@selinayeda_x
|
Güneşin ilk ışıkları, şelalenin serin sularına düşen altın rengindeki ışıltılarla, uykunun tatlı kollarından uyanmamı sağladı. Gözlerimi açtığımda, Tyler’ın kollarında uyumanın verdiği huzurla, günün ilk ışıkları yavaşça çadırın ince kumaşından süzülüyordu. Uykunun derinliklerinden uyanırken, gözlerim yavaşça açıldı ve göz kapaklarım güneşin ilk ışıklarına alışırken, yavaşça çevremi tanımaya başladım. Tyler’ın göğsü üzerine başımı yaslayarak, nazikçe uykumdan uyanmaya başladım. Gözlerimi tam anlamıyla açarken, odanın içinde yumuşak bir ışık yayılmaya başlamıştı. Şelalenin karşısındaki dağ, göz alıcı bir şekilde güneşin ilk ışıklarıyla aydınlanıyordu. Rüyalarımın huzur dolu derinliklerinden, gerçekliğin tatlı kıyısına adım atmıştım. Tyler’ın yavaşça göğsünden doğrulduğumda karşımdaki gün doğumuna bakmak istedim. Hızla yayılan güneşin ışıkları, gökyüzünün mavi tonlarını ve şelalenin kaynağını aydınlatıyordu. Şelalenin sesi, gece boyunca arka planda kalmıştı ama şimdi sabahın huzurlu sessizliğiyle birleşerek, doğal bir melodi gibi kulaklarımı okşuyordu. Gözlerimi kısarak, güneşin doğduğu yeri dikkatle izlemeye başladım. Şelalenin serin sularının, dağın zirvesinde bir araya gelen güneş ışıklarıyla nasıl parladığını gözlemlemek, adeta bir doğa harikasına tanıklık etmek gibiydi. Güneşin ilk ışıkları, dağların arkasından yavaşça yükselirken, gökyüzü mor ve turuncu tonlarında bir renk cümbüşüne dönüşüyordu. Şelalenin berrak sularının üzerinde parlayan ışıklar, su damlacıklarını altın gibi parlatıyordu. Hava serin ve taze, sabahın ilk ışıklarıyla aydınlanmıştı. Güneşin ışıkları, ağaçların yaprakları arasında süzülerek, şelalenin sularına dokunuyordu. Her şey, bu yeni günün doğuşuyla birlikte taze bir nefes almış gibiydi. Şelalenin bu doğal tablosu, gözlerimi adeta büyüleyici bir sanat eserine çevirmişti. Suların akışı, güneşin ışıltısıyla dans ederken, ben de bu anı yavaşça sindirerek, doğanın güzelliğinin tadını çıkarmaya başladım. Tam o sırada, Tyler’ın uykulu ama sevgi dolu hareketleriyle uyanmaya başladığını hissettim. Sırtımdaki hafif bir sıcaklık, yavaşça belime doğru yayıldı ve Tyler’ın nazik kolları etrafımı sardı. Hemen arkasında hissettiğim bu sıcaklıktan sonra o an, Tyler’ın kollarının beni ne kadar sıkı ve güvenli bir şekilde sardığını hissettim. Nefesini boynumda hissetmek, sabahın serinliğiyle içimi ısıtan bir duygu yarattı. Tyler, yavaşça ve nazikçe uyanarak belimi daha da kavradı. Kolları, bana güven dolu bir sarmal sunarken, nefesinin sıcaklığı boynumda gezindi. Gözlerim kapalıyken, bu nazik dokunuşların ve sıcaklığın verdiği huzuru içimde hissettim. Ardından, Tyler’ın dudaklarının nazikçe boynuma değdiğini fark ettim. Üzerime bıraktığı o ince öpücük, sabahın sessizliğini bozmadan, bana yumuşak ve sevgi dolu bir selam vermişti. O an, Tyler’ın bu sessiz ve sıcak dokunuşları, sabahın erken saatlerinde güne merhaba demenin ne kadar güzel olduğunu hissettirdi. Tyler’ın kollarında daha da derin bir huzura gömülürken, gözlerimi tekrar açarak onun yüzüne bakmayı başardım. Yüzündeki gülümseme, bana kendimi ne kadar özel hissettirdiğini anlatıyordu. O nazik öpücük ve sıkı sarılış, sabahın bu huzurlu anını daha da anlamlı kılıyordu. Tyler, belimi bir kez daha nazikçe kavrayarak, sıcak nefesini boynumda hissettirmeye devam ederken, ona sırtımı dönmeden önce başımı hafifçe yana çevirdim. Onunla bu anı paylaşmak, sabahın taptaze havasında, doğanın bu eşsiz anının tadını çıkarmak, bana gerçek bir huzur ve mutluluk getirdi. Tyler’ın kollarında, güne merhaba derken, bu anın tadını çıkararak, sabahın güzelliklerini onunla birlikte yaşamanın keyfini sürdüm. Gökyüzündeki renklerin yavaş yavaş açıldığını, güneşin yumuşak bir şekilde ufukta belirmeye başladığını izlerken, Tyler'ın belimdeki kollarını daha da hissedebiliyordum. Bir süre sessizlik içinde, sadece doğanın uyanışını ve güneşin ışıklarını izledik. Tyler’ın kollarında huzuru hissetmenin yanı sıra, sabahın bu sessiz güzelliğini paylaşıyor olmak da ayrı bir mutluluk kaynağıydı. Başımı hafifçe yana çevirdim ve güneşin doğuşunun harika manzarasını Tyler’la birlikte izlemeye başladık. Gözlerimi güneşin parlak ışıklarına odakladığımda, Tyler’ın bakışlarını da bu muazzam manzaraya çevirdiğini fark ettim. Güneşin ışıkları yavaşça dağın üzerinden süzülerek şelalenin üzerine düştüğünde, her şey bir tablo gibi görünüyordu. Bir an sessizlik içinde, bu anı tamamen yaşamanın tadını çıkarırken, Tyler'ın hafifçe arkamda konuştuğunu duydum. “Çok güzel değil mi?” diye sordum, sesimde içten bir hayranlık vardı. Gözlerimi güneşin aydınlattığı manzaradan ayırmadan, Tyler’ın cevabını bekledim. Tyler, nazik bir şekilde bakışını gün batımına çevirirken, yumuşak bir gülümseme yüzünde belirdi. “Dünkü tutulma kadar değil,” dediğinde, sesinde bir miktar melankoli ve hafif bir şaka vardı. Tyler'ın sözüne dair bir yanıt vermeden önce, gözlerimi güneşin yükselmekte olan ışıklarına odakladım. O an güneşin ışıkları, dağın zirvesinden yavaşça süzülerek şelalenin yüzeyine vuruyor, etrafa altın rengi bir parıltı yayıyordu. Tüm bu güzelliklerin içinde, Tyler'ın arkamda sağladığı huzuru, hem manzarayı hem de onun varlığını daha da değerli kılıyordu. Tyler’ın belimdeki kollarının sıcaklığını hissetmeye devam ederken, derin bir nefes aldım ve “Dün hiçbir tutulma anı yaşamamıştım,” dedim, hafifçe gülümsüyordum Yani kendisine kadar. ‘’Eğer güneş ve ayın nazik dansından bahsediyorsan, neredeyse gün boyu uykudaydım. Ama bizi kastediyorsan… Evet, gerçekten de çok güzeldi.” Tyler, şelalenin karşısındaki dağın üzerinde parlayan güneşin ışıklarını izlerken, hafif bir gülümsemeyle yanıtladı. “Amerika’da görülmüştü dün.’’ Diyerek. Başımı ona karşın salladığımda rahatça omzuna yaslandım. Yüzünü saçlarıma gömdüğünde dudakları adeta masaj yapmaktaydı başıma. Başımı Tyler’ın omzuna yasladığımda, onun sıcaklığı ve yakınlığı tüm vücudumu sardı. Şelalenin karşısındaki dağın üzerindeki güneşin ışıltısı, çevremizi altın rengi bir parıltıya büründürüyordu. Tyler’ın kollarındaki güvenliğe gömülmek, sabahın erken saatlerinde bile huzur ve rahatlık veriyordu. Tyler’ın dudakları saçlarıma nazikçe dokunurken, adeta bir masaj yapar gibi hissettiriyordu. Her bir öpücüğü, saç tellerime hafif bir dokunuşla yayılıyor, sıcaklığı tüm bedenimde yankılanıyordu. Dudaklarının nazik hareketleri, sanki başımda bir melodi çalıyormuş gibi, huzur ve rahatlama getiriyordu. Yüzümde bir gülümseme belirirken, Tyler’ın kolları belimdeki sıkı ama rahat sarılışı, tüm dünyanın sadece ikimizin etrafında döndüğünü hissettiriyordu. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Güneşin ilk ışıkları, cildimi hafifçe ısıtmaya başlamıştı. Tyler’ın saçlarımdaki her bir dokunuşu, bir melodinin notaları gibi, huzur verici ve sakinleştiriciydi. Onun başımı nazikçe okşaması, geceyi ve sabahı daha da güzelleştiriyordu. Kafamı hafifçe kaldırdığımda, gözlerim onun sıcak bakışlarıyla buluştu. Gözleri, güneşin altında parlayan bir deniz gibi derin ve etkileyici görünüyordu. ‘’Toparlanmaya ne dersin?’’ diyerek fısıldadığında başımı kaldırarak baktım. Tyler’ın fısıldayarak söylediği bu söz, beni tatlı bir şekilde uykudan uyandırmış gibi hissettirdi. Gözlerimi açarken, güneşin ışıkları hâlâ cildime nazikçe dokunuyordu. Tyler’ın sesindeki o yumuşaklık, sabahın erken saatlerinde bile içimi ısıtıyordu. Ona hafifçe gülümsedim, başımı hafifçe kaldırarak gözlerime baktığında, onun yüzündeki ifadeyi fark ettim. Gözleri, bu sabahı paylaşmanın verdiği mutlulukla parlıyordu. “Evet, toparlanmamız gerek,” dedim. Sesim hala uykulu ve yumuşak bir ton taşıyordu, ama heyecanlıydı. Tyler’a bakarken, bu sabahı birlikte geçirdiğimiz için minnettarlığımı hissettim. Tyler, kollarını belimden nazikçe çekerek beni yukarı kaldırdı. Birkaç adım geriye doğru çekildik ve şelalenin gürleyen sesi eşliğinde, dağın eteklerinde güneşin altında daha da yaklaşarak yürümeye başladık. Güneşin ışıkları, etrafı altın renginde bir parıltıya büründürüyor, sabahın serinliği ise cildimizi canlandırıyordu. Tyler, nazikçe sepeti toplarken bende çantamın içindeki tişörtü ve şortu alarak geceliğimi üstümden attıktan sonra giyindim. Tyler çadırı toplamaya başladığında mata oturmuş ve çantamdan çıkardığım kanı yudumlamaya başlamıştım. Tyler çadırı halledip yanıma geldiğine diğer elimde tuttuğum paketi ona uzattım. Kan paketini elimden hızlıca alıp oturduğunda paketi ağzımdan çekmeden gülümsedim. Tyler, kan paketinin kapağını açarken, dikkatlice içeriye baktı. Paketi yavaşça açarken, kanın kırmızı renginin sabah güneşinin ışığında parladığını fark ettim. Tyler, bir yudum aldıktan sonra gözleri kapanarak tadını çıkardı. Gülümsemesi, sabah güneşi kadar sıcak ve içten görünüyordu. “Gerçekten de güzel bir sabah,” dedi Tyler, şarap tadındaki kanı içtikten sonra. ‘’Kesinlikle öyle.’’ Dedim. Ben de ona nazikçe gülümsedim ve başımı eğdim. “Aynı şekilde düşünüyorum.’’ Tyler, paketi bir kenara bırakıp bana doğru döndü. “Şimdi, bu güzel sabahın tadını çıkaralım mı?” diye sordu, bana yaklaşarak elimi tuttu. Başımı sallayarak onayladım. Tyler’ın yanımda olması ve bu anı onunla paylaşmak, sabahın ne kadar güzel ve huzurlu olduğunu daha da belirginleştiriyordu. Eşyalarımızı toparlamaya başladık, ama bu kez daha sakin ve tatmin edici bir ruh hali içinde, birlikte geçirilen zamanın keyfini çıkararak. Tyler, çantamı ve diğer eşyalarımı toparlarken, ben de etrafı gözden geçirip her şeyin düzenli olduğundan emin oldum. Sonra, birlikte dağın eteğine doğru yürüdük. Güneş yavaşça yükselirken, doğanın güzelliği ve sessizliği etrafı sarmıştı. Ve artık gitme vakti de gelip çatmıştı. Tyler ve ben, sabahın huzurunu geride bırakırken, çantaları toparlayıp kamp alanını temizledik. Günün ilk ışıkları, etrafı aydınlatıyor, dağların zirveleri üzerindeki son gece sisleri yavaşça dağılmakta, güneşin sıcak ışıklarıyla birlikte yeni bir günün başladığını müjdeliyordu. Tyler, çantamı sırtına geçirirken, ben de eşyaları toparlayıp son bir kontrol yaptım. Çevremizdeki doğanın sessizliği, sadece kuşların hafif cıvıltısı ve rüzgarın yapraklarla oynayan sesleri tarafından bozuluyordu. “Her şey tamam mı?” diye sordu Tyler, çantaların düzgün olduğundan emin olmak için bir kez daha gözden geçirirken. “Evet, her şey yolunda,” dedim. “Son bir kez çevreyi kontrol ediyorum, emin olmak istiyorum.” Tyler, gülümsedi ve elini omzuma koyarak destek oldu. “Hadi o zaman, geri dönelim. Gün bize ne getirecek merak ediyorum.” Matı katladıktan sonra, kamp alanının son düzenlemelerini yaptıktan sonra, birlikte orman yolunu takip ederek geri dönüş yoluna çıktık. Yavaşça yürürken, konuşmalarımız ve gülüşmelerimiz, sabahın sessizliğini dolduruyordu. Yol boyunca, Tyler’a dönüp güneşin doğuşunun etkisini anlatırken, Tyler’ın yüzündeki ifadeler bu anın ne kadar anlamlı olduğunu gösteriyordu. İkimiz de, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte doğanın sunduğu güzelliklerin tadını çıkarmak için birlikte olmanın değerini biliyorduk. Sonunda, ormanın derinliklerinden çıkıp açık alana adım attık. Kurt bölgemizin görüntüsü yavaş yavaş ağaçların arasından gözükmeye başlamıştı. Kim bilir Alfred tüm bu olanları duysa nasıl kafayı yerdi? Sırıtışlarım yüzümde büyürken Tyler elimi sıkıca kavradı. Ardından ağaçlık alandan çıkarak bölgeye vardık. Bunu yaptığımızda yanımıza ilk damlayan kişi Brad olmuştu. ‘’Umarım geceniz güzel geçmiştir.’’ Diyerek göz kırptığında gözlerimi devirdim. O sırada Tyler’ın alaycı kahkahası doldu kulaklarıma. ‘’Sen de dinleyip kendi kendine mi hallendin.’’ Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırırken Brad ellerini göğsünde birleştirmiş ve sabrı sınanırcasına başını iki yana ağır hareketlerle sallamıştı. ‘’Emin olun umurumda bile olmadı.’’ Dediğinde boğazını temizledi. Yanımıza gelme amacı farklıymış gibi. ‘’Bir toplantı daha yapılacak.’’ Tyler başını salladığında Brad de başıyla bir noktayı işaret etti. ‘’Fazla yakın durmamak lazım. Alfred gerilim hattı gibi. Dün Lucas ve Maya’yı bastı.’’ Daha fazla kendimi tutamayıp kahkaha attım. Tyler’a döndüğümde kahkaham yerini konuşmaya bırakmasıyla şu sözleri ettim: ‘’Görüyor musun bak şu Alfred’i!? Neyse ki ben bunu öngörerek seni dağın dağına kaldırdım ki rahatsız eden olmasın!’’ Tyler sözlerime küçük bir kahkaha attığında Brad bir anda sırtını bize dönmüş ardından da elleriyle hala birbirlerine kenetli olan ellerimize vurmuştu. ‘’Geliyor! Saklayın şunları.’’ Diyerek dişlerinin arasından fısıldadığında elimi yavaşça Tyler’ın eli arasından aldım. Alfred yanımıza geldiğinde baştan aşağıya ikimizi de süzmüştü. ‘’Nerelerdeydiniz böyle?’’ diye sorduğunda söze ben atıldım. ‘’Hala kendimi test ediyorum. Erkenden kalkıp sabah koşusu ormanda ağırlık kaldırma derken… Öne Brad benimle çalıştı. Bugün de Tyler eşlik etmek istedi. Kendisi biraz hamlamıştı kaslarını çalıştırdım.’’ Tyler’a dirsek attığımda sırıtarak başıyla onayladı. ‘’Aynen, antrenman yapıyorduk!’’ Alfred, hafifçe kaşlarını çatarak bu açıklamayı dinledi. “Sabah sabah bu kadar yorucu şeyler yapıyorsunuz. Her şey yolunda mı?” diye sordu, hala gözleri üzerinde. Tyler, “Evet, her şey yolunda. Biraz yorgunluk var ama bu tür şeyler bizim için alışıldık şeyler,” dedi. Sesindeki rahatlık, her şeyin normal olduğunu belirtiyordu. Alfred, bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Anladım. Yine de, dikkatli olun.’’ dedi. “Teşekkürler, Alfred. Bilgi için minnettarız,” dedim. Tyler’a dönerek, “Bir şeyler yapmak istersen, her zaman yardıma hazırım.” diye ekleyerek göz kırptım. Alfred, başını sallayarak, “İyi, o zaman. Eğer bir şeye ihtiyacınız olursa, bana bildirin. Sizi iyi görmek güzel. Ama dikkatli olun,” dedi ve ardından hızla yanımızdan ayrıldı. Tyler, Alfred’in ayrılmasının ardından, “Sanırım antrenman programımızı biraz daha değiştirmemiz gerekecek,” dedi, hafifçe gülerek. “Her ihtimale karşı hazırlıklı olmak her zaman iyidir.” Gözlerim, Tyler’ın kendine has rahat tavırlarına odaklanırken, ona yanıt verdim, “Evet, kesinlikle öyle.’’ Tyler başını rastgele sallayarak bana bir bakış attığın sordu. ‘’Şimdi kahvaltıya kadar ne yapıyoruz?’’ O an beklenmedik bir hamle ile gardımı alıp savaş pozisyonuna geçmiştim. ‘’Dövüşelim!’’ Tyler’ın bu yanıtı alaycı bir şekilde karşıladığını görebiliyordum. Bir anlığına ciddi olup olmadığımı test ederken Brad bir anda aramıza girmişti kara kedi gibi. O sırada, Brad’in araya girmesiyle ortam biraz daha renklendi. “Mı acaba?” dedi, hafif bir sırıtmaya başlamıştı. “Dövüşecek misiniz, sevişecek misiniz, karar verin,” diyerek şakayı patlattı. Bu sözler hem beni hem de Tyler’ı hem güldürdü hem de biraz şaşırttı. Brad’in bu tür esprileri genelde doğrudan ve açık sözlü olurdu. Gözlerim Brad’e dönerken, hafifçe gülümsedim. “Belki de her ikisini de yapabiliriz, ne dersin?” diye yanıtladım, Brad’in yüzündeki şaşkınlıkla karşılaştım. Tyler’ın bu anı keyifle izlediği belli oluyordu; gözlerinde bir parıltı vardı ve dudakları hafifçe kıvrılıyordu. Brad’in kahkaha attığı an, sabahın havası daha da neşeli bir hale geldi. ‘’Sizden beklerim evet. Hem dövüşmeyi hem de sevişmeyi aynı anda halledersiniz siz.’ diyerek ellerini teslim olurcasına kaldırıp birkaç adımda bizden uzaklaştığında bakışlarım meydan okurcasına Tyler’a kaydı. ‘’Sürünün içindeyiz. Ve beni şevkle öpemeyeceğine göre… Cilvesiz bir dövüş gerçekleştirebiliriz!’’ Tyler’ın dudakları yukarı kıvrıldığında pozisyonumu tekrarlamıştım. ‘’Hafife alma beni sakına. Bu an için iki buçuk haftadır çalışıyorum!’’ Tyler başını sallamıştı bir kez daha. ‘’Haberim var.’’ sesinde bir tür hafif alaycılık vardı. Ancak gözleri, bu sefer çok ciddiydi. “Seninle dövüşmek için sabırsızlanıyorum, Adel,” dedi. “Ancak şunu bilmelisin ki, ben de seni hafife almayacağım.” Sahne, ikimizin de gözlerindeki ciddiyetle doldu. Brad’in esprileri geride kalmıştı ve şimdi gerçek bir mücadeleye hazırdık. İki buçuk haftalık hazırlık, büyük bir heyecan ve enerjiyle bu ana ulaşmamı sağlamıştı. Tyler ve ben, sabahın soğuk havasında dövüş hazırlıklarına başladık, etrafımızdaki doğal güzelliklerin keyfini çıkararak, hem eğlenceli hem de zorlu bir an yaşamak üzere hazırlanıyorduk. Tyler’la dövüş hazırlığı yaparken, etrafımızdaki doğanın sakinliği, bir savaş öncesi sessizliği andırıyordu. Her şey, kavga için hazırlanmış bir arenayı andırıyordu: ağaçların gölgeleri, rüzgarın hafif fısıldayan sesi, her bir yaprak ve dalın bize tanık olma kararlılığı... İçinde bulunduğumuz bu ortam, hem bir meydan okuma hem de bir tiyatro sahnesiydi. Tyler, gözlerini bana dikerken, yüzündeki ciddiyet bir an olsun kaybolmadı. Onun bu hali, mücadelemizi sadece fiziksel değil, zihinsel olarak da hazırlıklı hale getiriyordu. Dudaklarında hafif bir gülümseme vardı, ama gözleri bir savaşçının derinliğinde bir kararlılığı yansıtıyordu. Dövüşün başlangıç düdüğünü, adeta ruhumda hissettim. Havadaki tansiyon, ne kadar zorlu bir karşılaşmaya girdiğimizin sinyallerini veriyordu. Ben, karşımdaki rakibimi küçük bir adım geride bırakma kararlılığı içindeydim. Ve Tyler, beni her hareketimde dikkatle izliyordu. İlk darbe, güçlü ve hesaplı bir şekilde geldi. Tyler’ın kolları, yılların tecrübesini yansıtırcasına çevik ve isabetliydi. Vuruşları, hedefi tam isabetle buluyordu. O an, her bir hareketinde bir strateji ve planlama olduğunu hissedebiliyordum. Ben de ona aynı sertlikle karşılık verdim. Her darbenin ardından, vücudumun limitlerini zorlayarak geri adım atmadım. Darbelerim, belirli bir ritme göre ilerliyordu, her bir hareketimde onun stratejisine göre yerimi alıyordum. Tyler’ın hareketleri, bir dövüş ustasının akıcı ve zarif dansını andırıyordu. Her adımı, her vuruşu, adeta bir sanatı yansıtıyordu. Bir anlık boşluk bulduğumda, Tyler’ın yanına yaklaştım ve ona tam isabetli bir darbe indirdim. Ama Tyler’ın refleksleri o kadar hızlıydı ki, darbem tam olarak hedefini bulmadan o anı savuşturmayı başardı. Aramızdaki mesafe, mücadelemizi daha da çekişmeli hale getiriyordu. Dövüşümüz, hızla artan bir enerjiyle devam ediyordu. Ter, her bir hareketimde vücudumdan süzülüyor, her darbede biraz daha yoğunlaşıyordu. Tyler’ın kaslı vücudu, her hareketinde mükemmel bir uyum sağlıyordu. Ama bu dövüş sadece fiziksel değil, zihinsel bir savaş halini almıştı. Her bir adımda, stratejimi ve çevikliğimi kullanmak zorundaydım. Tyler’ın gözleri, karanlık bir ormanın derinliklerinde bir ışık gibi parlıyordu. Beni adım adım izliyor, her hareketimi analiz ediyordu. Bir an, göz göze geldik ve o anın gerilimi, her şeyin önüne geçti. Onun bakışları, savaşın içindeki ciddiyeti ve kararlılığı yansıtıyordu. Dövüşün temposu arttıkça, her bir hareketimiz daha da belirgin hale geliyordu. Ayaklarımız, zeminle adeta dans eder gibi uyumlu bir şekilde hareket ediyordu. Yorgunluk hissi, yavaş yavaş vücudumu sarmaya başladı. Ama bu, mücadelemizi durduracak bir şey değildi. Tyler’ın hareketleri, dövüşün bir parçası olarak bana yön veriyordu. Savaşın ortasında, her iki taraf da nefes nefese kalmıştı. Yorgunluk, her bir kasımda kendini hissettiriyordu. Ama ikimiz de pes etmedik. Tyler’ın elleri, direncimi kırmak için bir çaba içindeydi. Ben de ona karşı koymak için tüm gücümü kullanıyordum. Sonunda, birbirimize son bir darbe indirdiğimizde, ikimizin de yorgunluk içinde kıvrılmış vücutları, mücadeleye dair tüm öyküleri anlatıyordu. Birbirimize bakarak, bu dövüşün sadece fiziksel değil, ruhsal bir tatmin getirdiğini hissettik. Gözlerimizdeki parıltı, her şeyin ötesinde bir anlayış ve saygıyı yansıtıyordu. Tyler’ın gülümsemesi, yorgunluk içinde bile kaybolmadı. “Harika bir dövüştü,” dedi. “Sen gerçekten de çok iyi bir rakipsin.” Alkış sesinin yankısı, dövüşün sonunda doğanın sessizliğinde ani bir patlama gibi yükseldi. Tyler’la göz göze geldik ve ikimizin de yüzünde aynı anda şaşkınlık ve merak ifadesi belirdi. Başımızı çevirdiğimizde, Brad ve Alfred’in bizi izlediğini fark ettik. Her ikisi de gülümsüyor, alkışlarına devam ediyorlardı. Brad, kollarını açarak coşkulu bir şekilde alkışladı. “Bravo! Gerçekten harika bir gösteriydi,” dedi. “Kimin kazandığını göremedim ama bence ikiniz de büyük bir iş başardınız.” Alfred ise, daha sakin bir şekilde alkışlarını sürdürüyordu. “Bu kadar yetenekli dövüşçüleri bir arada görmek gerçekten etkileyici,” dedi. “Hemen bir dövüş şampiyonu ilan edemeyiz belki ama kesinlikle yetenekleriniz takdir edilmeli.” Tyler, hafif bir gülümsemeyle Brad’e ve Alfred’e bakarak, “Teşekkürler,” dedi. “Ama bu dövüş, sadece yetenek değil, aynı zamanda cesaret ve kararlılık da gerektiriyordu.” Ben de, yorgun ama memnun bir şekilde gülümsedim. “Evet, hem fiziksel hem de zihinsel olarak bizi zorladı. Ama bittiğine göre, kendimize bir ödül vermenin zamanı gelmiş gibi görünüyor.” Brad’in gülümsemesi genişledi. “O zaman kahvaltı vakti. Şimdi, hem dövüş hem de bu güzel manzara için bir kutlama yapmalıyız.” Alfred başını sallayarak ekledi, “Kahvaltı hazır, hadi hep birlikte keyfini çıkaralım. Ayrıca seninle de konuşacaklarım var Adelia. İlerlemen takdire şayan ve gerçek bir avcısın.” Alfred’in sözlerine şaşırırken benimle ne konuşacağını düşünerek Tyler’a döndüm. Dövüşün getirdiği yorgunluk, güzel bir kahvaltının ardından kaybolacaktı. Taş yolda ilerleyerek nihayet kahvaltı masasına varmıştık. Kahvaltı sofrasına oturduğumuzda, ormanın huzurlu sessizliğiyle birleşen keyifli sohbetlerimizle güne devam ettik. Tyler ve ben, dövüşten geriye kalan yorgunluğu unutarak masadakilerle enerjik bir sohbete dalmış ve tabii gözlemlemeyi de ihmal etmemiştik. Alfred bir başta, Thomas ise bir diğer baştaydı. Thomas’ın sonunda Seraphina otururken diğer Lucas vardı. Lucas ve Maya Alfred’den mümkün olduğunca uzağa oturmuşlardı anlaşılan. Onlara gülümserken bakınmaya devam ettim. Maya Lucas’ın hemen yanında oturuyor Maya’nın yanında ise Lydia ve Jonas bulunuyordu. Seraphina’nın yanında Cedric ve onun yanında da Elliot varken Biz Tyler ve ben yan yana Alfred’in sağına geçmiştik. Karşımızda ise Brad ve Lilith vardı. Lilith’in hemen yanında ise ebeveynleri oturmaktaydı. Masanın kalanını ise sürüdeki diğer üyeler kolay bir şekilde doldurmuştu. Brad, kahvaltı masasında bizi bol bol güldüren hikayeler anlatırken, Alfred’in sakin ama etkili esprileri, sohbete hafif bir dokunuş kattı. Serin sabah havası, yiyeceklerin cazip kokusu ve aramızdaki samimi sohbet, her birimiz için keyifli bir başlangıç oluşturdu. Kahvaltı sırasında, sohbetlerimizin yanında, ormanda geçirdiğimiz o anların keyfini çıkardık. Taze meyveler, peynirler ve ekmekler, doğal tatlarıyla hepimizin beğenisini kazandı. Çay ve kahve, enerjimizi geri kazanmamıza yardımcı oldu. Kahvaltı sonrası Alfred’in ne konuşacaklarını ise büyük bir merakla beklemiştim. Taa ki o an gelene kadar! Kahvaltı masasındaki sohbetlerimiz dinlenme ve tatmin dolu bir şekilde devam ederken, Alfred’in yüzündeki ciddiyet dikkatimi çekti. Gözleri, kadehini masanın üzerine bıraktıktan sonra, bana dönmüş ve kesin bir ifadeyle konuşmaya başlamıştı. “Adelia,” dedi Alfred, sesindeki ciddiyeti koruyarak, “Dövüş yeteneklerin ve deneyimlerin takdire şayan. Tıpkı Seraphina ve Cedric’in dövüş eğitimlerinde gösterdikleri titizlik gibi, senin de vampir avcılığı eğitimine aynı özeni göstereceğini biliyorum.” Sözleri, gece boyunca yaşadığımız dövüşün yankıları gibi kulaklarımda çınlarken, Tyler’ın bakışları da dikkatle üzerime odaklanmıştı. Kahvaltıdaki rahat ortam bir anda değişti ve kendimi bir sorumlulukla yüzleşir gibi hissettim. Alfred’in ciddiyeti, gözlerimde bir anda hafif bir titreme oluşturdu. Yavaşça çayımı bıraktım ve kendimi bu yeni sorumluluğa hazırlamak için derin bir nefes aldım. “Eğitimi mi?” diye tekrarladım, sesimde bir kararlılık ve aynı zamanda bir merak belirdi. “Ne tür bir eğitim bekliyorsunuz?” Alfred, masadaki tüm dikkati üzerime topladı. “Vampir avcılığı, sadece fiziksel bir mücadele değil, aynı zamanda strateji ve zeka gerektirir. Seraphina ve Cedric, dövüş eğitimi verirken, her bir hareketi ve teknik detayı büyük bir titizlikle öğretirler. Senin de aynı titizlikle bu eğitimleri vermeni bekliyorum.” Tyler, kadehini yudumlarken hafif bir gülümsemeyle, “Bu tür bir eğitim, hem fiziksel hem de zihinsel bir odaklanma gerektirir. Senin yeteneklerinle, hem bireysel hem de grup eğitimlerinde harikalar yaratabilirsin,” dedi. Alfred’in sözleri, içimde bir motivasyon ateşi yakarken, Tyler’ın desteği de bu ateşi körükledi. “Bu sorumluluğu alacağım,” dedim, kendime güvenerek. “Vampir avcılığı konusunda, hem teknik hem de stratejik bilgiyi en iyi şekilde aktaracağım.” Masadaki diğerleri de bu kararımı destekleyici ifadelerle yanıt verdiler. Brad’in gözleri, hafif bir hayranlıkla parlıyordu. “Bu gerçekten etkileyici bir karar,” dedi, “Senin eğitimin, diğerlerinin gelişimine büyük katkı sağlar.” Alfred, başını sallayarak onayladı. “Eğitim süreci, oldukça kapsamlı olacak. Hem teorik hem de pratik aşamalardan oluşacak. Senin bu eğitimleri nasıl vereceğin ve ne kadar etkili olacağın, sürümüzün geleceği için büyük önem taşıyor.” Konuşmalar sırasında, kahvaltının sonlarına yaklaşırken, aklımdan geçen düşünceler birbirini takip etti. Vampir avcılığı eğitimi vermek, benim için büyük bir sorumluluk ve aynı zamanda bir fırsattı. Eğitimleri en iyi şekilde vermek için elimden gelenin en iyisini yapacağım. Sohbetin ardından, Tyler ile Alfred’in söyledikleri arasında kalan bu sorumluluğu kabul etmek, beni hem heyecanlandırdı hem de düşündürdü. Kahvaltı sonrası, hafif bir yorgunluk ve aynı zamanda tatmin dolu bir hissiyatla, masadan kalktım. Eğitim sürecinin detaylarını düşünürken, Seraphina ve Cedric’in dövüşlerdeki becerilerini, benim de vampir avcılığı eğitimindeki aynı titizlikle nasıl gerçekleştireceğimi planladım. Gece boyunca yaşadığımız dövüşler ve bu sabahın getirdiği sorumluluk, içimde derin bir motivasyon ve kararlılık duygusu oluşturmuştu. Tyler, kahvaltının ardından yanına yaklaşarak, “Ne zaman başlıyoruz?” diye sordu. Sözleri, eğitim sürecinin ne kadar yakında başlayacağını ve bu sorumluluğun ne kadar önemli olduğunu hatırlattı. Gülümseyerek, “Hazırlıklarımı yapacağım,” dedim. “Eğitimin ne zaman başlayacağı konusunda bir plan yapmalıyız.” Tyler’ın yanındaki yerini alırken, gözlerindeki destekleyici bakışlar, bana güven verdi. İçimdeki motivasyon ve heyecanla, bu yeni sorumluluğa adım atmaya hazırdım. … Sabah güneşinin ilk ışıkları, kamp alanını aydınlatırken, içimdeki heyecanı ve kararlılığı hissedebiliyordum. Alfred’in verdiği sorumluluk, bana büyük bir görev yüklemişti. Seraphina ve Cedric’in dövüş eğitimlerinde gösterdikleri titizlik ve dikkatle, vampir avcılığı eğitimine aynı özeni göstereceğimi bilmek, bana hem güç veriyor hem de baskı yapıyordu. Tyler, kamp alanını toplarken, ben de içimden geçirdiğim planları kağıda dökmek üzere bir köşeye çekildim. Eğitim programını detaylı bir şekilde hazırlamak, her adımı planlamak zorundaydım. Vampir avcılığı, sadece fiziksel beceriler değil, aynı zamanda stratejik düşünme ve takım çalışması gerektiriyordu. Bu yüzden eğitim sürecini kapsamlı bir şekilde düzenlemem gerekiyordu. Tyler’ın etrafı toparlaması biraz zaman aldıktan sonra, yanına yaklaşarak, “Hazır olduğumda eğitim programını konuşmak ister misin?” diye sordum. Tyler, beni dinleyerek başını salladı. “Tabii,” dedi, “Eğitim programını oluştururken ne tür bir yaklaşım düşündüğünü merak ediyorum.” Gözlerimi, kamp alanındaki ağaçların arasından güneşin parlayan ışıklarına çevirdim. “Eğitim programım, hem bireysel hem de grup olarak iki aşamadan oluşacak. İlk olarak, temel teknikler ve stratejiler üzerinde yoğunlaşacağız. Her bireyin yeteneklerini ve zayıf yönlerini belirleyip, onlara uygun kişisel gelişim planları hazırlayacağım. Daha sonra, grup içindeki uyum ve takım çalışması üzerine odaklanacağız. Bu aşamada, savaş stratejileri ve ortak hareket etme becerilerini geliştireceğiz.” Tyler, dikkatle dinleyerek, “Eğitimlerin hem bireysel hem de grup olarak etkili olacağını düşünüyorum. Özellikle grup içindeki uyum ve strateji geliştirme kısmı, savaşların gidişatını belirleyebilir,” dedi. Planımı detaylandırmak, kendimi hem eğitmen olarak hem de lider olarak görmek, içimdeki heyecanı artırıyordu. “Ayrıca, pratik dövüşlerle ve simülasyonlarla eğitimi destekleyeceğim. Gerçek koşullarda uygulama yapmak, teorik bilgilerin pratiğe dökülmesini sağlayacak. Katılımcıların, karşılaşabilecekleri gerçek durumlara daha iyi hazırlanmalarını hedefliyorum.” Tyler’ın gözleri, içimdeki kararlılığı ve heyecanı yansıtarak parlıyordu. “Bu plan, hem etkili hem de kapsamlı görünüyor. Katılımcılar için faydalı olacağı kesin,” dedi. Kamp alanında son hazırlıkları yaparken, serin sabah havasının içimi ferahlattığını hissettim. Eğitim programını detaylandırmak için daha fazla zaman ayırmam gerektiğini biliyordum. Seraphina ve Cedric’in eğitim yöntemlerini göz önünde bulundurarak, kendi tarzımı geliştirmek için çalışacaktım. Tyler, yanına yaklaşarak “Eğitimi ne zaman başlatmayı düşünüyorsun?” diye sordu. “Bugünden itibaren,” dedim kararlılıkla. “Katılımcılarla tanışmak ve onların seviyelerini değerlendirmek için bir toplantı yapacağım. Bu toplantıdan sonra, eğitim programına başlayacağız. Her şeyin yolunda gitmesi için hazırlıklarımı tamamlayacağım.” Tyler, başını sallayarak, “Görünüşe göre her şey yolunda. Eğitim sürecinin nasıl ilerlediğini görmek için sabırsızlanıyorum,” dedi. Kamp alanını toparladıktan sonra, eğitim sürecine geçmek için hazırlıklarımı yapmaya başladım. Katılımcılarla tanışmak ve onların becerilerini değerlendirmek, eğitimin temelini atmak için önemli bir adımdı. İçimdeki heyecan ve kararlılık, bu yeni sorumluluğun üstesinden gelmek için beni motive ediyordu. Eğitim süreci, hem fiziksel hem de zihinsel olarak zorlu bir yolculuktu. Ancak, bu yolculukta gösterdiğim çaba ve özveri, hem benim hem de katılımcıların gelişimi için önemli bir adım olacaktı. Seraphina ve Cedric’in dövüş eğitimleri gibi, benim eğitimlerim de aynı titizlikle ve dikkatle yürütülecek, vampir avcılığı konusundaki bilgileri ve becerileri en üst seviyeye taşıyacak şekilde planlanacaktı. Bu yeni sorumlulukla birlikte, içimdeki kararlılık ve motivasyon daha da güçlenmişti. Eğitim sürecinin nasıl geçeceğini görmek için sabırsızlanıyordum ve bu yolculuğun bana neler getireceğini merakla bekliyordum. … Akşam oluşu ile kendimi yatağa bıraktığımda yarın büyük bir gün olacağının da farkındaydım. Nihayet istediğim olmuştu işte. Sürüde bir yerim vardı ve de güçlüydüm! … |
0% |