Yeni Üyelik
149.
Bölüm
@selinayeda_x

Ne kadar bekleyeceğimi bilmiyordum ama her geçen dakikada katlanarak artan bir acı vardı.

Neden!?

Neden beni burada bırakıp gitmişti ki?

Birlikte de gidebilirdik oysaki.

Derin bir acı karnımda birikirken dudaklarımı titredi. Çığlık atmamaya çalışarak doğrulurken başının ani dönüşü ve biriken halsizlikle tekrardan kanepeye düştüğümde zorlukla nefes aldım.

Hayır…

Derin bir nefes alıp vererek, bir kez daha kollarımdan destek alarak ayağa kalktım. Bedenim ağır ve halsizdi, sanki üzerimde tonlarca yük taşıyordum. Adımlarımı dikkatlice atarak kapıya doğru ilerledim, her adımda içimdeki acı ve rahatsızlık biraz daha artıyordu. Tyler'ın nerede olduğunu bilmiyordum, ama bu yalnızlık ve çaresizlik hissi beni daha da zorluyordu.

Kapıyı açıp dışarıya adım attığımda, serin havanın yüzüme çarpmasıyla biraz olsun rahatladığımı hissettim. Ancak bu rahatlama anlık oldu; merdivenlerin başına geldiğimde başım dönmeye başladı. Gözlerimin önünde her şey bulanıklaşıyor, etrafımdaki dünya sanki yavaşça kararıyordu. Tutunacak bir yer aradım ama ellerim boşluğa uzandı.

Bir adım daha attığımda, bacaklarımın kontrolünü kaybettim ve bedenim ağır çekimde yere doğru düşmeye başladı. Tam o anda, güçlü ve tanıdık bir çift kol beni havada yakaladı. Gözlerimi zorlukla araladığımda, Tyler'ın endişe dolu yüzüyle karşılaştım. Gözlerindeki panik ve korku, benim içimdeki endişeyi daha da artırıyordu.

"Adel, ne yapıyorsun sen?" diye sordu, sesi hafifçe titriyordu. Kollarının arasındayken, güven ve rahatlık hissi tüm bedenimi sardı. Ona sıkıca tutunarak, derin bir nefes almaya çalıştım ama acı ve halsizlik buna engel oluyordu.

"Ben... ben sadece seni arıyordum," diye fısıldadım, sesim zayıf ve kısık çıkıyordu. "Çok uzun sürdü, endişelendim..."

Tyler kaşlarını çatarken, beni daha da sıkı kavradı ve yavaşça kucağına aldı. "Üzgünüm, seni bu halde bırakmak istemezdim ama her şeyi hızlıca halletmeye çalıştım. Şimdi buradayım ve seni iyileştireceğiz."

Onun güçlü kollarında taşınırken, başımı omzuna yasladım ve etrafıma bakmaya çalıştım. Tyler'ın arkasında, yüzünde boş bir ifade ile duran bir adam fark ettim. Gözleri dalgın ve ifadesizdi, sanki kendi iradesi dışında hareket ediyordu.

Tyler, adamın varlığını fark ettiğimi görünce, başını hafifçe çevirerek emredici bir ses tonuyla, "Takip et!" dedi. Adam hiç tereddüt etmeden bizimle birlikte yürümeye başladı, adımları mekanik ve duygusuzdu.

"Onu nereden buldun?" diye sordum, merak ve hafif bir endişeyle. Tyler, bakışlarını bana çevirerek yatıştırıcı bir şekilde gülümsedi. "Senin için en uygun adayı bulmak için biraz zaman harcamam gerekti. Merak etme, her şey kontrol altında."

Eve doğru geri dönerken, Tyler'ın kollarında kendimi biraz daha rahatlamış hissettim ama içimdeki acı hala dinmemişti. Bedenim titriyor, kalbim hızla atıyordu. Tyler, dikkatlice beni yatak odasına taşıdı ve yumuşakça yatağın üzerine yerleştirdi. Odanın sakin ve huzurlu atmosferi, biraz olsun rahatlamama yardımcı oldu.

Tyler, nazikçe saçlarımı okşayarak, "Önce benim kanımdan biraz alacaksın, tamam mı? Bu seni hızlıca toparlayacak," dedi. Sesi yumuşak ve şefkat doluydu. Başımı hafifçe sallayarak onayladım, gözlerimi kapatıp derin bir nefes almaya çalıştım.

Bileğini yavaşça ağzıma yaklaştırdı. Taze ve güçlü kanının kokusu, duyularımı harekete geçirdi. Dişlerimi hafifçe bileğine geçirerek, hayat veren sıvının ağzıma dolmasını sağladım. Sıcak ve enerjik kan, damarlarımda dolaşırken içimdeki acı yavaşça azalmaya başladı. Her yudumda, bedenime yeni bir güç dalgası yayılıyordu. Tyler'ın diğer eli saçlarımda dolaşıyor, bana destek olmaya devam ediyordu.

Bir süre sonra, Tyler bileğini nazikçe geri çekti ve gözlerimin içine baktı. "Daha iyi misin?" diye sordu, gözlerinde endişe ve umut karışımı bir ifade vardı.

"Nefes almak daha kolay şimdi," dedim hafif bir gülümsemeyle. Ancak içimde hala bir boşluk ve açlık hissi vardı. Tyler bunu fark etmiş olacak ki, arkasında duran adama doğru döndü ve emredici bir tonla, "Yaklaş," dedi.

Adam, ifadesiz bir yüzle yatağa doğru ilerledi. Tyler, onun omzundan tutarak beni destekledi ve adamı bana daha da yaklaştırdı. "Şimdi ondan beslenmen gerekiyor. Bu, tamamen toparlanman için gerekli."

Bir an için tereddüt ettim, yabancı birinden bu şekilde beslenmek fikri beni rahatsız ediyordu. Ancak bedenimin ihtiyaçları, zihnimin endişelerinin önüne geçti. Tyler, yüzümü ellerinin arasına alarak yumuşak bir sesle, "Merak etme, her şey yolunda. O şu an tamamen kontrolüm altında ve sana zarar vermeyecek," dedi.

Derin bir nefes alarak başımı salladım ve adamın boynuna doğru yaklaştım. Nabzının attığı noktayı bulduğumda, dişlerimi nazikçe derisine geçirdim. Sıcak kanı ağzıma dolarken, bedenimdeki güç ve enerji hızla yenilenmeye başladı. Her yudumda, içimdeki acı ve halsizlik yerini canlılık ve zindeliğe bırakıyordu.

Tyler, yanı başımda durarak sırtımı hafifçe okşuyor, bana destek olmaya devam ediyordu. Adam ise hareketsiz ve sessizce duruyor, hiçbir tepki göstermiyordu. Kanın tadı, taze ve besleyiciydi, ihtiyacım olan enerjiyi sağlıyordu.

Beslenme işlemi tamamlandığında, yavaşça geri çekildim ve derin bir nefes aldım. Bedenimdeki tüm hücrelerin yeniden canlandığını hissediyordum. Gözlerimi Tyler'a çevirdiğimde, yüzündeki rahatlama ve mutluluk ifadesini görmek beni de mutlu etti.

"İşte bu kadar prenses. Şimdi daha iyi görünüyorsun," dedi, gözlerinde parlayan bir sevgiyle.

"Evet, çok daha iyiyim. Teşekkür ederim." dedim, sesimde minnettarlık vardı.

Tyler, hafifçe gülümseyerek başımı okşadı ve ardından arkasında duran adama dönerek, "Şimdi dışarı çık ve her şeyi unut," diye emretti. Adam, itaatkar bir şekilde dönüp odadan çıktı, sanki hiçbir şey olmamış gibi.

Tyler tekrar bana döndü ve yanımda oturarak elimi tuttu. "Seni bu halde görmek beni çok korkutuyor. Lütfen kendini fazla zorlama ve ihtiyaç duyduğunda bana söyle. Her zaman senin yanında olacağım."

Elini sıkıca tutarak, gözlerinin içine baktım. "Biliyorum."

Tyler, başını bana doğru eğerek alnıma yumuşak bir öpücük kondurdu. "Sen ve bebeğimiz benim için her şeysiniz. Sizin iyi olmanız için elimden gelen her şeyi yapacağım."

O an, içimde derin bir huzur ve mutluluk hissettim. Tyler'ın kollarında, yeniden güçlenmiş ve hayata dönmüş hissediyordum.

‘’Bu arada…’’ diye fısıldadığında Tyler bakışlarım ona döndü.

‘’Şu bebek Martina her şeyi bozdu. Ben sana prenses demeyi özlemişim ya.’’ Yüzümde tatlı bir tebessüm belirdiğinde Tyler’ın sözlerinden sonra Tyler da benimle birlikte gülümseyerek şakağıma bir öpücük kondurdu.

‘’Hadi dinlen prenses, prensesim. Hatta şöyle yapalım, prenses gelene kadar sana prenses diyeyim, sonra kraliçeye tekrar terfi edersin ne dersin?’’ Bir kez daha Tyler’a sırıttığımda saçlarımı okşamaya başladı.

‘’İddiasına girerim bak!’’ diye söylenmeye başladığında başını salladı.

‘’Kesinlikle kız ve iddia teklifini kabul ediyorum!’’

Sırıtmaya devam ettim.

‘’Kaybeden?’’ diye sorduğumda Tyler bir süre düşündü.

‘’Hmm ne yapsa acaba?’’ diye düşüncülerini sürdürürken bir kez daha güldüm.

Ne olabilirdi ki acaba?

Tyler’ın saçlarımı yavaş yavaş okşamasıyla gözlerimi kapattım.

‘’Büyük ihtimalle bir ay boyunca altını değiştirme görevini tek başına üstlenirdi.’’ Diye söylendiğimde Tyler elimi tutarak sıktı bir anda.

‘’Kabul!’’

Tyler’ın bu kadar iddialı oluşuna gerçekten şaşırmıştım.

Çocuğu kendi içimde ben taşırken kız olduğunu tutturup duruyordu!

İç çekerek başımı yana yatırdığımda alnıma bir öpücük daha değdiğinde ardından fısıltıları işittim.

‘’Dinlenmene bak tatlı prenses, burada durmaya devam edeceğim ben.’’

Gözlerim tamamen karanlığa gömülmeden önce duyduğum sözler işte tam olarak buydu işte.

Gece yükselen ayın ilk ışığında gözlerimi araladığımda odadaki soğuk nefes içime işleyen şey olmuştu.

Tylerın soğuk nefesi.

Dediği gibi tam da ben uykuya dalmadan önceki yerdeydi.

Yerde çöküp bir şekilde başı ise yatakta öylece uyuyakalmıştı.

Ona gülümserken yavaşça elimi örtünün altından sonra başına götürdüm.

Yumuşacık saçları vardı.

Ve ben o saçlarla yıllar sonra ilk defa oynuyor gibiydim.

O zamanlar on yedi yaşındaydım ve Tyler yirmi yaşındaydı. Çocukluktan yeni çıkmış ama hâlâ bir yetişkin gibi hissetmekten uzaktım. Tyler, her zamanki gibi sakin ve güven vericiydi. O zamanlar saçları daha uzundu ve her fırsatta onunla dalga geçerdim.

Yine bir gün, beraber oturduğumuz bir banka uzanmış, gün batımını izliyorduk. Tyler’ın başı dizlerimdeydi, ben de saçlarıyla oynamaktan kendimi alamıyordum.

"Ne yapıyorsun, Prenses?" diye sormuştu gözleri kısık, dudaklarında hafif bir gülümsemeyle.

"Kocaman bir çocuğun saçları bu kadar yumuşak olmamalı," demiştim gülerek. Parmaklarım saçlarının arasına kayarken o, bu hareketimi yadırgamamış, aksine gözlerini kapatıp bana teslim olmuştu. Sanki bu küçük an, aramızdaki tüm gerginlikleri ve belirsizlikleri silip süpürmüştü.

"Saçlarımın böyle bir etkisi olduğunu bilmiyordum," diye mırıldanmıştı Tyler. O anki huzurunu sesinden anlamak zor değildi.

"O zaman bil. Bundan sonra hep seninle dalga geçeceğim," demiştim ve kahkahalarımız güneşin batışına karışmıştı.

Evimizin çevresindeki bir parkta idik. Antrenmandan yeni çıkmıştım. Antrenman bitimi sadece yarım saat kadar geçmişti. Bahçede soluklanmaya devam ederken Tyler gelmişti.

Babamı da bir şey konuşacağımıza dair ikna ederek beni alıp götürmüştü.

Klasik korumacı baba işte. Anca bahanelerle görüşebiliyordum sevdiğim çocukla.

Hislerimiz her ne kadar karşılıklı olsa da itiraf edemiyor ve arkadaşça takılıyorduk.

Mezuniyet günü açılacaktı bana ama o mezuniyet günü hiç gelmemişti.

Aradan dört yıl geçtikten sonra ise ancak Wilhelm sorunu yüzüne tekrardan birleşmiştik biz.

Tyler’ın saçlarıyla oynarken kalbimde beliren sıcaklık, onun hayatımdaki önemini bir kez daha anlamamı sağlamıştı. O gün, onunla birlikte geçirdiğim bu küçük ama değerli anıyı hiç unutmadım. Tyler hepsini benden alana kadar!

Başkan Lewis’in hepimizi silip atışına kadar!

Şimdi ise silinen o olmuştu ne yazık ki, sakladıkları her şeyiyle ve bütün yalanlarıyla mezarı boylamıştı işte!

Ve şu an onun saçlarıyla bir kez daha oynamaya başladığımda…

Aynı duygular beni ele geçirmiş ve içimde yine bir sıcaklık belirmişti.

Tyler’ın saçlarıyla oynarken, eski anılar zihnimde canlanıyordu. Parmaklarımın arasından geçen her tutam, içimde bir huzur ve sıcaklık dalgası yaratıyordu. Tam o sırada Tyler yavaşça kımıldandı ve gözlerini açtı. Gözlerimiz buluştuğunda, yorgun ama huzurlu bir gülümseme yüzünde belirdi.

"Yine saçlarımla mı oynuyorsun, Prenses?" diye fısıldadı, sesi hala uykunun etkisiyle boğuktu.

Ben de gülümsedim, "Ne yapayım, onlara karşı koyamıyorum."

Tyler hafifçe güldü, gözlerinde o tanıdık parıltıyla bana bakıyordu. "Eski günler gibi, değil mi?"

Başımı salladım. "Evet… o günleri hatırlıyorum. Unutmak mümkün mü!?’’

Tyler’ın bakışı değiştiğinde iç çektim.

‘’Nina bir bakıma intikamımızı aldı.’’ Diyerek fısıldadığında bıkkınlıkla nefesimi verdim.

‘’Başkan Lewis sırları ve yalanları ile gitti. Ve ben yine ailem ile ilgili bilgilerden uzağım.’’ İç çekişlerim odaya dolarken Tyler saçları arasındaki elimi alarak tuttu.

‘’Mezuniyet gününde sana açılacaktım ama o gün asla gelmedi. Çünkü bunu bize Lewis yaptı bunu, vampir avcılarının ana lideri ve şehir başkanı! Sonra dört yıl boyunca ayrı kaldık. Şimdi ise telafi edeceğimiz çok şeyimiz var tatlım." Başımı Tyler’a salladığımda Tyler ufak bir buse bıraktı elime.

Ardından ise gözleri bir anda ciddileşmişti. ‘’O Wilhelm olmasaydı, ne zaman şehre ne için geri dönerdim bilmiyorum. Ve seninle karşılaşır mıydım bilmiyorum? Wilhelm sorunu olmasaydı biz ne yapardık Adel? Küçük ama fazlasıyla büyük şehrimize tamamen kurtlara bölgelerini ele geçirmeye yardım için dönmüş olsaydım bu şehirde seninle nasıl karşılaşırdım, seni nasıl bulabilirdim. Ya da karşına çıktığımda ne yapabilirdim? Unuttuğum şeyleri bir anda hatırlatsam unuttuğun tüm benliğin geri gelse ne olurdu? Kaldırabilir miydin mesela. Melez olur muydun Adelia? Bebeğimiz olur muydu? Nasıl olur da her şeyi annemin arkadaşının çocuğu Wilhelm’e borçlu olabiliriz biz? Ve onu kendi elimizle öldürmüşken?’’

"Doğru," dedim fısıldayarak, gözlerimden yaşlar süzülürken. ‘’hiçbir şey bu yaşadıklarımızla aynı olmazdı, hatta benzemezdi bile. Bambaşka şeyler yaşardık ve o anları düşünemiyorum.’’

‘’Sanki olabilecek en iyisi buymuş gibi.’’ Diye fısıldadığında Tyler başımı yavaşça onu onaylarcasına salladım.

"Her şeye rağmen buradayız ve bu, bize verilen bir şans gibi."

Bir süre sessiz kaldık, sadece birbirimizin varlığının tadını çıkardık. Ardından Tyler’ı kolundan tutup yanıma yatağa çekip onun göğsüme yaslanmasını sağladım. Onun başı göğsümdeyken, saçlarıyla oynamaya devam ettim. Bu sefer, onun güçlü ve sıcak elleri karnıma doğru kaydı, nazik dokunuşlarıyla içimde büyüyen küçük hayatı hissediyordu.

"Adel…" dedi yavaşça. "Oğlumuz ya da kızımız... Her ne olursa olsun, ona en iyi hayatı vermek istiyorum. Sana ve ona."

Elimi Tyler’ın saçlarında dolaştırırken, içimde derin bir huzur hissettim. "Seninle birlikte olacağı için çok şanslı olacak. Bizimle… bu dünyada ne olursa olsun, birlikteyiz."

Tyler’ın parmakları nazikçe karnımda gezindi, sanki içerideki bebeğimizle şimdiden bağlantı kuruyormuş gibi. "Onunla vakit geçirmek için sabırsızlanıyorum. İlk adımlarını atarken, ilk kelimelerini söylerken… her anında yanında olacağım."

Bu düşünce beni gülümsetti. "Ben de. Onunla dolu bir ev, mutlu anılar… bunu birlikte inşa edeceğiz."

‘’Evet… Öyle yapacağız Tyler…’’

Esnemem odaya dolarken gerilen vücudum Tyler’ı göğsümden kaldırdı.

‘’Çok mu ağırlık oldum sana?’’ endişeyle sorduğu bu soruya sırıtarak başımı olumsuzca salladım.

‘’Bana değil de çocuk senden sıkılmış olacak ki uykusu gelmiş esniyor, onu rahat bırak ve benimle ilgilen biraz.’’ Sözlerim arasında bir kez daha esnediğimde Tyler sırıtarak uzandı ve göğsüne tam da kalbinin hizasına çekerek yatırdı.

Onun kalp ritmi ile huzur bulurken daha da esnedim.

Halbuki daha yeni uyanmıştım değil mi?

Ama bebekti bu işte!

Annesini yormaktan başka bir iş yapmıyordu.

Ve Tyler bıraksa belki de gece gündüz uyurdum, tabii bir de bebek içimde kıpırdamadan dursaydı.

‘’Bir kez daha iyi geceler güzeller güzeli prenses.’’

İşte şu an anlamını biliyordum.

Çok geç bir zaman ama yine de anlıyordum.

Melezin prensesi…

Aslında geçmişte Tyler’ın asi prensesiydi!

Sabahın ilk ışıkları yavaşça odaya dolarken Tyler’ın huzurla atan kalp seslerinin rahatlatıcı hissiyatlarına rağmen gözlerimi açtım.

Gecenin karanlığı yerini güneşin aydınlığına bırakmıştı çoktan.

O sabah, güneşin ışıklarıyla birlikte uyandık. Tyler hala yanımdaydı.

Başım göğsünde, onun kolları bana dolanmış bir şekilde uykuya dalmıştık.

Şimdi ise uyanma vaktiydi.

Çükü yeni bir gün bizi, bizleri beklemekteydi.

Ben, Tyler ve de bebeğimizi!

Gözlerim hafifçe aralandığında, sabahın huzurunu hissettim. Yanımda Tyler ve içimde büyüyen yeni bir hayat vardı. Her şeyin mükemmel olacağını biliyordum. Bu sabah, yeni bir başlangıcın habercisi gibiydi. Güneşin altında, geleceğimize dair umutla doluydum.

İçimde bu yaşam her geçen gün büyüyor ve karnıma şişkinlik hissiyatı veriyorken her geçen gün onun beraberinde yoğun bir kan isteğiyle yanıp tutuşuyordum.

Onun sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi için güçlü olmam ve yeterli beslenmem gerekiyordu.

Ve kan paketleri yeterli gelmiyor, bunun yerine damardan sıcağı sıcağına almam gerekiyordu.

Yataktan kalkarken yine aynı ifade vardı karnımda.

Mide bulantısı!

Offf! 

Derin oflamalarım tüm odayı inletirken Tyler gözlerini araladı.

‘’Adel…’’

Bir kez daha iç çekerek yastığa gömüldüğümde Tyler doğrularak benden tarafa eğildi.

‘’Yine mide bulantıları mı?’’

Başımı ağır ağır sallarken gülümsedi.

‘’Bunun çözüm yolları var. Denemek ister misin?’’

Gözlerim ardına kadar Tyler’a açılmışken yavaşça yataktan kalktı.

‘’Söyleyebilirim ki kurt adam ritüelleri, şifalı bitkiler ve de doğal taşları vardır. Ama şu an erişebileceğimiz şeyler mutfaktaki kadarı olduğundan şimdilik bunu es geçerek seni sabah yürüyüşüne çıkarmak istiyorum, orman havası ve çıplak ayak toprağa basma. Eminim iyi gelecektir.’’

Tyler yavaşça yanımdan gelip beni yataktan kaldırdıktan sonra üstüme bir göz gezdirdi.

‘’Elbise giymek ister misin?’’ diye bir soru ile başımı olumluca salladım.

Tyler gardırop kapaklarını açıp midi boyda gömlek yaka lacivert düğme detaylı bir elbise çıkardı.

‘’Bu nasıl, rahat mı?’’ Başımı bir kez daha bu sefer gülümseyerek salladığında yanıma geldi.

‘’Kendin mi halledersin yoksa yardım ister misin?’’

Elbiseyi Tyler’ın elinden aldıktan sonra yavaşça askısından çıkarıp askıyı da Tyler’a geri uzattım.

‘’Bana rezene, zencefil ve nane… İç içe bir çay yapabilir misin? Malzemeleri var mı diye şimdi bakarsan ben de o sırada giyinirim eğer yoksa da dönüşte alırız.’’ Tyler başıyla beni onayladığında daha fazla odada durmayarak dışarı çıkmıştı.

Üstümdeki geceliği çıkarıp elbiseyi giyindikten sonra yavaşça ayaklanıp ayna karşısına geçtim.

Saçımı dağınık bir şekilde önümde bukleler bırakarak toplayıp topuz yaptıktan sonra kuruyan dudaklarıma vişne özlü bir lip balm sürdüm.

Tamamen hazır sayılırdım. Solgun yüzüme renk gelsin diye allıkla renklendirdikten sonra yavaşça kalktım ve odanın çıkışına doğru ilerledim.

Hareketlerim ağır ağır ve yavaş işlemişti. Salonun önüne geldiğimdeyse Tyler mutfakta bir şeylerle meşguldü.

Kavanozları bir bir tezgaha koyduktan sonra bakışları bana döndü.

‘’Baharat olarak nane var, rezene sallama çay olarak var, zencefili göremedim. Ama dönüşte hallederiz.’’ Tyler’a başımı salladığımda yanıma gelerek elini belime attı.

‘’Ee hazır mıyız?’’ O an sırıtmıştım Tyler’ın bu sözüne.

‘’Bu halde mi çıkıyorsun?’’

Tyler sözlerimle üstünü süzdüğünde bir kez daha güldüm. Lacivert tişört siyah şort. Dünden kalma kıyafetleri, kırışık… Uykudan yeni uyandığı her halinden belli bir Tyler!

Uzanıp tekrar saçlarını karıştırdığımda sırıttım.

‘’Haniymiş koca bebek! Uykudan uyandığın nasıl da belli ama, şu haline bak!’’

Tyler saçlarını bozan parmaklarımdan kaçınmaya çalışırken kahkahalarım daha da artmıştı.

Sonrasında Tyler’ın elimi sıkıca kavrayışı ile durmak zorunda kaldım.

Bir sonraki saniyede ise evden çıkmıştık.

Kapının önündeki ayakkabılarımı giymek için eğilirken Tyler hızlıca beni durdurarak doğrultunca şaşkınca gözleriyle bakıştım.

‘’Ne oluyor!?’’ Tabii ben bunu sormaya kalmadan Tyler önüme eğilmiş ve ayakkabıları birer birer ayaklarıma geçirmeye başlamıştı bile.

‘’Dikkat etmelisin sevgilim. Eğilirken ya sıkışırsa bebeğimiz içeride?’’ Sözlerine kahkahayı patlattığımda Tyler sırıtarak ayağa kalktı.

‘’Sanırım biraz daha iyiyiz.’’ Diye söylendikten sonra kendi ayakkabılarını da kısa sürede ayaklarına geçirdikten sonra elini elime doğru uzattı.

Elini sıkıca kavradıktan sonra merdivenlerden ağır ağır inerek önce bahçeye sonrasında da sokağa çıkmıştık.

Beni toprağının verimli olduğu bir yere sürüklediğinde zahmet ederek giydiğimiz ayakkabıları bir kez daha çıkarmış ve ellerimize alarak toprak arazide yürümeye başlamıştık.

‘’Sence bu iyi bir fikir mi?’’ diye sorduğumda ise Tyler’ın cevabı netti.

"Tabii ki iyi bir fikir. Toprak iyidir, seni doğaya daha da yakınlaştırır," diye yanıtladı, sanki başka bir seçeneğimiz yokmuş gibi. Gözlerimi devirdim ama içten içe onun bu doğallığına hayran kalmaktan da geri duramadım.

Toprağın serinliği ayak tabanlarımda hissediliyordu, her adımda farklı bir rahatlama dalgası yayılıyordu bedenime. Tyler’ın elini bırakmadan yürümeye devam ederken etrafımızı saran doğanın huzuru içime doluyordu. Ağaçların yaprakları rüzgarla hafifçe hışırdarken, kuş cıvıltıları sanki bizimle beraber bu küçük kaçamağın keyfini çıkarıyordu.

Bir süre böyle sessizce yürüdük. Tyler’ın her adımda biraz daha gevşediğini hissedebiliyordum. Güneş tepemizde parlıyor, hafif bir rüzgar tenimizi okşuyordu. Bir süre sonra Tyler durdu ve ayakkabılarımızı tekrar giymek için eğildi.

"Bir dakika, yine mi?" diye şakayla karışık sitem ettim, ama gözlerimdeki gülümsemeyi saklayamadım. Tyler, ayakkabılarımı yine büyük bir özenle ayağıma geçirirken, ona baktım ve bu anın tadını çıkardım. "Bunu yapmayı sevdiğini inkâr etme," dedim, gözlerim kısık bir gülümseme ile.

"Belki de," dedi Tyler, ciddi görünmeye çalışarak ama gözlerinin köşesinde bir parıltı vardı. "Seninle ilgilenmekten daha güzel bir şey olabilir mi?"

Ayakkabılarımı giydikten sonra sokağa doğru yürümeye devam ettik. Toprağın bıraktığı o doğal his, şimdi kaldırım taşlarının soğuk yüzeyiyle yer değiştirmişti. Ama yine de yanımda Tyler varken, bu soğukluk bile içimi ısıtıyordu.

Kısa bir yürüyüşün ardından köşedeki markete vardık. Tyler kapıyı benim için açtığında, içeriye adım attım ve alışveriş sepetini elime aldım. Daha içeri girer girmez, burnuma vuran çeşit çeşit kokularla iştahım kabardı. İçimde kontrol edilemez bir aşerme duygusu yükseldi.

"Sana ne alalım, Adel?" diye sordu Tyler, sepetin kulpunu tutarken.

"Sadece birkaç şey," dedim ama gözlerim raflarda gezindikçe, 'birkaç' kelimesinin pek de doğru olmadığını fark ettim. İlk olarak, meyve reyonuna yöneldim. Çilekler, yaban mersinleri, yeşil elmalar… Hepsi gözüme birer birer çarpıyor, ağzım sulanıyordu. Birkaçını sepete attım ama yetmedi. Hızla mandalinalara, ardından üzümlere geçtim. Sepet dolmaya başlamıştı bile.

"Sadece birkaç şey, ha?" diye Tyler alayla sordu, sepeti taşımakta zorlanır gibi yaparak.

"Şey, ne diyebilirim? Bebeğimiz için," diye cevap verdim, suçlu bir gülümsemeyle. "Ve tabii ki biraz da benim için."

Marketin diğer reyonlarına geçtik. Çikolatalar, cipsler, bisküviler… Hepsinden aldım. Tyler başını iki yana sallayıp gülüyordu, ama bir yandan da sepete eklediğim her şeyi onaylayan bir tavırdaydı.

Son olarak, dondurma reyonuna geldiğimizde, iştahımın sınır tanımadığını fark ettim. Üç farklı çeşit dondurma aldım. Tyler bu noktada gerçekten gülmekten kendini alamadı. "Biraz fazla mı abarttık sence?" diye sordu.

"Hiç sanmıyorum," dedim, dondurmalara bakarken. "Bunların hepsi gerekli."

Marketten çıktığımızda, torbalarla doluyduk. Tyler torbaları taşırken, ben de yanından bir adım bile ayrılmadım. "Eve dönmek için sabırsızlanıyorum," dedim Tyler'a bakarak. "Bu kadar yiyecek varken, evde küçük bir ziyafet çekebiliriz."

"Eminim bebeğimiz de buna bayılacaktır," dedi Tyler, hafif bir gülümsemeyle. "Tabii senin de."

"Tabii ki bayılacak," dedim, karnımı okşayarak. "Biz ikimiz de bayılacağız."

Tyler, bir an durdu ve bana baktı. Gözlerindeki endişeyle.

‘’En önemli şeyi unuttuk! Ah bekle burada da zencefili alıp geleyim!’’

Tyler’ın panik dolu sözleri kulaklarımda yankılanırken, onun markete geri dönerken ki telaşlı halini izledim. Zencefil… Tabii ya! Hamilelik bulantılarına iyi geleceğini düşündüğü için mutlaka almak istemişti. Onun bu düşünceli haline her zaman hayran kalmıştım. Ama şimdi, elimde bir sürü poşetle marketin önünde tek başıma kalmıştım ve bu halimle oldukça savunmasız göründüğümün farkındaydım.

Kanada'nın Viktoria şehrinde, bu sakin sokakta bir başıma dururken, etraftaki birkaç kişinin dikkatini çektiğimi hissettim. Karnımı hafifçe okşayarak etrafa göz gezdirdim. Birkaç saniye sonra, bana doğru yaklaşan bir adam fark ettim. Üzerindeki yıpranmış giysiler ve sinirli bakışlarıyla, belli ki iyi niyetli biri değildi. İçimdeki sezgiler hemen devreye girdi, kalbim hızlanmaya başladı ama yüzümdeki ifadenin değişmesine izin vermedim.

Adam, yüzünde tedirgin bir gülümsemeyle bana yaklaştı. "Hey, hanımefendi. Yardıma ihtiyacınız var mı?" diye sordu. Sesi, zorlama bir nezaketle doluydu, ama gözlerinde tehditkâr bir ışıltı vardı.

Gülümsememi bozmadan başımı salladım. "Hayır, teşekkür ederim. Eşim marketten bir şey alıp hemen dönecek."

Adam biraz daha yaklaştı. O an, kalbimin atışlarını daha da hızlandırmaya çalıştığını hissettim ama bedenim sakinliğini koruyordu. "Ne kadar çok poşet taşıyorsunuz," dedi, gözlerini poşetlere ve ardından karnıma kaydırarak. "Biraz ağır değil mi? Sizin için taşıyabilirim."

Gözlerinin karanlık niyetini anlamak zor değildi. Yavaşça ona doğru döndüm, bu esnada diğer elimi fark ettirmeden karnımın altına yerleştirerek hamileliğimin ne kadar ileride olduğunu ima etmeye çalıştım. O anı kullanarak beni zayıf görmesini sağlamak istiyordum. "Gerçekten gerek yok, iyiyim," dedim yumuşak ama kararlı bir sesle.

Ama adamın bu basit bir ricadan daha fazlasını istediğini anlamıştım. Birkaç adım daha yaklaştı, şimdi neredeyse yüz yüze gelmiştik. "Bu kadar kibarlık da fazla," dedi, sesi daha tehditkâr bir tona bürünerek. "Bırakın ben size yardım edeyim."

O an, bu durumu nasıl yöneteceğime dair hızlıca bir plan yaptım. Dışarıdan savunmasız gibi görünüyordum; hamile, tek başına, yük altında. Ama gerçek farklıydı. Yavaşça gülümsedim, bir yandan da gözlerimi adamın gözlerine sabitledim. "Pekala," dedim, nazik bir tavırla, "Yardımınız için teşekkür ederim."

Poşetlerden birini ona uzattığımda, adamın gözlerinde bir zafer parıltısı gördüm. Ama tam poşeti almak için elini uzattığında, ben de diğer elimle hızla onun bileğini yakaladım. Gücümü hafifçe kullanarak onu kendime doğru çektim, dengesi bozuldu ve yüzündeki şaşkınlık ifadesi beni içten içe güldürdü.

"Sanırım yardıma ihtiyacı olan biri varsa, o da sensin," dedim, sesimdeki soğukluğu saklamadan. Adam dengesini tamamen kaybetmişti ve ben onu bırakmadan önce bileğine biraz daha baskı uyguladım. Acıdan yüzü buruştu, gözlerinde korku belirginleşti.

Adamı serbest bıraktığımda, şaşkınlıkla geriye sendeledi. Ben ise gülümseme yerini ciddiyete bırakırken gözlerimi ondan ayırmadım. "Şimdi, gitmeden önce, sana bir tavsiye," dedim, gözlerimi daraltarak. "Bir daha hamile bir kadını hedef almadan önce iki kere düşün."

Adam hızlıca geri çekildi, korkuyla bana baktı ve ardından sokaktan uzaklaştı. Onun giderek küçülen siluetine bakarken, derin bir nefes aldım ve etrafta bizi izleyen birkaç kişinin şaşkın bakışlarına aldırış etmedim.

Tam o sırada, Tyler marketten geri döndü, elinde küçük bir zencefil torbası ile. Beni gördüğünde kaşlarını çattı, biraz endişeli bir bakışla etrafa göz gezdirdi. "Bir şey mi oldu? İyi misin sen!?" diye sordu.

Gülümsedim ve poşetleri tekrar elime alarak ona döndüm. "Hiçbir şey, sadece bir yanlış anlaşılma. Hadi eve gidelim," dedim, sanki hiçbir şey olmamış gibi. Tyler, yüzümdeki rahat ifadeyi görünce endişesini biraz olsun hafifletti ve yanımda yürümeye başladı.

‘’Olup biteni yanında olmasam bile duyabiliyorum sevgilim.’’

İçten içe, bu küçük olayın bana bir kez daha hatırlattığı şey, bu dünyada güçlü olmanın sadece fiziksel kuvvetle değil, aynı zamanda akıl ve kararlılıkla da ilgili olduğuydu. Ve ben, her zaman bu gücü yanımda taşımayı biliyordum.

‘’Kendimi koruyabiliyorum hala sevgilim.’’

Gülümsediğinde yola devam ettik.

‘’En azından insanlara karşı.’’ Diyerek söylenmeye başladığında burukça gülümsedim.

Haklıydı çünkü. Bir insanüstü ile başa çıkıp çıkamayacağımdan emin değildim.

Eve dönerken Tyler’ın elinde poşetler vardı ve ben de onun yanındaydım. El ele yürüyüşümüz sırasında, bu küçük olayın ardından içimde oluşan hafif gerilim ve huzursuzluk yerini rahatlamış bir hale bıraktı. Tyler, poşetlerin tüm ağırlığını omuzladığı için ben de sadece ona eşlik ediyordum. Kapıya vardığımızda, Tyler poşetleri dikkatlice kapı girişine bıraktı. Ardından bende ayakkabılarımı ufak bir hareket ile çıkarıp kenara ittirmiştim.

Eve adım attığımda, Tyler hemen mutfağa yöneldi. İçerideki telaşı ve hızlı hareketleri, adeta birçok şeyi aynı anda yapmaya çalıştığını gösteriyordu. Önce çayı hazırlamak için kettle'ı ocağa koydu. Aynı anda, kahvaltı için bazı malzemeleri hazırlamaya başladı. Poşetleri tezgahın üzerine koydu ve onları boşaltmaya başladı. Elindeki her şeyle adeta bir orkestra şefi gibi hareket ediyordu.

“Bu işi biraz daha çabuk bitirmem lazım,” diye mırıldandı, elleri meşguldü ama yüzündeki kararlı ifade değişmedi. Mide bulantım için çayı hazırlarken, diğer yandan da kahvaltı için malzemeleri düzenliyordu. Bir yandan da poşetlerden çıkardığı çeşitli yiyecekleri tezgaha yerleştiriyordu.

Mutfağın kapısından içeri girerken, Tyler’ın bu karmaşayı yönetme şekli beni gülümsetti. Hemen yanına gidip, “Yardım lazım mı?” diye sordum.

Tyler, başını kaldırmadan, “Evet, lütfen. Çay ve ocaktaki işlerle ilgilenebilir misin?” dedi, hafif bir gülümsemeyle. Ben de hemen işe koyuldum. Çayı karıştırırken, mutfaktaki kokuların yavaşça yayılmasını izledim. Tyler, malzemeleri düzenlerken, ben de elime geçen poşetleri boşaltmaya başladım.

Poşetlerdeki ürünleri tezgaha dökerken, her şeyin yerli yerinde olması için dikkatli bir şekilde düzenlemeye başladım.’’ Tyler, ocakta sıcak tencerelerdeki yiyecekleri kontrol ederken, ben de onun yanına giderek yardım ettim.

Bu arada, çayın hazır olduğuna dair kokular mutfakta hoş bir iz bırakmaya başlamıştı bile.

Çayın tatlı kokusu mutfağa dolarken yavaşça gözlerimi kapayıp içime çektim.

Tam o sırada, Tyler’ın gözleri bana döndü ve “Biraz daha sabırlı olmalıyız, tamam mı? Kahvaltı hazırlanıyor. Önce kahvaltı!” dedi, gülümseyerek.

Yavaşça, Tyler’ın yanına yaklaşıp, omzuna hafifçe dokundum. “Endişelenme, mutfak kullarına uyacağım.” dedim.

Tyler’ın yüzünde tatmin edici bir ifade belirdi. “Teşekkürler, sevgilim.’’ dedi.

Mutfağın ışıkları, yavaşça günün ilk ışıklarıyla parlıyordu. Çay hazır olduğunda, Tyler ve ben birlikte hazırladığımız kahvaltıyı masaya koyarak, birkaç dakika sonra masaya oturduk.

Tyler’ın sabah hazırlıklarının ne kadar karmaşık ve özenli olduğunu görünce, içimden bir kez daha ona olan sevgim ve hayranlığım arttı. Sabahın bu ilk saatlerinde, Tyler’ın yanında olmak, içimi huzurla doldurdu. Çay içip kahvaltı yaparken mide bulantım sadece yüzeysel kalmıştı.

Tabii bir süre sonra başka sorunlar gün yüzüne çıkana kadar!

Kan! 

Bebeğimiz beni çok yormakla birlikte aynı zamanda her yemek yediğimde kan istiyordu.

Bu melez oluşunun doğasıydı. Kurt tarafı doyarsa vampir tarafı açlık çekerdi ve bu iki taraf bünyede savaş çıkarmadan önce her daim tok olmalılardı.

Biri birinden üstün geldiği an savaş başlardı.

İşte bu yüzden Tyler bir kez daha evden çıkmak zorunda kalmıştı işte.

Masa bu haldeyken, tezgahlar doluyken ve de mutfak batıkken.

Tyler benim için kan arayışına girişmişken ben de yavaşça sandalyeden kalktım.

Buraların toplanmaya ihtiyacı vardı değil mi?

Çaydanlık ve fincanları yıkamaya karar verdim. Dışarıda yağmur hafifçe yağıyor ve pencere camlarından su damlacıkları akıyordu. Mutfaktaki bu sessizlikte, kendi düşüncelerimle baş başa kalmıştım. Tyler’ın dediği gibi, bazen içsel ihtiyaçlarımızın peşinden gitmek zorundaydık. Ancak bu sefer, Tyler’ın beni yalnız bırakması, içimdeki huzuru biraz zedelemişti.

Yavaşça iş yapmaya başladım. Masayı temizledim, mutfaktaki kalan yemekleri toparladım ve her şeyin düzenli olduğundan emin oldum. Fakat her hareketimde içimde bir rahatsızlık vardı. Kanı bir an önce almam gerekliymiş de eğer bunu yapmazsam fena acılar çekecekmişim gibi.

Bir yandan mutfağı toparlarken, bir yandan da içsel bir çekişme yaşıyordum. Tyler’ın gitmesinden sonra, kan içme ihtiyacı duydum. Vampir tarafımın acıkmış olduğunu hissetmiştim. Kurt tarafıma dair verdiğim besin, vampir tarafımı da etkileyerek yeni bir açlık hissi uyandırmıştı. Bu, içsel bir denge arayışıydı ve ne yazık ki, bunu kendi başıma halledemeyecektim.

Dışarıda güneş yavaşça yükselirken, ben de mutfakta yoğun bir şekilde işime odaklandım. Ancak bu, içimdeki açlık hissini bastırmama yetmiyordu. Tyler’ın dönmesini beklerken, bir yandan da bu açlığı nasıl gidereceğimi düşünüyordum. İçsel sıkıntı, yavaşça bedenimi ele geçiriyordu.

Tyler’ın ne zaman döneceğini bilmeden, mutfak işlerini bitirdim. Çaydanlığı yeniden hazırladım ve kahvaltı masasını özenle topladım. Ancak her şey tamamlandığında, içimdeki rahatsızlık ve açlık hala devam ediyordu. Hangi yönüyle ele alırsam alayım, bir eksiklik vardı. Tyler’ın dönüşü, bu açlığı giderecek tek çözüm gibi görünüyordu.

Bir süre sonra, ilerleyen saatlerde, Tyler’ın evin kapısını açarak içeri girdiğini duyduğumda, bir nebze rahatladım. İçimdeki gerginlik, onun geri dönüşüyle azalmıştı. Gözlerim, kapıda belirip belirmediğini görmek için odanın köşesine dönmüştü. Tyler, kapıdan girdiğinde elinde küçük bir soğutucu vardı. Onu görünce içimde bir rahatlama hissettim. Tyler, soğutucuyu dikkatlice açtı ve içinden birkaç kan torbası çıkardı. Bu, beklediğimden daha fazlaydı. “Bunu bulmak zor olmadı,” dedi gülümseyerek, “Ama bunu gerçekten ihtiyacın olduğu zaman içeceksin.’’

Başımı salladım. İçimdeki açlık, kan torbalarını varlığını hissedince daha da arttı.

“Tyler!” diye seslendim, heyecanla. “Dönmen uzun sürdü. Her şey yolunda mı?”

Tyler, yüzünde yorgun ama tatmin olmuş bir ifadeyle bana yaklaştı. “Evet, her şey yolunda. Sana getirdiğim şeyi hazırlamam gerekecek,” dedi, hafifçe gülümseyerek.

Ellerindeki poşetleri mutfakta dikkatlice yerleştirdi ve ardından yanıma yaklaştı. “Hazır olmalısın,” diye fısıldadı. “Kan ihtiyacını karşılayacak adayı getirdim. Hadi, hemen başlayalım.”

İçimdeki rahatsızlık ve açlık hissi, Tyler’ın yardımını alacak şekilde oldukça baskın hale gelmişti. Tyler, mutfaktaki işlerini tamamladıktan sonra, bana bu konuda yardım edecek olan kişiyle yakından ilgilendi. İçsel bir rahatlama hissettiğimde, Tyler’ın desteğiyle açlığımın da giderileceğini biliyordum.

Bu süreç, içsel bir denge arayışıydı ve Tyler’ın yardımının yanı sıra, kendimi yeniden toparlamak için ona ihtiyacım vardı. Tyler’ın yardımıyla, bu açlık ve rahatsızlık duygusu bir süreliğine de olsa azalmıştı.

Tyler soğutucuyu mutfak tezgahına bıraktıktan sonra bakışları beni buldu.

‘’Bunlar zorda kaldığında kullanacakların. Asıl talihli işte burada.’’ Tyler’ın bu sözlerinin ardından mutfaktan içeriye genç bir adam girdiğinde bakışlarım onu bulmuştu.

Benden de genç!

Sanki… Yeni üniversiteliymiş gibi.

Tyler bana döndüğünde, yüzündeki ifadede bir kararlılık vardı. “Adelia, bu genç adam gönüllü oldu,” dedi. Adamın yüzüne baktım, onun ne kadar genç olduğunu fark ettim. Belki de yirmili yaşlarının başındaydı, gözlerindeki hafif korkuyu gördüğümde içimde bir vicdan azabı hissettim.

Tyler, adamın omzuna hafifçe dokundu. “Sana zarar vermeyeceğimizi biliyorsun, değil mi?” dedi yumuşak bir sesle. Genç adam başını salladı, ama gözlerinde hâlâ biraz tereddüt vardı. İçimdeki açlık ve vicdan azabı arasında gidip geliyordum. Ama Tyler’ın yanında olması bana biraz cesaret verdi.

Adam yavaşça bana yaklaştı. Tyler onu dikkatlice yönlendirdi. Genç adamın titreyen elleri havada salıktı. Tyler, yavaşça arkasına geçerek omzuna nazikçe dokundu. “Sadece rahatla, her şey yolunda olacak,” diye fısıldadı ona.

Adamın boğazında atan damarına bakarken, içimdeki açlık bir kez daha kendini gösterdi. Bu, her ne kadar zor olsa da, yapmam gereken bir şeydi. Tyler, onun yanında dururken bana hafifçe başını salladı, sanki yapmam gerekenin doğru olduğunu onaylıyormuş gibi.

Yavaşça adama yaklaştım. Parmaklarım titriyordu. Adamın boynundaki damarı daha yakından gördüğümde, kalp atışlarını hissetmeye başladım. Bu his, içimdeki açlığı daha da yoğunlaştırdı. Tyler, genç adamın omzunu sıktı, “Adel, sakin ol.” diye fısıldadı. Onun bu sözleri, benim sakin kalmama yardım etti.

Adamın boynuna eğildim. Kan kokusu burnuma dolduğunda, her şey bulanıklaştı. Artık sadece içimdeki açlık vardı, başka bir şey düşünemiyordum. Dişlerim yavaşça boynuna yaklaştı, damarının hemen üzerine. İlk ısırıkla birlikte, sıcak kan ağzıma doldu. İçimdeki her hücre, bu taze ve sıcak kanla dolarken bir rahatlama hissettim. Bedenim, bir süredir aradığı şeyi bulmuştu.

Tyler, genç adamın başını nazikçe arkasına yasladı, onun daha da rahatlamasını sağladı. Kan, yavaşça ağzımdan bedenime yayılırken, içimdeki o rahatsız edici açlık yerini bir huzura bıraktı. Tyler’ın bu süreçte beni izlediğini biliyordum, ama ona bakmak için başımı kaldırmadım. Sadece, içimdeki o boşluğu doldurmaya odaklandım.

Kanı içtikçe, bedenimdeki her hücre doluyor, güçleniyordu. Bu, başka hiçbir şeyle kıyaslanamayacak bir histi. İlk başta duyduğum vicdan azabı, yerini bir tür memnuniyete bıraktı. Beni güçlü yapan, hayatta tutan bu ihtiyaçtı ve bunu sağladığımda her şey daha iyi olacaktı.

Genç adamın kanı tamamen tükenmeden, Tyler nazikçe omzuma dokundu. “Adel, tamam.” diye fısıldadı. Tyler’ın bu nazik uyarısıyla, geri çekildim. Genç adamın boynundaki izler hala oradaydı, ama gözleri kapalı, derin bir nefes alıyordu. Tyler, onun alnını hafifçe okşadı, “Her şey yolunda,” dedi ona sakin bir sesle.

Ben de bir adım geri çekildim. İçimdeki açlık tamamen tatmin olmuştu. Bu rahatlama, neredeyse bedensel bir yorgunluğa dönüştü. Tyler, kolunu omzuna attı. “Bize biraz zaman ver,” dedi ona yumuşak bir sesle. Genç adam başını salladı ve Tyler’ın rehberliğinde mutfaktan çıktı.

Tyler geri döndüğünde, gözlerinde bir rahatlama ve şefkat vardı. “İyi misin?” diye sordu. Başımı salladım, ama içimde hâlâ karışık duygular vardı. “Evet, sanırım… İyiyim,” dedim. Bu süreç, benim için kolay olmamıştı, ama Tyler’ın yanında olmak her şeyi biraz daha katlanılabilir kılmıştı.

Tyler, yanıma gelip beni kollarının arasına aldı. “Bu süreci birlikte aşacağız, Adelia’m,” dedi yumuşak bir sesle. “Her ne olursa olsun, yanında olacağım.” Onun bu sözleri, içimde bir güven ve huzur dalgası yarattı. Bu zorlu süreçte, onun desteğiyle her şeyin üstesinden gelebileceğimi biliyordum.

Gülümsedim ve ardından güldüm.

‘’Sorun yok. Bana Adelia da diyebilirsin, dememek için can çekişiyor gibisin hatta. Bu benim tam adım Tyler. Ve sen de babam değilsin, ailemsin. Ha Adel, ha Adelia, veyahut bir başka takma isim. Fark etmiyor. Sadece verdiğin değer ve o anki hislerin önemli tamam mı?’’ Tyler başını nazikçe gülümseyerek olumlu bir şekilde bana karşın salladığında kollarımı iki yana açarak yavaşça ona sarıldım. Elleri sırtımda gezinip sırtımı okşarken göğsünde kendime bir yer bularak tam da orada rahatladım.

‘’Kendimi bugün daha iyi hissediyorum.’’ Diye fısıldarken Tyler’ın yüzü saçlarıma gömüldü.

Onun bu davranışına tebessüm ederken aklımı kurcalayan bir soru ile Tyler’a yönelttim.

‘’Neden titriyordu?’’

Tyler’ın yüzü saçlarım arasından çıktıktan sonra cevabı da kısa sürede verdi.

‘’Duygularını yok etmedim, içten içe korku hissetti. Ben onu sadece rahatlatıp gelmeye ikna ettim. Şimdi de her şeyi unutturacağım ve gidecek.’’ Tyler’ın sözlerine başımı yavaşça salladığımda benden ayrıldı ve elime uzandı.

‘’Gel, sen salonda keyfine bak ben de bu işi halledeyim.’’ Bir kez daha Tyler’a olumlu baş hareketimi yönelttiğimde mutfaktan çıktık. Tyler genç adama yönelirken ben de salona geçip koltuklardan birine kendimi bıraktım ve televizyonu açtım.

Vişne soslu, karamel dolgulu, kekli, bisküvili, belki çikolatalı… Off pasta istiyorum ben!

‘’Tyler!’’ Çığlığım neredeyse tüm evi inletecek kadar çıktığında Tyler’ın saniyeler içinde kapıda belirişi bir oldu.

Yüzündeki endişe ile bağırmıştı.

‘’Adelia!’’

Beni normal bir şekilde gördüğünde iç çekmişti.

‘’Korkuttun beni be Adel’im!’’

Ona sırıttığımda yine de söyleyemeden edemedim.

‘’Şey… Aslında… Her neyse fazla oldu bu biraz.’’ Tyler bir kaşını havalandırıp yanıma doğru gelmeye başladığında gözlerimi gözlerinden ayırdım.

‘’Canının çektiği şeyi benden saklama Adel. Her ne olursa…’’

Ben aldım iznimi!

Gerisine karışmam!

‘’Vişne, karamel, çikolata dolgulu, bisküvi parçacıklı, kekli, cheesecake’i andıran bir pasta! Ah efsane bir lezzet değil mi!?’’

‘’Ne!?’’ Verebileceği ve verdiği tek cevap bu olmuştu işte.

‘’Ben… O dediğin şeyi anlamadım.’’

Tyler’ın verdiği tepkiye sırıtırken Tyler başını kaşıdı.

‘’Bunların hepsini yaparsam karman çorman bir şeye dönüşür. Bebek bisküvisi katsam krema dolgusu olsa sosları katsam tatlı, kek yapsam sosları ve dolguyu katsam da pasta. Ama hepsi aynı anda sadece bir çorba!’’

Tyler’a kahkaha atarken bıkkınlıkla nefesini vermişti.

‘’Tam olarak hangisi Adelia?’’

‘’Bana Adelia deyip durma tamam!’’ Bu sefer kahkaha sırası Tyler’a geçtiğinde yine bir kaşı havalanmıştı.

‘’Az önce…’’ Tyler sözlerini sürdüremeden hızlıca lafa atladım.

‘’Tamam! Ben ne dediğimin farkındayım! Sen… Şimdi bana yapıyor musun yoksa ben yapacak birini bulayım mı tatlı kocam!?’’

Tyler sırıtıp iki elini de havaya kaldırdığında bu teslim olma ifadesiydi.

‘’Sen istedin karıcığım, kötü sonuçlar için ben mesuliyet almam!’’ Tyler’a başımı salladığımda o çoktan mutfağa yönelmişti bile.

Sanırım bu mutfaktan biz bugün çıkamayacaktık.

‘’Üzümlü çörek!’’

‘’Frambuazlı Cheesecake!’’

‘’Kıymalı börek ayy börek!’’

‘’Ovv bol soslu makarna…’’

Saymaya daha devam edemeden Tyler bir noktadan sonra patlamıştı bile.

‘’Karım! Karıcığım yeter! Dur bir pastayı yapayım ya. He çok canın çektiyse ve bekleyemezsen işin ucundan tut da sen de öbür çok istediğini yapmaya başla.’’

Güldüm, dişlerimi göstererek sırıttım. Bıkmıştı tabii ki de benden ve isteklerimden. Ama olsun... Sonuçta ben değil karnımdaki istiyordu ya!

...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%