Yeni Üyelik
121.
Bölüm
@selinayeda_x

SÜRÜDE İLK ANTRENMANLAR

Göletin suyu, güneşin ilk ışıklarıyla parlıyordu; suya yansıyan ışık, göletin yüzeyinde dans ediyordu. Bu an, içsel bir dinginlik sağlıyordu. Arada bir, gölette yüzen balıkların hareketlerini izleyerek, kendimi daha da huzurlu hissettim. İçimde bir tatmin duygusu oluştu; sanki doğa, tüm stres ve endişelerimi bir anlığına unutturmuş gibiydi.

Bir süre orada oturduktan sonra, sabahın ilerleyen saatlerinde, köydeki görevlerimize başlamak üzere geri dönmeye karar verdim. Tyler’la daha fazla vakit geçirme ve ormanın derinliklerinde planlama yapma zamanı gelmişti.

Bungalovun kapısına dönerken, içimde biraz heyecan vardı. Tyler’la geçireceğimiz zaman, belki de tüm bu maceraların en güzel kısmı olacaktı. Sabahın bu huzur dolu anı, bana sadece bu köydeki yaşamı değil, aynı zamanda hayatın sunduğu tüm güzellikleri ve zorlukları anlama fırsatı vermişti.

Kapıyı açtığımda, içeriye adım atarken, gözlerimde bir kararlılık vardı. Günün ilerleyen saatlerinde, Tyler’la birlikte hem sürü kurallarını yerine getirmek hem de aramızdaki bağları güçlendirmek için hazırdım. Bu sabahın serinliğini ve huzurunu, yeni başlangıçlar ve zorluklarla başa çıkma kararlılığıyla harmanlayarak, güne adım atmaya devam ettim.

Kahvaltı için köyün -sürü alanının, kamp alanının- merkezi alanında toplandığımızda, havanın taze ve serinliği yüzümü okşuyordu. Çimenler üzerinde çeşitli ahşap masalar yerleştirilmişti ve masaların üzeri bolca yiyecek ve içeceklerle doluydu. Ormanın huzurunu yansıtan bu manzara, doğanın sunduğu zenginliklerle harmanlanmıştı.

Masaların üzerinde büyükçe ekmekler, çeşitli peynir çeşitleri, taze meyveler ve bolca et ve balık vardı. Köyün geleneklerine uygun olarak, kahvaltı menüsünde ağırlıklı olarak doğal ve yerel ürünler bulunuyordu. Etler genellikle köyde avlanmış hayvanlardan, balıklar ise yakından alınmıştı. Taze ekmeklerin kokusu, köyün odun ateşinde pişirilen böreklerin leziz kokusuyla birleşiyordu.

Gözlerimi masaların arasına gezdirirken, Thomas, Brad ve diğer kurt adamların, sabah güneşinin altında düzenlenen bu kahvaltının ortasında toplandıklarını gördüm. Herkes, sabahın erken saatlerinde toplanmak için hevesli görünüyordu. Masaların etrafında dönen sohbetler ve kahkahalar, bu birlikteliğin ne kadar değerli olduğunu hissettiriyordu.

Bir köşede, büyük bir taş ocakta pişirilen etler, köyün geleneksel lezzetlerini yansıtırken, bir diğer köşede taze meyveler ve çiçeklerle süslenmiş tabaklar vardı. Günün ilk ışıkları, masaların üzerindeki yiyeceklerin renklerini daha da canlı kılarken, ortama hoş bir atmosfer katıyordu.

İşte bu anda…

Sürüden yeni birileriyle bu sayede tanışmıştım.

Baş aşçı ve yardımcıları!

Kurt Evi’nde yemeklerin hazırlanmasından sorumlu aşçı başı ve yardımcıları, sürünün günlük yaşamının vazgeçilmez bir parçasıydı.

Kurt Evi’nin geniş mutfak alanına adım attığımda, -ki burası da ana binanın içindeki geniş bir yer- bir dizi ilginç ve kalabalık figürle karşılaştım. Mutfak, her türlü mutfak aletinin yer aldığı, sıcak bir atmosferle doluydu. Farklı kokular, etrafı sarhoş eden aromalar yayılıyordu. Önü açık ve kollarında beyaz bir önlük olan Aşçı Başı Gordan, mutfakta orkestra şefi gibi dolaşıyordu. Yüksekliği ve gövdesi, her zaman dikkat çeken bir figürdü. Üzerindeki şef ceketinin düğmeleri düzgün bir şekilde iliklenmişti ve kolları sürekli hareket halindeydi. Çizgili gömleği ve siyah şef şapkasının altında, derin odaklanmış gözleri vardı.

Beni bu mis kokular eşliğinde Gordan ile tanışmama sebebiyet veren ise en az benim kadar yemek yemeye düşkün olan Maya olmuştu. Onun sayesinde girdiğim bu mutfakta şimdi yeni yeni üyeler tanımaktaydı.

Gordan, beni gördüğünde yüzünde samimi bir gülümseme belirdi. “Sen Adelia olmalısın hoş geldin!” dedi, sesi derin ve sıcak. Ona gülümsediğinde jestine de güzel sözlerimle karşılık verdim.

Nihayet birbirimizi yavaş yavaş tanımaya başlıyorduk.

Gordan titiz ve de işinde çok usta bir adamdı.

Yanında, onun sağ kolu olan Emily ve Elena gördüğüm kadarıyla Gordan’ın kızlarıydı.

Ve burada sanırım görevler nesilden nesile aktarılan bir şeydi.

Çünkü Lilith de tıpkı annesi gibi sağlıkçıydı.

İki kız kardeş yoğun bir şekilde yemek hazırlıklarına odaklanmışlardı. Emily, kısa saçları ve rahat giysileriyle dikkat çekiyordu. Koyu mavi bir önlük giymişti ve her hareketi organize bir şekilde yapıyordu. Yanında çalışan Elena ise daha genç bir görünüşe sahipti, uzun ve ince yapılıydı. Yalnızca kısa bir süredir bu ekipte çalışıyor gibi görünüyordu ama işleri hızla öğrenmişti.

Emily, bana yaklaşarak “Merhaba Adelia, ben Emily. Gordan’ın sağ koluyum,” dedi, gülümseyerek. “Burada yemeklerin her aşamasında yer alıyoruz. Eğer mutfağa ilgin varsa… Doğru yerdesin!’’

Emily’e gülümsediğimde aynı zamanda da başımı sallamıştım.

O an Elena arkadan çıkarak gülümsemişti.

‘’Bir melezi bu denli yakından hissetmek garip… Yarın düşmen yarın dost…’’

Elena’ya güldüğümde ablası Emily ona dirsek atmaya çalışmıştı.

Gordan ise onları hızlıca omuzlarından itekleyerek uzaklaştırdı benden.

‘’Hadi kızlarım hadi yemek bekleyen koca bir sürü aç kurt var!’’

Gordan’a güldüğümde kızlar çoktan işe başlamıştı. O an Gordan’a dönerek sordum.

‘’Yardım lazım mı?’’

Gordan’ın cevabı ise açıktı.

‘’İdare ediyoruz. Buralar bizden sorulur, emin ol yardım lazım olsa bir çırağım daha olurdu.’’

Gordan’a başımı salladıktan sonra daha fazla üstelememiştim.

Elena, Emily’nin yanında sessizce işlerini yaparken, başını eğip bana hafifçe selam verdi. Ona elimle ufak bir selam verdikten sonra bir adım geri çekildim.

Artık daha fazla ayak bağı olmamalıydım değil mi, üçünün de işleri vardı.

Gordan, bir kenarda sebzeleri doğradığı bir masanın etrafında dolaşırken, Emily’nin işini kısaca anlattı. “Emily, bizim menülerimizi planlıyor ve malzemeleri denetliyor. Lucas ise her tür yemek hazırlığında ve temizlikte yardımcı oluyor. Bu ekip, mutfakta her şeyin yolunda gitmesini sağlıyor.”

Gordan, elindeki bıçakları temiz bir şekilde yerine koyduktan sonra bana döndü. “Mutfakta her şey, planlı ve düzenli olmak zorunda. Seninle tanışmak gerçekten büyük bir keyif. Eğer yemekler hakkında bir ilgin veya sorunun varsa, burası en doğru yer.”

Emily, bir sepet dolusu taze sebze getirirken, kardeşi Elena ona yardım etti.

Emily, sepeti masanın üzerine yerleştirdikten sonra bana dönerek, “Gordan’ın tarifleri genellikle geleneksel ama biz bazen yaratıcı dokunuşlar ekliyoruz. Yani burada çeşitliliğe açığız. Hangi tür yemeklerden hoşlandığını merak ediyorum,” dedi.

Emily’nin söyledikleri üzerine başımı salladım, “Genelde çeşitli mutfaklara ilgi duyuyorum ama özellikle yerel ve sağlıklı beslenme benim için önemli.”

Tanışmanın ardından, Gordan ve ekibi mutfaktaki düzenlerini ve görevlerini anlatmaya devam ettiler. Emily ve Elena’nın birlikte çalışarak her detayı en ince ayrıntısına kadar hallettiklerini görmek, ekip çalışmasının ne kadar önemli olduğunu anlamama yardımcı oldu. Gordan’ın liderliğinde, mutfakta her şeyin düzenli ve sistemli yürütüldüğünü görmek ise gerçekten etkileyiciydi.

Mutfakta geçirdiğim bu süre, Adelia olarak Kurt Evi’nin nasıl işlediğini, herkesin ne kadar özverili olduğunu ve her şeyin titizlikle yürütüldüğünü daha iyi anlamama olanak sağladı. Gordan, Emily ve Elena’nın bu kadar uyum içinde çalışmaları, mutfak işlerinin ne kadar kritik olduğunu ve sürünün ihtiyaçlarını karşılama konusunda ne kadar titiz olduklarını gösterdi.

Nihayet yemek vakti geldiğinde kurulan büyük masada herkes yavaş yavaş yerini almaya başlamıştı.

Tyler ve ben, masanın etrafındaki boş bir alana oturduk. Tyler, bana kahvaltı için birkaç çeşit meyve ve taze ekmek sundu. “İşte, sabahın bu güzel saatlerinde güne enerjik başlamanın en iyi yolu,” dedi gülümseyerek. Ekmeklerin üzerini koyu bal ve çeşitli reçellerle süslediğimizde, bu basit lezzetlerin bile özel bir tat taşıdığını fark ettim.

Kahvaltının en önemli kısmı, bir araya gelmenin ve birlikte vakit geçirmenin verdiği huzurdu. Kurt adam geleneğine göre, bu kahvaltılar sadece yiyeceklerin tüketildiği bir zaman dilimi değil, aynı zamanda topluluk içindeki bağları güçlendirmek ve günlük hayatın zorluklarını bir kenara bırakmak için önemli bir fırsattı.

Alfred, sabahın erken saatlerinde herkesin yanında olarak, geleneksel bir ritüel başlattı. Herkesin dikkatle dinlediği bu ritüelin ardından, Alfred’in sabahın huzurunu yansıtan kısa bir konuşma yapması köydeki birlikteliği pekiştirdi. Onun bilgelik dolu sözleri, günün anlamını ve önemini vurguluyordu.

Kahvaltı boyunca, kahkahalar ve sohbetler arasında kaybolurken, bu anların önemini daha iyi anladım. Kurt adam topluluğu için bu tür geleneksel etkinlikler, sadece bir araya gelmenin ötesinde, aralarındaki güçlü bağları ve ortak hedefleri simgeliyordu. Ve ben, bu sıcak ve samimi atmosferde Tyler’la birlikte olmanın tadını çıkarıyordum.

Kahvaltının sonlarına yaklaşırken, Tyler’la birlikte bir grup oyununa katıldık. Köydeki geleneksel oyunlar, hem eğlenceli hem de topluluğun dayanışmasını güçlendiren etkinliklerdi. Sonrasında, kahvaltının sonunda masaların etrafındaki dolu tabakların yanı sıra, yüzlerde tatmin edici bir gülümseme vardı. Bu anlar, hem köyün geleneğini yaşamak hem de Tyler’la birlikte bu özel deneyimi paylaşmak için harika bir fırsattı.

Son olarak, kahvaltının sonunda köyün meydanında yapılan küçük bir törenle, hep birlikte gelecekteki zorluklara karşı dayanışma sözü verdik. Kahvaltı, köyün geleneklerinin ve topluluk ruhunun ne kadar güçlü olduğunu hatırlatan güzel bir başlangıç olmuştu.

Kahvaltının ardından, güneş yavaşça yükselirken, kahvaltının geride bıraktığı sakin atmosferin yerini hareketli bir enerji aldı. Topluluğun dövüş dersleri için hazırlıkları hızla başlamıştı. Herkes, günü nasıl geçireceğimizin heyecanını hissediyordu. Gözlerim Tyler'ın kararlı adımlarını izlerken, bir yandan da köyün meydanına doğru yöneldik.

Meydanın ortasında, genişçe bir alan açıkça dövüş dersleri için hazırlanmıştı. Duvarda asılı olan çeşitli silahlar, antrenman zilleri, ve koruyucu giysiler, etkinliklerin ciddiyetini yansıtıyordu. Üzerinde kuru toprak ve çimenle kaplı bu geniş alan, dövüş tekniklerini uygulamak için mükemmel bir ortam sunuyordu.

Alfred’in önderliğinde, köyün deneyimli dövüşçüleri, genç yeteneklere dövüş tekniklerini öğretecekti. Alfred, yaşlılık ve bilgelik dolu tavırlarıyla, bize dövüşün sadece fiziksel değil, aynı zamanda stratejik bir zihin oyunu olduğunu hatırlatıyordu. Kendisinin sabırlı ve dikkatli yaklaşımı, eğitim sürecinde bize önemli dersler vermeye hazırlanıyordu.

Tyler ve ben, kalabalığın arasında kendimize yer bulup dövüş derslerinin başlamasını bekledik. Tyler, bana göz kırptığında, dövüş eğitimi konusundaki kararlılığını ve motivasyonunu yansıttı. “Hazır mısın?” diye sordu. Sadece bir gülümseme ile yanıt verdim. Eğitim sırasında her şeyin mümkün olduğuna inanıyordum.

Dersler başladığında, Alfred, dövüşün temellerini anlatan kısa bir konuşma yaptı. Kendisinin derin ses tonu, dikkatli dinlemenin önemini vurguluyordu. “Dövüş, sadece güç değil, aynı zamanda akıl gerektirir,” dedi. “Her hareketinizin arkasında bir strateji olmalı.”

Eğitim sırasında, çeşitli dövüş tekniklerini öğrendik. Önce temel hareketleri, savunma ve saldırı tekniklerini uyguladık. Her bir hareketi, titizlikle ve dikkatle yaptık. Tyler ve diğer dövüşçüler, tek tek bize teknikleri gösterdiler. Kimi zaman kollarımızı, bacaklarımızı, ve dengeyi nasıl kullanacağımızı öğrenirken, kimi zaman da bir dövüşte nasıl stratejik davranacağımızı kavradık.

Tyler, antrenman sırasında bana yardımcı olurken, her hareketin nasıl daha etkili olacağını gösterdi. Birkaç kez, dövüşün temposunu yakalamaya çalışırken, hareketlerimin nasıl geliştirileceğini açıklayan detaylı notlar aldı. Onun yanında olmak, sadece fiziksel olarak değil, zihinsel olarak da gelişmeme yardımcı oluyordu.

Dövüş dersleri sırasında, en zorlu kısımlar, partnerlerle yapılan sparring dövüşleri oldu. İki kişi arasında gerçekleşen bu dövüşler, becerilerimizi gerçek bir ortamda test etme fırsatı sundu. Tyler, bir dövüş partneri olarak benimle birlikte oldukça heyecanlı ve enerjik bir şekilde mücadele ederken, ben de her hareketimi dikkatle uygulamaya çalıştım.

Alfred’in gözlemci rolüyle dövüşleri izlediği ve zaman zaman düzeltmelerde bulunduğu bu anlar, eğitim sürecinin ne kadar detaylı olduğunu gösteriyordu. Eğitimler sırasında, hem zihinsel hem de fiziksel olarak zorluklarla karşılaşırken, topluluğun dayanışması ve destekleyici tavırları, bu zorlukların üstesinden gelmemize yardımcı oluyordu.

Gün boyunca süren bu yoğun eğitim, hem bireysel hem de toplu yeteneklerimizi geliştirmek için önemli bir fırsattı. Dövüş derslerinin sonunda, herkesin yüzünde tatmin edici bir yorgunluk ve başarma hissi vardı. Eğitim, köyün geleneksel dövüş yeteneklerini artırmak ve topluluğun güçlü bir birlikteliğini sağlamak adına başarılı bir şekilde tamamlanmıştı.

Günün ilerleyen saatlerinde, Tyler ile birlikte köyün diğer üyeleriyle sohbet ederken, dövüş derslerinin verdiği deneyimlerin ve bu topluluğun bir parçası olmanın verdiği huzurun tadını çıkarıyorduk. Kurt adam topluluğunun geleneklerini yaşamak ve bu deneyimleri paylaşmak, her bir anın değerini artırıyordu.

Sürüdeki en güçlü kadın, Seraphina…

Wilhelm ile geçirdiğimiz savaşta da etkili bir şekilde sürüyü ve kendisini savunan güçlü bir kurt kızdı.

Onunla tanışmak bana büyük bir onur vermişti.

Tabii bu tartışma sözde kalmayacaktı.

Onunla bir dövüşü hak ettiğimi düşünmekteydim.

Gerçek bir dövüş!

Çünkü kendisi aynı zamanda da Cedric ile dövüş derslerine, ısınmalara ve antrenmanlara eğitmenlik yapmaktaydı. Ve Alfred zamanı kaldıkça tıpkı onlar gibi eğitim sürecini üstlenerek sürüye bazı şeyler öğretmekte idi, tıpkı onların da yaptığı gibi.

SERAPHİNA

Uzun ve kaslı bir yapıya sahip olan Seraphina, güçlü bir aura yayarken genellikle, koyu renkli deri giysiler giyiyordu.

Sarışın ve de küt saçlıydı. Saç rengi ise açıktan ziyade biraz solgundu, parlak olmayan bir renge sahipti. O küt saçın derinliklerinde güç, ego ve de soğukkanlılık yatmaktaydı.

Küt saçlı olmak ona ayrı bir hava katarken gücü, taktikleri ve uygulamaları bunu destekleyici nitelikteydi.

Kızda gerçek bir ego vardı, ego onun kötü bir özelliği değil aynen olması gerektiği bir özelliğiydi.

Bunlar onun dövüş becerilerini ve kararlılığını simgeliyordu işte.

Üzerinde genellikle, geleneksel olarak güç ve cesaret simgeleri taşıyan dövmeler bulunur; bu dövmeler, onun geçmişteki zaferlerinin ve mücadelelerinin izlerini taşırdı.

Seraphina'nın gözleri, tıpkı bir avcı gibi keskin ve dikkatli bakışlara sahipti. Gözlerinin derinliklerinde, yaşadığı mücadelelerin izleri ve topluluğu için yaptığı fedakarlıkların yankıları vardı adeta. Gözlerinin rengi, genellikle sürünün diğer üyeleriyle aynı şekilde, koyu kahverengiydi. Ancak, bu gözlerdeki kararlılık ve azim, onu diğerlerinden ayıran en belirgin özelliği olmuştu.

Onun fiziksel yapısı, güçlü kasları ve çevik hareketleri, onu hem dövüşlerde hem de avcılıkta eşsiz bir yetenek haline getirdi.

Seraphina, özellikle yakın dövüş tekniklerinde usta olup birçok dövüş tekniğini hem stratejik hem de uygulayıcı olarak mükemmel bir şekilde kullanabiliyordu.

Onun dövüş yetenekleri, sadece güce dayalı değil, aynı zamanda çeviklik ve strateji gerektiren hareketlerle de destekleniyordu.

Bana anlatılan tam olarak buydu.

Ve ben bu güçlü imajlı kadın ile…

Bir kez dövüşmek istiyordum.

Ciddi bir şekilde!

Güneş, ormanın derinliklerinde ince bir ışık hüzmesi olarak süzülüyordu. Ağır bir sessizlik, çam ağaçlarının arasına yerleşmişti, yalnızca rüzgarın yapraklarda yarattığı hafif hışırtı duyuluyordu. Ben, gözlerimi Seraphina'nın güçlü bakışlarından ayırmadan, sıkıca kavradığım kazığa odaklanmıştım. Karşımdaki kadın, tüyleri gümüşten oluşan, duruşuyla bir aslanı andıran, etrafındaki her şeyin ağırlığını hisseden bir varlık gibiydi.

Seraphina, sürüdeki en güçlü kadın olarak tanınıyordu ve bu ünü kesinlikle boşuna değildi. Bunu anlamak için sadece bir bakış yetiyordu. Öne doğru eğilmiş, vücudu gerilmiş ve kasları gergin durumda duruyordu. İki kazığın matlığı, aniden ortaya çıkan güneş ışınlarıyla dans ediyordu. İkinci bir bakışta onun bu dövüş için hazır olduğunu anladım; bu, sadece bir düello değil, aynı zamanda iki güç arasında bir savaş, bir egemenlik mücadelesiydi.

Dudaklarımda bir gülümseme belirdi. Bu, gerilimin verdiği bir gülümseme değil, bir meydan okuma, bir cesaret ifadesiydi. Seraphina'nın gözleri, içindeki ateşi ve öfkeyi tamamen açığa çıkarıyordu. Bu gözler bana, mücadelenin sadece teknik değil, aynı zamanda psikolojik bir savaş olduğunu hatırlatıyordu.

"Dikkatli ol, Adelia," diye fısıldadı Seraphina, sesi derin ve titrek bir tehdit taşıyordu. Sözleri, benim üzerimdeki baskıyı daha da artırmıştı, ancak bu tür zorluklar, beni korkutmaktan ziyade, savaşma arzusunu artırıyordu. "Bu dövüşte seni küçümsemek istemiyorum. Ama şunu bilmelisin ki, bu gece senin için sona eren bir şey olacak."

Kazığı bir kenara koyarak, ikili savaş pozisyonuna geçtik. Elimden çıkan her bir hareket, titreyen kaslarımın ve derin nefeslerimin neticesiydi. Her adım, her hareket, dengeyi ve gücü korumak için düşünülmüş bir stratejiyle tasarlanmıştı.

Seraphina, ani bir hamleyle bana doğru fırladı; kazığın matlığı havada parlıyor, her şey sanki bir film şeridi gibi yavaşlıyor gibiydi. Hareketlerine yanıt vermek için hemen reflekslerimi kullandım.

Kazığımı havaya kaldırdığımda iki tahta kazık büyük bir güçle çarpışmıştı.

"Bir adım daha yaklaş," dedi Seraphina, sesinde bir tehdit ve kesinlik vardı. Kazığını hızlı bir şekilde savurdu.

Her darbesi bir rüzgar gibi, çevremdeki havayı titretiyordu. Her karşılaşma, her kıvılcım, bu mücadelenin ne kadar acımasız ve kararlı olduğunu bana gösteriyordu.

Nefeslerim hızlanmıştı, kalbim, göğsümde hızlı ve güçlü bir şekilde çarpıyordu. Bu savaş, sadece fiziksel bir mücadele değil, aynı zamanda ruhsal bir meydan okuma da olmuştu. Seraphina'nın her darbesi, direncimi test ediyor, cesaretimi ve kararlılığımı sorguluyordu. Ama ben, içimdeki ateşi ve kararlılığı sonuna kadar kullanmaya kararlıydım.

Seraphina'nın kazığı bir an boşluğa gittiğinde, bunu fırsat bilip hızla karşı atağa geçtim. Kazığımın mat parıltısı, atağın ışıltısıyla kamaşıyor gibiydi.

Bu atak, doğru zamanlamayla yapılmış bir hamleydi; ama Seraphina'nın gözleri, bir avcınınki gibi keskin ve tetikteydi.

Kazıkla arasında geçen bu kanlı mücadele, neredeyse bir dans gibi olmuştu; her hareket, her darbe, her karşılık veriş, bir uyum içinde gerçekleşiyordu. Seraphina'nın gözleri, savaşın ortasında hala kararlıydı. Her darbesinde, bana kendi sınırlarımı test etme fırsatı veriyordu. Ben de, ona olan tüm gücümü ve direncimi sunarak, mücadeleyi sürdürüyordum.

Savaşın sonlarına doğru her ikimiz de tükenmiş ve yorgun düşmüştük. Kazıklarımızı indirdiğimizde, Seraphina'nın gözlerinde saygı vardı. Bir an için, aramızda karşılıklı bir anlayış ve kabullenme olduğunu hissettim. Bu düello, sadece bir güç gösterisi değil, aynı zamanda bir öğrenme ve kabul etme anı olmuştu.

Seraphina'nın güçlü bir duruşu vardı ve bu düello, onun gücünü ve yeteneklerini bana bir kez daha kanıtlamıştı. Sonunda, yorgun ama tatmin olmuş bir şekilde, bu savaşın bizim için ne kadar anlamlı olduğunu ve sadece bir dövüşten daha fazlası olduğunu anladım. Bu, hem fiziksel hem de ruhsal bir meydan okuma, bir yolculuk olmuştu.

Ama yine de bu mücadele burada bitmemişti.

Birkaç saniyelik bir duraklama döneminin ardından tekrar atağa geçmiştik her ikimiz de!

Seraphina elindeki kazığı yere fırlattığında bir kez daha meydan okudu.

Bilek gücüne karşılık bilek gücü!

Artık sadece yumruklar konuşacaktı!

Seraphina'nın yüzündeki tatminsizlik, bu mücadelenin henüz sona ermediğini açıkça belli ediyordu. Elindeki kazığı yere fırlattığında, ağaçların arasında karanlık bir yankı halinde yayıldı. Kazığın yere düşmesiyle beraber, gözlerimizdeki dikkat keskinleşti. Şimdi bilek gücünün ötesinde, sadece yumrukların konuşacağı bir savaşın eşiğindeydik.

Seraphina, eldivensiz avuçlarını açarak ve kollarını kasarak, bu yeni meydan okumayı kabul ettiğini belirtti. Gözleri, savaşın sadece fiziksel değil, aynı zamanda mental bir sınav olduğunu ortaya koyuyordu. Her bir kası gerilmiş, her bir kası irade ve azimle dolmuştu. O an, rakibin yalnızca teknik yeteneği değil, içsel gücü ve kararlılığı da sınanacaktı.

Yumruklarımızı sıkıca kavrayarak, birbirimize doğru adım adım yaklaşırken her kasımızı hissetmeye başladım. Vücudumun her bir parçası, bu dövüşün ciddiyetini yansıtıyordu. Seraphina'nın gözlerindeki ateş, mücadelenin sadece bir fiziksel savaş değil, aynı zamanda kişisel bir meydan okuma olduğunu hissettiriyordu. O anki sessizlik, her şeyin bir anda patlayacağı anı bekleyen bir gerginlik taşıyordu.

İlk hamle, Seraphina'dan geldi. Yumruğu havada hızlıca hareket ederken, havada bir çizgi bırakıyordu. Yumruğu hedefine doğru ilerlerken, havadan gelen hız ve kuvvet, benim için bir uyarı işaretiydi. Yumruğu hızla karşılayarak, vücudumun her bir kasını kullanarak direndim. Yumruğunun gücü, adeta bir çığ gibi üzerime geldi ve vücudumun kaslarını gerdi. Her bir darbe, vücudumda bir titreşim yarattı. Yüksek enerjinin ve gücün verdiği sarsıntıyı hissettim. Ama buna rağmen, ben de karşılık vermek için tüm gücümü kullandım.

Yumruklarımızın çarpışması, havada bir patlama yarattı ve etrafımızda bir toz bulutu oluştu. Bu an, sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir mücadeleydi. Karşılıklı olarak verdiğimiz her darbe, birbirimizin sınırlarını zorlayarak, güç ve kararlılığı test ediyordu. Seraphina'nın gözlerindeki kararlılık ve irade, her darbesinde daha da belirginleşiyordu. Kolları, kaslı ve güçlü bir şekilde hareket ederken, benim de aynı şekilde direnç göstermem gerekiyordu.

Bu savaş, sadece fiziksel bir mücadele değil, aynı zamanda iki rakibin güçlerini ve kararlılıklarını test etme yolculuğuydu. Her yumruk, her darbe, bu mücadelenin ciddiyetini ve zorluğunu ortaya koyuyordu. Seraphina'nın her hamlesinde, gücünün ve azminin derinliğini hissettim. Onun karşısında, kendi gücümü ve dayanıklılığımı da test ediyordum.

Yumruklarımızın her çarpışması, birer test ve meydan okuma halindeydi. Etrafımızdaki orman, bu mücadelenin yankılarını taşıyor, ağaçlar ve yapraklar, her darbenin etkisiyle titriyordu. Bu anın ortasında, sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir savaşın ortasında bulunuyorduk. Her hareket, her darbe, bizim içsel gücümüzü ve kararlılığımızı test ediyordu.

Seraphina'nın her hamlesinde, onun kararlılığı ve güç kapasitesi daha da belirginleşti. Kollarındaki kaslar, mücadelenin yoğunluğunu yansıtıyor, her darbe, vücudumda derin bir etki yaratıyordu. Ben de, tüm gücümü ve direncimi kullanarak, her darbe ve her hamleye karşılık vermeye çalışıyordum.

Bu mücadelenin sonunda, ne olursa olsun, ikimizin de sınırlarını zorladığı ve kararlılığını test ettiği bir anı yaşıyorduk. Seraphina'nın gözlerindeki ateş, mücadelenin henüz sona ermediğini ve bu savaşın bizim için ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyordu. Bu, sadece bir dövüş değil, aynı zamanda bir öğrenme ve gelişim fırsatıydı. Mücadelenin sonuna yaklaştığımızda, birbirimizin gücünü ve kararlılığını daha iyi anlamıştık.

AKŞAM YEMEĞİ HAZIRLIKLARI

Seraphina’nın gözlerinde beliren kararlılık, mücadelenin sonuna yaklaştığımızı belirtiyordu. Her darbe ikimiz için de derin bir yankı yaratıyordu. Tüm enerjimizi ve gücümüzü ortaya koyarak, birer savaşçı gibi savaşıyorduk. Şimdi de bu dövüşün finaline yaklaşmıştık.

Seraphina, tüm gücünü kullanarak son bir hamle yaptı. Yumruğunu hızla ve kararlı bir şekilde havaya kaldırdı, sanki bu hareketle tüm gücünü ortaya koyuyordu. Bu an, son hamlenin ve mücadelenin zirve noktasıydı. Yüzümdeki ter damlacıkları, bu savaşın ne kadar yoğun geçtiğini anlatıyordu. Her kasım, her sinirim, bu anın getirdiği zorluğu hissediyordu.

Ben de tüm gücümü kullanarak karşılık verdim. Yumruğumu hızla hareket ettirirken, vücudumun her bir kasını en üst düzeyde kullanarak Seraphina’nın darbesine karşı koydum. Bu hamlede, fiziksel gücün yanı sıra, içsel gücümü ve kararlılığımı da ortaya koyuyordum. Yumruklarımızın çarpışması, havada bir patlama yarattı ve etrafımızdaki hava sarsıldı. Gözlerim, Seraphina’nın gözlerindeki kararlılığı gördü ve bu anın ne kadar önemli olduğunu hissettim.

Seraphina’nın çenesi titredi ve yumruğu geri çekildiğinde, vücudu iyice yorgun görünüyordu. Şimdi, bu savaşın sonuna yaklaşıyorduk. Her darbe, her hareket, bu mücadelenin ciddiyetini ve zorluğunu daha da belirgin hale getiriyordu. Ama ben, bu son hamlede, tüm gücümü kullanarak Seraphina’yı yere sermeyi başardım. Yumruğumun etkisiyle Seraphina yere düştü, gözlerinde bir yorgunluk ve şaşkınlık belirdi.

Gözlerim, Seraphina’nın yere düşüşünü izlerken, bu mücadelenin sonucunun geldiğini hissettim. Vücudumdaki yorgunluk, yavaşça yerini bir tatmin ve rahatlamaya bırakmıştı. Seraphina’nın gözleri, mücadeleye olan kararlılığını yitirmeden, hala bana bakıyordu. Onun yere düşmesiyle birlikte, bu mücadelenin kazananı olduğumu kabul etmiştim.

Seraphina, yerde yatan vücuduyla bana bakarken, derin bir nefes aldım. Yumruklarımı sıktım ve başımı eğerek, bu mücadelenin sonucunu kabullenmeye başladım. Seraphina’nın gözlerindeki kararlılık, bu mücadelenin sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir sınav olduğunu gösteriyordu. Onun bu anı nasıl kabulleneceğini merak ederken, kendi gücümü ve dayanıklılığımı da sorgulamaya başladım.

Savaşın sona erdiği bu an, hem bir zafer hem de bir öğrenme fırsatıydı. Seraphina’nın karşısında, kendi gücümü ve kararlılığımı test etmiş, bu süreçte birçok şeyi öğrenmiştim. Gözlerimiz, birbirimizin gücünü ve kararlılığını daha iyi anlamıştı. Mücadelenin sonunda, sadece fiziksel değil, aynı zamanda ruhsal bir zafer de kazanmıştım.

Seraphina’nın gözlerinde, mücadelenin sonucu olarak bir kabullenme ifadesi belirdi. Başını hafifçe eğdiğinde, ben de ona yaklaşarak elimi uzattım. “İyi savaş,” dedim. “Bu gerçekten zorlu bir mücadeleydi.”

Seraphina, elimi kabul ederek, yavaşça ayağa kalktı. Yüzünde yorgun ama tatmin olmuş bir ifade vardı. “Sen de iyisin,” dedi. “Bu dövüş, gerçekten yeteneklerimizi ve kararlılığımızı test etti. Tebrikler.”

Bu anın ardından, etrafımızda toplanan sürü üyeleri, bize alkış ve tebrikler sundu. Seraphina ve ben, bu mücadelenin sonrasında bir anlayış ve kabullenme içinde, birbirimize bakarak başımızı salladık. Bu dövüş, sadece bir rakibi yenmek değil, aynı zamanda kendi sınırlarımızı zorlamak ve yeni bir anlayışa ulaşmak anlamına geliyordu. Bu mücadelenin sonunda, hem Seraphina hem de ben, yeni bir güç ve kararlılık kazandık.

Dövüşlerin devam ettiği bu yoğun atmosferde, herkesin enerjisi ve kararlılığı zirveye ulaşmıştı. Seraphina'nın yenilgisinin ardından, diğer dövüşçüler kendilerini hazır ve istekli bir şekilde gösteriyorlardı. Bu an, sadece bireysel yetenekleri değil, aynı zamanda sürü içindeki dinamikleri ve rekabeti de ortaya koyuyordu.

Lucas, Seraphina’nın yenilgisinin ardından biraz dinlenmiş ve kendini toparlamıştı. Şimdi, karşısında Elliot’u görüyordu. Elliot’un belirgin kas yapısı ve kendine güveni, Lucas’ın gözlerinde bir belirti bırakıyordu. İkisi arasındaki çekişme, bir tür ateşle yoğrulmuş bir savaş gibiydi. Lucas’ın adımları, hızlı ve keskin, Elliot’un ise güçlü ve dengeliydi.

Dövüş başladığında, Lucas’ın hızı ve çevikliği Elliot’un güçlü darbelere karşı koymasını zorlaştırıyordu. Lucas, adeta bir rüzgar gibi hareket ederken, Elliot her darbe karşısında savunma ve karşılık vermek için elinden geleni yapıyordu. Lucas’ın karnına yediği bir darbe, onu birkaç adım geri attı, ama hemen toparlanarak karşılık verdi. Dövüş, her iki savaşçının da sınırlarını zorladığı anlarla doluydu.

Lilith ve Maya arasındaki dövüş ise, hem fiziksel hem de ruhsal bir mücadeleye dönüştü. Lilith’in zarif ama etkili hareketleri, Maya’nın güçlü ve agresif darbelere karşı koymasını zorlaştırıyordu. Maya, her darbede gücünü ve direncini ortaya koyarken, Lilith’in stratejik hareketleri ona karşılık vermede etkili oluyordu.

Maya’nın gücü ve Lilith’in çevikliği arasındaki denge, dövüşü oldukça heyecanlı hale getiriyordu. Lilith’in hızlı ve hesaplı saldırıları, Maya’nın enerjisini tüketirken, Maya’nın güçlü darbeleri Lilith’i yorgun düşürüyordu. Sonunda, Lilith’in zekice bir manevrası, Maya’nın güçlü savunmasını aşarak dövüşün galibi olmasını sağladı. Maya, dövüşün sonunda Lilith’e saygı göstererek başını eğdi ve Lilith de ona gülümseyerek karşılık verdi.

Dövüşlerin ardından, herkes yorgun ama tatmin olmuş bir şekilde toplandı. Her birey, hem fiziksel hem de ruhsal olarak sınırlarını zorlamış ve bu süreçte önemli dersler öğrenmişti.

Dövüşler, sadece bireysel yetenekleri değil, aynı zamanda sürü içindeki güç dinamiklerini ve ilişkileri de test etmişti. Her birey, dövüşler sırasında kendini ve yeteneklerini daha iyi tanıma fırsatı bulmuştu.

Bu dövüşler, fiziksel bir mücadelenin ötesinde, her bireyin karakterinin ve ruhsal gücünün de test edildiği anlar olarak kaydedildi. Bu anlar, hem kişisel hem de toplumsal düzeyde büyük bir anlam taşıyor, sürü içindeki dengeyi ve güç dinamiklerini belirliyordu.

Akşam yaklaştığında, herkes kendi yorgunluklarına ve zaferlerine odaklanmıştı. Sürü üyeleri, dövüşlerin ardından aralarındaki bağı ve saygıyı daha da güçlendirmişti. Savaşçılar, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde büyük bir anlayış ve bağ kurmuş, bu dövüşlerin sadece bir mücadele değil, aynı zamanda bir öğrenme ve gelişim süreci olduğunu anlamışlardı.

Sonunda, hem bedensel hem de ruhsal bir tatmin ile dövüşlerin sonuna geldiklerinde, sürü içindeki ilişkilere ve güç dinamiklerine dair yeni bir anlayışa sahip olmuşlardı. Savaşçıların yüzleri, yorgunluk ve zaferin izlerini taşıyor, ama aynı zamanda bir bağlılık ve güç simgesi olarak parlıyordu.

Akşamın alacakaranlığı çökmeye başladığında, ormanın derinliklerindeki bu yerleşim yeri geceye uygun bir atmosferle donatıldı. Ahşap bungalovların ve köşkün etrafında, dövüşlerin ardından yorgun düşmüş ama umut dolu olan sürü üyeleri için geleneksel bir akşam yemeği hazırlığı başladı. Sürü, yemek için bir araya gelirken, geleneksel kurt geleneği ile yemeğin hazırlanışı da büyük bir özenle yapılıyordu.

Masalar, büyük ahşap masalar ve çevresine yerleştirilen sandalyelerle donatıldı. Üzerlerinde, taze ve yerel olarak temin edilmiş yiyecekler yer alıyordu. Masanın ortasında büyükçe bir odun ateşi yanıyordu, bu ateş hem yemeklerin pişirilmesi hem de sıcak bir atmosfer oluşturulması için kullanılıyordu. Etrafta, odun kütükleri üzerinde etler, sebzeler ve çeşitli baharatlar hazırlanıyordu.

Menüde ise…

Kızarmış av eti, yerel sebzeler, taze mısır ekmekler, büyük bir kazanda pişirilmiş akşamın çorbası, ve de tatlı.

Günün çorbası ve de tatlısı büyük bir sürprizdi.

Geniş bir şişe geçirilen, ormanın derinliklerinden avlanmış ve özenle pişirilmiş büyük bir geyik, açık ateş üzerinde kızartılıyordu. Et, baharatlarla zenginleştirilmiş ve yoğun bir şekilde tütsülenmişti. Kızarmış etin üstü, çıtır çıtır bir kabuk oluşturmuş, içi ise sulu ve yumuşak kalmıştı.

Hayvanlar sürüdeki gözlemciler ve avcılar tarafından avlanıyordu. Söz arasında geçmişti. Bu avcılardan biri aynı zamanda Lilith’in babasıydı. Adı... Ryan evet!

Av etinin hazırlanmasının ardından patatesler, havuçlar, tatlı patatesler ve çeşitli kök sebzeler, ateşin yanındaki büyük bir tencerede pişiriliyordu. Sebzeler, otlar ve baharatlarla tatlandırılmış, ardından odun ateşinde yavaşça pişirilmişti. Sebzelerin doğal tatları, yemeğe zengin bir lezzet katıyordu.

Kızarmış ekmekler ve mısır ekmekleri, ateşin etrafında pişirilmişti. Taze, sıcak ve çıtır ekmekler, ana yemeklerin yanında mükemmel bir tamamlayıcı olmuştu. Mısır ekmeği, tatlı ve tuzlu bir karışımla hazırlanmıştı.

Büyük bir kazan içinde pişirilen çorba, et suyu ve sebzelerle zenginleştirilmişti. Çorba, yoğun bir aroma ve lezzet profiline sahipti, üzerine taze otlar serpiştirilmişti.

Akşam yemeğinin sonunda, tatlı olarak çeşitli meyve türlerinden yapılmış bir tatlı servise sunuldu. Ormandan toplanan meyveler, şekerle tatlandırılmış ve taze olarak hazırlanmıştı.

Yemek masası etrafında, tüm sürü üyeleri, dövüşlerin ardından aralarındaki bağları güçlendirmek ve kazandıkları zaferleri kutlamak için toplandı. Alfred ve diğer yaşlılar, masanın başında yerlerini almıştı. Geleneksel bir kurallar çerçevesinde, yaşlılar ve liderler önce yemeklerini yedi. Ardından, diğerleri sofraya oturdu.

Yemeklerin servisi sırasında, herkesin yüzünde yorgunluk ve mutluluğun karışımı bir ifade vardı. Çatlak ve huzurlu bir ortamda, dövüşlerin getirdiği gerilimler yavaş yavaş yerini huzura ve rahatlamaya bırakıyordu.

BİR AKŞAM YEMEĞİ

Güneşin son ışıkları yavaşça gökyüzünden çekilirken, Alfred'in sesi, topluluğun dikkatini çekti. “Sürü arkadaşlarım,” dedi, “Bugün, birlikte geçirdiğimiz bu özel akşamı kutlamak için toplandık. Geleneklerimizi yaşatmanın, bir arada olmanın kıymetini bilerek bu yemeği paylaşacağız.”

Bu sözlerle birlikte, yemek servisi başladı. Masalara servis edilen kızarmış et, pişirilmiş sebzeler ve çorbalar, yemeklerin tatlarını tüm topluluğa sunmuştu.

Sadece bu yemek masalarında olabildiğince yakın olabildiğim Tyler’ın yanına oturduğumda hemen ardımıza Lucas ve Maya da yerleşmişti. Maya’nın bakışları Lucas da ve bende iken mutluydu ama iş Tyler’a geldiğinde Maya’nın yüzünde bir burukluk oluşmaktaydı.

Bu da bir gün atlatılırdı ya?

Maya, Lilith ve Lucas, sohbet ederken yemeklerin tadına bakıyorlardı. Herkes, büyük bir iştahla yemeğe başladığında ben de tabağımdan iştahla bir parça alarak ağzıma attım.

Nefis!

Alfred, yemek başlamadan önce, geleneksel bir dua okumayı ihmal etmedi. “Doğanın bize sunduğu bu nimetler için teşekkür ediyoruz,” dedi. “Bu akşam, dostluğumuzu ve birliğimizi kutlamak için bir aradayız. Geleneklerimizi yaşatmak, geçmişin hatıralarını yaşamak için buradayız.”

Dua, huzur ve saygı dolu bir sessizlikle dinlendi. Alfred’in sesi, bir nehir gibi akarken, herkes derin bir iç çekti ve dualarını içtenlikle kabul etti.

Yemeklerin tadına bakılırken, sürü üyeleri arasında sohbetler başlamıştı. Tyler, yanıma oturduğunda, günün detayları hakkında konuşmaya başladık.

Herkes gibi o da Seraphina’ya karşı olan bu başarımı nazikçe tebrik etmiş ve de kutlamıştı.

Dövüşte çok iyi olduğumu belirttiğinde yüzümde bir gülümseme gözlerimde ise bir parlama belirdi.

Tabii ki de öyleydim Tyler, benden başka ne bekleyebilirdin ki?

Pes edip kaybetmemi mi?

Lilith, Maya ve Lucas, akşam yemeğinin bu sürecinde tıpkı bizim gibi dövüş antrenmanlarının detaylarını ve geliştirdikleri stratejileri tartışıyordu. Alfred, zaman zaman konuşmalara dahil olarak eski zamanlardan ve geleneklerden bahsediyordu.

Alfred, yaşlılık ve deneyim dolu bir bilgelikle topluluğa liderlik ederken, gençlerin kıymetini ve geleneklere olan bağlılıklarını hatırlatıyordu. “Sizler geleceğin umutlarısınız,” dedi Alfred,

“Güçlü ve cesur, ama aynı zamanda geçmişin derslerine de saygı göstermeniz gerekiyor.” Ve bir kez daha uyarırcasına!

Akşam yemeği sona erdiğinde, herkesin yüzünde tatmin edici bir gülümseme vardı. Dövüşlerin yorgunluğu, geleneksel yemeğin sıcaklığı ve samimiyetiyle hafifletilmişti. Sürü üyeleri, bir arada olmanın, paylaşılan anların ve geleneklerin önemini yeniden anlamışlardı. Geleneksel bir akşam yemeği, sadece bir yemek değil, aynı zamanda birlik ve dayanışmanın bir simgesiydi. Bu yemeğin ardından, sürü üyeleri arasındaki bağlar daha da güçlenmişti ve her biri, bu akşamın anılarını hafızalarına kazıyarak geceyi huzur içinde geçirmişti.

Yemeklerin ardından, herkes bir araya gelerek, geleneksel bir ritüel olarak küçük bir ateşin etrafında toplandı. Bu ritüel, birlikteliğin ve topluluğun gücünün bir sembolü olarak yapılıyordu. Alfred, topluluğa son bir konuşma yaparak, bu anların değerini vurguladı ve geleneklerin önemini hatırlattı.

Ateşin etrafında toplanan sürü üyeleri, birlikte geçirilen bu özel anların huzurunu ve tatmini yaşadılar. Akşam yemeği, sadece bir yemek değil, aynı zamanda topluluğun birliğini ve dayanışmasını kutlamak için yapılan önemli bir gelenekti.

Ateşin çevresinde otururken, konuşmalar yavaş yavaş yemek hazırlıklarından ve dövüşlerden, gelecekteki planlara ve stratejilere kaymıştı. Gündemin bu önemli kısmı, bir sonraki adımların belirlenmesi ve tüm sürünün nasıl ilerleyeceğine dair konuşmaları içeriyordu.

Thomas kalabalıkta öne çıkıp ‘’Yarın toplantımız var.’’ Diyerek söze girdiğinde pür dikkat hepimiz gözlerimizi ona çevirdik.

‘’Sabah kahvaltının ardından toplanacağız. Brad, Seraphina, Tyler, Adelia, Theo ve de Alfred. Toplantı salonunda hazır olun lütfen diğerleri ise günlük işlerine devam edebilir.’’

Ateşin etrafında sessizlik hakim olduğunda Thomas çekilmiş ve bizleri de kendi haline bırakmıştı.

Ateşin etrafındaki kurt adamların yavaş yavaş dağılmaları sonucu biz de kamp ateşi alanından ayrılmış ve bungalovlara dağılmıştık.

Yarın yeni bir gündü.

Yarın Nina hakkındaki stratejileri konuşacağımız ilk toplantı ve de ilk gündü.

Ama en garibi de toplantı da diğerlerinin -Lilith’in, Maya’nın, Lucas’ın ve de Elliot’un- dışarıda kalışıydı. Ve Theo diye birisinin de varlığı!..

Sabahın ihtişamlı görüntüsü kahvaltı masasındaki yerini alırken sürü yavaş yavaş masada toplanmıştı.

Gün güzeldi, güneş de öyle.

Kötü olan bir şey varsa o da şehrimizdeki Nina sorunuydu.

Kahvaltı sonrası toplantı salonunda toplanışın ardından Alfred ve gerçek lider Thomas; geniş bir ahşap masanın etrafında toplandı. Masanın üzerinde, haritalar, notlar ve çeşitli dokümanlar yer alıyordu. Toplantı, stratejik planlamadan çok daha fazlasını içeriyordu; aynı zamanda sürünün birlikteliği ve gelecekteki tehlikelerle başa çıkma yolları da konuşulacaktı.

Thomas masanın başında yerini aldı ve topluluğun dikkatini çekmek için sesini yükseltti. “Bu akşam, yalnızca bir arada olmanın keyfini çıkarmadık, aynı zamanda geleceğe yönelik önemli adımlar atmak zorundayız. Sürünün güvenliği ve başarısı için bazı kararlar almamız gerekiyor.”

Tyler ile birlikte dikkatle tıpkı diğerleri gibi Thomas’ı dinlerken o kararlılığını ortaya koymaya devam etmişti.

“Şimdi, önümüzdeki dönemde karşılaşabileceğimiz tehlikeleri değerlendirelim,” dedi Thomas. “Her şeyden önce, Nina’nın faaliyetleri hakkında daha fazla bilgi edinmemiz gerekiyor. Onun planlarını ve hedeflerini anlamadan önce, ne tür önlemler almamız gerektiğini bilmemiz zor.”

Seraphina, masanın yanındaki yerinde notlarını karıştırarak konuşmaya başladı. ‘’Başkanın ölümü ile seçimler başladı. Ve görülüyor ki gelenek değişmiş, hiçbir meclis üyesi aday değil. Haberlerde adayın varlığı bilinmese de durum bu. Yeni başkan ortaya çıktığı an asıl planlarımızı konuşabileceğimiz zaman gelecek.’’

Thomas onu başıyla onayladığında yüzünde değişik bir ifade vardı.

Asla gizlenemeyen bir duygu…

Takdir eden bir ifade vardı!

Gülümsesem de anı bozmamıştım.

Thomas Seraphina’yı dikkatle dinlerken biz de aynı şeyi yaptık.

Bu sırada Theo denen kişi Alfred’in yanında tamamen sessizdi. Ve tek yapığı şey toplantıyı not alışıydı.

Belki de bu onun göreviydi bilmiyordum.

Öğrenmek için ise sadece biraz zaman gerekmekteydi.

Yani bir süre daha beklemek, belki de toplantı bitimini beklemek.

‘’Nina vampirlerin lideri oldu ki çalınan hayatını ödetmek istercesine sadece intikam duygusuyla hareket ederek masumlara saldırıyor. Vampirler onun himayesinde daha da vampir. En azından Wilhelm’in başkan ile bir antlaşması olduğunu düşünmekteyim. Ama şimdi o Nina tarafından öldürüldüğüne göre… Yeni devir çok yakın ve bu da şehrin fazlasıyla tehlikede olduğunu işaret ediyor, vampir ırkı yüceliğini ortaya koymak için adımını attığında, insanlar insan olmaktan çıkacaktır!’’ Seraphina, ciddiliğinden hiçbir zaman ödün vermeyerek uzunca yaptığı bu konuşmasıyla.

Thomas, Seraphina’nın belirttiği noktaları değerlendirerek konuşmasına devam etti. “Seraphina’nın söyledikleri çok doğru. Nina’nın liderliği altındaki vampirler, her zamankinden daha tehlikeli hale gelmiş durumda. Onun intikam arzusu, tüm şehri tehdit eden bir ateş yakıyor. Şimdi, bu durumla başa çıkmak için nasıl bir strateji izlememiz gerektiğini belirlemeliyiz.”

Alfred, masanın başında sessiz bir gözlemci olarak, bu kritik tartışmayı izliyor gibiydi. Dikkatli bir şekilde Thomas’ı dinlerken, zaman zaman not alıyor, zaman zaman da derin düşüncelere dalıyordu.

Seraphina, notlarına göz atarken, söylediklerinin etkisini hissettirmeye çalıştı. “Başkanın ölümü ile seçimler başlamış olabilir. Ancak, yeni bir başkanın kim olacağı belirsizliğini koruyor. Yeni başkan belirlendiğinde, onunla yapacağımız görüşmeler, planlarımızın geleceği için belirleyici olacak. Şu anda, şehirdeki durumun karmaşıklığını göz önünde bulundurarak hareket etmeliyiz.”

Thomas, başını sallayarak onayladı. “Bu, kesinlikle önemli bir nokta. Nina’nın liderliğindeki vampirlerin artan saldırıları, acil bir yanıt gerektiriyor. Ancak, yeni başkanın ortaya çıkmasını beklemek zorundayız. Bu süreçte, mevcut durumla başa çıkmak için elimizdeki kaynakları en verimli şekilde kullanalım.’’

Toplantının ilerleyen dakikalarında, Seraphina’nın söyledikleri üzerine konuşmalar derinleşti.

Brad, kaşlarını çatarak ekledi, “Eğer Nina daha da güçlenmişse, diğer vampirler üzerindeki etkisi de artacaktır. Bu durumda, yalnızca kendimizi korumakla kalmamalıyız, aynı zamanda diğerlerini de bu işe katarak hareket etmeliyiz.’’

Thomas, tüm önerileri dinledikten sonra ciddi bir ifade ile konuştu. “Herkesin katkısı çok değerli. Şimdi, elimizdeki bilgileri birleştirerek bir yol haritası oluşturmalıyız. Nina’nın liderliği altındaki vampirlerin artan tehditlerine karşı, hem savunma hem de saldırı stratejilerimizi belirlemeliyiz. Şehrin güvenliğini sağlamak ve olası tehlikelere karşı hazırlıklı olmak, önceliğimiz olacak.”

Alfred, bir süre düşündükten sonra, toplantının sonuçlarına dair görüşlerini belirtti. “Geleneklerin ve bilgeliğin ışığında, bu stratejiyi uygulamak için kararlı bir şekilde ilerlemeliyiz. Hem iç hem de dış tehditlere karşı hazırlıklı olmak, sürümüzün ve şehrin güvenliği için kritik öneme sahip. Şimdi, belirlediğimiz planları uygulamak ve tüm sürüyle koordineli hareket etmek zorundayız.”

Herkes bu sözleri dinleyip onayladıktan sonra toplantının sonlarına doğru gelmiştik. Kararların alınmasıyla birlikte, herkes kendi görevlerine dönecekti. Tyler ve ben ise, Thomas ile bir süre daha konuşacaktık.

Bu yoğun ve kritik toplantı, sürünün gelecekteki hareketlerinin temellerini attı. Artık, hem içsel hem de dışsal tehditlere karşı dikkatli ve hazırlıklı olmak, hepimizin ortak hedefiydi.

Bir süreliğine içeriye dolan sessizlik içinde Tyler ve ben, Thomas’ın etrafındaki dağınık belgelerin ve haritaların arasında, onun dikkatle çalıştığı masanın etrafında toplandık. Thomas, gergin bir şekilde birkaç belgeyi karıştırırken, gözleri derin bir düşüncenin izlerini taşıyordu. İçsel bir kavga, nehrin akıntısı gibi Thomas’ın üzerinde belirginleşiyordu. Tyler ve ben, endişeyle gözlerini Thomas’ın yüzüne dikmişken, onun karanlık ve derin bakışları, şehirdeki tehditlerin ağırlığını hissettiriyordu.

Loading...
0%