizlice gittin? Sana yardım edebilirdik.”

Tyler, elini omzuma koyarak beni sakinleştirmeye çalıştı. “Biliyorum, Adelia. Ama bu benim seçimim. Sizin de yükünüz yeterince ağır. Sizi daha fazla tehlikeye atmadan artık bu işi bitireceğim..”

Bu sözler içimi acıttı. Tyler’ın ne kadar fedakâr olduğunu biliyordum, ama bu kadar büyük bir yükü tek başına taşıması… Ona yardım etmek istiyordum, ama onun bu kararlılığı karşısında ne yapacağımı bilemiyordum.

“Bu yüzden iki hafta boyunca ortalıkta yoktum,” diye devam etti Tyler. “Kazığı bulmak için her yeri aradık. Brad ve Lucas bana katıldılar. Ve sonunda, o lanetli ağacı bulduk. Ama size yalan söylemeyeceğim, bu kolay olmadı.”

Tyler, bakışlarını yere indirdi ve derin bir nefes aldı. “O ağaca dokunduğumda, bedenimde tarif edemeyeceğim bir acı hissettim. Sanki tüm benliğim yanıyordu. Bu ağaç, beni ve benim gibi olanları yok edebilecek kadar güçlü. Ama kazığı elde etmek için bu riski göze almak zorundaydım.”

Bu itiraf odadakilerde şok etkisi yarattı. Ben ise donmuş bir halde Tyler’ı dinliyordum. Onun bu kadar büyük bir acıyı yaşadığını bilmek, içimdeki tüm duyguları altüst ediyordu. Bu yüzden yorgundu, bu yüzden gelememişti günlerce!

“Brad ve Lucas, bana yardımcı oldular,” dedi Tyler, başını kaldırarak. “Onlar olmasaydı, belki de başarılı olamazdık. Ama kazığı sonunda elde ettik. Şimdi elimizde Wilhelm’i yok edebilecek tek silah var.”

O an içimde bir rahatlama hissettim. Tyler’ın bu kadar büyük bir mücadeleden sağ salim dönmesi, onun ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha gösteriyordu. Ama aynı zamanda, onun bu tehlikeli yolculuğa yalnız gitmesi beni hâlâ endişelendiriyordu.

“Bu yüzden burada değildim,” dedi Tyler, bana bakarak. “Ama şimdi buradayım ve her şey bittiğinde, artık bu kâbusu sonsuza dek geride bırakabiliriz.”

Tyler’ın sözleri odadakilerin içini biraz olsun rahatlatmış gibi görünüyordu. Ama ben hâlâ onun yaşadığı acıyı ve riskleri düşündükçe içimde bir ağırlık hissediyordum. Onun bu kadar büyük bir fedakârlık yapması, ona olan bağlılığımı daha da derinleştiriyordu.

Tyler, elini omzumdan çekip hafifçe gülümsedi. “Merak etmeyin,” dedi sakin bir sesle. “Artık her şey kontrol altında. Sadece, bu işin sonuna geldiğimizde, birlikte olacağımızı bilmek istiyorum.”

Başımı hafifçe salladım. İçimdeki duygular fırtınası dinmişti, ama Tyler’a olan hayranlığım ve sevgim daha da güçlenmişti. Bu an, onun ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anlamama neden olmuştu.

Odadaki herkes, Tyler’ın bu sözleriyle biraz olsun rahatlamış gibi görünüyordu. Ama ben, onun yanında otururken, içimde bir daha bu kadar büyük bir riski tek başına almasına izin vermeyeceğime dair bir karar aldım. Tyler’ın yanındaydım ve onu asla yalnız bırakmayacaktım. Ne olursa olsun, bu mücadeleyi birlikte verecektik.

Ve o an girdiğimiz iddiayı tıpkı Tyler’ın da dediği gibi aynı gün içerisinde kaybetmiştim.

Yelkenlerimi suya indirip, koşulsuzca boynuna atlayarak!

Tyler'ın yanındaki sessizliğim, içimdeki karışık duyguların fırtınasına işaret ediyordu. Onun ne kadar büyük bir tehlikeye atıldığını ve bunu bizden gizlemiş olmasını düşünmek, bana ağır geliyordu. Ama bir yandan da onun bu kadar fedakâr ve güçlü olduğunu bilmek, içimde ona karşı duyduğum hayranlığı artırıyordu.

Tyler'ın maceralarını anlatmaya başladığı an, odadaki herkes dikkat kesilmişti. Ben ise onun her kelimesine odaklanmış, gözlerimi ondan ayıramıyordum. Anlattıkça içimdeki merak ve endişe karışımı duygular dalga dalga büyüyordu. Kanada’ya gitmişlerdi… Bu beklenmedik bir şey değildi. Bu süre boyunca neler yaşadıklarını anlatırken, Tyler’ın yüzündeki ifadeleri, sesinin tonunu, her ayrıntıyı zihnime kazımaya çalışıyordum.

Tyler, Kanada’da neler yaşadığını, oradaki zorlukları ve arayışlarını bir bir anlatırken, sanki zaman durmuş gibiydi. Yorgunluğu ve bunca zaman uzakta olmasının nedeni, kazığı bulmak için verdiği mücadeleydi. Her şeyin bir anlamı vardı; sürü, Wilhelm, ve benim için yaptıkları…

"Ve sonunda," dedi Tyler, bakışlarını bana çevirdiğinde "biz kazığı bulduk."

Sözlerini sürdürdüğümde anlamıştım yaptıkları onca yorucu şeyin ve gelemeyişinin ardındaki fedakarlığın.

‘’Birlikte olacağımızı bilmek istiyorum.’’ Dedi bana dönerek.

Tabii birlikteyiz Tyler, her zaman birlikte olacağız!

Bu cümleyle birlikte içimde bir şeyler koptu. Tüm bu zorluklar, tehlikeler, endişeler... Ve o, her şeyin sonunda buradaydı, yanımdaydı. O an içimde biriken tüm duygularla yerimden fırlayıp ona sıkıca sarıldım. Kollarımı boynuna doladım, başımı göğsüne yasladım. O da bana aynı şekilde karşılık verdi, güçlü kollarıyla beni sardı. Bu, sadece bir kucaklaşma değildi; Tyler'ın yanımda olduğunu, onun ne kadar değerli olduğunu, her şeyin sona erdiğini hissettiren bir andı.

"Ben… kaybettim, değil mi?" diye fısıldadım, iddia aklıma geldiğinde, gülümsemeye çalışarak.

Onunla iddialaşmıştık ve şimdi, tüm bu yaşananlardan sonra, bu iddiayı kaybettiğimi kabul etmem gerekiyordu.

Tyler hafifçe gülümsedi, bakışları derin ve anlayışlıydı. "Evet, sevgilim. Kaybettin," dedi alaycı ama nazik bir tonla.

"Seninle olmak, Tyler," diye başladım, sesimdeki titremeyi bastıramayarak, "en güzel kaybedişim olabilir."

Tyler bu sözlerim karşısında daha sıkı sarıldı bana, sanki bu anı sonsuza kadar uzatmak istiyormuş gibi.

O an aklıma gelmişti ev halkı. Tyler’ın kucaklayışından doğrulmaya çalışırken Tyler sözlerini sürdürdü.

"Bu sadece bir başlangıç, Adelia," dedi, sesinde derin bir şefkat vardı. "Hepimiz için."

Bu sözleriyle birlikte, iddiayı kaybetmiş olsam da, asıl kazananın ben olduğumu anladım. Ve artık, Tyler’ın yanında, birlikte yeni bir başlangıç için hazırdık.

Ev halkı bir bir genel işlerine döndüğünde bizi salonda yalnız başımıza bırakmışlardı, Tyler ve beni.

Herkes nasıl onun için deli olduğum, delirdiğimi biliyordu, onun yokluğunda her gün nasıl gelişini kollayıp sürekli camlarda olduğumu da, terk edildim düşüncesi ile içimin paralanmasını da.

Birkaç saat önce bir iddiaya girmiştik onun ile.

Aslında bir şaka olarak başlamıştı, ama şimdi sonuçlarına katlanmam gerekecekti.

Kucağına atlayacağımı söylemişti atlamamakta ısrar eder iken.

Ama yine ve yine… O galip gelmişti.

Bunu kazanamayacağını düşünmüştüm. Ama işte karşımdaydı, görevini başarıyla tamamlamış, bir zafer kazanmış olarak.

Tyler, benim bu düşüncelere daldığımı fark etmiş olmalıydı ki Gözlerini kısarak beni izliyordu. Ardından hafifçe gülümsedi. “Ne düşünüyorsun güzellik?” diye sordu, sesinde ince bir alay ile.

Sanki anlamamıştı neden düşüncelerime daldığımı!?

Başımı salladım, ama içimdeki karmaşık duygular yüzüme yansımış olmalıydı. “Şey… İddiayı hatırlıyorsun, değil mi?” dedim, onun hafifçe sırıttığını gördüğümde.

“Tabii ki hatırlıyorum,” dedi Tyler, koltuğun kenarında biraz daha rahatlayarak. ‘’Ben sana kucağıma atlayacağını söylerken sen fena halde aksini iddia ediyordun zannımca!’’

Gözlerini kırptığında ve suratında yine muzip bir ifade belirdiğinde ofladım.

Kaybetmiştim işte!

‘’Kaybettiğini kabul ediyorsun değil mi?’’ diye sorduğunda omuz silkip ellerimi göğsümde bağladım. Sonrasında yavaş triplerle başımı yukarı aşağıya olumlu bir şekilde salladığımda Tyler gülmüştü.

‘’İyi…’’ dedi, sesi sıcak ve yumuşaktı. “Peki, ne yapmanı istediğimi merak ediyor musun?”

O an içimde bir ürperti hissettim. Tyler’ın ne istediğini kestiremiyordum, ama onun bu durumdan keyif aldığını görmek beni hem gülümsetiyor hem de biraz endişelendiriyordu. “Pekala,” dedim, biraz gergin bir tonda. “Ne istiyorsun?”

Bir kez daha kahkaha attığında şaşırmıştım.

Gerçekten… Bu kadar komik ne istiyor olabilirdi?

İçim içimi kemiriyorken nefes alışverişlerim hızlandı.

Hadi ama söyle artık!

Tyler, gözlerini bana dikti ve hafif bir gülümsemeyle “İstediğim şey çok basit,” dedi. “Birlikte birkaç günlüğüne ortadan kaybolmamız… Sadece ikimiz, hiçbir tehlike, hiçbir sorumluluk olmadan. Ne dersin?”

Bu istek, beni şaşırtmıştı. Onun daha zorlayıcı bir şey isteyeceğini düşünmüştüm, ama bu… Bu beklediğimden çok daha güzel bir şeydi. İçimdeki endişeler bir an için eridi ve yerini tatlı bir heyecan aldı. “Gerçekten mi?” diye sordum, gözlerim biraz daha parlayarak.

Tyler, başını salladı ve ciddi bir ifadeyle “Evet, gerçekten,” dedi. “Son birkaç hafta oldukça yorucuydu. İkimizin de dinlenmeye ihtiyacı var. Ve… Sana olan borcumu ödemek istiyorum, Adelia. Biraz huzurlu zaman geçirmemiz gerek.”

Onun bu samimi sözleri karşısında, kalbim sıcacık oldu. Tyler’ın yanına daha da yaklaştım ve başımı onun omzuna yasladım. “Tamam,” dedim gülümseyerek. “İddiayı kaybettim ve kabul ediyorum. Bu baya bir zorlayıcı hatta berbat bir istekti!’’

Tyler sırıttığında eli omzumu sarmıştı.

Tyler, gülümseyerek başını bana doğru eğdi ve “O zaman hazırlıklara başlasak iyi olur,” dedi. “Birlikte geçireceğimiz zamanın tadını çıkarmamız gerek.”

Bu fikir, içimde bir mutluluk dalgası yarattı. Tyler’la birlikte, her şeyden uzak birkaç gün geçirmek… Bu, son zamanlarda ihtiyaç duyduğum tek şeydi. İddiayı kaybetmiş olsam da, bu kaybın aslında bir kazanç olduğunu anladım. Tyler’la birlikte huzurlu bir zaman geçirmek, her şeyden daha değerliydi.

İki buçuk haftalık bekleyişin sonucu…

Hiç bu kadar iyi sonuçlarını beklemezdim doğrusu.

Ama olan olmuştu işte.

Ve ben! Biricik kahramanımla, geçmişimin kayıp parçası, gönülden bağlı olduğum adamla… Sanırım her şeyin içinde, tüm bu sisli havanın ortasında… Kaçamağa çıkacaktık!

Rahatlamak için, bir tutam huzur için, eski günleri yad ve gelecek günlere de zemin için!

Ben Adelia Winchester ve Salvadore sevgilimle mutluydum.

Ve her şeye, tüm bu sorunlara rağmen kayıplara karışacağımız birkaç gün bizi beklemekteydi.

Nihayetinde, iki buçuk haftanın ardından, beklediğim o an gelmişti. Tyler geri dönmüştü, hem de bulması gereken her şeyi bulmuş olarak. Bunca zamanın ardından, içimde bir huzur ve dinginlik vardı. Ama en çok da bir heyecan. Önümüzde bizi bekleyen bir kaçamak vardı. Geçmişin tüm izlerini silip, yeni bir başlangıç yapma zamanı gelmişti. Tüm sorunlardan, dertlerden ve tehlikelerden uzak, sadece Tyler ve ben... Salvadore’umla birlikte, kayıplara karışacağımız birkaç günün hayali, içimi tarifsiz bir mutlulukla dolduruyordu.

Hazırlıklara başladığımız sabah, Tyler’ın yanında, eşyalarımı toparlarken bile içimde kelebekler uçuşuyordu. Onunla her şey daha renkli, daha anlamlıydı. Adımlarım hafif, kalbim ise adeta bir kuş gibi özgürdü. O sabah güneş farklı doğmuş gibiydi. Gökyüzü masmaviydi, kuşlar cıvıl cıvıl ötüyordu. Evdeki hava bile daha tazeydi sanki. Tyler ise her zamanki gibi sakin ama içten bir neşeyle hazırlanıyordu. Onun yanımda olduğunu bilmek, içimde bir güven hissi yaratıyordu.

O sırada telefonu çaldı. Ekranda Nina’nın ismi belirdiğinde bir an için duraksadım. Göz ucuyla Tyler’a baktım, o da bana bakıyordu. Gözlerindeki anlamı çözmek zordu ama içinde bir şeyler saklıydı, bunu hissediyordum. Telefonu açtığımda Nina'nın sesi, her zamanki gibi net ve kararlıydı.

‘’Alo Tyler, Wilhelm hakkında planlarınız ne durumda?" diye sordu. Sesi her zamanki gibi soğukkanlı ama bir o kadar da merak doluydu.

Bakışlarım Tyler’ı bulduğunda Tyler boğazını temizledi. Gözleri hala bende iken Nina’ya bir cevap vermişti.

“Nina, Adelia’yla bir tatile çıkıyoruz. Birkaç gün baş başa kalmak için. Gideceğimiz yerden pek bahsetmemeyi tercih ederdim, ama…” Tyler sesini biraz alçaltarak, biraz da alaycı bir tonla devam etti, “Montana’nın kuzeyinde bir dağ evi. Tamamen izole, huzurlu bir yer. Wilhelm ve diğer her şey, birkaç gün bekleyebilir.”

Nina bir an duraksadı. Rahatsız olmuş gibiydi, ama bunu doğrudan dile getirmedi. “Pekâlâ,” dedi sonunda, sesi hala soğuk ama bu kez hafif bir hayal kırıklığı içeriyordu. “Rahatsız ettiğim için üzgünüm. Görüşürüz.” Hızlıca telefonu kapattı ve ardından gelen sessizlik, odanın her köşesine yayıldı.

Tyler, bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerindeki ciddiyet beni biraz tedirgin etti.

Keşke Nina’yı da çağırsaydı diye düşünmüştüm hatta!

Sanki bana anlatması gereken bir şey vardı, ama nereden başlayacağını bilmiyor gibiydi. Onu bu kadar derin düşünceli görmek pek alışık olduğum bir şey değildi.

"Nina konusunda konuşmamız gereken bir şey var," dedi sonunda. Sesinde belirsiz bir ton vardı, sanki doğru kelimeleri bulmakta zorlanıyormuş gibi. "Bunu sana daha önce söylemedim çünkü… çünkü zamanı değildi. Ama şimdi… artık bilmende fayda var."

"Nina?" diye tekrarladım, gözlerimi ondan ayırmadan. Bir yanım ne söyleyeceğini merak ederken, diğer yanım ise bu konunun hiç açılmamasını diliyordu.

"Evet, Nina," dedi Tyler, gözlerini uzak bir noktaya dikerek. ‘’Sanırım en yakın arkadaşım diye hissettiğim kadın, bana ihanet ediyor.’’

"Neyden bahsediyorsun?" Sesim istemsizce titredi. Tyler’ın geçmişinden gelen bu gölge, içimde bir huzursuzluk yaratmıştı.

‘’Kurt evine saldırı olduğu gün Nina beni çağırmıştı hani? İşte o tamamen tuzaktı! Wilhelm tehdit etmiş, beni oyalıyordu. Yaşanılan kaybın sorumlusu sadece Nina! Ama olay bununla da kalmıyor sevgilim, bizim bir şey yapmamız lazım.’’

Başım tereddütle yana yatmıştı.

Ardından sordum:

‘’Ne gibi?’’

‘’İhanet edip etmeyeceğini öğrenmek gibi!’’ dediğinde sesinde derin bir samimiyet vardı.

Bu sözlerle birlikte, içimdeki fırtına hafiflemeye başladı. Tyler'a baktım, gerçekten de ona güvenmek istiyordum. Ama yine de, Nina’nın varlığı ve Tyler’ın geçmişi, içimde bir iz bırakmıştı. Tyler’ın kollarında olmak, onun güvenliğinde olmak, her şeyden öteydi. Ama bu yeni bilginin ağırlığıyla, artık biraz daha temkinli olmam gerektiğini biliyordum.

Tyler elimi elleriyle kavradığında gözlerimin içine baktı.

‘’Adel…’’ tereddüt ettiğinde gülümsedim. ‘’Diyebilirsin… Artık geçti.’’

Tebessüm ederek ellerimi daha da sıktığında sözlerini de sürdürdü.

‘’Seninle daha sonra gerçek bir tatile çıkmaya ne dersin? Şimdiki kaçamağımız sadece test aşaması olsun. Nina… Eğer ihanet ediyorsa Wilhelm’i tuzağımıza çekmiş olacağız. Bize tuzak kurarken tuzağa düşmüş olacak. İşte orada işini bitireceğiz. Ve ardından sadece birkaç günlük değil, süresiz bir tatile çıkabiliriz seninle.’’

Sözlerinde ciddiyet ve sevgi aynı anda, aynı oranda bulunup birbirlerine karışırlarken başımı salladım.

En yakın arkadaşı Nina…

Vampir Nina.

Diğerlerinin Wilhelm olduğu türün bir üyesi!

Nina… Bir kez ihanet etmiş ama bunu itiraf etmiş ise…

Yine de…

Bir kez ihanet eden bir daha eder!

Ayrıca zaten araması garipti. Tyler ‘’Benden haber bekle.’’ Demiş ama o yüne de aramıştı!

Tyler bana sıkıca sarıldığında onun kolları arasında eriyip gittiğimi hissettim. Sonrasında salonda bir kez daha büyük bir toplantı gerçekleşmişti.

Tyler’ın kollarında eriyip gitmek, her şeyin ağırlığını omuzlarımdan çekip almış gibi hissettiriyordu. Onun sıcaklığı, tüm karanlık ve belirsizliğin, sanki bir yara bandı gibi, üzerimdeki izlerini kapatıyordu. Ama içimde, bu huzurun gölgelerinde, bir acı ve kayıp duygusu derinleşiyordu. Her şeyin karmaşası içinde, Tyler’ı yalnız bırakan ve belki de bir daha asla güvenemeyeceğimiz bir dost vardı. Nina…

Salonun genişliği ve yüksekliği, uzun sohbetler ve toplantılar için uygun bir alan sunuyor, ağır perdeler, klasik avizeler ve büyük bir masa, ortamdaki her şeyin ciddiyetini artırıyordu. O toplantılarda, geleceğin planları, stratejiler ve amaçlar tartışılıyordu. Her bir söz, her bir plan, belirli bir kaderin işaretleri gibiydi. Tyler ve Thomas, tıpkı bir orkestra şefleri gibi, dikkatle tüm unsurları bir araya getiriyorlardı. Birisi Alpha, diğeri ise Kral; birlikte uyum içinde çalışan bu iki dost, aralarındaki bağları ve geçmişleri ile her adımı hesaplıyordu.

Planların ve amacın tartışıldığı bu süreçte bireylere düşen sorumluluklar…

Her şey bir tartışılır iken sonuç olarak eğer Nina tuzağa çekilirse Wilhelm de tuzağa düşecek ve bu da Wilhelm’in sonunu getirecekti.

Nina’nın varlığı, toplantının en karanlık köşelerinde bir gölge gibi kalıyordu. Belki de en korkutucu olanı, Nina’nın ihanetinin, eski dostlar arasında bir yara açmış olmasıydı. Herkesin içinde, özellikle de Tyler’ın, ihanetin verdiği acıyı görmek mümkün oluyordu. Bu acı, savaşın ve mücadelelerin getirdiği acının bir parçasıydı ve her an, her detay, bu acının daha da derinleşmesine neden oluyordu.

Yine de, Nina’nın ihaneti bir yanda dururken, diğer yanda Wilhelm’in tuzağa çekilmesi planı, büyük bir dönüm noktası olarak karşımızda duruyordu. Eğer Nina bu tuzağa düşerse, Wilhelm’in sonu da kaçınılmaz olacaktır. Bu düşünce, içimde bir rahatsızlık ve huzursuzluk yaratıyordu. Küçük bir kız çocuğu gibi üzülecek bir tarafım vardı ama aynı zamanda bu, bir savaşın ve mücadelenin doğasında var olan bir gerçeklikti. Nina’nın planlarındaki rolü, içimdeki karmaşayı daha da artırıyordu. Belki de bu yüzden, Tyler’ın kollarında bulduğum geçici huzur bile, bu mücadeledeki gerçeklerin gölgesinde kaybolmuştu.

Neden bu durumda küçük bir kız çocuğu gibi üzüleyim ki?

‘’Ah beni tatile götürme işi yalan dolanmış hayır olamaz!’’

Gözlerim istemsizce kendi düşüncelerime devrildiğinde dikkatle Tyler’ı ve Thomas’ı dinlemeye karar vermiştim.

Biri Alpha ve bir diğeri de Kral.

Uyum içinde çalışan iki dost!

Salondaki büyük toplantı devam ederken, Tyler’ın ve Thomas’ın tartışmaları, savaşın ve intikamın derinliğini gözler önüne seriyordu. Her bir strateji, her bir plan, bu büyük oyunun bir parçasıydı. İntikam ve ölüm vakti, hem bir sona yaklaşma hem de yeni başlangıçların habercisiydi. Belki de bu an, geçmişin yaralarını sarmak ve geleceği yeniden şekillendirmek için bir fırsattı. Her şey, bu toplantılarda şekilleniyor, stratejiler ve planlar, geleceğin kaderini belirliyordu.

Bu anların ağırlığı, üzerimdeki karanlık düşünceleri ve kaygıları daha da derinleştiriyordu. Ancak bir yandan da, Tyler ve Thomas’ın uyum içindeki dostlukları, belki de bu karmaşanın ve belirsizliğin içinde bir umut ışığı yakıyordu. Her an, her detay, bu büyük savaşın ve mücadelenin parçasıydı ve ben, bu anların içinde kaybolmuş bir şekilde, geleceğin ne getireceğini bekliyordum

Artık vakti gelmişti bazı şeylerin, intikam ve ölüm vakti gibi!

Salonun yüksek tavanı, içinde bulundukları anın ciddiyetini artıran bir sessizlik içinde yankılanıyordu. Büyük, masif bir masa ortadaki yeri kaplıyordu ve etrafında Tyler, Thomas, ve birkaç önemli figür, stratejilerin tartışılacağı bu kritik toplantıya katılıyordu. Arka planda ağır, klasik bir müzik çalıyordu, ama odanın huzursuzluğunu ve belirsizliğini dengelemeye yetmiyordu. Kalemlerin kağıt üzerindeki gıcırtıları ve sessizce konuşulan sözler, tüm bu anın derinliğini ve önemini yansıtıyordu.

Tyler, odanın en ucunda yer alan büyük masanın başında oturuyordu. Gözleri, derin düşünceler içinde parlıyordu ve sesi, konunun ciddiyetini hissettiriyordu. Thomas ise karşısında, olabildiğince dikkatli bir şekilde not alıyor, arada sırada başını kaldırıp Tyler’ın söylediklerine odaklanıyordu. Bu iki adamın yüzlerindeki ifadeler, hem güçlerini hem de yükümlülüklerini gösteriyordu. Her şeyin merkezinde, savaşın ve mücadelenin tüm ağırlığı hissediliyordu.

"Planı en ince ayrıntısına kadar ele alacağız," dedi Tyler, sesi kararlı ve soğuk bir tonda yankılandı. "Wilhelm’in tuzağa düşürülmesi, Nina’nın ihanetinin son bulması için kritik bir adım. Ancak, bunu başarmak için hem dikkatli hem de hızlı hareket etmeliyiz."

Thomas başını salladı, kalemiyle not alırken bir yandan da Tyler’a dikkatle baktı. "Nina’nın davranışları, onun tehlikeli bir şekilde manipülatif olduğunu gösteriyor. Onunla yüzleşmek, Wilhelm’in tuzağa düşürülmesini gerektiriyor.’’

Ben, odanın kenarında sessizce oturuyordum. İçimdeki kaygılar ve kararsızlık, toplantının atmosferiyle birleşerek daha da belirginleşiyordu. Her bir kelime, her bir plan, geleceğin nasıl şekilleneceğini belirliyordu ve ben bu anın ağırlığını derinden hissediyordum.

Arka planda sessiz bir şekilde dinleyenlerin arasında, bir an için tüm odanın sessizliğini dinledim. Tyler’ın sözleri, bir savaş stratejisi gibi, keskin ve hesaplıydı. Her kelime, her plan, bu büyük oyunun bir parçasıydı.

Tyler, odanın karanlık köşelerinden birine dönerek devam etti. ‘’Wilhelm’i etkisiz hale getirmek içi önce vampirleri ile baş etmeliyiz. Biz iki melezi sadece yanında iki vampir getirerek durdurmaya çalışmayacaktır. Bizi güçten düşürene kadar önce yakalayıp sonra işkence etmek ister. Bu yüzden direncini kırmamız lazım, yanında getireceği vampirlerden kurtulmak!’’

Arka planda sessiz bir şekilde dinleyenlerin arasında, bir an için tüm odanın sessizliğini dinledim. Tyler’ın sözleri, bir savaş stratejisi gibi, keskin ve hesaplıydı. Her kelime, her plan, bu büyük oyunun bir parçasıydı.

Tyler, odanın karanlık köşelerinden birine dönerek devam etti.

Wilhelm’in sonunu getirebilecek bir fırsat. Ancak, her adımın dikkatle hesaplanması gerekiyor."

Bu an, içimde bir belirsizlik ve kaygı duygusunu yoğunlaştırıyordu. Tyler ve Thomas’ın konuşmaları, geleceğin ne getireceği hakkında kesin bir yol haritası oluşturuyordu. Ancak, bu yol haritasının detayları, hem savaşın hem de mücadelenin ne kadar karmaşık olduğunu gösteriyordu.

Tyler’ın bakışları, bu karanlık yolculuğun ciddiyetini yansıtıyordu. "Nina’nın tuzağa düşürülmesi, savaşın gidişatını değiştirecek bir hamle olacak. Ancak, bu süreçte her adımımızın dikkatle atılması gerektiğini unutmayalım."

Toplantının sonlarına yaklaşırken, odanın atmosferi, bu büyük mücadeleye hazırlanmanın ciddiyetini yansıtıyordu. Tyler ve Thomas’ın stratejileri, geleceği şekillendirmenin anahtarıydı ve ben, bu kritik anların içinde, tüm sorumluluğun ve belirsizliğin ağırlığını omuzlarımda hissediyordum.

‘’Diğerleri de lazım olacak.’’ Diye söze girdi Tyler, diğerleri salonu terk etmiş iken ve sadece üçümüz kalmış iken.

Thomas onu onayladı.

‘’Haklısın. Ve zaten anladığım kadarıyla dünden gönüllüler. Fernando’nun ölümü bütün aileyi etkiledi. Onlar… Eminim ki gelip savaşa katılacaklardır. Sen olabildiğinde vakit kazan. Üç gün sonra falan gideceğiz de. Sonrasında uydurursun bir şeyler. Sahte bir Wilhelm çökertme planı at ortaya. Yemi yutup daha da hırslandığında üstüne çökeceğiz Montana Dağları’nda onun! Tabii eğer Nina ihanet ederse!’’

Tyler ona karşı ciddi bir şekilde başını sallayıp Thomas’ı onayladığında ikisinin de gözlerinde aynı ifade vardı.

Kararlılık ve intikam iç içe aynı gözün gözbebeklerinde, irislerinde yankılanmaktaydı!

Ve eğer Nina gerçek bir dost ise… Ben ve büyük kurt ailemle dağlarda harika bir tatil yapacaktık, kaybedecek ne vardı ki, hiçbir şey! Ama Wilhelm’in kesinlikle vardı.

O da ellerinden kayıp gidecek yaşamı ve ölümsüzlüğü olacaktı!

Güneş ilk ışıklarını bahçenin üzerine düşüşü ile bahçede hazırlıklarımıza başlamıştık. Ama bunun öncesinde bir sorunumuz vardı ki o da dolunaydı.

Dokuz Haziran dolunayı!

Tyler Nina'ya üç gün sonra gideceğimizi söylemiş, Thomas sürüyü almak adına ayrılmıştı evden. Kalanlarımız ise en iyi şekilde olası savaşa hazır olmak için hazırlanmaktaydık. Bu dolunayın yönetimi ise… Brad’e ve bize düşmüştü. Kurt adamları rayında tutmak ve dönüşümlerini kontrol etmek bizdendi.

O gece, o dolunay gecesinde ilk defa etkisi iliklerime kadar işlemişti.

Bu melez olarak hissettiğim ilk dolunaydı çünkü, bir Tribrid olarak!.

Öfke!

Tutku!

Hırs!

Sevgi!

İstek!

Aşk! 

Bağlılık!

Nefret!

Neşe!

Utanç!

Bu gibi duyguların daha da yoğun yaşandığı ama genelde öfkenin galip geldiği yoğun bir duygu karmaşasıydı.

Ama sorun şu ki savaşın içinde hayatta kalmaya çalışan bebekli aile Jonas ve Lydia, bebekleri Martina... Bir sorundu bizim için. Gidişimize iki gün kala olan olmuştu her şey.

Gitmeye karar vermişlerdi, dolunaydan hemen sonra!

Her iki tarafta da; Kanada veya Amerika, iki tarafta da savunmasız ve de savaşın ortasındaydılar. Ve en güvenli yer onlar için şimdilik iki taraftan da uzak durmaktı. Kurt evinden ayrılıp uzak bir yere bir süreliğine kafa tatiline gitmeleri herkes için en iyi bir karar olarak gün yüzüne Lydia’nın teklifi ile çıktı.

Onu da anlamak gerekiyordu.

Onun yüreği anne yüreğiydi.

Onun sevgisi artık saf bir anne kalbiyle süslenmişti.

Ve anneliğin getirdiği koruma içgüdüsü her zaman bebeği Martina’nın üzerindeydi.

Bu savaş onlarsız da yaşanabilir ve kazanabilirdi.

Ve onlar giderse aklımız onlarda kalmaz savaşa daha iyi odaklanılırdı.

Lydia ve Jonas… Verdikleri karar ile aynen böyle yapmışlardı!

Aynen böyle düşünerek gitme hazırlıklarına başlamışlar ve ardındansa da kısa bir süre içinde evden ayrılmışlardı!

Amerika'ya, değil, Kanada'ya da değil. Meksika'ya! Vampirlerin uğraşarak peşine takılmamaları için uzak ama geri dönebilecekleri kadar yakın, güvenli bir yere gideceklerdi.

Onların gitme kararı, kalbimde derin bir boşluk yaratıyordu. Lydia, Jonas ve Martina, savaşın yıkımından uzaklaşmak, bir süreliğine huzuru bulmak için Meksika’ya gitmeye karar vermişlerdi. Bu, onların hayatta kalmaları ve daha fazla zarar görmemeleri için en mantıklı karardı. Yine de, bu mantıklı kararı kabullenmek zordu.

Lydia, güçlü ve cesur bir kadındı. Her zaman liderimiz olmuştu, ama savaşın acımasızlığı onu da yormuştu. Jonas, her zaman soğukkanlı ve bilgeydi, ama şimdi gözlerinde bir yorgunluk ve endişe vardı. Martina ise, genç ve umut dolu bir kurt kız bebeğiydi. O da bu savaşın ağırlığını ve büyük yıkımını hissetmişti.

Onlar için endişeleniyordum, ama bu ayrılık onlar için en iyisiydi.

Sabahın erken saatlerinde, hazırlıklar yapılırken onlarla vedalaşmak için yanlarına gittim. Lydia, eşyalarını toplarken sessizdi. Her zamanki güçlü duruşu yerindeydi, ama gözlerinde bir melankoli vardı. "Gitmeniz gerekiyor, biliyorum," dedim titreyen bir fısıltıyla.

Lydia, bana dönüp yumuşak bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Adelia, burada kalıp savaşmaya devam etmeliyim diye düşündüm ama... artık daha fazla dayanabileceğimi sanmıyorum. Jonas ve Martina da benimle aynı fikirde. Bir süreliğine uzaklaşmak, bu kaostan kaçmak istiyoruz. Belki de yeniden güç toplamak için."

Onun bu kararı verirken yaşadığı içsel mücadeleyi anlıyordum. Lydia, savaşı bırakmak istemeyen ama aynı zamanda hayatta kalmak isteyen bir liderdi. Ona destek olmak istiyordum, ama aynı zamanda bu kararının doğru olduğunu da biliyordum. "Haklısınız," dedim, gözlerimden kaçan birkaç damla yaşı silerken. "Burada kalsanız bile kendinizi bu kadar yıpratmışken devam etmeniz imkansız olurdu. Meksika, bir süreliğine huzur bulmanız için iyi bir yer olabilir."

Jonas, sessizce yanımıza gelerek Lydia’nın omzuna elini koydu. "Bu kararı almak kolay olmadı, Adelia," dedi. "Ama Lydia’nın sağlığı ve geleceğimiz için en iyisi bu. Biz geri döneceğiz, güçlü ve hazır bir şekilde. Ama şu an için bu savaştan uzaklaşmak zorundayız."

Martina ise genç ve cesurdu ama onun gözlerinde de korku ve endişe vardı, annesinin kucağında. O an, onlara sıkıca sarıldım. Vedalaşmak, onları bu kaosun ortasında bırakmak zor gelse de, onların hayatta kalmalarını istemek daha ağır basıyordu. "Kendinize dikkat edin," dedim. "Her zaman yanınızda olduğumu unutmayın. Ne olursa olsun, geri dönün."

Lydia ve Jonas sırasıyla sarıldılar bana. Lydia’nın güçlü kolları, Jonas’ın bilge bakışları, Martina’nın umut dolu gözleri... Hepsi aklımda kazınmıştı. Onları kaybetmek istemiyordum, ama bu ayrılık gerekiyordu.

Tyler, uzaktan bu vedayı izliyordu. Gözleri Lydia’nın üzerindeydi. Aralarında söylenmemiş çok şey vardı, ama Tyler, Lydia’nın gitmesine izin vermenin en doğru karar olduğunu biliyordu. Onun güçlü liderlik özellikleri, Lydia’nın bu kararı almasında etkili olmuştu, ama şimdi onlar ayrılıyordu.

Son vedamızda Lydia, bana doğru eğilerek kulağıma fısıldadı. "Sakın pes etme Günışığım. Senin burada olman, diğerleri için bir umut ışığı. Ne olursa olsun, bu savaşı kazanmalıyız."

Bu sözleri, kalbimde yankılandı. Lydia, Jonas ve Martina, ağır adımlarla evden çıkarken, gözlerimden yaşlar süzüldü. Onlar, bizim bir parçamızdı, ama şimdi gitmeleri gerekiyordu. Meksika, onlara huzur ve yeni bir başlangıç sağlayabilirdi. Belki de bu, onların yeniden güçlenmeleri için bir fırsattı.

Onlar uzaklaşırken, Tyler yanıma gelerek elini omzuma koydu. "Bu onların seçimi," dedi yumuşak bir sesle. "Onlara kızmamalıyız. Hayatta kalmaları, bizim için önemli."

Başımı sallayarak ona hak verdim. "Evet," dedim, gözlerim uzaklaşan üçlüde. "Onların güçlü olmaları, bize umut verecek. Ama onları özleyeceğim."

Tyler, bana daha da yaklaştı ve kolunu omzuma doladı. "Biz burada olacağız. Onlar döndüğünde, her şey farklı olacak. Ama şu an için yapmamız gereken, onların hayatta kalmalarını sağlamak. Bu da, onları bu savaştan uzaklaştırmakla mümkün."

Tyler’ın sözlerinden doğruluk fışkırırken sesindeki netlik içime serpildi.

Lydia, Jonas ve Martina’nın ayrılışı, içimde büyük bir boşluk yaratmıştı, ama aynı zamanda yeni bir umut da doğurmuştu. Onların gitmesi, bizim savaşımızın sona erdiği anlamına gelmiyordu. Tam tersine, bu savaşın daha yeni başladığını biliyorduk. Onlar geri döndüğünde, biz daha güçlü olacaktık. Ama şu an için, sadece vedalaşmak zorundaydık. Bu savaşın ortasında, hayatın bir parçası olan vedalarla yüzleşmeyi öğrenmek zorundaydık.

Öyle de yapacaktık!

Onların rahat, huzurlu bir şekilde geri dönmeleri için her şeyi göze alacak ve etraftaki pislikleri temizleyerek çöpü dışarıya atacaktık!

Tyler ben ve diğerleri günün yükselen ışığında vampir avcılığı eğitiminin ilk gününe başlamıştık. Yorucu üç koca günün ardından savaş için ısınıyorduk.

Her ne kadar savaşımızı ihtimaller üzerine kurarak harekete geçsek de bu kaçınılmaz bir süreçti.

Tyler’ın eğitim programı, detaylarıyla hem fiziksel hem de zihinsel olarak bizi sınayacak şekilde tasarlanmıştı. Sabahın köründe, soğuk ve nemli havaya rağmen antrenman yapıyorduk.

“Adel,” Tyler’ın sesi keskin ve belirgindi, “bu sabah eğitimimiz, gölgeler altında hız ve dikkat üzerine olacak. Vampirler gece avlanır, bu yüzden senin de karanlıkta etkili olman gerek.”

Gözlerimi hafifçe kısarak, derin bir nefes aldım. Ağaçların gölgelerinde hızla hareket etmeyi, her adımda dikkatli ve hesaplı olmayı öğrendim. İlk günün ardından, kaslarımın ağrısı hafiflemese de, zihnime yerleşen bir güven vardı. Tyler’ın her hareketi, eğitimin ne kadar titiz olduğunu gösteriyordu.

İkinci gün, eğitim daha da yoğunlaştı. Tyler’ın talimatları altında, birçok farklı teknik ve strateji üzerinde çalıştık. Karanlıkta gizlenme, hızlı saldırılar, ve vampirlerin zayıf noktalarını hedef alma üzerine yoğunlaştık.

“Bir vampir avcısı sadece teknikleri bilmekle kalmamalı, aynı zamanda stratejik düşünme becerisine de sahip olmalı,” Tyler bu kez daha sakin, ama kararlı bir tonla, diğerlerine konuşmuştu. “Bu teknikleri uygularken, her zaman bir adım önde olmalısınız. Vampirlerin güçlü, ama siz onların zayıf anlarına dikkat etmen gerekiyor.”

Öğlenin ilerleyen saatlerinde, soluklanmak için dinlenme araları verdik. Ancak Tyler, ara vermektense, diğerlerinin yaralı bölgelerine pansuman yaparak, onları yeniden eğitime hazırladı.

Kaslarımın ağrısı dinmemişti ama bu acıyı, bir güç kaynağı olarak görmeye başladım.

Üçüncü gün, en zorlu sınavlardan biriydi. Eğitim, hem fiziksel hem de zihinsel olarak son derece yorucuydu. Tyler, her geçen gün performansları arttırmak için daha fazla çaba gösterdi. Savaş simülasyonları, hızlı hareket etme ve keskin nişancılık üzerinde durduk. Özellikle vampirlerin saldırılarına karşı savunma yöntemleri, günün ana konusu oldu.

Tyler, gözlerimi sabahın erken saatlerinde açarak beni tekrar harekete geçirdi. “Bugün son gün, Adelia. Artık her şeyi öğrendiniz. Şimdi bu bilgileri kullanma zamanı,” dedi.

Loading...
0%