Yeni Üyelik
160.
Bölüm

S6B10

@selinayeda_x

Wilhelm, gölgelerin ardında gizlenmiş bir avcı gibi, Tyler’ın her adımını takip ediyordu. Yıllarca süren bir kin ve öfke, içindeki karanlığı derinleştirmişti. Tyler’ın varlığı, Wilhelm’in damarlarında dolaşan intikam ateşini daha da körüklemişti. Onun şehirdeki her hareketini izlemek, Wilhelm için bir zorunluluk haline gelmişti; çünkü bu düşmanlık, yalnızca kişisel değildi, ailelerinin kanına kadar inen eski bir hesaplaşmanın yansımasıydı.

Tyler henüz genç bir vampirken, annesi Wilhelm’in ailesine büyük bir zarar vermişti. Wilhelm’in annesi, o dönemde vampirler arasında saygın bir figürdü, ancak Tyler’ın annesi onu ciddi şekilde yaralamış ve ailesini dağılmanın eşiğine getirmişti. O andan itibaren, Wilhelm’in yüreğinde büyüyen intikam, onu Tyler’ın peşine düşmeye zorlamıştı.

Tyler, şehre ilk kez adım attığında, Wilhelm gözlerini ona dikmişti. Tyler’ın izini süren Wilhelm, Tyler’ın hareketlerini ve kimlerle temas kurduğunu yakından gözlemledi. Tyler’ın bir zamanlar sevdiği kadın, Adelia’dan bir başkası değildi, vampir avcısı Adelia!

Bu aşk, vampirler için bir tabuydu ve Tyler’ın ailesine ihanet olarak görüldü. Tyler’ın bu kadınla olan bağları, Wilhelm’in gözünde onu daha da zayıf bir düşman haline getirmişti. O zamanlar Tyler’ın kalbinde büyük bir yer kaplayan bu kadını Wilhelm bir gün kendi planlarının parçası olacağını o zamanlar bilmiyordu.

Wilhelm, Tyler’ın Başkan Lewis ile yaptığı gizli anlaşmayı da öğrenmişti.

Adelia ve ailesinin hayatı için Tyler’ın yaptığı hipnozlar.

Adelia’nın benliğinin yok edilip vampir avcılığı ve insanüstülere dair her şeyin hafızasından silinişi.

Tyler bu anlaşmayı yaparak, Adelia’nın ve ailesinin yaşamını garanti altına almak istemişti. Ancak bu anlaşma, yalnızca vampirler arasında bir barış sağlamakla kalmıyordu; Tyler’dan daha fazlasını istemişti. Lewis, Tyler’dan mülk varlığı için de bir hipnoz istemişti.

Tamamen gizli bir hipnoz!

Kötü emellere alet edilecek bir hipnoz!

Tyler’ın kabul etmediği her durumda ölümcül bir kazıkla tehdit etmişti Lewis onu.

Tyler, hipnozla insanların hafızalarını değiştirirken bu eylemin vicdanına ağır geldiğini hissediyordu, ancak Adelia’yı ve ailesini korumak için başka seçeneği yoktu. Lewis, Tyler’ı tehdit ettiğinde, Tyler şehri terk etmeye zorlandı. Hipnoz emri başarıyla yerine getirildikten sonra, Başkan Lewis Tyler’a verdiği sözü tutmuş, ancak onu şehirden sürgün etmişti.

Bu ayrılış, Wilhelm’in en çok beklediği andı. Tyler şehirden ayrıldığında, Wilhelm derhal Lewis ile temasa geçti. Onun uzun süredir beklediği an gelmişti

Tyler’a karşı gerçekleştireceği intikam harekatının ilk adımıydı Lewis ile temasa geçmek.

Onunla bir anlaşmaya varabilmek ise gerçekleştirmek istediği ilk hedef!

Başkan Lewis ile gizli bir anlaşma yaptılar. Wilhelm, vampirlerin insanları öldürmeyeceği, yalnızca gizli davetiyeli partilerde eğlenecekleri ve beslenmeleri için belirli kurallar koyacağına söz verdi. Vampirler, bu partilerde doyuma ulaşacak ve şehirde yaşayan sıradan insanlar, vampir tehdidini hissetmeyeceklerdi.

Bu anlaşma, vampirlerin toplum içindeki varlığını daha da gizli hale getirdi. İnsanların bilmediği bu karanlık gerçek, vampirlerin yaşadığı dünyayı koruyan bir örtü haline gelmişti

Buna karşın ise Wilhelm’in istediği tek bir şey vardı ki o da Tyler’ı öldürecek ölümcül kazığın varlığı!

Ama Lewis sadece bir tane kazık ile işi kapamış ve aralarındaki anlaşmayı sonlandırmıştı.

Şimdiyse Wilhelm’in elinde varlığı, nereden geldiği bilinmeyen bir kazık vardı.

Sadece bunun Tyler’ı öldürebileceği bilgisi bile yetmekteydi ona.

Tyler şehri terk ettiğinde ise planları askıda kaldı.

Tyler’ın geri dönüşünü beklerken vampirler arasındaki güç mücadeleleriyle uğraşmış ve ardındansa hepsini dizgine getirmesini başarmıştı.

Vampir partileri, yalnızca davetiyeli ve çok gizliydi. Bu partilerde vampirler, insanlardan beslenir, ama bunu kimseye belli etmezlerdi. Partilerde eğlence, beslenme ve kan akışı vardı, ancak bu düzen, insanların şehrin karanlık tarafını fark etmesini engelliyordu. Wilhelm, bu partilerde vampirlerin nasıl kontrol altında tutulduğunu gözlemlerken, Lewis ile yaptığı anlaşmanın ne kadar işlediğini memnuniyetle izledi. Şehirdeki insanlar için bir tehdit oluşturmayacaklarını, ancak kendi içlerinde istedikleri gibi yaşayacaklarını garanti altına almıştı.

Tyler, Lewis’in emriyle şehri terk ederken, Wilhelm, hem Tyler’ın hem de Adelia’nın kaderini kontrol etmeye başlıyordu. Tyler’ın annesinin Wilhelm’in ailesine verdiği zararın intikamı, artık çok daha kişisel ve acımasız bir şekilde tamamlanacaktı.

Ve böylece, şehirdeki vampirler sessizce ve gizlice varlıklarını sürdürmeye devam ettiler, sadece davetiyeli partilerde eğlenip beslenerek, insanlardan gizlenerek… Ancak bu karanlık düzenin altında, Wilhelm’in intikam planı ve Tyler’a karşı olan kini her geçen gün daha da güçleniyordu.

Gecenin Prensi her zaman sahalardaydı ve bu sahaları asla terk etmemişti.

Namı diğer Kral ise… O birçok kez, çoğu kez gezilerdeydi, arayışta, belki de bir kaçışta!..

Ama en önemlisi de bu gezilerin ona kattıkları idi.

Küçük bir genç yerinde saymak yerine büyük bir adam olarak dönmüştü geri.

Kontrol sahibi birey olarak.

Wilhelm ise… O her zaman arzularına teslim olan bir vampir olarak kalmıştı.

Bu gizli partilerin birinde Adelia’yı gördüğünde odalarca öteden onun kanını değil tanıdık kokusunu hissederek gitmişti yanına. Onu kan arzusu için değil intikam arzusu için kurtarmıştı. Ve onu yine kan arzusu için değil Tyler’dan intikam almak için büyük bir ziyana sokmuştu. Kanını içmişti, hipnozla kızı kendine bağlamıştı, sürekli yanında durmuştu, Tyler ona Adel diye seslenirken kıza Adelya ismini bile takmıştı.

Wilhelm planlarını ince bir işçilikle ilmek ilmek işledi. Öyle bir işledi ki gerçekten de herkes onun ve kan arzularının büyüklüğünü hissetti.

Ama asıl büyük olan şeyin bir intikam arzusu olduğunu kimse ama kimse bilememişti.

Taa ki Wilhelm’in kendini Nina’ya açıklayana kadar!

Wilhelm planlarını Nina’ya açana kadar!

İşte Nina ve Wilhelm arasındaki ilk tartışma buradan çıkmış ilk kırıklar burada oluşmuştu.

Nina Wilhelm’in yerine geçme arzusu ile Wilhelm ölümle burun buruna iken ona yardım etmedi.

Wilhelm kendi yazdı kendi oynadı ve en sonunda filmine aldığı oyuncu tarafından harcandı.

Nina Wayne! Her zaman oyunbozan olarak bilinirdi!

Nina, sözlerine son vermeden önce derin bir nefes aldı. “Wilhelm’in asıl hedefi Tyler’ın düşüşü, sen ise sadece bir araçsın. Bu plan, Tyler’ın karşısında büyük bir tehdit oluşturuyor. Bu yüzden, Wilhelm’in intikamı uğruna her şeyi göze aldığına şahit olduk.”

Nina’nın söyledikleri, içimi daha da karanlık bir umutsuzlukla doldurdu. Wilhelm’in geçmişte yaşadığı acı ve öfkenin, bu kadar büyük bir planı harekete geçirdiğini anlamıştım. Tyler’ın karşısında bir tehdit olarak beliren Wilhelm’in bu karmaşık ve tehlikeli planları, her şeyin ne kadar derin ve kişisel olduğunu gözler önüne seriyordu. Bu gece, hem Wilhelm’in hem de Nina’nın planlarının, bizi nasıl bir karanlık yolculuğa sürükleyeceğini daha iyi anlıyordum.

Nina boğazını temizleyerek ayağa kalktığında gözlerim ona kaydı.

‘’Bu kadar sohbet yeter! Biraz da kanıtlarla konuşacağım!’’

Nina bir anda odadan kaybolduğunda tamamen karanlığa bürünmüştüm.

Bedenim titremeye devam ederken gözlerimi kapattım. Zincirleri çekiştirirken acı daha da arttı.

Yatakta sabitçe kalmaya devam ederken Nina kısa sürede elinde dosyalarla geldi.

Tekrar sandalyeye oturduğunda yeni sırlarla göz gözeydim.

‘’İşte bunlar da başkan Lewis’in insanüstülerle sırları!’’

Nina’nn kahkahası odada yankılanırken yüzümü buruşturdum.

‘’Ah pardon başın ağrıyor şu an değil mi?’’ Nina bir kez daha kahkaha attığında yeni sırlar bir kez daha ortaya çıkmıştı.

Nina’nın soğuk kahkahası odayı adeta doldurduğunda, boğazımda bir düğüm hissettim. Gözlerim onun elindeki dosyalara kayarken, kalbim daha hızlı atmaya başladı. O an bir şeylerin ters gideceğini hissettim. Zincirler hala bileklerimi acıtıyordu, ama asıl acı, zihnimde kopan fırtınadaydı. Ne açıklayacağını merakla beklerken, Nina sandalyesine yerleşti ve yüzünde sinsi bir sırıtışla bana baktı.

“İşte sana kanıtlar!” dedi, dosyaların içinden birkaç kağıt çıkararak. “Başkan Lewis’in sırları, Winchester ailesinden sakladıkları… Ah, her şey burada.”

Nina, bir dosyayı açtı ve içindeki sayfalardan birini çekip, bana göstermeden önce sanki kendi zaferini kutluyormuş gibi yüzünde bir memnuniyet ifadesiyle okudu.

“Bak, görüyor musun? Her şey burada yazıyor,” diyerek mektubu tutan elini salladı. “Bu, Lewis’in büyükannenle paylaştığı mektup. Ah, aslında Lewis’in kendisi, senin geçmişinin en karanlık sırlarının ardındaki kişi.”

Daha fazla beklemeden okumaya başladı, sesi soğuk ve derin bir yankıyla odada dolaşırken, kelimeleri adeta mideme bir yumruk gibi iniyordu.

"Bak görüyor musun, yaptım işte. Şehir benim kontrolümde, hepinizi tarihten sildim. Vampirlerle anlaşma yaptım, vampirler artık uslu. Merak etme, torununu son Winchester olarak sağ bıraktım. Tabii, sıfır Winchester mirası ve benliğiyle."

Nina bana bakarak, gülümsemeye devam etti. Sesinde alaycı bir tını vardı. “Tabii ki bu kısım hoşuna gitmedi, değil mi? Ama daha dur, asıl bomba geliyor.”

Mektubun devamını okurken yüzü ciddileşti.

"Melezden ufak bir yardım alarak onun benliğini yok ettim. Melezi ufak bir tehdit ettikten sonra her şey geçti elime. Çocuklarının ölümüne de yardımcı oldu biliyor musun? Sadece ikinci bir hipnoza baktı."

Tyler, elleri hala Adelia’nın omuzlarında, derin bir nefes alarak bakışlarını Lewis'e çevirdi. Kalbinde öfke ve çaresizlik vardı. Adelia'nın boş bakışları, zihninin kontrolünü kaybetmiş olduğunun göstergesiydi. Hipnozun soğuk etkisi, sevgilisini esir almıştı.

ve Tyler, bunu kırmak için her türlü yolu denemişti. Ancak şimdi, karşısında Lewis dururken, elindeki ölümcül kazık parıltıyla tehditkar bir şekilde parlıyordu. Lewis'in yüzünde alaycı bir gülümseme vardı; kazığı yavaşça savurup, Tyler’a doğru bir adım attı.

“Şimdi onları bırak!” diye bağırdı Tyler, sesi yankılanarak sessizliği bozdu. İçinde fırtınalar kopuyordu, ama dışarıdan güçlü görünmeye çalışıyordu. Adelia'nın güvende olmasını istiyordu, ama Lewis'in bu durumu ne kadar zorlaştırabileceğini biliyordu.

Lewis, ince ve zehirli bir kahkaha attı. “Bırakacağım,” dedi, kazığı elinde bir oyuncak gibi sallayarak, "Ama önce bir şartım var. Bir şey daha... Ve sen bunu yapacaksın, Tyler."

Tyler'ın nefesi kesildi. Gözlerinde acı ve karışık duygular vardı. “Ne istiyorsun, Lewis?” dedi, sesi düşük ama tehditkârdı.

Lewis'in gözleri karanlıkla parladı. “Winchester Evi'ni ve onun lanet olası komşularını hipnoz edeceksin. Ev sahibini de. Hepsini benim dediğim gibi yapacaksın.”

Tyler’ın yüzüne bir gölge düştü. Hipnoz, onun güçlerinin en karanlık tarafıydı. Bunu kullanmak her zaman onu tüketir ve daha da kötüsü, insanlara zarar verebilecek manipülasyonlar yaratırdı. Ancak, Adelia'nın tehlikede olduğu bu anlarda, başka bir seçeneği olmadığını biliyordu. Kendi ahlaki sınırlarını aşması gerekiyordu. Bir anda bu acı verici gerçeği kabul etmek zorunda kaldı.

Lewis’in yüzünde alaycı bir ifade belirdi. “Komşuları şikayet etmen için hipnoz edeceksin,” dedi sırıtarak, “ve ev sahibine de evi yıkıp yerine bina dikmelerini ve Winchester’lara bir pay vermemelerini emredeceksin.”

Tyler’ın içi titredi, ama kabul etmek zorundaydı. “Peki…” dedi, dişlerini sıkarak. Bakışlarını yere indirdi, sanki hayatındaki en zor kararı vermiş gibi hissediyordu.

Lewis zaferle geriye yaslandı. “Başla o zaman!” diye emretti.

Tyler derin bir nefes aldı. Zihnini temizlemeye çalıştı, kalbinin içindeki tüm öfkeyi ve çaresizliği bir kenara bırakarak sadece görevine odaklandı. Ellerini hafifçe ileri doğru uzattı, enerjisi etrafındaki havayı titretti. Adelia’nın yanından yavaşça uzaklaştı, gözlerini önce Winchester Evi'nin komşularına dikti. Onlar sessizce duruyorlardı, Tyler’ın etkisini hissetmeye başlamışlardı bile.

Tyler’ın sesi, bir fısıltı gibi çıktı önce. Derin, hipnotik bir tınıyla konuşmaya başladı. “İki yıl sonra, bugün, bu evi şikayet edeceksiniz...” dedi, sesi yavaşça yankılandı. Komşuların gözleri donuklaştı, Tyler’ın kontrolü altına girmişlerdi. “Her şeyden şikayet edeceksiniz... Ve Winchester’ların hayatını zorlaştıracaksınız…”

Lewis bir köşede, bu sahneyi keyifle izliyordu. Tyler’ın yüzünde ise acı ve pişmanlık dolu bir ifade vardı, ama devam etmek zorundaydı. Bu, Adelia’yı korumak için yapması gereken bir fedakarlıktı. Sonra bakışlarını ev sahibine çevirdi. Onun zihni de Tyler’ın kontrolüne girmişti artık.

“İki yıl sonra,” dedi Tyler, sesi soğuk bir yankı gibi duyuluyordu. “Bu evi yıkıp yerine bina dikmek isteyeceksiniz... Ve yeni binadan Winchester’lara pay vermeyeceksiniz…”

Ev sahibi, Tyler’ın sözcükleriyle şekillenmiş bir gölge gibi başını salladı. O an, her şey Tyler’ın kontrolü altındaydı, ama bu kontrolün ne kadar acı verici olduğunu sadece o biliyordu.

Lewis, bu sahneden memnun bir şekilde güldü. “Güzel. Çok güzel,” diye mırıldandı. ‘’Şimdi, Adelia'yı serbest bırakıyorum, ama şunu unutma…" Sesini kısarak Tyler’a yaklaştı.

‘’Şimdi şehrimden defolup git! Kısa süre içerisinde de geri gelme! Aklın varsa uzaklaş, uzaklaş ki bu ailenin yaşayacak günlerini ellerinden almayayım!’’

Lewis, bir kahkaha daha attı ve başını eğerek hafifçe alayla selam verdi. "Merak etme, Tyler," dedi sinsi bir sesle. "Ama her zaman gölgelerde olacağım. Ve seni izliyor olacağım."

Ardından, ayaklarını yavaşça sürüyerek karanlığın içinde kayboldu. Tyler'ın kalbi hızla atıyordu. İçindeki öfke ve çaresizlik dalgası, yerini derin bir pişmanlığa bırakmıştı.

Winchester ailesi yaşayacaktı. Winchester ailesi Winchesterlerden kalma mirasları olmadan yaşayacaktı.

Tyler bunu bilerek şehri terk ederken bilmediği şey ise Winchester ailesinin ebeveynlerine ölüm fermanı yazdığı ve sevgili Adelia’sını da bu şehirde ve de hayatta bir başına bırakışı olmuştu!

Nina duraksayıp bana bakarken yüzümdeki şoku izliyor gibiydi. İçimde bir öfke kaynamaya başlamıştı, ama zincirler altında çaresizdim. Devam etti.

"Komşuların şikayeti, sahibin evi yıkma ve yenisini, daha iyisini yaptırma kararı. Torununu evden atma, ardından iki yıl içinde büyük planı gerçekleştirip ebeveynlerini öldürdüm! Sadece tek bir hipnoz ile her şeyi elinizden aldım, eski sevgilim."

O an bir şeyler beynimde yerli yerine oturmaya başladı. Tyler’ın bahsetmediği birçok şeyi, şimdi Nina’dan öğreniyordum. Nina’nın her cümlesi, Başkan Lewis’in nasıl vampirlerle iş birliği yaparak şehirdeki tüm dengeyi kendi lehine çevirdiğini açıkça ortaya koyuyordu.

Nina’nın sesi daha keskinleşti ve alaycı bir kahkaha attı. "Bunun için aslında Melez’e teşekkür bile etmeliyim değil mi? Şehir artık benim, vampirler de dizginlendi. Vampir lideriyle sadece bir kazık karşılığı anlaşma yaptığımda sokaktaki yoğun av dönemi son buldu. Artık vampirler modern partilerle eğlenip besleniyorlar. Gizli davetler! Hani bizim eskiden sevdiğimiz… Kendine iyi bak eski avcı dost, buralar bende!"

Sözlerini bitirdiğinde, mektubu tekrar dosyanın içine koydu ve bana baktı. Bedenim titrerken, içimde yükselen nefret, acıya karışmıştı. Lewis’in bu denli zalimce, ailemi ve tüm geçmişimi hiçe sayarak nasıl bir oyun oynadığını öğrenmek, bütün dünyamı yerle bir etmişti.

Nina, gözlerimin içine bakarak sandalyeden kalktı ve mektubu masaya koydu. “Bu sadece bir başlangıç, Adelia. Tyler, senin en büyük zayıflığın. Onu ve seni yok etmek için, tüm sırlarımı ortaya dökeceğim.

Zincirler her ne kadar beni hareketsiz tutsa da, içimde fırtınalar kopuyordu. Nina’nın getirdiği sırlar, geçmişimi yıkarken, önümdeki savaşın ne kadar acımasız olacağını daha net bir şekilde görmeye başlamıştım.

Nina odadan çıkıp gittiğinde zincirlerin acısı bile soluklaşıyor gibiydi. Oda karanlıktı, ama zihnimdeki düşünceler çok daha yoğundu. Lewis’in bana ve aileme yaptıklarının belgeleri önümdeydi, ama en korkunç gerçek bu değildi. İçimde bir şeyler kopmuştu, parçalanmıştı. Tyler... Hipnoz... Tüm bu olanların asıl kaynağı.

Nina’nın gösterdiği belgeler, ailemin ölümüne giden o karanlık yolu gözlerimin önüne sermişti. Lewis, Winchester ailesinin tüm servetini, mirasını, onurunu adeta silip süpürmüş, yerine kendi yozlaşmış düzenini getirmişti. Ama bu, tek başına yapabileceği bir şey değildi. Hayır, hayır… Tyler’ın o günlerde nasıl davrandığını hatırladım. Hipnoz gücünü sadece bana karşı kullanmamıştı.

Gözlerimi kapadım ve o eski, soğuk günü tekrar yaşadım. O zamanlar fark etmemiştim ama şimdi tüm parçalar bir araya geliyor gibiydi. Tyler’ın beni hipnoz ettiği o gün… Komşuların ve ev sahibinin nasıl bir anda değiştiklerini, beni nasıl aniden dışladıklarını hatırlıyorum. Evin yıkımı… O gün bir şeyler olmuştu, ama o an gözlerimin önünden kayıp gitmişti. Şimdi her şey çok netti.

Tyler o gün sadece bana dokunmadı. Komşularım ve ev sahibim de onun kontrolü altına girmişti. Hipnoz… Bunu nasıl göremedim? İki yıl boyunca sessizce ilerleyen planın bir parçasıydım. Her şey planlıydı, adım adım ilerlemişlerdi. Tyler, sadece benim hayatımı değil, ailemin de kaderini değiştirmişti. Lewis’e fırsat sunmuştu, o an farkında olmadan ya da bilerek, bilemiyorum.

Ebeveynlerimin ölümünden sonra her şeyin bu kadar hızlı değişmesi... O ev, ailemin hatıralarıyla dolu o yer, yıkıldı ve yerle bir oldu. Lewis’in şehri kontrol altına almasının bir parçasıydım ben de. Onun kazanması için her şeyin yolunu açmıştık.

Kalbimde Tyler’a karşı öfke birikiyordu. Sevdiğim adam, beni hipnozla yönlendirmiş, ailemin mirasını ve hayatını yavaş yavaş yok etmişti. Kendi ellerimle, kendi iradem olmadan ona hizmet etmiştim. Tyler’ın hipnozu sadece bir kez değil, birçok kez hayatımın rotasını değiştirmişti.

Zincirler bedenime yük olurken, ruhumdaki yük çok daha ağırdı. Gerçekten bana en yakın olan kişi, tüm bu acıların başlamasına neden olmuştu.

Nina’nın varlığı bir kez daha odada belirdiğinde gözlerimi araladım.

Nina üzerime eğildiğinde nefes alış verişlerim hızlandı. Sırıtışı her şeyin bir oyunun parçası olduğunu haykırıyordu adeta. Elindeki sivri metal şeyi gözümün ucuyla gördüm, soğuk ve keskin. Kalbim çılgınca atıyordu, ama bedenim neredeyse felç olmuş gibiydi, hareket edemiyordum.

“Şimdi o adamla arandaki bağı çok nazikçe koparacağım, Adel,” diye fısıldadı Nina, sesi neredeyse şefkat dolu bir alayla. Karnımın üzerinde soğuk bir dokunuş hissettim, metalin tenime değdiğini. İncecik bir bıçak ya da kazık gibiydi. Biraz daha aşağıya kaydırdığında istemsizce kıpırdandım, ama zincirler beni yerimde tutuyordu.

“Ne dersin? Yapayım mı?” diye sordu. Yüzüme doğru eğildiğinde alaycı gülümsemesi daha da genişledi. Gözlerimde korkuyu görmek istiyordu, o sırada derin bir nefes aldım. Öfkem içimde kabarmıştı, kanım damarlarımda kaynıyordu. Bu kadın, beni ve Tyler’ı yok etmeye kararlıydı. Ama bilmediği bir şey vardı: Ben kolay lokma değildim.

Tribrid olmanın, içimdeki güçlerin uyanmasının zamanı gelmişti. Vücudum titrerken o soğuk metalin cildime dokunduğu her an sinirlerimi daha da gerdiriyordu. Derin bir nefes aldım ve zihnimi toparladım. Nina’nın yüzü daha da yaklaştığında, ayak bileklerimdeki zincirlerin gevşediğini hissettim. İçimde bir kıvılcım belirdi. Beklenmedik bir güç dalgası, adeta yanan bir öfkeyle içimde patladı.

Kim demişti öfke hiçbir şeyi çözmez diye?

Bacaklarım bir anda serbest kaldı. Nina’nın başını bir hamlede bacaklarımın arasına aldım, o an ne olduğunu anlayamadan ellerimdeki zincirleri tüm gücümle çekerek kırdım. Zincirler kollarımdan düştü, zihnimde yankılanan tek şey özgürlüğüme ulaşma arzusuydu. Nina’nın şaşkın bakışları ile karşılaştım, başını daha da sıkıca kavradım ve bir anda bedenini sarsarak boynunu kırdım. Bir çıtırdama sesi duyuldu ve Nina’nın gözlerindeki hayat parıltısı kayboldu.

Nefes nefese kaldım, ama zaman yoktu. Hemen ayağa kalkıp kendimi toparlamaya çalıştım. Etraf bulanık ve karanlıktı, yerimden doğrulmaya çalışırken dizlerim titriyordu. Karnımı tutarak koridora doğru ilerledim. Adımlarım ağır ve acı doluydu, ama duramazdım. Nina’nın etkisiz hale gelmesi sadece bir başlangıçtı; kaçmam gerekiyordu. Karnımdaki hafif acı beni yavaşlatıyordu, ama bu hiçbir şeydi, hayatta kalmak için daha büyük acılara katlanmıştım.

“Odaklan, Adelia,” diye fısıldadım kendime. “Şimdi düşme vakti değil.”

Koridorun sonunda zayıf bir ışık süzülüyordu, ama bacaklarım beni zor taşır hale gelmişti. Etrafta her an biri belirebilirdi, ama durmayı göze alamazdım. Karnımda bir sancı hissettim, sanki içimde bir şeyler yer değiştiriyormuş gibiydi. Vakit daralıyordu, hem kendi hayatım hem de taşıdığım hayat için.

Duvarlara tutunarak ilerlemeye devam ettim. Her adımda nefesim kesiliyor, etraf daha da bulanıklaşıyordu. Bir anlık dalgınlıkta, yerdeki bir taş parçasına takıldım ve neredeyse düşecektim. Ellerimle duvarı kavrayarak dengesizce ayakta kaldım.

“Az kaldı…” dedim içimden, karanlık koridorun sonuna doğru bakarak.

Nina’nın ölümcül bakışlarını arkamda hissettiğimde vücudum bir anda gerildi. Koridorda tökezleyerek ilerlemeye devam ederken adımlarım ağırlaşmıştı, fakat kalbim çılgınca atıyordu. Onun peşimde olduğunu biliyordum. Nefesimi toparlamaya çalışırken, karnımdaki acı gittikçe daha dayanılmaz hale geliyordu.

Arkamdan gelen soğuk ve tehditkâr ses, içimde bir ürperti dalgası yarattı.

“Bu kadar kolay kaçabileceğini mi sandın, Adelia!?’’

Nina’nın sesi keskin bir bıçak gibi karanlıkta yankılandı. Arkama bakmadan koşturmaya çalıştım, ama bacaklarım beni taşımakta zorlanıyordu. Bir an sendeledim ve tam o anda Nina, adeta bir gölge gibi hızla üzerime atıldı. Beni anında yakaladı; sırtıma bir baskı hissettim ve kendimi sert bir duvara çarpılmış halde buldum.

Nefesim kesildi, başım döndü, gözlerim karardı. Hava ciğerlerime dolmuyor gibiydi, ama kendimi zorladım. Ayağa kalkmaya çalıştım, ama bu sefer Nina’nın eli boğazımdaydı. Soğuk ve güçlü elleriyle beni havaya kaldırdı, nefes alamıyordum. Gözlerim dolarken tüm vücudumda yankılanan acı, içimdeki öfkeyi daha da körükledi.

"Sanırım biraz daha fazla disipline ihtiyacın var," dedi Nina, yüzüme yaklaşarak. Nefesi tenimde buz gibi hissettiriyordu. “Adamlar!” diye seslendi ardından. Sesi koridorlarda yankılandı ve bir an sonra vampir adamları belirdi, onların varlığı bile havayı daha da ağırlaştırıyordu.

Nina, gözlerini bana dikerek, “Bunu bir ders olarak gör. Kaçmayı denemenin ne kadar aptalca olduğunu bir kez daha anlayacaksın,” dedi, sesi alaycı ve keskin bir tonda.

“Onu soğuk zindana götürün,” diye emretti vampirlerine. O an ne demek istediğini anladım, ama karşı koyacak gücüm kalmamıştı. Beni demir gibi elleriyle kavrayıp sürüklediler. Ayaklarım neredeyse yerden kesilmişti, kendimi çaresizce çekiştirirken omuzlarımda biriken ağrıyla boğuştum. Vampirlerin tutuşu soğuk ve acımasızdı; direnmeme fırsat vermeden sürükleyerek beni zindana doğru götürdüler.

Bedenim, bir yük gibi soğuk taş zeminlere sürükleniyordu. Birkaç saniye sonra, kendimi sert ve soğuk bir zemine atılmış halde buldum. Dizlerim taş zemine çarptığında acı bütün vücuduma yayıldı. Elleriyle beni itti ve bir an için nefesim kesildi. Çaresizce doğrulmaya çalıştım, ama zemin buz gibiydi ve hareket etmek her geçen saniye daha da zorlaşıyordu.

Ardımda yankılanan demir kapının kapanış sesi, dünyamı karanlığa gömdü. Kapı sertçe kapanıp kilitlenirken, soğuk zindanın sessizliği her yeri sardı. O demir kapının ardından çıkış yoktu. Kalbim, içinde bulunduğum tuzağın soğuk ve keskin gerçeğiyle ağırlaştı. Yalnızdım. Ve hapsolmuştum.

Dizlerimin üzerine çöküp titreyerek etrafıma baktım. Zemin öylesine soğuktu ki çıplak ayaklarım acıyordu. Her nefes alışımda göğsümde keskin bir acı hissettim. Zincirlerimden kurtulmuş olabilirdim, ama bu dar ve soğuk zindan, başka bir tür prangaydı. Havanın yoğunluğu bile insanın üzerine çöken bir yüktü, sanki nefes almak bile yasaklanmış gibiydi.

O karanlıkta, geçmişimin gölgeleri zihnime hücum etti. Her şey... Tüm yaşadıklarım... Bu anlar bana ailemi, çocukluğumu, Tyler ile olan ilişkimin kırılganlığını hatırlatıyordu. Onun, beni hipnoz ederek komşuları ve ev sahibini kontrol ettiğini anladığım o soğuk gerçekle yüzleşmiştim. Bütün bu zaman boyunca Tyler’a olan güvenim sarsılmamıştı. Ama şimdi, Nina'nın ortaya çıkardığı belgeler ve gerçeğin ağırlığı, Tyler’ın da bu oyunun bir parçası olduğunu haykırıyordu.

Kollarımla karnımı sarmalayıp titredim. Gözlerimi sıkıca kapatıp, içimdeki güçsüzlüğü bir kenara itmeyi denedim. Nina’nın kazığı karnıma kaydırdığı anı hatırladım, onun alaycı gülüşü kulaklarımda yankılanıyordu. Ama bu son değildi. Bu, sadece başlangıçtı.

Zindanın soğukluğu kemiklerime işliyordu, nefes alıp verişlerim bile zorlaşmıştı. Ellerimi karnımın üzerinde sımsıkı kapatmış, bedenimde yankılanan acıya rağmen kendimi toparlamaya çalışıyordum. Zihnim, burada geçirdiğim her anın sonsuz gibi hissedildiği bu yerden bir çıkış yolu bulmaya çalışıyordu, ama duvarlar dar, kapı kalın ve kaçacak hiçbir yer yoktu. Olan biteni düşünmek bile başımı döndürüyor, gözlerimin önünde kayan karanlık anılar beni tekrar tekrar sarıp sarmalıyordu.

Ama sonra, zindanın derin sessizliğinde, ayak seslerini duydum. Bir anda ürperdim, ne olduğunu anlamadan önce, kapı hafifçe tıkırdadı. Kalbim duracak gibi oldu. Acaba Nina geri mi gelmişti? Daha fazla işkence mi yapacaktı?

Demir kapı aralandığında, içeriden gelen loş ışık gölgeleri yere vurdu. Başımı zar zor kaldırdım, yorgun gözlerim kapının açılmasını izlerken kimin geldiğini anlamaya çalışıyordum. Fakat, kapı tamamen açıldığında, orada beklediğim yüzleri göremedim. Karşımda tanıdık olmayan iki adam duruyordu.

Gözlerindeki sertlik, tehlikeli olmalarına rağmen bir umut ışığı taşıyordu.

Biri bana yaklaştı, ince ama güçlü elleriyle beni kolumdan kavradı. "Korkma," dedi, alçak bir sesle, gözleri etrafı hızla tarıyordu. "Melez seni buradan çıkartmamızı istedi. Zamanımız dar."

Bu sözleri duyduğum anda kalbimde bir kıvılcım çaktı. Tyler! O burada mıydı? Burada olduğumu biliyor muydu? Onun adını duyduğum anda içimde bir dalga yükseldi. Yorgunluk ve acı bir anda silindi sanki, yerini umut ve hayatta kalma isteği aldı.

"Melez... O burada mı?" diye fısıldadım, zorlukla konuşabiliyordum. Bedenim isyan edercesine ağırlaşıyordu, ama onları bırakacak değildim.

"Çok yakında burada olacağını umuyoruz, ona durumunu haber verdik, yoldalar. Şimdi seni buradan çıkaracağız, ama hızlı olmalıyız. Peşimizde olabilirler," dedi diğeri, bu sırada ellerindeki zincirleri çözmeye başladı. Zincirlerin ağırlığı hafifledikçe bedenim neredeyse yere yığılacak gibiydi. Fakat bir şekilde ayakta kalmayı başardım.

İki adam, kolumdan tutarak beni hızla zindanın dar ve soğuk koridorlarından çıkardılar. Ayaklarım tökezleyerek yere çarparken, her adımda içimdeki umut büyüyordu. Onlar beni dışarı çıkarmak için uğraşırken, karanlığın içinde ilerliyorduk.

“O mu istedi bunu, Melez?” diye sormaktan kendimi alamadım, çünkü buna inanmak istiyordum. O olmalıydı, beni kurtarmalıydı.

Bir adam, yüzünde hafif bir tebessümle başını salladı. "Evet, Nina’ya karşı casusluk yapmamızı ve onun planlarını bozmamızı istedi. Şimdiyse de seni güvenli bir yere götüreceğiz. Sonuçta Nina’nın planındaki birisin, o planı muhakkak bozmalıyız o böyle istedi."

Derin bir nefes aldım, ama bu rahatlama uzun sürmedi. Bunlar sadece hipnozluydu. Tyler şu an burada değildi. Ve ben hala tehlikenin göbeğinde iki hipnozlu vampirle kalakalmış durumdaydım.

Koridor boyunca devam ederken koridorun sonunda, dışarı çıkmak üzere geldiğimizde birden bire bir gölge üzerimize çullandı. Göz açıp kapayana kadar kapıdan içeri giren iki vampir, adamların üzerine atıldı. Bir kaos başladı; bir an için kimin ne yaptığı belli değildi. Fakat, Tyler’ın adamları göz açıp kapayıncaya kadar harekete geçti, biri vampirin kafasına sert bir darbe indirdi, diğeri ise ötekini bıçakladı. Gözlerim şokla açıldı, ama tam o sırada beni tutan adam beni sertçe çekerek koridorun sonuna doğru sürükledi. "Hadi, gitmemiz gerek!"

Kendimi zorlayarak dışarı çıktık. Soğuk hava yüzüme çarptı ve Rocky Dağları’nın sert rüzgarı ciğerlerime doldu. Gözlerim karanlığa alışırken, etrafı taradım. Dağların arasında, Kanada ve Amerika’yı birbirine bağlayan bu geniş, soğuk manzara, tam anlamıyla bir kaçış alanıydı. Fakat etraf sessizdi ve Tyler’ın nerede olduğunu hala göremiyordum.

Bir anda, yukarıdan gelen motor seslerini duyunca içimde bir umut kıvılcımı belirdi.

Tam o sırada, arkamızdan gelen sesleri duyduk. Vampirler... Hala peşimizdelerdi.

Nina ve vampirleri üstümüze çullanırken sertçe yere yığıldım.

Nina’nın elindeki kazıkla iki vampir de öldüğünde Nina’nın sözlerini işittim.

‘’Zamanım varken sizi öldürmeliydim!’’

Yerden yavaşça kalkmaya çalışırken başımın dönüşü ile yere çöktüm. Burnumun ucu acıyla yanarken etrafta savaşın yoğun çığlığı yankılanmıştı. Tüm bu esnada ise tanımadığım bir kızın beni yerde kaldırıp Nina tarafından uzaklaştırması bir olmuştu.

Nina’dan uzakta bir köşeye geçtiğimizde onun da bir vampir olduğunu algıladım.

Bu üç vampir…

Dimitri, Astrid ve de Vesper idi!

Başka bir vampir önümüzde belirdiğinde Astrid’in boş bakan gözleri ile karşılaştım.

Tam karşımda dudaklarından dökülen kan ile yere yığılırken vampirin elindeki kazık tam da karnıma ilişmişti.

Ayakta durmakta zorlanırken kazığın karnıma saplanışı ise kaçınılmaz görünüyordu tabii Tyler’ın yetişip beni sırtımdan desteklemesi ve kazığı da vampirin elleri arasında iken kavradığı ana kadar!

Tyler kazığı kavrayıp hızla yönlendirdikten hemen sonrasında kazık vampirin kalbindeki yerini almıştı.

Vampirin cansız bedeni Astrid’inki gibi düşerken gözlerimin kararması ile boşluğu düştüm.

Ayaklarım bedenimin ağırlığını taşımazken yavaşça Tyler’ın desteğiyle yere yığıldım.

Tyler başımı dizlerine yatırdıktan hemen sonra dudaklarım arasına kendi kanını bıraktığında gözlerimi yavaşça araladım.

Nina bana ne vermişti bilmiyorum ama gerçekten güçlü bir şeydi.

Tyler algıladığı tehdit ile beni yavaşça bıraktığında üzerime doğru fısıldadı.

‘’Yerde kal sevgilim, sana kimse dokunmayacak!’’ Gözlerindeki soğukkanlı ciddiyet ve kararlılık beni etkisi altına aldığında sözlerine uyarak yerde kaldım.

Zaten kalkmaya çalışsam bile başımın dönmesi her şeyi sorun edecekti.

Tyler doğrularak iki ayağının üstüne sağlamca bastığında iki elimle de yere tutundum.

Etraftaki olup bitenleri izlerken etrafta kaos hakimdi.

Bir kez daha tam da ortasında bulunduğum bir kaos!

Etrafımda kaos büyüyordu. Bir anlık sessizlik, ardından gelen kanlı kargaşa...

Gözlerim Tyler'a kilitlenmişti. Adımlarını sağlam basarken, etrafında dönen kaos ona yaklaşamıyordu bile. Vampirler, üzerimize doğru saldırıya geçtiğinde, Tyler hiç tereddüt etmeden harekete geçti. Bir vampir ona saldırmak için havalandığında, Tyler bir an bile duraksamadan hızla hareket etti. Saniyeler içinde, onun kafasını bedeninden ayırarak yere fırlattı. Diğer vampir ona arkasından yaklaşırken, bir eliyle vampirin boğazını kavradı ve diğer eliyle kalbini söküp, yavaşça parçaladı. Kan her yere sıçradı, ama o, en ufak bir tedirginlik göstermedi. Tyler’ın gözlerindeki kararlılık, içimde soğuk bir ürperti yarattı. O anda onun gücünü ve kudretini çok net bir şekilde görmüştüm.

Etrafımızda savaş daha da şiddetlenirken, Brad, Lucas, Seraphina, Thomas ve Lilith hızla kurt formuna büründüler. Her biri devasa kurt formuyla vampirlerin üzerine atılırken, dişleriyle kemikleri kırıyor, pençeleriyle etleri parçalıyorlardı. Seraphina, bir vampirin üzerine çullanıp onu yere devirdiğinde, pençeleri vampirin göğsünü yarıp kalbini çıkardığında çığlıklar yükseldi. Brad, aynı anda üç vampirin saldırısına uğrasa bile, çevik hareketleriyle hepsini birer birer yere serdi. Onların savaşçı formunda gördüğüm an, kaybetme korkusu yüreğimde yerini derin bir çaresizliğe bıraktı. Ama biliyordum ki, bu savaşı kazanmamız gerekiyordu. Ne pahasına olursa olsun.

Maya ve Elliot insan formunda savaşı destekliyorlardı. Ellerinde uzun menzilli silahlar vardı ve uzak mesafeden bize yaklaşan vampirleri hedef alıyorlardı. Maya’nın keskin nişancılığı sayesinde birçok vampir, Tyler’a yaklaşamadan yere serildi. Elliot ise hızla hareket edip, yanlarına gelen vampirleri yerle bir ediyordu. Vampirlerin göğsüne saplanan tahta kazıklar çığlıklarla yankılanıyordu.

Vampirler ve kurt adamlar arasında amansız bir mücadele sürerken, kan, ter ve gözyaşı hakimiyeti ele almıştı. Her iki taraf da savaşıyordu, ama bu savaşın bir kazananı yoktu. Yerde cansız yatan bedenler, yaralananlar, acı içinde kıvrananlar her taraftaydı. Bir vampir, Seraphina'nın üzerine atladığında, Brad hızla araya girdi ve vampirin kafasını pençesiyle kopardı. Fakat bir yandan da Seraphina yaralanmıştı. Gözlerindeki öfkeyle savaşmaya devam etti, ama daha fazla dayanamıyordu. Diğerleri de aynı şekilde kan kaybediyordu, ama kimse pes etmiyordu.

Her şeyin ortasında, gözlerimi sıkıca kapatıp yeniden açtığımda beklenmedik bir manzara gördüm. Tam da o sırada, savaşın gürültüsünde bir gölge hızla Tyler'a doğru koşmaya başladı. Kalbim sıkıştı. O gölge, neredeyse tanıdık bir yüz taşıyordu. Gözlerim irileşti. "Hayır... Bu olamaz!" diye içimden geçirdim. O olamazdı değil mi?

O… Emery olamazdı değil mi!?

Hayır o Emery’di!

Emery’in ta kendisi!

Emery’in vampir ve duygudan yoksun hali!

Loading...
0%