Yeni Üyelik
110.
Bölüm

s4b16

@selinayeda_x

MONTANA YOLCULUĞU

Gözlerimdeki yorgunluk ve adrenalin karışımı, Tyler’ın her hareketini dikkatlice takip ediyordum. Eğitim boyunca öğrendiğim her tekniği uygulamak için çabaladım. Tyler, benimle sürekli iletişimde kalıyor, her hareketimi ve stratejimi değerlendiriyordu. Savaş senaryoları oldukça zorlu geçti. Sonunda, her şeyin ne kadar karmaşık ve detaylı olduğunu daha iyi kavrayarak, tüm enerjimi bu son sınavda ortaya koydum, tıpkı diğerleri gibi.

Eğitim tamamlandığında, Tyler ve benim toparlanmak için birkaç saatimiz vardı. Eşyalarımızı hazırlayıp, Tyler’ın yeni ve güvenilir derecede hızlı aracına yükledik. Montana’ya doğru yola çıkarken, içimde bir heyecan ve belirsizlik karışımı vardı. Eğitimin yoruculuğu, üzerimdeki gerginliği almıştı. Ancak, yeni bir göreve başlamanın verdiği heyecan, her şeyin önündeydi.

Montana’ya gitmek üzere yola çıktığımızda, gözlerim yorgun ama kararlıydı. Tyler’ın yanında olmanın verdiği güven, her zorluğun üstesinden gelebilmem için bir güç kaynağıydı. Yol boyunca Tyler ile strateji ve planlarımızı tekrar gözden geçirdik.

Yolculuğun her kilometresi, gelecekteki mücadeleye bir adım daha yaklaşmanın verdiği hazzı taşıyordu.

Yolun sonunda bizi neyin beklediğini bilmeden, ama öğrendiğimiz her şeyi uygulamak için hazır olarak, Montana'ya varmak için yola çıkacak, adımlarımızı ve kalbimizi hedeflerimize odaklayarak, yolun sonuna vardığımızda, yeni bir başlangıç için hazır olacaktık.

Tyler ile o sabah erkenden evden çıkmaya karar verdiğimizde, içimde bir rahatlama ve heyecan dalgası vardı. Montana dağlarına doğru yola çıkmak, her şeyden uzaklaşmak ve sadece ikimiz olmak, tüm bu kaosun ortasında bir kaçış gibiydi. Biraz zaman kazanmak, zihnimizi toparlamak, belki de birbirimizi daha yakından tanımak için mükemmel bir fırsattı.

Sabahın erken saatlerinde, güneş henüz doğmamışken sessizce evden ayrıldık. Evdeki diğerleri hâlâ uykudaydı ya da uyuyor gibi yapıyorlardı. Birkaç saat sonra onların da arkamızdan geleceğini biliyorduk, ama bu birkaç saat sadece bizimdi. Tyler’ın yanımda olması, bu kaçışı daha da anlamlı hale getiriyordu.

Tyler arabayı sürerken, yol boyunca onun sessizliği beni şaşırtmıştı. Normalde her durumda konuşacak bir şey bulurdu ama bu kez başka bir şey vardı. Gözleri yolda, düşünceleri ise uzaklardaydı. Dağlara doğru ilerledikçe, etrafımızdaki manzara da yavaş yavaş değişmeye başladı.

Yaklaşık dört saate yakın süren bu yolculuk nihayet dağların sıralanışı ile son bulmak üzereydi.

İki Amerika eyaleti arasındaki bir mesafe tam da dört saat kadardı.

Ağaçlar daha yoğunlaştı, yol daraldı ve çevremizi kaplayan doğa, bize şehirden ne kadar uzaklaştığımızı hatırlatıyordu.

Montana’nın dağları gerçekten de muazzamdı. Yüksek, karla kaplı zirveleri, aşağıdaki ormanlarla birleşiyor ve gökyüzüne uzanan devasa ağaçlar arasında kayboluyordu. Burada doğanın sessizliği ve sakinliği, insanın içindeki tüm gürültüyü susturuyordu.

Bir süre sonra, Tyler aniden arabayı durdurdu. Karşıda, ormanın derinliklerinde gizlenmiş ahşap bir dağ evi belirmişti. İhtişamlı bir sadeliğe sahipti; büyük pencereleri, geniş verandası ve çatısını kaplayan ince kar tabakasıyla ormanın bir parçası gibi görünüyordu. Tyler’ın gözlerinde bir rahatlama gördüm. Bu ev onun için bir sığınak, bir kaçış noktası gibiydi.

Arabadan indiğimizde, soğuk hava yüzüme çarptı. Derin bir nefes aldım; temiz, taze, dağ havası ciğerlerimi doldurdu. Tyler arka bagajı açarak eşyalarımızı çıkardı ve bana dönüp, "Bu evin sessizliği insana iyi geliyor," dedi. Sesindeki huzur, onun da buranın etkisinde kaldığını gösteriyordu.

"Gerçekten de öyle," diye yanıtladım. "Burada zamanın durduğunu hissediyorum."

Beraber eve doğru yürürken, Tyler bana eski günlerden bahsetmeye başladı. Bu dağ evinde kaç kez kaldığını, burada geçirdiği yalnız günleri anlattı. Onun yanındayken, her kelimesi beni daha da içine çekiyordu. Tyler’ın geçmişini anlamak, onu daha iyi tanımamı sağlıyordu.

Evin kapısını açtığımızda, içeride bizi bir sessizlik karşıladı. Büyük bir salon, taş bir şömine, duvarları kaplayan kitaplar ve geniş pencerelerden içeri giren sabah ışığı… Evin her köşesi, Tyler’ın ruhunu yansıtıyordu. Sade ama derin, güçlü ama zarif.

"Hoş geldin," dedi Tyler, eve girerken. "Burası bizim kaçış noktamız. Her şeyden uzak, sadece ikimiz için."

Eşyalarımızı yerleştirirken, Tyler bana evi gezdirdi. Mutfağın hemen yanında, geniş bir yemek masası vardı. Yemek masası, dağ manzarasına bakıyordu ve her öğünde bu manzaraya karşı oturmak fikri bile beni heyecanlandırmıştı. Üst kattaki odalar ise tamamen huzur doluydu. Tyler’ın favori odası olan ana yatak odası, geniş bir pencere ile dağlara bakıyordu.

"Bu manzaraya karşı uyanmak gerçekten bir ayrıcalık oluyor." Dedi Tyler, gözlerini pencereden dışarıya dikerek.

Sonunda evi keşfettikten sonra, mutfağa geçip birlikte bir kahvaltı hazırlamaya karar verdik. Tyler mutfakta oldukça rahattı, bir şef gibi hareket ediyordu. Onun bu yönünü görmek beni mutlu etti. "Kim derdi ki, bir kurt adam bu kadar iyi yemek yapabilir," diye takıldım ona.

Tyler gülümsedi, "Sadece doğru kişiyle paylaşmak gerektiğini öğrendim," dedi, gözleri benimkilerle buluşurken. Sözleri beni hem şaşırttı hem de içimi ısıttı. Onunla geçirdiğim her an, ona daha da bağlanmama neden oluyordu.

Kahvaltıdan sonra verandaya çıktık. Tyler, dağlara karşı durup derin bir nefes aldı. "Bu yer her zaman bana huzur verdi," dedi. "Burada kendimi özgür hissediyorum."

"Burada olmak, gerçekten de insanın ruhunu dinlendiriyor," diye ekledim. Tyler’ın yanında durup, manzarayı izledim. Her şeyden uzak olmak, sadece doğanın sesiyle baş başa kalmak… Bu anın tadını çıkarmak istedim. "Sence diğerleri ne zaman gelir?" diye sordum.

Tyler, omuzlarını silkerek, "Yakında burada olurlar," dedi. "Ama şu an, sadece biz varız."

Tyler’ın bu sözleriyle birlikte içimde bir rahatlama hissettim. Birkaç saatliğine de olsa, bu an sadece bize aitti. Diğerlerinin buraya gelmesiyle, Wilhelm’in ortaya çıkma ihtimali de artıyordu, ama şu an bu düşünceyi bir kenara bırakmak istedim. Tyler’la bu anın tadını çıkarmak istedim.

O öğleden sonra, Tyler’la birlikte dağların arasında bir yürüyüşe çıktık. Karla kaplı patikalar boyunca ilerlerken, birbirimize geçmişten, gelecekten ve hayallerimizden bahsettik. Tyler, bana çocukluğundan, ailesinden ve kurt adam olmadan önceki hayatından bahsetti. Onun bu yönlerini bilmek, onu daha da sevmeme neden oluyordu.

Yürüyüşün ardından, eve geri döndüğümüzde, hava kararmaya başlamıştı. Tyler şömineyi yakıp, ateşin karşısına oturdu. Tabii… Sözde şömineydi. Romantik bir ortam gibi, sadece huzur vermek amacını barındıran.

Aslında bizler üşümezdik, çok sıcaklara karşı da dirençliydik.

Ama yine de Tyler’a döndüm. Ben de yanına oturup, onunla birlikte ateşin sıcaklığını hissettim. "Burada olmak, sadece seninle olmak, bana huzur veriyor," dedim sessizce. Tyler bana döndü ve gözlerimin içine bakarak, "Seninle olmak, her şeyi daha anlamlı kılsa da… Hala bekliyoruz.’’ dedi. Sözleri, içimdeki tüm şüpheleri ve korkuları bir kez daha uyandırmıştı.

Buradaki amacımızı unutmamamız gerekiyordu.

Biz burada!.. Wilhelm ve tayfasını, vampirleri ve liderlerini bekliyorduk!

Ve onlar geldiğinde amacımızı gerçekleştirmek için atağa geçecek ve elimizden gelen her şeyi yapacaktık.

O gece, diğerleri eve gelmeden önce, Tyler’la geçirdiğimiz bu birkaç saat, hayatımın en huzurlu anlarıydı. Ama içimde, bu huzurun sonsuza kadar süremeyeceğini biliyordum. Wilhelm’in ortaya çıkma ihtimali, bizi takip eden bir gölge gibi peşimizdeydi.

Ancak şu an, sadece bu anın tadını çıkarmak istedim. Tyler’ın yanında olmak, onunla birlikte olmak, tüm bu karmaşanın ortasında bana güç veriyordu.

Tyler, diğerlerinin gelmesinden önce, bana son bir kez bakarak, "Bu birkaç gün, her şeyden daha değerli olacak," dedi. Ben de başımı sallayarak ona hak verdim. Önümüzdeki günlerin ne getireceğini bilmiyorduk, ama şu an burada olmak, Tyler’la birlikte olmak, her şeyden önemliydi.

Diğerleri eve geldiğinde, Montana dağlarının bu sessizliğinde, yeni bir başlangıç yapmaya hazırdık. Ama içimde, bu sessizliğin kısa süreceğini, yakında fırtınanın kopacağını biliyordum. Wilhelm her an ortaya çıkabilir ve bu huzuru bozabilirdi. Ama şu an, sadece Tyler’la birlikte olmak, bu huzurun tadını çıkarmak istedim. Çünkü bu an, belki de sonsuza kadar hatırlayacağım bir an olacaktı.

Montana dağlarının derinliklerinde, bu soğuk ve sessiz gecede, karanlık çöküyordu. Tyler’la birlikte geçirdiğimiz huzurlu saatlerin ardından, içimde bir huzursuzluk dalgası yükseliyordu. Her şey fazlasıyla sakindi, bu sakinlik, yaklaşan bir fırtınanın habercisi gibiydi. İçimdeki sezgiler, bir şeylerin yolunda gitmediğini fısıldıyordu ama bunu dillendirmek istemiyordum. Tyler’ın güçlü varlığı, içimdeki korkuları bastırıyordu, ama aynı zamanda beni tetikte tutuyordu.

Akşamüstü, diğerleri sessizce eve gelmiş ve kokularını saklamak için dikkatlice hareket etmişlerdi. Plan basitti; Wilhelm ve vampirleri, eve geldiklerinde sadece beni ve Tyler’ı bulacaklardı. Wilhelm, bize üstün olduğunu ve tuzağı kurduğunu zannedecek, bizse ona ve vampirlerine karşı son bir darbe indirmek için bekleyecektik. Her şey bu kadar basit olamazdı, ama durum buydu. Bu bir ölüm kalım savaşıydı ve bizler, bu savaşta galip gelmek zorundaydık.

Gecenin karanlığı iyice bastırdığında, Tyler’la birlikte oturma odasında sessizce oturuyorduk. Buradaki ilk günümüz ve de ardından ikinci günümüz geçmiş iken şimdi ikinci günümüzün gecesinde şömine karşısında şöminede yanan odunların çıtırtısı eşliğinde sessizdik. Sessizliğimiz dışarıdaki sessizliğe karışıyordu. Tyler gözlerini pencereye dikmiş, dışarıyı izliyordu. Ben ise onun yanında, adeta bir gölge gibi sessizdim. İçimdeki huzursuzluk, bir yılan gibi kıvrılıyor, ama aynı zamanda bir sıcaklık hissi, Tyler’ın varlığından gelen bir güven duygusu, tüm korkularımı bastırıyordu.

Birden, dışarıda bir hareketlilik hissettim. Tyler da bunu fark etmişti; gözleri bir an için bana kaydı, ardından tekrar pencereye döndü. "Geliyorlar," dedi fısıltıyla. Sesi, odanın içindeki sessizliği delip geçti, ama aynı zamanda beni sarsmadı. Beklenen an gelmişti.

Kapının önünde adımlar duyuldu. Birden, o kadar alışıldık olmayan bir ses işittim; Wilhelm’in soğuk, iğneleyici sesi, karanlığın içinden yükseldi. "Buradasınız, değil mi? Saklanmanıza gerek yok, sevgili melezler. Benimle savaşmayı göze alacak kadar cesaretiniz var mı?"

Tyler, yavaşça ayağa kalktı. Bana bir bakış attı, gözlerinde sert bir kararlılık vardı. "Hazır mısın?" dedi alçak bir sesle. Ben de ona kararlılıkla karşılık verdim. Artık geri dönmek yoktu. Bu savaş, burada ve şimdi başlayacaktı.

... 

Wilhelm kapıyı açtığında, evin içini bir soğukluk sarmıştı. Wilhelm ve sıfatsız vampirleri! Yüzlerinde hiçbir duygu belirmeyen emrine amade vampirleri Wilhelm’in ardından içeriye süzüldü. Hepsi, karanlığın içinden gelen ölümcül yaratıklardı. Gözlerinde açlık ve intikam arzusu vardı. Ama kimin ve neyin intikamı?

Wilhelm’in Tyler’ın eli arasında can çekişi mi?

Fırsatı varken Tyler o kalbi Wilhelm’den sökmeliydi ama bu işi uzattı!

Bu işi neden uzattığını bilmesem de yapmıştı işte.

Belki de olayları bu raddeye bilerek getirmişti, ben dönüşeyim ve her şeyi hatırlayayım diye. Wilhelm’den de intikam alındığında mutlu bir aile tablosunun parçaları olacaktık kim bilir!?

Wilhelm’i karşımda gördükçe katlanan öfkem daha da katlanıp artıyordu.

Saçma sapan bir sürü şey aklımdan geçip giderken nefesimi sakinleşmek istercesine ortama bırakmıştım.

Şimdi değil Adel!

Şimdi değil!

Önceliğin intikamını dibine kadar almak!

Önceliğin gardını düşürmeyip sakinliğini ve soğukkanlılığını korumak!

Evet ben Adel’im. Adelia Winchester tam adım iken ben hak edene Adel’im!

Hak edene Adelia’yım.

Ve de hak edene hiçbir kimseyim!

Wilhelm, o hak etmeyenler tarafında idi.

O yüzden onu da tarihe gömmek işi bana düşmüştü. Onun için hiçbir şey ifade etmemek için, onun için sadece ölüm meleği ifade etmek için! Her şeyi yapmaya kararlıydım!

Ben Adelia Winchester!

Kraliçe!

Kral’ın kraliçesi değil.

Kendi tahtının kendi varisi, kendiliğinden gücü ile var olan Kraliçe!

Tabi bir de destekçim var.

Beni asla yalnız bırakmayan.

Kraliçe’yi yükselme döneminde her daim koruyup kollayan onu yücelten ve yükseklere taşıyan.

Tyler Salvadore.

Bazılarının deyimiyle Kral.

Bazılarının deyimiyle ise Taçsız Kral!

Güçten düşmüş diz çökmüş Kral!

Tyler Salvadore tahtını kazanmaya, Adelia Winchester de bu uğurda intikam almaya gelmişti işte.

Wilhelm ise ölümü için büyük bir kumarla hazırlanmış bir tuzağa!

Wilhelm, kapının önünde durduğunda soğuk bakışları tenimizi yakıcı soğukluğu ile dondurup geçti.

Oda nefret duygusu ile kısa sürede soğuduğunda Wilhelm içeriye doğru bir adım daha atmıştı.

Wilhelm’in gözleri bir kez daha bizim üzerimize dikilirken bu saniyelere kadar gözler konuşmuştu.

Ama şimdi…

Şimdi derin konuya giren ilk kişi Wilhelm Donovan olmuştu. Gecenin Sahte Prensi, alaycı ses tonu ile başlamıştı cümlelerine. Sanki biraz sonra sonu hiç gelmeyecek gibi!

"Sizden başka kimse yok mu?" diye sordu alayla. "Sanırım bana karşı siz ikiniz durabileceğinizi düşünüyorsunuz ha? Ne kadar aptalsınız."

Onun bu sözleri beni içten içe kışkırtırken Tyler ise sakin kalmıştı.

Nefesini sakinlikle verdi ve gülümsedi.

Bu gülümseme düşmanı her daim sinir edebilecek potansiyele sahip bir küçümsemeydi, Tyler’ın mizacı!

"Yarattığın tüm kaos bitecek." Dedi Tyler. Ardından harekete geçmesi uzun sürmemiş, aksine sadece saliselerini almıştı.

İşte o an harekete geçti, ışık hızında. Gözlerim hızını kovalayamazken olan olmuştu çoktan.

Hızlı, beklenmedik bir hamleyle bir vampiri yakalayıp yere serdiğinde gözlerim Wilhelm’e ulaştı. Başlıyorduk işte!

Önce kışkırt ve sonra tuzağa çek!

Tyler bir sonraki hamlesinde bir kez daha; hızlı, beklenmedik bir şekilde bir vampiri yakalayıp yere serdi. İki vampir kaşla göz içinde tuzla buz olmuş gibi bedenleri çürüyerek yere serildiğinde Wilhelm’in alaycı bakışıyla karşılaştım bir kez daha. Ama uzun sürmeyecekti bu!

Hesaplaşma vakti yakındı!

Tyler’ın bu eylemlerinden sonra Wilhelm sadece izlemekteydi ki çok geçmeden ardından benim de hareket etme sıram gelmişti. Belimdeki tahta kazığı ortaya çıkarıp sıkıca kavradıktan sonra onu Wilhelm’in safhasında duran bir vampirin kalbine sapladım. Tahta kazığın hızla süzülmesi o kadar hızlıydı ki daha onlar hedefin kim olduğunu anlayamadan kazık saplanmıştı bir vampirin kalbine.

Artık bu bir ölüm kalım savaşıydı.

Onlara ölüm!

Bize ise kalım!

Wilhelm'in yüzü öfkeyle kasıldı. "Bu hatayı nasıl yaparsınız?!" diye haykırdı. Ama artık pişmanlık ya da öfke için çok geçti. Savaş başlamıştı ve iki taraf için de geri dönüş yoktu.

Wilhelm kendini avutsun, bağırmaları ve çığırmaları ile.

Güç öfkeyle ya da bağırarak gösterilmezdi.

Güç içte gizliydi ve de nasıl açığa çıkarttığında!

Artık planı devreye sokma ve balık tutma vaktiydi!

Zamanın geldiği ikimiz tarafından da anlaşıldığında aramızda ufak bir bakışma geçmişti ki saniyeler içerisinde Tyler yanıma geldi. Ardından elimi sımsıkı bir şekilde sıkıca kavramıştı elleri.

Ve Wilhelm'in sesi ardından evden camı parçalayarak çıkmıştık.

"Ah kaçıyor musunuz, nereye!?"

Tyler'ın elimi tutup beni kendine çekişiyle ormana açılan büyük cama doğru koşmuştu. Beni gövdesiyle siper ettiğinde camı kırarak atlamış ardından da ufak bir yokuşu dönerek atlatmıştık.

Bu süreçte yara alan Tyler olsa da kısa sürede iyileşme yeteneği ile her şey hallolmuştu bile.

Yerden hızlı bir şekilde ayaklanarak koşmaya başladığımızda tüm vampirler ve Wilhelm peşimize düşmüştü bile.

Tam da planımızın bir parçası olarak, oltaya gelmektelerdi!

... 

Wilhelm kahkaha attı ardımızdan gelirken. "Gerçekten kaçabileceğinizi sanıyor musunuz siz?" Wilhelm'in hızı tüm vampirlerden daha fazlayken tamda bir adımlık mesafemizdeydi.

Ve Wilhelm hala bize laf yetiştirmekle meşguldü.

"Hiç de sormuyorsun Tyler! Bizi nereden buldu, bu işi kim bu hale getirdi diye!?"

Tyler ile birbirimize baktığımızda Tyler elimi daha da sıkmıştı. Bu süreçte durmadan yola devam ettik. Daha Wilhelm halen daha olması gereken yerde değildi. Daha ileri gitmeli ve Wilhelm’i tamamen kurt adamların içine çekmeliydik!

Nina'nın ihanetini biliyorduk, Wilhelm'in bize tuzak kuracağını da.

Ama biz tuzağa tuzakla karşılık verdik ve işler bu raddeye kadar geldi işte!

Şimdi ise... Sonu gelecekti, tıpkı epey bir süredir herkesin beklediği gibi.

İntikam alınacak, kayıpların bedeli ödetilecek ve geçmiş onunla savaşırken yad edilecekti!

... 

Montana Dağları’nın serin havası, her zamankinden daha kasvetliydi. Gökyüzü, karanlık bulutlarla kaplanmıştı ve ağaçların arasında dolaşan rüzgâr, ölümün habercisi gibiydi. Bu gece, sıradan bir gece olmayacaktı. Hepimiz bunu hissediyorduk. Gözlerimdeki kararlılık ve kalbimdeki öfkeyle Wilhelm’in sonunu getireceğimiz anın geldiğini biliyordum.

Tyler yanımdaydı, her zamanki gibi soğukkanlı ve güçlüydü. Onun varlığı bana güç veriyordu, ama aynı zamanda içinde bulunduğumuz tehlikenin farkındaydım. Kurt adamlar ve vampirler arasındaki bu savaş, sadece bizim için değil, tüm dünya için bir dönüm noktası olacaktı.

Wilhelm’e duyduğum nefret, hiçbir zaman bu kadar yoğun olmamıştı. Onu öldürmek için and içmiştim ve bu gece, bu andı gerçekleştirecektim.

Montana Dağları’nın derinliklerine doğru ilerlerken, her adımımızın bizi ölümcül bir savaşa yaklaştırdığını biliyorduk. Ağaçların arasından süzülen karanlık, her an üzerimize çökebilecek bir tehlikeyi simgeliyordu. Tyler’ın sessizliği, bu sessizliğin altında yatan gerginliği daha da belirgin hale getiriyordu.

Onunla yüzleşmek için hazırdık, ama aynı zamanda onun ne kadar tehlikeli olduğunu da biliyorduk. Onun zeki ve acımasız bir vampir olduğunu unutmamalıydık. Bizler için hazırladığı tuzaklardan haberdardık ve aynen bu şekilde, buna rağmen ilerliyorduk.

Kurt adamlar ve vampirler arasında başlayan bu savaş, tam anlamıyla bir kaosa dönüşmüştü.

Wilhelm’in vampirleri, gölgelerden saldırıya hazırlanıyordu. Ancak biz de onlardan aşağı kalır değildik, hali hazırda bir sürü bekletmekteydik, koca bir kurt sürüsünü! Tıpkı vampirlerin sayısınca kapışacak türden!

Her bir saldırıya, iki katı bir şiddetle karşılık verecektik. Her birimizin içinde büyüyen öfke, bu savaşı daha da acımasız hale getiriyordu.

Wilhelm, zekice bir plan yapmıştı. Bizleri zayıflatmak için içimizden birini kullanmıştı. Nina’nın ihanetini.

Ama bizde zekice bir hamle yapmıştık onun bu deli cesaretine!

Bilmiyordu ki bu iş elinde patladı ve biz bunu ona ağır ödetecektik!

... 

Wilhelm, nihayet karşımıza çıktığında, gözlerindeki soğukluk ve acımasızlık, içimdeki öfkeyi daha da körükledi. Onunla yüzleşmek için tüm gücümü topladım. Tyler, onun tehlikesini biliyor, ama aynı zamanda onunla yüzleşmek için hazır olduğumu da anlıyordu. Bu an, bizim için her şeyin sonu ya da başlangıcı olabilirdi.

Wilhelm, zekice bir plan yapmıştı. Bizleri tuzağa düşürmek için tüm imkanlarını kullanmıştı. Ancak bizler, onun oyunlarına gelmeyecek kadar kararlıydık. Tyler’ın liderliği ve kurt adamların cesareti, bu savaşı kazanmak için yeterli olabilirdi.

... 

Tyler ile koşmaya devam ettik, kurtların ufak hisleri burnumuza dolduğunda vaktin geldiğini anlayacaktık.

Tyler ile koşmaya devam ederken diğerleri hala peşimizdeydi, Wilhelm de dahil olmak üzere. Ve aynı zamanda da Wilhelm amansız bir şekilde arkamızda koştururken bir yandan da bağırmakla meşguldü. Sanki bize yetişebilecekmiş gibi!

"Yeter durun artık çok sıktınız!"

Wilhelm'in sözleri kulaklarıma dolduğunda Tyler elimi daha da sıktı.

Bu bir nevi "Durma!" İşaretiydi ki durmaya asla niyetim yoktu.

Devam ettik, hiç yılmadan, durmadan!

Birkaç saniye koşmamızın ardından o tanıdık his geldiğinde sonrasında çoktan ablukaya alınmış bir şekilde kalakalmıştık.

Plan dahilinde bir arada kalmışlıktı bu!

Arkamızda Wilhelm ve vampirleri.

Önlerimizde ise Wilhelm'in kaçma ihtimaline karşı etrafa doldurduğu diğer vampirleri.

Vampirler önümüzü kestiğinde durmak zorunda kalmıştık işte.

Aslında zorunda değildik de... Planın dahilinde durup beklemiştik olacakları.

Vampirlerin elindeki melez zehirlerinden sanki korkuyormuşuz gibi durup gerilediğimizde Wilhelm'e döndük ikimiz de.

Tyler elimi sıkıca kavramışken Wilhelm kahkaha atmıştı.

‘’Ah şimdi elime düştünüz işte kaçak aşıklar! Şaka gibi bir melez ve bir insan aşkının bu denli bir vahşiliğe dönüşmesi!’’

Wilhelm bize doğru bir adım atarken o an karanlıkların ardından bir çift göz parladı. Bordo rengine yakın koyulukta bir göz!

Ve ardından karanlıktan ay ışığına çıktığında önce hisleri sonra da görünüşü gelmişti duyularıma.

Nina! 

İhanet sever ve arkadan kuyu kazmada usta Nina!

Şimdi de buradaydı öyle mi!?

Kesinlikle buradaydı!

... 

Gecenin karanlığına gömülen bir orman, birer gölge gibi ilerleyen yaratıkların uğursuz hırıltılarıyla doluydu. Ay, alçakta ve solgun bir ışıkla gökyüzünü aydınlatıyordu. Her şey, bu büyük hesaplaşma için hazırdı. Wilhelm, düşmanlarını tuzağa çekmek üzere vampirlerini organize etmişti; kendine olan güveni sarsılmazdı. Ancak asıl planın kendisine karşı kurulduğunu bilmiyordu. Kanada’dan gelen kurt sürüsünün acımasız savaşçılarının bu hesaplaşmanın tam ortasında olacağını hayal bile edemezdi.

Brad ve Lucas’ın önderliğinde kurt evinden çağrılan sürü, Kanada’dan gelen Thomas önderliğindeki diğer kurtlarla birleşmişti. Savaşçılar birbirinden uzak konumlanmış, sinsice Wilhelm’in peşine düşmek için bekliyorlardı. Adelia ve Tyler ise dağlık evde kalıp Wilhelm’in dikkatini çekmeye hazırlanmışlardı. Herkesin rolü belliydi, herkesin ne yapması gerektiği netti. Plan, kusursuz bir şekilde işliyordu.

Wilhelm tuzağa tamamen düştüğündeyse de yegane amaçlı savaş başlayıp ardındansa da kısa süre içinde bir tarafın yenilgisi ile sonlanacaktı.

Wilhelm’in ölümü sonucu vampir tarafının yenilgisi ile sonlanacak savaş yegane amaçlarıydı işte.

Ormanın derinliklerinde, Wilhelm ve vampirleri toplanmıştı. Bordo gözleri hırs ve zafer arzusuyla parlıyordu. Adelia ve Tyler’ın peşine düşmüş iken aslında onların orada yalnız olduklarını düşünmesi tamamen bir aptallık göstergesi olmuştu.

Çünkü onları tuzağa düşürmek isterken asıl tuzak kendisine kurulmuştu.

Ormanın dört bir yanında Kurt Evi’nin savaşçıları ve Amerika topraklarında hüküm süren diğerleri; Lilith, Elliot, Brad, Jessica, Maya ve Lucas!.. pozisyon almıştı.

Tyler, öfkeli gözlerle Wilhelm’i izliyordu. Onu alt etme vakti gelmişti.

Vampirler, yaklaşan tehlikenin farkına vardıklarında ortalık karıştı. Wilhelm, gözleriyle etrafı tararken bir an için huzursuz oldu. Bu işte bir terslik vardı. Kurnazlığıyla tanınsa da, şimdi kendi tuzağının kurbanı olacaktı.

Tyler’ın elinin elimi daha sıkı kavradığını hissettiğimde, içimdeki adrenalinin dalga dalga yayıldığını fark ettim. Kalbim hızla çarpıyor, nefesim düzensizleşiyordu. Wilhelm’in soğuk kahkahası, karanlık geceye yankılanıyordu ve içimdeki öfkeyi daha da körüklüyordu.

Wilhelm’in sesi yeniden duyuldu, keskin ve alaycı: “Bunu daha ne kadar sürdürebileceğinizi sanıyorsunuz? Kaçabileceğinizi mi sandınız? Ah, zavallı yaratıklar…”

Onun sözleri, tıpkı zehirli bir hançer gibi kalbime saplandı. Tam da o an, karanlıkların içinden bir gölge belirdi; bir zamanlar dost bildiğimiz, şimdi ise ihanetin simgesi haline gelmiş olan Nina’ydı bu. Gözlerim ona kilitlendiğinde, ihaneti tüm çıplaklığıyla bir kez daha yüzüme çarptı. Nefretin soğuk yüzüyle ona baktım; onun bize yaptıkları, arkadaşlarımızın kanına giren zehir gibiydi.

Nina’nın sinsi gülüşü yüzünde belirdi, ama gözlerindeki kederli parıltı, içimde bir şüphe kıvılcımı doğurdu. Neden böyle bir şey yapmıştı? Bu ihanetin ardındaki motivasyon neydi? Ama şimdi sorgulamanın zamanı değildi. Bu, saf bir hayatta kalma savaşıydı ve bu noktada duygusallık ölümcül bir hata olurdu.

Wilhelm, Nina’ya dönüp ona kısa bir bakış attı, sonra bize döndü. "Ah, Nina. Şu işe bak, Kaçaklar yakalandı değil mi? Ve şimdi de intikamını iliklerine kadar alabilirsin!" Wilhelm, sinsi bir gülümsemeyle vampir ordusunu işaret etti. Onlar, vampirlerin korkunç gücünü ve sadakatini simgeliyordu. Onlar saldırıya hazırlanırken Nina yavaş adımlarla Wilhelm’in yanındaki yerini aldı.

Wilhelm’in neden bahsettiğini anlamaya çalışırken Tyler gergin bir şekilde hapsetmişti ellerimi ellerine.

İntikam derken? Neyden bahsediyordu ki bu Wilhelm!?

Günün ufuk çizgisinde tamamen yükselişinin ardından geçen sürede şehre yeni bir tür ayak basmıştı, Dönüşen!

Dönüşüm aşamasındaki Adelia!

Ayaklarına adeta kara sular inmiş gibi hissederken tek isteği bir araba olmuştu.

Yanındaki dilek cini pozisyonundaki Tyler ise gerçekten de onun her daim yanındaydı.

İleriki oto galericiye girdi.

En yakın arkadaşının sahibi olduğu oto galeri! İşte bu hareket bazı şeylerin başlangıcı olan derinliği taşımaktaydı.

Nina Wayne! Yeni sorun olarak ortaya çıkmış ve bir intikam istemekteydi!

Wilhelm’in geçmişi, karanlık sırlarla doluydu ve bu sırların en derininde Nina vardı. Wilhelm’in babası, Nina’yı dönüşüme zorlayan kişiydi. Bu, Nina’nın hayatındaki en büyük dönüm noktasıydı. O andan itibaren hayatı sonsuza dek değişmişti. Ama Nina, onu dönüşüme zorlayan bu güçlü vampiri asla tanımamıştı; o sadece gölgelerde kalan bir figürdü. Wilhelm’in babası, Nina’ya asla doğrudan yaklaşmamış, hep uzaktan izlemişti. Ancak, o gün her şey değişmek üzereydi.

Tyler ve Adelia, Wilhelm’in karanlık mirasını bilmeden, onun sırlarını taşıyan Nina’yı ziyarete gittiğinde olaylar büyük patlak vermişti.

Her zaman Gecenin gölgesinde enselerinde olan Prens!

Adelia’nın hayatındaki en büyük düşmanlarından biri olan Wilhelm, binaya onları izledikten hemen sonra gelmişti. Nina, binanın karanlık köşelerinde Wilhelm’in varlığını hisseder hissetmez korkuyla gerilmişti. Ama bu kez, Wilhelm'in gözünde bir tehditten çok daha fazlası vardı.

Wilhelm, Nina’nın yanına sessizce yaklaştı. Onun korkusunu, zayıflığını ve güvensizliğini adeta koklayarak hissediyordu. Nina, bu güçlü varlığa karşı direnmeye çalışsa da, Wilhelm onun üzerinde büyük bir kontrol sahibiydi. Onun gücü, Nina’nın en derin korkularını harekete geçirmişti. Wilhelm, Nina’nın kollarını sertçe arkaya doğru kıvırıp bedenini göğsüne yasladığında, ona karşı koymanın imkansız olduğunu anlamıştı.

Wilhelm, Nina’nın kulağına eğilerek, sesini alçak ve tehditkâr bir tonla kullanarak geçmişi anlatmaya başladı. "Biliyor musun, Nina? Annem ve Tyler’ın annesi eski arkadaşlardı," dedi Wilhelm, sesindeki buz gibi soğuklukla. "Anneni ve babanı öldüren kişi de… Tyler’ın annesiydi."

Nina, duyduklarına inanamaz bir haldeydi. Tyler’ın annesi mi? Bu bilgi, onu derin bir karışıklık içine sürükledi. Kendini bildi bileli Tyler’a karşı hep bir güven ve bağlılık hissetmişti. Ama şimdi, Tyler’ın annesi onun ailesini yok eden kişi olarak karşısına çıkıyordu. Bu bilgi, Nina’nın zihninde bir fırtına gibi patladı. İçindeki duygular karmakarışık olmuştu; öfke, hüzün, şaşkınlık ve ihanetin acısı arasında gidip geliyordu.

Wilhelm, Nina’nın saçlarıyla oynamaya başladı. Parmağını ince telli saçlarının arasında gezdirirken, ona daha da yaklaştı. "Babam sana yeni bir hayat sundu," diye fısıldadı. "Seni geçmişinden kurtardı, seni güçlü yaptı. Ama yine de sen, geçmişin esaretinden kurtulamadın, değil mi? İşte bu yüzden buradasın, benimle. O geçmiş seni her zaman geri çağıracak."

Nina, bu sözlerle derin bir iç karışıklık yaşadı. Wilhelm’in söylediği her şey doğruydu; ama doğru olmasına rağmen, Nina’nın içindeki yarayı daha da derinleştiriyordu. Wilhelm, onun ruhunu avucunda tutmuş gibiydi. Ona her şeyi, en karanlık sırlarını ve en acı gerçeklerini hatırlatıyordu. Ama Nina’nın içinde hâlâ bir şeyler vardı; o acıyı ve ihaneti yenmek isteyen bir güç, bir irade.

Wilhelm, Nina’yı serbest bıraktığında, gözlerinde garip bir parıltı vardı. Ona bu bilgileri vererek, zihnini bulandırmıştı. "Sonra görüşürüz, tatlım," diye gülümsedi Wilhelm, ardından binanın karanlık koridorlarından kaybolarak ortadan kayboldu.

Nina, bu anın ardından binanın duvarları arasında yalnız kaldı. Zihninde fırtınalar kopuyordu. Kendi içsel dünyasında yaşadığı bu karmaşayı nasıl çözebileceğini bilmiyordu. Wilhelm’in sözleri, onun içindeki yaraları yeniden açmış, hiç kapanmamış yaraları kanatmıştı. Ama Nina, içinde bir yerlerde hâlâ güçlüydü. Bu geçmişin ağırlığına rağmen, ayakta kalmak zorundaydı. Wilhelm’in karşısında güçsüz görünmemek için, kendi içindeki savaşı kazanmak zorundaydı.

Ancak, o binada geçen bu olay, sadece bir başlangıçtı. Wilhelm ve Nina arasında oluşan bu yeni dinamik, ilerideki savaşın en önemli faktörlerinden biri olacaktı. Nina, Wilhelm’in söylediklerini düşündükçe, kendini daha da derin bir çıkmazda buluyordu. Geçmişin ağırlığı, her anını sararken, bu savaşın sonucunu belirleyecek olan şey, onun bu içsel mücadeleyi nasıl yöneteceği olacaktı.

Nina ile Wilhelm arasındaki bu çekim tek bir buluşma ile son bulmamıştı ama!..

Montana Dağları’ndaki savaş, hiç beklenmedik bir şekilde yeniden alevlenmişti. Wilhelm, Nina’ya karşı duyduğu karmaşık duygularla doluyken, Nina'nın zihnindeki karışıklık daha da derinleşmişti. Bu duygusal çatışmalar, savaşın tam ortasında birer yangın gibi patlamıştı.

Savaşın diğer cephelerinde de hareketlilik başlamıştı. Thomas, karşısına çıkan üç vampiri zayıflatırken, son gücünü kullanıyordu. Ancak, savaşın yoğunluğu onu daha da zayıf düşürdü. Sonunda, kurt formunu bırakarak insan formuna dönmek zorunda kaldı. Bu, onun zayıflığını açıkça gösteriyordu, ama yine de mücadeleyi bırakmadı. Lucas da aynı durumdaydı ve yılmadan savaşa devam etmişti.

Karanlıkların içinden çıkıp Wilhelm’in yanına geçen Nina o an elini Wilhelm’in yanağına geçirdiğinde Wilhelm sırıttı. Elini de Nina’nın kalçasına attığında gözleri bana dönmüştü.

‘’Bak Adelia senle böyle olabilirdik işte! Prens ve de Prenses. Ama sen gidip çapulcu olmayı tercih ettin ya!.. Yaralandım adeta!’’

Wilhelm’in kahkahası ormanda yayılırken sözlerini hızlıca sürdürdü.

‘’Neyse! Gelelim sadede! İkiniz de bugün ölüyorsunuz!’’

O nasıl olacakmış peki?

Ona kaşlarımı kaldırarak bir bakış attığımda vampirler birer birer etrafımızı sarmaya başlamıştı.

Vampirler birer birer etrafımızı sardığında, içimdeki tüm korku ve endişeyi bastırmaya çalıştım. Tyler’ın yanında olduğumu, onunla bu savaşı birlikte vereceğimizi bilmek bana güç veriyordu. Ancak bu savaşın ne kadar zor olacağını da çok iyi biliyordum. Nina’nın ihaneti, durumu daha da zorlaştırmıştı. Onun arkasından iş çevirmesi, bize büyük bir zarar vermişti.

Wilhelm’in talimatıyla vampirler yavaş yavaş üzerimize doğru ilerlemeye başladılar. Dişleri keskin, gözleri açlıktan parlıyordu. Her biri ölümcül birer makine gibiydi; zayıflık, merhamet gibi kavramlar onlara çok uzaktı. Bizimle ilgili tek düşünceleri, bizi ortadan kaldırmaktı.

Tam bu sırada, Tyler omzumda bir hareketle beni uyardı.

Tyler ile birbirimize bir bakış attığımızda gözlerinin içinde kaybolurken başımı salladım. O an ellerinden destek alarak yukarı fırladım.

Ağacın üstünde gizli bir cephaneliğim vardı!

Teker teker tüm kazıkları fırlattım. Tyler kurt formuna bürünüp hepsini parçalamaya başlarken Wilhelm adım adım gerilemişti.

Ama kaçmayacaktı.

Hayır kaçamayacaktı!

Ağaçtan doğru fırlayarak atladığımda Wilhelm’in önündeydim. Ama ondan önce iki vampirin!

İki vampiri ellerimdeki son kazıklarla hakladıktan sonra Wilhelm ile baş başaydım.

Ama ölümcül kazık bende değildi!

Lanet olsun’

Artık onu sadece zayıflatmaya oynayacaktım.

Onu zayıflatacak ve Tyler’a sunacaktım.

Bunu ummaktaydım!

O anda hissettiğim şey, içimdeki umut ışığının yeniden parlamasına neden oldu. Kurt adamlar… Tamamen unutmuştum!

Onların hala orada olduklarını, gölgelerin arasında saklanarak doğru anı beklediklerini biliyordum. Tyler ile aramızda kelimesiz bir iletişim vardı; bu, yıllar süren mücadele ve ortak savaş deneyimlerinin getirdiği bir bağdı. Wilhelm’in ordusuna karşı umutsuzca savaşmak zorunda değildik, çünkü biz de kendi planımızı yapmıştık.

“Bize ihanet ettiğini düşünmüyordum, Nina,” dedim sert bir şekilde. Sesim kararlı ve güçlüydü. Ona karşı duyduğum nefreti bastırmaya çalışarak konuşmaya devam ettim, “Ama şunu bil ki, her ihanetin bir bedeli vardır. Sen de bu bedeli ödeyeceksin.”

Nina, yüzündeki o sinsi gülüşü silip attığında, sadece acı bir şekilde iç çekti. Onun ne düşündüğünü, gerçekten ne hissettiğini anlamak zordu. Ama bunu sorgulamak için vaktimiz yoktu; her şeyin patlak vermesi an meselesiydi.

Wilhelm, vampirlerine son bir emir verir gibi elini havaya kaldırdı. O an, her şeyin yavaşladığını hissettim. Zaman adeta donmuş gibiydi; vampirler hücum etmek için hazırda bekliyordu. Tyler’ın yanımda duruşu, bana güven veriyordu ama aynı zamanda içimdeki endişe büyüyordu. Çünkü bu savaşı kazanmanın tek yolu, kesin ve hızlı bir darbe indirmekti.

Tam Wilhelm elini indirdiği sırada, gölgelerin arasından bir hareketlilik hissettim. İkinci vampir dalgası daha gelmekteydi.

Wilhelm ve Nina ikisi de karşımda iken kurt adamların gölgelerden çıkarıp atılması ile Tyler da yanıma gelmişti.

Bu büyük bir savaştı.

Ve büyük de bir zafer olacaktı!

Wilhelm’in geçmişi, karanlık bir fırtınanın kalbinde şekillenen bir öyküydü; gücünü acımasızlıktan, zalimlikten ve ihanetlerden almıştı. Nina ise, onun bu karanlık yolculuğunun en önemli parçalarından biri olmuştu. Zamanın sisleri arasında, geçmişin gölgeleri onların ortak kaderini örmüştü. İkisi de hırslarının kurbanı olmuştu; Wilhelm, gücün peşinde koşarken, Nina ise güvenin ve ihanetin arasındaki ince çizgide yürüyordu.

Wilhelm, güç basamaklarını tırmanırken, vampirlerin dünyasında adını duyurmuştu. Kendi içindeki karanlıkla barışık, soğukkanlı ve tehlikeli bir lider olarak tanınırdı. Ancak, Wilhelm’in karanlık yolculuğunda yalnız olmadığını bilmek belki de en büyük sırrıydı. Nina, onun yanında yürüyordu. Güçlü, sinsi ve tehlikeli bir müttefik olarak.

Bir gece, karanlık bir kulede, Wilhelm ve Nina arasında bir konuşma geçmişti. Wilhelm, güç ve iktidar arzusu ile dolup taşan bir ses tonuyla konuşmuştu.

"Nina," demişti Wilhelm, gözlerini karanlığın içine dikerek, "Dünyanın en güçlü varlığı olmam için gereken her şeye sahibim. Ama... daha fazlasını istiyorum."

Nina, Wilhelm’in sözlerini dikkatle dinlerken, dudaklarının kıyısında küçük bir gülümseme belirmişti. "Daha fazlası her zaman vardır, Wilhelm," diye fısıldamıştı. "Ama bu yolda yoldaşlık bir şarttır. Sadakat ise vazgeçilmezdir."

Wilhelm, Nina’nın bu sözlerini uzun uzun düşündü. Onunla yola devam etmek, gücünü daha da artırabilirdi. Ama Nina’nın kalbinde sadece sadakat değil, aynı zamanda bir hırs da yatıyordu.

Geçmişin bu gölgeleri, Montana Dağları’ndaki savaşın kanlı zemini üzerinde yankılanıyordu.

Savaşın başlamasının ardından dakikalar geçmesinin ardından yine Tyler ile yan yanaydık ve yine Tyler ile aynı anda harekete geçtik; bu, tam olarak planladığımız şeydi. O, beni korumak için ileri atıldı ve ben de onun arkasında yerimi aldım. Bu sırada kurt adamlar, sessizce gölgelerin arasından yavaş yavaş çıkarak hücum etmeye, vampirlere saldırmaya başlamışlardı bile.

Sürünün, kurt adamlarının arasında ayriyeten iki kurt vardı. Thomas ve Lucas! İki kurt formundaki güçlü kişilikler!..

... 

Karanlık ormanda aniden patlayan bir savaş çığlığı, vampirleri afallattı. Kurt adamlar, birer birer gölgelerden çıkarak vampirlerin üzerine atladılar. Dişleri keskin, pençeleri ölümcüldü. O an, Wilhelm ve vampirleri bir an için ne olduğunu anlayamadılar. Kurt adamların gölgelerden ansızın ortaya çıkışı, vampirlerin saflarını karıştırdı. Koku saklama teknikleriyle kurt adamlar, Wilhelm’in planını altüst etmişti. Bir an için üstünlük sağlamıştık.

Nina, bu ani saldırı karşısında irkilmiş gibi göründü. Onun şaşkın ifadesi, bana ihanetin ne kadar boş ve anlamsız olduğunu bir kez daha hatırlattı. Tyler, göz açıp kapayıncaya kadar bir vampiri yere serdi, sonra diğerine yöneldi. Ben de boş durmadım; en yakınımda duran vampirin yanına ışık hızında geçerek elimi kalbine sapladım. Kalbini söktüğümde göğsündeki boşluk ile ölü bedeni ikinci kez ölerek yere yığılmıştı, bu ise onun artık son ölümü olmuştu!

Korku, yerini öfkeye bırakmıştı. Wilhelm’in zalim kahkahaları, yerini panik dolu çığlıklara bırakırken, kurt adamlar ve vampirler arasında ölümcül bir dans başladı. Savaş meydanı, ölümle yaşam arasında ince bir çizgide gidip geliyordu.

Tyler, Nina’ya doğru bir adım attı. Onun gözlerinde intikam ateşi yanıyordu. Nina, bir an için tereddüt etti ama sonra o da kendini savunmak için hazırlık yapmaya başladı. Ancak, kurt adamların ani saldırısı, onu tamamen hazırlıksız yakalamıştı. Nina’nın ihanetinin bedelini ödemesi gerekiyordu ve Tyler bu bedeli tahsil etmekte kararlıydı.

“Bu kadarı senin için yeterli mi Nina?” diye sordu Tyler alaycı bir tonda. Nina, Tyler’a meydan okurcasına baktı ama onun gözlerinde bir korku parıltısı vardı. Bu, onun zaferinin değil, tam anlamıyla bir yenilginin başlangıcıydı.

Vampirlerin sayısı azaldıkça, Wilhelm’in güveni de sarsılıyordu. Onun yüzünde bir zamanlar gördüğüm o mutlak inanç, şimdi yerini belirsizliğe bırakmıştı. Kurt adamların gölgelerden çıkıp sürü halinde saldırıya geçmesi, onun planını altüst etmişti. Bu da ona yapabileceği tek bir şey bırakıyordu: Hileli oynamak!

Wilhelm, bir an için etrafına baktı; vampirleri birer birer yere seriliyor, planı tuzla buz oluyordu. Bu savaşı kazanamayacağını düşündüğü anda, gözlerinde o tanıdık kaçış bakışı belirdi. “Bu daha bitmedi!” diye hırladı. Onun sesindeki öfke, çaresizliğini örtbas etmeye çalışıyordu.

... 

Tyler, Nina’ya doğru adım attığında, gözlerindeki intikam ateşi iyice parlamıştı. Onun her an harekete geçmeye hazır olduğunu biliyordum. Ama bu sefer, işler düşündüğümüzden farklı gelişti. Wilhelm hiç beklemediğimiz bir hamleyle beni kendi yanına çekti. Tyler'ın kararlılığı, bir anda yerini şaşkınlığa bıraktı.

Bir anlık boşluk, işte o kadar yeterliydi. Wilhelm'in elindeki kazık, boynuma dayanmıştı bile. Soğuk kazığın tenime verdiği his kanımı dondurmuştu. İrkilmek, elimde olmayan bir refleksle kendini gösterdi. Gözlerim kocaman açılmış, nefesim kesilmişti. Korkunun soğuk nefesi ensemdeydi. Her şey bir anda olmuştu, öylesine hızlı ve beklenmedik ki zihnim olup biteni kavramakta zorlanıyordu.

Tyler bir an için dona kaldı, onun gözlerinde dehşeti gördüm. O ki her zaman güçlü, her zaman soğukkanlıydı; ama şimdi, yine, onun da zayıf bir anına ikinci kez şahit oluyordum. Bu bir anlık şaşkınlık, Wilhelm’in ve Nina’nın lehine dönmüştü.

Wilhelm kazığı boynumda biraz daha sıkıca bastırırken kısık bir sesle, sinsi bir kahkaha patlattı. "Beklemiyordun, değil mi?" dedi alaycı bir sesle. "Sizler hep fazla kendinizden eminsiniz. Ama herkesin bir zayıf noktası vardır."

Wilhelm’in sesi, karanlığın içinden yankılandı. "Beni hafife almamalıydın küçük hanım," dedi, sesi tehditkar ve soğuktu. Ve şimdi aynı ölümcül kazıktan bir tane de Wilhelm’in elinde vardı, boynuma dolanmış bir şekilde.

Gözlerim genişledi, bu kazıkların ne kadar tehlikeli olduğunu biliyordum, ne kadar ölümcül olduğunu.

Bu, basit bir silah değildi; melezlerin sonunu getirebilecek güçteydi, benim de öyle!

Ama!..

Ama bu nasıl olurdu da Wilhelm’in de elini geçmişti!?

Wilhelm, uzun bir süre boyunca gölgelerden işlerini yürütmüş, planlarını kusursuzca örmüş biriydi. Vampirlerin arasındaki iktidar savaşlarında, her zaman bir adım önde olmayı başarmış, güç ve korku ile hükmetmişti. Ancak onun gerçek gücü, bilgiye ve sabra dayanıyordu. Ve belki de bu, kazık meselesinin arkasındaki en büyük sırdı.

Wilhelm’in kazığı ele geçirme planı daha ilk güne dayanıyordu. Çok eski bir güne belki de…

Ve Tyler’ın aksine çok önceden edindiği bilgiler!..

Bu kazık, yalnızca bir silah değil, bir semboldü, kendisini ve de Tyler’ı öldürebilecek bir silah.

Tyler ile kendisinin aynı ağaç tarafından kan ritüeli sayesinde dünyaya gelmeleri.

Sadece birer yıl ara ile gerçekleşen iki kan ritüeli.

Sonuç ise hep aynıydı.

Deliren vampir kadınlar kocalarına saldırır, kocalara da delilik bulaşır, amansız bir savaş sonucu ikisi bu savaşta aynı anda ölür.

Kan ritüelinin getirisi işte tam olarak buydu!

Wilhelm Donovan!

O, sıradan bir vampir değildi; bilgi ve güç peşinde koşan, sabırlı ve kurnaz bir avcıydı. Onun zihninde, bu kazık yalnızca bir silah değil, aynı zamanda tüm planlarını hayata geçirecek anahtardı.

Tyler ve diğerleri kazığı bulmak için yoğun bir çaba sarf ederken, Wilhelm de kendi kaynaklarını kullanmıştı. Annesinin ona bırakmış olduğu notu!

Tek sorun notu arayıp bulmak iken, bu da onu zorlamadı.

Bu, onun en büyük avantajıydı; düşmanlarının önünde olmayı başarmış, onların planlarını adım adım takip etmişti. Tyler ve arkadaşlarının kazığı bulduğu gün, Wilhelm de onların peşindeydi. Onlar kazığı bulduğunda, Wilhelm çoktan planını yapmıştı.

Ancak bu sadece başlangıçtı. Wilhelm, yalnızca kazığı ele geçirmekle yetinmedi; onunla ilgili daha fazlasını öğrendi. Kazığın yapısını, nasıl çalıştığını ve hatta nasıl kopyalanabileceğini inceledi. Wilhelm, bu tehlikeli silahı kendi amaçları için kullanmayı planlıyordu ve bunu yaparken kimsenin şüphesi olmaması için her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüştü.

Bu, Wilhelm’in stratejisinin bir parçasıydı. Düşmanlarını yanıltmak, onları zayıflatmak ve son darbeyi indirmek için mükemmel bir plandı.

Wilhelm, bu kazığı kullanarak son planını devreye soktuğunda, her şey onun kontrolündeydi. Adelia’nın boynuna dayadığı kazık, onun zaferinin sembolüydü. Adelia’nın gözlerindeki korkuyu, Tyler’ın yüzündeki dehşeti izlerken, içten içe zaferinin tadını çıkarıyordu. Onların umutsuzluğu, Wilhelm’in en büyük zaferiydi.

Adelia, kazığın nasıl olup da Wilhelm’in eline geçtiğini anlamaya çalışırken, Wilhelm ona soğukkanlı bir şekilde bakıyordu. Onun planları, Adelia’nın düşündüğünden çok daha derindi. Wilhelm’in zihninde, bu zaferin her anı önceden tasarlanmıştı. Onun için bu, yalnızca bir oyun değil, her şeyin ötesinde bir zaferdi.

Tabii işler bir Tribrid zekasına kalmamış olsaydı!

Wilhelm, kazığını boğazıma doğrulturken gözlerimdeki dehşeti fark etmiş olmalıydı, çünkü bu ona büyük bir keyif vermişti. Yavaşça bana doğru yaklaştı ve benimle göz göze geldi. "Güçlü olabilirsin, Adelia," dedi sinsi bir gülümsemeyle, "ama sonuçta sen de bir avsın. Ve ben avcıyım."

Tyler’ın yüzünde öfkenin her an patlamaya hazır bir volkan gibi kabardığını gördüm. Ama şimdi, Wilhelm’in elindeki kazık, onun bu öfkesini kontrol altında tutmaya zorlayacaktı. Çünkü Tyler, o kazığın benim boynuma saplanmasını engellemek için her şeyi yapardı, her şeyini feda ederdi. Bu durumun farkında olan Wilhelm, acımasızca bu durumu kendi lehine kullanıyordu.

“Wilhelm, dur!” diye bağırdım, sesim titriyordu. Ama o sadece gülümsedi. “Nina’nın ihaneti sadece bir başlangıçtı,” dedi, sesindeki alaycılık artarak. "Sizler, hepiniz, çok fazla güç topladınız. Ve şimdi, bu gücü size karşı kullanma zamanı."

Wilhelm'in elindeki kazık, boynuma daha da baskı uyguladı. Keskin ucu, derimin altına hafifçe battı ve acı hissettim. O an, ölümün ne kadar yakın olduğunu, hayatımın sadece bir kıl payı uzaklıkta sona erebileceğini fark ettim. Tyler’a baktım, onun gözlerindeki endişe ve öfkeyi gördüm. Ama o harekete geçemiyordu; çünkü en ufak bir yanlış adım, benim sonum olabilirdi.

"Ne istiyorsun, Wilhelm?" diye sordum, sesim zorlukla çıkıyordu. "Neden buradasın? Bu kadar kan dökmenin anlamı ne?"

Wilhelm, gözlerini benden ayırmadan bir adım daha yaklaştı. "İntikam," dedi basitçe. "Ama sadece bu değil. Güç istiyorum, Adelya. Kurt adamların ve vampirlerin kontrolünü istiyorum. Ve bu güce ulaşmanın yolu, sizin gibi güçlülerin yok edilmesinden geçiyor."

Adelya…

İçimdeki uyuyan mahvoluşluğu bir kez daha uyandırmıştı işte!

Ama ben bir daha asla yılmayacaktım. Tıpkı Tyler’ın öğrettiği gibi. Wilhelm’in bıraktığı kötü hislerin hepsi Tyler’ın nazik dokunuşları ile sarılmıştı. Wilhelm’in hemen ardından saniyeler içinde Tyler ile yaşadıklarım geldiğinde gülümsedim.

Beni yıldıramazdın Wilhelm Donovan!

Şu an olmaz!

Tyler, bu sözler karşısında bir an için geri adım attı. Ama ben, ona sakin olmasını işaret ettim. Şimdi sinirlenmenin zamanı değildi. Şimdi, strateji zamanıydı. Bir yolunu bulup bu durumdan kurtulmalıydık; yoksa bu, hepimizin sonu olurdu.

"Nina'nın planlarının farkında mısın?" diye sordum, gözlerimi onun gözlerine dikerek. "Onunla birlikte hareket etmek gerçekten de akıllıca mı sence?"

Ardından devam ettim sözlerime.

"Bize ihanet eden sana ne yapmaz?"

O an Wilhelm'in sırıtışı yansıdı kulağıma.

"Neden ihanet etti düşün bir bakalım. "

Nina'nın bakışlarında o an farklı bir şey gördüğümde şaşırmıştım.

Sevgi ve saygı, değer!

... 

Nina’nın içindeki karanlık, ona yol göstermeye başlamıştı. Zihnindeki düşünceler, gittikçe daha da bulanıklaşıyordu. Wilhelm’in ona sunduğu bilgi, onu hem şaşırtmış hem de içsel bir öfke dalgasıyla sarsmıştı. Tyler’ın annesinin Wilhelm'in ailesini öldürdüğünü öğrenmek, Nina’yı derin bir karışıklığa sürüklemişti. Ancak bu bilgi, Nina’nın zihninde bir ışık yakmıştı: Doğuştan gelenler, yani doğuştan güçlü olanlar, bu dünyada bir tehdit oluşturuyordu ve yok edilmeliydiler.

Nina, bu kararı verdiğinde, kendi içindeki karanlıkla bir ittifak kurmuş gibiydi. Wilhelm, ona geçmişi anlatmış, onun zihnindeki korkuları ve öfkeyi beslemişti. Ancak Nina, Wilhelm’e tamamen güvenmiyordu. Onun güç arayışındaki tutkusunu fark etmiş ve bunu kendi lehine kullanmayı planlamıştı. Böylece, Wilhelm’le bir ittifak kurdu.

Bu ittifak zamanla ilerlediğindeyse, karşılıklı tutku ve aşk kaçınılmaz olmuştu her ikisi için!

Nina, bir an tereddüt etti. Gözlerindeki şüpheyi görebiliyordum. Ama bu şüpheyi dillendirmeden, sadece Wilhelm’e bir bakış attı. "Benim için önemli olan, güçlü olanın yanında olmaktır," dedi nihayetinde, sesi sert ama kararsızdı. "Ve şu anda, güçlü olan o."

Wilhelm, bu cevaptan memnun görünüyordu. "Görüyor musun?" dedi, kazığını daha da ilerletirken.

Dişlerimi sıkarken bu sözler, içimdeki korkuyu daha da büyüttü. Ama aynı zamanda, bu durumdan nasıl çıkabileceğimiz konusunda düşünmeye de zorluyordu beni. Gözlerim, Tyler’ınkilerle buluştu. Onun da bir plan yapmaya çalıştığını görebiliyordum. Ama elimizde ne vardı? Sadece bir avuç kurt adam, gölgelerden saklanmayı bırakarak açığa çıkmış birkaç dostumuz… Ve onların da gücü sınırlıydı.

Ama vazgeçmek bizim tarzımız değildi. Tyler’a göz ucuyla baktım ve o da bana aynı bakışı gönderdi. Bu, birbirimizi anladığımızın bir işaretiydi. Her ne olursa olsun, savaşacaktık. Bu, bizim sonumuz olsa bile, asla teslim olmayacaktık.

"Wilhelm," dedim, sesimi mümkün olduğunca kararlı tutarak. "Ne kadar güçlü olduğunu sanarsan san, hepimiz bir araya geldiğimizde seni durdurabileceğimizi biliyorsun. Şimdi geri çekil ve bu savaşı bitir. Yoksa senin de sonun gelir."

Wilhelm, bu sözlerime alaycı bir kahkaha attı. "Öyle mi?" dedi, gözleri parlayarak. "Bu, göreceğiz." Ardından kazığını doğrulttu ve Nina’ya gözlerini dikti. "Şimdi!"

O an her şey birbirine karıştı. Tyler bir an için harekete geçmek istedi ama olduğu yerde kalmıştı. Korkuyla dolu birkaç saniye içinde, Wilhelm’in emriyle vampirler bir kez daha saldırıya geçti. Ama biz de hazırlıklıydık. Kurt adamlar gölgelerden fırladı, savaş yeniden başladı.

Wilhelm'in bakışları sadece Tyler'da kilitlenmişken o an ne yapabileceğimin de farkına varmıştım.

... 

Wilhelm’in varlığı, tüm savaşı daha da şiddetli hale getiriyordu. O, bir liderdi ve vampirler onun emirlerini harfiyen yerine getiriyordu. Onun acımasızlığı, kurt adamlar arasındaki korkuyu daha da büyütüyordu. Ancak bizler, ne olursa olsun, pes etmeyecektik. Wilhelm’i öldürmek, bu savaşı sona erdirmenin tek yoluydu.

... 

Savaşın ortasında, bu ölümcül karşılaşmalar bir yandan devam ederken, içimdeki öfke ve korku birbirine karışmıştı. Wilhelm’in kazığı çok yakın, Nina’nın hamlesi ise Tyler'ı zorluyordu. Ama bu mücadeleyi sonuna kadar götürmeye kararlıydık. Bu, hayatta kalmamızın tek yoluydu.

... 

Savaşın ortasında, Tyler’ın karşısında dururken, içimde büyüyen öfkeyi kontrol etmeye çalışıyordum. Bu öfke, bana güç veriyordu, ama aynı zamanda beni tehlikeye atabilirdi. Tyler, her zamanki gibi şok etkisiyle sarsılmıştı benim ölümcül kazıkla tehdit edilme anımla.

Ama o an Tyler'a başımı salladım. Gülümsedim. Sırıtışım Wilhelm'in kulaklarında yankılanırken Tyler da nihayet aynı ifade belirdiğinde rahatladım. Onun gözlerindeki kararlılık, beni kurtaracak olan şeydi aynı zamanda da beni sakinleştiriyordu. Bu savaşı kazanmak için ihtiyacımız olan tek şey, birbirimize olan güvenimizdi.

Savaşın şiddeti giderek artıyordu. Wilhelm’in vampirleri, gölgelerden saldırıyor, kurt adamları birer birer düşürüyordu. Ancak bizler, her bir saldırıya karşılık veriyorduk. Her bir kurt adamın düşüşü, içimdeki öfkeyi daha da büyütüyordu. Onları kaybetmek, bu savaşın bedelini daha da ağırlaştırıyordu.

Thomas'ın liderliğindeki kurt adamlar, Wilhelm’in vampirlerine karşı amansız bir mücadele veriyordu. Her birimiz, hayatta kalmak için savaşıyorduk. Ancak bu, sadece hayatta kalma mücadelesi değildi. Bu, aynı zamanda intikamımızı almak için verdiğimiz bir savaştı. Tüm kaybettiklerimizin ve tüm yaşadıklarımızın intikamını almak için…

... 

Artık onunla yüzleşmeye hazırdım!

... 

Loading...
0%