@selinayeda_x
|
BİR BUNGALOV SORUNU Geceyi bungalovda geçirme kararı vermişken, Tyler ve ben, eşyalarımızı kapının önüne rastgele bir şekilde bıraktıktan sonra dışarıda biraz vakit geçirmeye karar verdik. Gökyüzündeki yıldızların altında, ormanın derinliklerinden gelen sessiz rüzgarı dinleyerek, ortamın huzurunu paylaşıyorduk. O an, bungalovun dışından gelen bir ses dikkatimi çekti, daha bungalovdan dışarıya kendimizi atamamış bir şekilde merdivenin başında iken. Kısık bir boğaz temizleme sesi, derin bir kıkırdama gibi havaya yayıldı. Ses, sakin ve kendinden emin bir şekilde ilerliyordu. Tyler ile göz göze geldik ve sesin geldiği yöne doğru yürümeye başladık. Dışarı çıktığımızda, karşı karşıya geldiğimiz manzara gerçekten şaşırtıcıydı. Alfred, köşede bir taşın üzerinde oturmuş, hafifçe eğilmiş ve elindeki büyükçe bir kadehten bir şeyler içerken, süs gözlüklerinin üzerinden bize bakıyordu. Sanırım ciddiyet havasına bürünmek için takıyordu çünkü biz insanüstülerde göz kusuru olmaz. Tabii önce Alfred’in yaşlılığını da hesaba katmak lazımdı. Görünüş kırk elli olsa da kim bilir içi kaçtı? … Tyler ve ben, bir anlığına onu gördüğümüzde donakaldık. Alfred’in ciddi ve bilge havası, sessizliğin içinde bile baskın bir şekilde hissediliyordu. Alfred’in elinde tuttuğu kadehten dökülen ışık, geceye yansıyan hafif bir parıltı oluşturuyordu. İkimiz de şaşkınlığımızı saklamaya çalışarak, hafifçe gülümsedik. Alfred, bir süre sessizce bizi süzdü ve ardından ciddiyetle konuşmaya başladı. “Evet, hanginiz kalıyor?” diye sordu, sesi hafifçe yankılanarak ormanın karanlık köşelerine yayıldı. Tyler ve ben, bu soruya hazırlıklı değildik. Göz göze geldik, hafifçe gülümsedik ve Alfred’in ne yapacağını merak ettik. Alfred, konuşmasına devam etti. “Burada geleneksel bir kural vardır ki o da…” Bir an duraksadı, gözlüklerinin üzerinden bize baktı ve gülümseyerek devam etti. “Evlenmeden olmaz! Anladınız mı?” Kafamda çığ gibi büyüyen düşüncelerle birlikte, ne diyeceğimi bilemedim. Alfred’in söylediği bu geleneksel kural, hem beni hem de Tyler’ı beklenmedik bir şekilde yakalamıştı. Kısık bir kahkaha patlattım ve Tyler’ın yüzündeki şaşkın ifadeyi görünce, bir an ne yapacağımızı kestiremiyorduk. Alfred, gülümseyerek durumu ağırbaşlı bir şekilde sürdürdü. “Bu bungalov, geleneklerimizi yaşatmak ve korumak için buradadır. Bu nedenle, burada kalmak için belirli bir geleneksel ritüelin tamamlanmış olması gerekir. Bunu yapmadan bu evi kullanamazsınız.” Tyler, bu durumu ciddiyetle kabul etti ve başını salladı. “Anladım, Alfred. Gelenekler burada önemlidir. Bu durumu çözmek için gerekeni yapacağız.” Alfred’in gözleri parladı ve gülümsemeye devam etti. “Evet, işte bu şekilde! Geleneklerimize uygun hareket etmek her zaman en iyisidir. Şimdi, gitmeye hazır olduğunuzda size rehberlik edeceğim.” Tyler ve ben, Alfred’in kurallarına ve geleneklerine saygı göstererek, bu yeni duruma uyum sağlamak için ellerinden geleni yapacağımızı bilerek başımızı salladık. Alfred’in ciddi tavırları, aynı zamanda geleneksel değerlerin önemini vurguluyordu ve bu ortamda her şeyin olması gerektiği gibi düzenlendiğini bilmek bizi huzurlu hissettirdi. Alfred’in rehberliğinde, bu geleneksel süreci başarıyla geçireceğimizden emindik. O gece, yıldızların altında, Alfred’in gözlüklerinden yansıyan ışıkla, geleneklerin ve ritüellerin önemini bir kez daha anladık. Hem Tyler hem de ben, bu yeni aşamanın getireceği zorlukları ve güzellikleri birlikte karşılayacak, yeni bir döneme adım atacaktık. Alfred’in el sallayarak ayrılmasının ardından gece karanlığında bungalovun önünde, Tyler ile baş başa kaldık. Alfred’in sözleri hâlâ kulaklarımda çınlıyordu: “Evlenmeden olmaz!” Bu geleneksel kural, Tyler ve beni oldukça şaşırtmıştı ve geceyi gerilimle doldurmuştu. Tyler’ın gözlerindeki o tuhaf ışıltı, gülümsemesinin arkasında bir şeylerin döndüğünü hissettirmişti. Alfred’in tavsiyesinin ardından, Tyler’ın ifadesi birdenbire neşeyle parladı. “Ee, ne yapıyoruz, evlenelim mi bir an önce?” dediğinde, bu cümle tüm geceyi kaplayan sessizliğe damgasını vurdu. Cevap vermeden önce ağzımdan çıkan bir yutkunma sesini boğazıma kaçan tükürük takip etti. Aniden büyük, kuru bir öksürükle taçlanmıştı gece. Çevremdeki sessiz orman bile bu anın gerginliğini hissediyordu sanki. Tyler’ın suratındaki sırıtarak bir an duraksadıktan sonra, “Bende öyle düşünmüştüm Adel.” diyerek, biraz hafifçe gülümseyerek gitmeye başladı. “Adel” demesi ise, kalbimi bir kez daha hızlandırmıştı. Şaşkın bir şekilde, boğazımda kalan kuru öksürükle baş başa kaldım. Tyler’ın bu akşam bungalovda bana kalmış olması, bir miktar zorunluluk gibi görünüyordu, ama bir yandan da düşüncelere dalmama neden olmuştu. Tyler’ın arkasından bakarken, bungalovun kapısının arkasındaki karanlık içine doğru adımlarımı geri çektim. Evin içinde yalnız kalma düşüncesi, sadece tuhaf bir sakinlik getirmişti. İçerideki sessizliği bozan tek şey, kapalı pencerenin dışına vuran rüzgarın hafif tınısıydı. İçeri girdiğimde, eşyaların yerli yerinde olduğunu ve her şeyin düzenli olduğunu fark ettim. Kendi kendime, bu yeni düzenlemeye uyum sağlamak zorundaydım. Tyler’ın nereye gideceği konusundaki merak, zihnimin köşelerinde dolanmaya başlamıştı. Kim bilir, belki de o da diğer bungalovlarda bir yere sıkışacak ve orada kalma durumuyla karşılaşacaktı. Düşüncelerimde Tyler’ın diğerlerinin yanında olup olmayacağı, bir yandan beni düşündürüyor, bir yandan da biraz kıskandırıyordu. Karanlıkta yalnız kalmanın getirdiği yalnızlık hissi, bungalovun her köşesinde yankılanıyordu. Üzerimdeki baskıyı bir nebze olsun hafifletmeye çalışarak, bir köşeye oturup derin bir nefes aldım. İçerideki sessizlik ve yalnızlık, kendimi bu duruma alışmaya çalışırken hissettiğim karmaşayı yansıtıyordu. Tyler’ın gidişi ve Alfred’in geleneksel kuralı, her şeyin ne kadar karmaşık hale gelebileceğini gösteriyordu. Bungalovun içindeki yalnızlık, bu geceye özgü bir yalnızlık olarak kalıyordu. Tyler’ın nereye gideceğini ve kimin yanında olacağını bilmemek, beni bir süre daha endişelendirecekti. Ancak, bungalovun köşesinde yalnız kalmanın verdiği huzur ve sessizlik, bu geceyi bir şekilde geçirmeme yardımcı olacaktı. Bu gecenin sonunda, Tyler’ın yanında mı yoksa başka bir bungalovda mı olacağına dair düşünceler, içimdeki bu sessizlikle birleşerek, derin bir düşünceye dalmamı sağladı. Gece, bungalovda geçirdiğim bu sessiz anlarla dolup taşarken, bu anların bana ne tür bir değişiklik getireceğini zaman gösterecekti. … Gece, bungalovun karanlığına adeta çökmüş gibiydi. Yalnızlığın verdiği ağırlıkla, bungalovun ortasında küçük bir köşeye oturup derin bir nefes aldım. Geceyi geçirebileceğim bir alan yaratmak için rahatlamaya çalıştım. Bungalovun içinde geçirdiğim gece boyunca, yalnızlığın soğuk kolları sarılmıştı etrafıma. Ahşap zemin, gece boyunca eşyaların çıkardığı hafif çıtırtılarla doluydu. Bu çıtırtılar, zaman zaman uykuya geçmemi zorlaştırıyordu. Üzerimdeki ince battaniye, soğuk rüzgarın içeri sızmasını bir nebze engellese de pek bir sorun teşkil etmiyordu benim için. Nina sorunları tüm gece aklımda dolaşıp dururken bu büyük bir sorun olmuştu. Uykusuzluk sorunu! Uykuya dalmam zor olmuştu; gözlerim, bungalovun karanlık köşelerinde dans eden gölgeleri izlemekle meşguldü. Kafamda şehirden ayrılışımız, Nina sorunu, Alfred’in geleneksel kuralı ve bungalovun diğer sakinlerinin durumu gibi düşünceler dönüp duruyordu. Yalnızca birkaç saatlik uyku alabilmiştim, sonra da sabahın ilk ışıklarıyla birlikte gözlerimi sakince aralayarak açtım. Sabah, bungalovun içinde hafif bir aydınlık yayılmaya başlamıştı. Güneşin ilk ışıkları, pencerenin arkasından sızarak odanın içine nazikçe dokunuyordu. Gözlerimi açtığımda, güneş ışığının yarattığı yumuşak parıltı odanın köşelerine yayıldı. Ahşap zemin üzerinde sabahın erken saatlerinde oluşan bu ışık, bungalovun içini aydınlatıyordu. Yavaşça yataktan kalkarak pencereye yaklaştım. Dışarıda ormanın yeşil örtüsü ve sabahın serinliği vardı. Dışarıdaki ağaçlar, gece boyunca sessizliğe bürünmüş olsalar da, sabahın taptaze havasıyla canlanmış gibiydi. Pencereden bakarken, ağaçların yaprakları sabahın ilk ışıklarında parlıyordu. Ormanın derinliklerinde kuşların hafifçe cıvıldadığı sesi, sabahın huzurunu tamamlıyordu. Biraz uzanarak, bu sessiz ve huzurlu anın tadını çıkardım. Uyandıktan sonra kendimi biraz daha iyi hissettim; gece boyunca yaşadığım yalnızlık, güneşin doğmasıyla birlikte biraz olsun dağıldı. Bungalovun içindeki sessizlik, sabahın taptaze havasıyla birleşmişti. Gün, bungalovun dışında yavaşça uyanırken, ben de hazırlığa koyuldum. Bu sabahın başlangıcı, bungalovda geçirdiğim geceyi geride bırakmanın yanı sıra, yeni bir güne başlamak için bana güç verdi. Tyler’ın nereye gittiğini ve diğerlerinin nasıl bir araya geleceğini düşünerek, bu sabahı biraz daha düşündürür bir hale büründürürken kendimi hazırlamaya başladım. Giyindim yani! Siyah bir kargo pantolon üzerine haki rengi bir tişörtü giyerek dışarıya çıktım. Gün ışığı yüzüme vurduğunda gözlerimi kapayıp gülümsemiştim ki burnuma dolan bir çiçek kokusu ile gözlerimi açtım. O an yeni toplanmış papatyaları görmeyi beklemiyormuşçasına pür dikkat baktım sahibine. Sabah sabah gitmiş ve bir buket kata papatyayı toplamış şimdi de bana sunmaktaydı. ‘’Tyler?’’ ‘’Günaydın ilk Günışığım, biricik Prensesim ve de taze Kraliçem!’’ Sırıttığımda papatyaları hızlıca elinden kaparak aldım. ‘’Ne bu Alfred’e sakinlik çayı için mi?’’ Tyler kahkaha attığında bir kez daha gülümsedim. ‘’Bizim orada sevdiklerine çiçek verirler ama… Tamam sen öyle diyorsan bir demleyip Alfred’e tattırmak lazım.’’ Bu sefer kahkahayı ben patlattığımda çiçekleri de burnuma daha da iliştirip yoğun kokusunu bir kez daha kokladım. ‘’Teşekkür ederim.’’ Diyerek çiçekleri kapının yanındaki dolabın üstüne bıraktıktan sonra tamamen dışarıya adımımı atmıştım. … İNADA İNAT Tyler’ın sabahın bu erken saatlerinde böylesine tatlı bir sürpriz hazırlaması, ruhumu adeta aydınlatmıştı. Hava, serin ama ferahlatıcıydı ve sabah güneşi, ormanın derinliklerinde yavaşça parlıyordu. Tyler ile beraber bungalovun önündeki çimenlik alanda yürümek üzere sabahın sessizliğinde yürüyüş yapıyordu. Hızlı adımlarla yanına yaklaşıp, papatyaları bıraktığım dolaba bakarak, çiçeklerin doğal güzelliğine hayran kaldım. Tyler, bana baktığında gözlerinde tatlı bir mutluluk vardı. İçimden, bir gün bu sabahın ne kadar özel olduğunu düşündüm; hayatın en güzel anları, basit ama anlamlı jestlerle doluydu. Yavaşça yanına yaklaşıp, onunla birlikte sabah yürüyüşüne çıkmak istedim. Tyler'ın yanında yürürken, ormanın sabah serinliğinin içimi nasıl ferahlattığını hissettim. Onunla yürümek, sabahın bu ilk saatlerinde bile kendimi huzurlu ve mutlu hissettiriyordu. Yol boyunca ağaçların arasından sızan güneş ışıkları, her adımda bir parıltı oluşturuyordu. Bir süre sessizce yürüdükten sonra, Tyler’ın seslenmesiyle dikkatimi çekti. “Bu sabahın keyfini çıkaralım mı?” diye sordu, gözleri ışıldayarak. Gülümseyerek yanıtladım, “Tabii, sabahın bu güzelliğiyle dolu anları paylaşmak harika olacak. Alfred’in kafamızı kırması falan… Hoş bir zafer!” Tyler kahkaha attığında gülümsemiştim. ‘’Ondan bize ne?’’ diyerek omzunu silktiğinde bir kaşım havalanmıştı. Eli belime sarıldığında dudağım kıvrıldı. Ne yapacağını beklerken Tyler gözlerini kıstı. Yoksa bu bir öpücük verme anını kestirme bakışı mıydı? Sakince beklerken olanlar olmuştu tabii. Üstümüze gelen bir kova buzlu su her şeyi mahvetmişti. Çığlık atarak Tyler’dan uzaklaştığımda tam da karşımızda Alfred’le karşılaştım. Ama bu da hep bize ya! Lucas ve Maya öpüşürken karışan yoktu oysaki!.. Gözlerim iç çekerek devrilirken Alfred dik dik bakmaya başladı. ‘’Sözlerimde ciddiydim. Sürünün betaları olmasanız da örnek olması gereken sıfatlarsınız ve bunu ulu orta yapmak yerine gidin daha çıkın!’’ Alfred bu sözlerini söyledikten sonra uzaklaştığında Tyler yüzünde gergin bir ifade belirmişti. Sanki içinden büyük bir küfür patlayıp gidecekmiş gibiydi. ‘’Yaşlı bunak!’’ diye hırladığında kahkahayı bastım. Gözleri beni bulduğunda ise dudakları genişçe kıvrılmıştı. Melez güçleri devreye girip beni hızıyla bir anda yakalayıp bedenimi ağaç gövdesine bastırmasıyla dudaklarıma yapıştı. Bunu yaparken de ‘’Öyle olsun.’’ Demişti meydan okurcasına. Onun öpüşlerinde kaybolmak üzereyken kendimden uzaklaştırdım. Günün hiç böyle başlayacağını tahmin bile edemezdim. Güne bu kadar coşkulu ve hareketli bir başlangıç yaptıktan sonra, biraz sakinleşmek için köşeye çekilmem gerektiğini biliyordum. Tyler’la geçirdiğim anların ardından, Alfred’in getirdiği ani sürprizle ortalığın karışması, güne enerjik bir şekilde başlamamı sağlamıştı ama işler biraz daha ciddileşmeliydi. Tyler’ın yüzündeki gergin ifadeyi görünce, içimi güldüren bir rahatlama hissetmiştim. Onun sinirli hali, bir şekilde kendi rahatlığımı sağlıyordu. “Yaşlı bunak!” dediği an, gerçekten de içimi güldüren bir anı daha yaratmıştı. Tyler’ın öfkesi, tüm vücudunda belirgin bir şekilde hissediliyordu. İçimden ona destek olmaya çalışırken, kahkahaları bastırmak zorunda kaldım. Tyler’ın sinirli tepkisinin ardından, meydan okurcasına yapıştığı öpücükler, beni hem şaşırttı hem de oldukça tatmin etti. Onun bana olan bağlılığı, bu anın daha da özel olmasını sağladı. Tyler’ın melez gücünün etkisiyle, beni ağaç gövdesine yaslaması, aramızdaki bağı bir kez daha kuvvetlendirdi. Ancak, bu anı kendimden uzaklaştırmam gerektiğini hissettim. Tyler’a karşı koymak, bu baskın davranışların altında, içsel bir denge arayışı gibiydi. ‘’Tamam bu kadar yeter. Sorun çıkmasın boş yere. Dediğim gibi arada dağa çık arada eve at derken… Hallederiz biz bu işi.’’ Diyerek göz kırptığımda Tyler nihayet beni serbest bırakmıştı. Yüzündeki sırıtış büyüdüğünde kulaklarıma doğru eğildi. ‘’Eve atmak ha?’’ Sesi beni kıkırdatırken eli yanağımı okşadı. ‘’Güzel bir macera olurdu.’’ Diyerek burnunu yanağına sürttüğünde bir kez daha kıkırdadım. Onun bu şekilde eğlenmeye devam etmesi, bana göre iyi bir şeydi, öfkesi sadece saniyeler içinde dinmişti. Sanırım artık onu dizginlemenin yolunu da bilmekteydim Sonraki anda ise onu gerçekten gerçek anlamda ittirip ondan ayrılmıştım. Artık ayrılık ve de işe koyulma vaktiydi. … Sonraki anlarda, Tyler’dan ayrılma zamanı geldiğinde, işler biraz daha gerçekçiydi. Ayrılmak zorunda kalmak, aramızda yaratılan küçük anların üzerine kapanacak bir kapı gibi hissettiriyordu. Elimden geldiğince, Tyler’ı ittirip ondan ayrıldım. Artık, ayrılık ve işe koyulma vakti gelmişti. Güne başlamak ve tüm bu enerjik olayları geride bırakmak, benim için önemli bir adımdı. Alfred’in kurallarına göre sürüdeki görevlerimizi yerine getirmek zorundaydık. Tyler ve ben, bu sabahın ardından, tüm bu maceraların ve zorlukların üstesinden gelmeye kararlıydık. Her şeyin sonunda, bu yeni başlangıçlar ve kurallar altında, hayatımıza devam edecektik. Gün, köşede bir köpekbalığı gibi hafif bir serinlik bırakmışken sabahın bu erken saatlerinde, ormanın kuytularında hafif bir sis örtüsü vardı; gökyüzü, mavi ve gri tonlarının karışımıyla güzel bir paleti andırıyordu. Her şey doğal bir huzur içindeydi, ve bu huzur, Tyler’la geçirdiğimiz anların yanı sıra yeni bir günü karşılamanın verdiği umutla birleşiyordu. Tyler’dan ayrıldıktan sonra, tüm bu düşünceler kafamda dönüp duruyordu. Bungalovun içindeki sessizlik, yalnız kalmanın huzurunu sağlıyordu. İçeriye adım atarken, odadaki dekorasyonun sadeliği dikkatimi çekti: ahşap mobilyalar, yumuşak bir halı ve büyük pencereler. Pencerelerin arkasında, ormanın yeşil örtüsü göz alıcı bir manzara sunuyordu. Bungalovun içi, bir tür dinginlik ve rahatlama duygusu veriyordu; her şeyin yerine oturduğu ve sorumlulukların bir nebze uzaklaştığı bir yerdi. Dışarıda alacakaranlık çoktan bitmişti. İçimde bir huzur bulma isteğiyle, bungalovun küçük verandasına çıkıp derin bir nefes aldım. Ormanın yeşil örtüsü ve sessizliği, kalbimde bir huzur dalgası yarattı. Tyler’ın az önceki şakalaşmaları ve Alfred’in kuralları, bu sabahın derin sessizliğinde kaybolmuş gibiydi. Sonra, odadan çıkıp ormanın derinliklerine doğru yürümek istedim. Huzuru ararken, ormanın kolları arasında yürümek, düşüncelerimi toplamak için iyi bir yoldu. Yavaş yavaş yürürken, ağaçların arasında oluşturduğum yol, günün ilk ışıklarıyla hafifçe parlıyordu. Kuşların sabah şarkıları, ormanın doğal ritmiyle birleşerek, bu sessizliği canlı ve neşeli kılmaktaydı. Ağaçların arasında yürüdüm, her adımda yaprakların hışırtısı ve kuş cıvıltıları arasındaki uyumda kayboldum. Yürüyüşün sonunda, bir açık alana ulaştım; burası, ormanın tam merkezinde bir göletin kenarındaydı. Göletin etrafında birkaç taş vardı ve taşların üzerinde oturup doğanın tadını çıkarmaya karar verdim. O sırada aklımda birçok düşünce vardı. Tyler’ın Alfred ile yaşadığı tartışma, köydeki görevlerimiz, ve belki de bu ormanda geçireceğimiz uzun günler hakkında düşünüyordum. Alfred’in kuralları, bazı şeylerin ciddiyetini vurgulamak için öylesine sertti ki, bu kuralları uygulamaktan başka şansımız yoktu. Tyler ve benim gibi gençlerin, yaşlıların kurallarını yerine getirmesi, köyün düzenini ve denetimini korumak için elzemdi. ... |
0% |