@selinayeda_x
|
Sabahın erken saatleri, odanın penceresinden içeriye süzülen solgun ışıkla uyanmama neden olmuştu. İlk başta, uykunun tatlı sarhoşluğunda, sadece hafif bir rahatsızlık hissetmiştim. Ama sonra, odayı dolduran konuşma sesleri beni uyandırdı. Gözlerimi açtığımda, Tyler’ın sesini duyabiliyordum; sesi endişeli ve öfkeli bir tonla yankılanıyordu. Yatakta kıpırdamadan, gözlerimi odanın karanlığında odaklamaya çalışırken, Tyler’ın telefonda konuştuğunu fark ettim. Sesinin tonu, sinirli ve kesik kesikti. “Nina’yla ilgili her şeyin kontrol altında olduğunu söylemiştin!” dedi. Telefonun diğer ucundaki kişinin ne söylediğini duyamasam da Tyler’ın cevabından onunla ilgili bir sorun yaşandığını anlıyordum. Yavaşça yatağımda doğruldum. Tyler, odanın karşı duvarında, telefonunu kulağına yapıştırmış, elleriyle yerleri didikliyordu. Endişesi, odanın havasını da değiştirmişti. “Bu kadar basit bir şeyin bile nasıl çözülemeyeceğini anlamıyorum,” dedi. Konuşmalarının bu kadar yüksek olması, uyandığımı hissettirdi. Gözlerim, Tyler’ın hiddetli ifadesini izlerken, vücudumdaki yorgunluk bir anlığına kaybolmuştu. “Tyler?” diye fısıldadım, sesim hala uyku sersemi bir şekilde titriyordu. Başımı kaldırdım ve ona bakarak, odanın içindeki gerilimi hissetmeye çalıştım. Tyler, bir anlığına konuşmayı keserek, bana doğru döndü. Gözlerinde, derin bir endişe ve yorgunluk vardı. “Ona nasıl güvenebiliriz ki?” Tyler’ın sesi, daha da sinirli ve çatlak bir tonla devam ediyordu. “Eğer bu sorunu çözemezseniz, şehirde büyük bir sorun olacak.” Endişesi daha da belirginleşmişti. Telefonun diğer ucundaki kişinin yanıtını dinlerken, Tyler’ın yüzündeki çizgiler derinleşmişti. “Evet, tamam. Ama bir an önce çözmelisiniz. Bu sorunu en kısa sürede halledin,” dedi ve telefonu kapattı. Tyler, telefonu yerine koyarken derin bir nefes aldı ve odanın içine yayılan gerilim biraz azalmış gibi görünüyordu. Ardından, yavaşça yanıma doğru yürüdü. Yatakta oturduğumda, yüzündeki ifadenin endişeli olduğunu görebildim. “Sabah olduğunda bu kadar stresli bir konuşma yapmaktan hoşlanmam,” dedi, sesinde yorgunluk belirgindi. “Nina ile ilgili bazı sorunlar var. Şehirdeki durum daha karmaşık hale geldi.” Kafamı sallayarak, onun endişesini anlamaya çalıştım. “Ne tür bir sorun?” diye sordum, yavaşça odanın sessizliğine alışarak. Tyler, gözlerini kapatarak başını hafifçe salladı. “Bu, bizi doğrudan etkileyen bir durum. Nina’nın şehirdeki kontrolü ve etkisi, düşündüğümüzden daha büyük olabilir. Bu nedenle, her şeyin çok dikkatli bir şekilde ele alınması gerekiyor.” Benim için karmaşık ve belirsiz bir konu gibi görünüyordu, ama Tyler’ın endişeli hali her şeyi anlatıyordu. “Bu konuda sana nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordum, içimdeki yorgunluk ve endişeyi bastırarak. Tyler, bana dönerek ellerini avuçlarımın üzerine koydu. “Senin iyiliğin her şeyden önemli, Adelia. Şu anda, sadece dinlenmen ve iyi hissetmen gerekiyor. Sorunları çözmek için elimden geleni yapacağım,” dedi. Sözleri, içimde bir tür huzur bulmama yardım etti. Tyler’ın bu kadar endişelenmesi, bana da bir sorumluluk yüklediğini hissettiriyordu. “Tamam,” dedim, ona güvenerek. “Ben buradayım ve sana destek olacağım. Elimden geleni yaparım.” Tyler, gülümsedi ama gözlerinde hâlâ endişe vardı. “Bunu bilmek beni rahatlatıyor, Adelia. Ama şu anda, senin sağlığın her şeyden daha önemli. Dinlenmen gerekiyor.” Sözlerinin etkisiyle, içimdeki gerilim biraz daha azalmıştı. Yatağımda rahatlamaya çalışırken, Tyler’ın odanın diğer köşesinde endişeli bir şekilde dolaştığını izledim. Bu sabahın getirdiği gerilim ve belirsizlikler, günün ilerleyen saatlerinde nasıl şekilleneceğini şimdiden düşündürüyordu. Tyler’ın mutfakta telaşla koşuşturduğu sırada, ben de yavaşça kendimi toparlayarak ona eşlik ettim. İçimdeki enerji, her geçen dakika biraz daha büyüyordu ve bu enerjiyi bir yere harcamak istiyordum. Tyler, mutfaktaki hazırlıklarına başlamıştı ama ben de ona yardımcı olmayı ve aynı zamanda kendimi tatmin edecek şeyler yapmayı planlıyordum. “Tamam, Tyler,” dedim, gülümseyerek. “Sana pasta yapmana izin veriyorum, ama ben de diğer tatlıları hazırlayacağım. Hem, dediğin gibi, biraz kendimi de mutlu etmem gerekiyor.” Tyler, mutfakta çeşitli malzemeleri karıştırırken ve tatlıların tariflerine göz atarken, ben de elime bir kaç tarife aldım ve işe koyuldum. Bu arada, Tyler bana göz ucuyla bakarak, kaşlarını çatmış bir şekilde şunları ekledi: “Şimdi hangi tatlıları yapacağına karar verdin mi?” “Tabii ki,” dedim, mutfak tezgahındaki malzemelere bakarak. ‘’Bol soslu makarna ve üzümlü çörekle, kıymalı böreği hazırlayacağım. Senin pastan da kesinlikle harika olacak. Hem bu kadar tatlı ve lezzetli şeyler yapınca açlığımızı da biraz bastırmış oluruz.” Tyler sabır dilercesine fısıldadıktan sonra bana döndü. ‘’Adelia, Adel’im biriciğim… Daha öğlen yeni oldu. Kanını az önce içtin, ne ara acıktın sen?’’ Tyler’ın bu sorusuna sadece gözlerim devrilirken buzluktan bir kıyma çıkarıp tezgaha bıraktım. Ardındansa en kolay işe, soslu makarnaya giriştim. ‘’Mutfak bir sanattır.’’ Dedim ardından. ‘’Aç olmama gerek yok ki.’’ Tyler sözlerime sırıttığında işine de devam etmişti. Kremayı halletti, kekini çırpıp fırına verdi, sosları ocakta yapmaya başladı, sosları soğumaya bıraktığında meyvelik rafını kontrol etti. ‘’Şansına küs frambuaz almamışsın.’’ Diyerek sepeti itekledikten sonra elimde tuttuğum makarna paketini alarak kettle’da ısınan suyu alarak tencereye döktü. Şimdi de makarna hazırlama işine girişmişken ben de fırındaki pandispanyaya baktım. Kendi kendine yaşamanın getirdiği büyük sorumluluğun avantajı olsa gerek. Tarif kitaplarını yalayıp yutmuş gibi koşulsuzca, net bir şekilde yapıyordu her şeyi. İki saatlik bu mutfak maceramızın ardından en sonunda dinlenmek için salona geçtiğimizde yanımıza soslu makarnaları ve pastayı da aldık. Kıymalı börek için kıymanın buzu çözülürken çörek işinden vazgeçmiştim. Ben bir kere üzüm sevmem! … Pastanın üstü nefis bir kremayla kaplanmış, makarnanın üstü ise bolca rendelenmiş peynirle örtülmüştü. O an, tüm yorgunluğumuzun yerini bir mutluluk duygusu almıştı. Her şey mükemmel görünüyordu ve Tyler’ın mutfaktaki özeni, lezzetli sonuçlar getirmişti. Salona adım atarken, Tyler bana gülümsedi ve yerleştiğimiz köşe koltuğuna oturdu. Ben de yanına otururken, elindeki tabağı masaya koydu ve şöyle bir göz attı: “Vay be, gerçekten çok şey yaptık, değil mi? Her şey güzel gözüküyor, umarım tadı da öyledir.” Gülümseyerek, “Evet, harika gözüküyor,” dedim. “Ama tatlarını denemeden emin olamam. Şimdi her şey hazır, tadına bakalım.” Tyler pastadan bir dilim kesti ve makarnayı tabaklara paylaştırdıktan sonra, küçük bir çatal aldım ve ilk lokmamı aldım. Makarnanın mükemmel kıvamda pişmiş olduğunu ve sosların oldukça lezzetli olduğunu fark ettim. Tyler da bir yudum pasta aldı ve keyifli bir şekilde gözlerini kapatarak tadını çıkardı. “Bu pasta gerçekten çok iyi olmuş,” dedi Tyler, hafif bir gururla. Tabii kendi yaptı, övünmek de hakkı. Gülerek, “Evet, öyle,” dedim. “Sanırım birlikte çalışmak her zaman en iyi sonucu veriyor. Malzemelerimi çalmadığın sürece!’’ Tyler sırıttığında un kavgamız aklımın ucunda büyük bir yer etti. Vişnemi çaldı vişnesini çaldım, üstüme yürüdü, un attım, tüm paketi üstüme bocaladı, üstüne bir de mutfaktan kovdu! Gözlerim devrilirken Tyler bana sıkıca sarılıp omzuma ufak bir buse konurdu. ‘’Özrüm şimdi dilesem kabul olur mu fıstık kadın?’’ Sırıttığımda bir kez daha öpmüştü. ‘’Anlaşılan bu evet.’’ Dediğinde tekrardan bir öpücük kondurdu. Bu sırada ben de bir kez daha makarnadan bir parça alıp ağzıma götürdüm. Günüm, günümüz… Şu ana kadar harika geçiyordu! Birlikte keyifle sohbet ederken, elimden tabağını bırakıp karnımı okşadım. İçimdeki bebek, bu anın tadını çıkardığımı hissetmiş olmalı ki hafifçe kıpırdandı. Tyler, bunu fark edip gözlerini karnıma çevirdi ve elini nazikçe oraya koydu. “Bebeğimiz de bu tatlılarla mutlu oldu gibi görünüyor,” dedi, gülümseyerek. “Her şey mükemmel, ne dersin?” Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. “Evet, her şey gerçekten mükemmel.’’ Tyler, elini karnımdan çekip, kollarını etrafıma sardı ve beni kendine doğru çekti. Sıcak bir şekilde sarılırken tüm günlerin yorgunluğunu ve yoğunluğunu unutarak sadece Tyler’ın kollarında huzur buldum. … İkindi vakti, evimizin huzur dolu atmosferi bizi tamamen sarhoş etmişti. Tyler’ın mutfakta geçen iki saatlik maratonu, hem gözlerimiz hem de mideye hitap eden lezzetlerle sonuçlanmıştı. Ve şimdiyse güzel bir film maratonuna başlamıştık. Yan yana, diz dize, dip dibe ve de koyun koyuna! … Film maratonun ardından ise çözülen kıymadan böreği yapmaya başlamıştık. Bu sefer kıymalı böreği birlikte yaptık. Tyler, hamuru açarken ben de kıymayı baharatlarla lezzetlendirdim. İkimiz de bu küçük mutfak maceramızdan büyük bir keyif aldık. Fırından çıkan böreğin kokusu tüm evi sardığında, birlikte başardığımız bu küçük iş için gurur duydum. Akşam yemeği saatinde romantik bir akşam yemeği ve de şarap düşünürken tabii her şey yine mahvolmuştu. Tyler ve korumacılığı! Neymiş efendim bebek var sağlığa zararlı içemezsin. Tyler, bizim bebeğimiz de melez! … Tyler’a şarap içme fikrimi söyledikten sonra, kaşlarını çattı ve gözlerinde ciddi bir ifade belirdi. “Adelia,” dedi, sesi o tanıdık korumacı tonuyla. “Bebek var, senin şarap içmen hiç uygun olmaz. Sağlığına zararlı, bunu biliyorsun.” Gözlerimi devirdim, dudaklarımda hafif bir gülümseme belirdi. “Tyler, bebeğimiz melez. Bu durumda bir kadeh şarap hiçbir şey yapmaz. Ayrıca, ben sadece biraz keyif yapmak istiyorum. Hem daha ne kadar bu kadar katı olacaksın?” dedim, onu ikna etmeye çalışarak. Tyler, iç çekerek yanıma yaklaştı ve ellerini omuzlarıma koydu. “Adel’im, biliyorum, ama işimizi şansa bırakamayız. O kadar çok risk var ki. Sadece seni ve bebeğimizi korumaya çalışıyorum,” dedi, sesi yumuşayarak. “Sen de hep bu kadar tedbirli olmak zorunda mısın?” diye sordum, biraz daha nazikçe. “Birazcık gevşeyemez misin?” Gözlerinde bir an için bir yumuşama gördüm, ama yine de başını olumsuzca salladı. “Senin ve bebeğin güvenliği her şeyden önce gelir, Adel. Söz veriyorum, bu zamanlar geçtikten sonra sana bir kadeh şarap hazırlayacağım, ama şimdi değil,” dedi kararlılıkla. Kendi içimde biraz hayal kırıklığı hissetsem de, Tyler’ın iyi niyetini anlıyordum. Derin bir nefes aldım ve ona gülümsedim. “Tamam, sen kazandın. Ama o zaman gün batımını izleyelim, olur mu?” dedim, onun bu nazik korumacılığını kabullenerek. Tyler, rahatlamış bir şekilde gülümsedi ve elimi tutarak balkona doğru yöneldi. Birlikte balkona çıktık, hafif bir esinti saçlarımızı okşarken güneş ufukta batmaya hazırlanıyordu. Turuncu ve pembe tonları gökyüzünde dans ederken, Tyler’la yan yana durduk. “Elini karnıma koy,” dedim, yumuşak bir sesle. Tyler elini karnıma yerleştirirken, yüzünde nazik bir gülümseme belirdi. “Ona gün batımını izlediğimizi anlat,” diye ekledim. Tyler, karnıma hafifçe dokunarak, “Baban burada, annenle birlikteyiz, ve şu an senin için gün batımını izliyoruz. Burada her şey güvende,” dedi, sesi tatlı bir tınıyla doluydu. İçimde hissettiğim sıcaklık, bu anın ne kadar değerli olduğunu bir kez daha hatırlattı bana. Gün batımını izlerken, Tyler’la sadece bu küçük anın tadını çıkardık. Gece karanlığı çöktüğünde, balkondan içeriye doğru ilerledik ve mutfakta birlikte bir şeyler hazırlamaya başladık. O gece, kahvaltıdan arta kalan yemeklerin üzerine biraz daha ekleme yaparak basit ama sıcak bir akşam yemeği yedik. Yemek sonrası, Tyler yanıma geldi ve “Bu gece için bir planın var mı?” diye sordu, gözlerinde hala korumacı ama aynı zamanda rahatlamış bir ifade vardı. Başımı salladım. “Hayır, sadece seninle birlikte olmak istiyorum,” dedim, ona yavaşça yaklaştım ve başımı göğsüne yasladım. Tyler, kollarını bana dolarken, saçlarımı nazikçe okşamaya başladı. “Tamam, o zaman birlikte biraz zaman geçirelim,” dedi, sesi sakin ve yumuşaktı. Yatağa uzandığımızda, Tyler yanımda yatarken, elini karnıma yerleştirdi ve “Bebeğimizle konuşmak istiyorum,” dedi. Gözlerimi kapattım ve onun bu isteğini kabul ettim. Tyler’ın sesi, karnıma doğru hafif bir fısıltıyla yankılandı. “Baban burada, anne de yanımızda. Biz seni çok seviyoruz. Her şey yolunda, güvendesin,” dedi. Bu sözler, içimde bir huzur dalgası yarattı. Bu tatlı anların ardından, Tyler’a baktım ve “Ne kadar şanslı olduğumuzu fark ettin mi?” dedim. O, gülümseyerek başını salladı. “Evet, her gün seni ve bebeğimizi düşündüğümde, ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha fark ediyorum,” dedi. Bu duygusal anların ardından, sessizce uykuya daldık. Sabah olduğunda, Tyler’ın birisiyle konuştuğu sesler kulağıma çalındı. Yavaşça gözlerimi açtım ve onun ciddi bir şekilde telefonda konuştuğunu fark ettim. Ses tonundan önemli bir şey olduğunu anladım. “Kiminle konuşuyorsun?” diye sordum, yavaşça doğrulurken. Tyler, konuşmayı bitirip yüzünü bana döndü, gözlerinde endişeli bir ifade vardı. “Nina sorunu daha da büyümüş, Adel.’’ dedi, sesi ciddi ve alarm doluydu. Kalbim sıkışmıştı. Bu tatlı anlardan sonra gelen bu haber, içimde bir huzursuzluk yaratmıştı. Tyler, gözlerindeki o endişe bulutlarını dağıtarak yanıma yaklaştı ve yüzüme yumuşak bir dokunuşla elini koydu. “Bir sorun yok, Adel,” dedi, sesi sakin ve güven vericiydi. “Rahatla, sadece kendini ve bebeğimizi düşün. Bu bizim için önemli olan tek şey.” O an, içimde yükselen endişe ve korku biraz olsun yatıştı. Tyler’ın koruyucu doğası ve bana olan bağlılığı, her zaman olduğu gibi içimi rahatlatıyordu. “Ama Nina ve sürü…” diye itiraz etmeye çalıştım, cümlem tam olarak bitmeden Tyler beni sakinleştirmek için bir kez daha araya girdi. “Elbette, Nina’nın durumu ciddi, ama şu an senin için bir tehdit oluşturmuyor. Sadece dikkatli olmalıyız ve doğru zamanda doğru adımları atmalıyız,” dedi, bana güven verici bir bakışla. “Ve bu, senin şu an endişelenmen gereken bir şey değil.” Derin bir nefes alarak ona baktım. “Peki ya sürü? Bizim oraya geri dönmemiz gerekmiyor mu? Herkesin bize ihtiyacı var…” dedim, hala içimde bir huzursuzluk hissetsem de onun bana karşı olan sakinliği ve güveni, biraz olsun içimi rahatlatmıştı. Tyler, hafifçe gülümseyerek başını salladı. “Evet, sürüye geri dönmemiz gerekecek, ama bu acil bir durum değil. İki gün daha burada kalabiliriz ve bu zamanı en iyi şekilde değerlendirebiliriz,” dedi, gözlerimdeki endişeyi dağıtmaya çalışarak. “İki gün sonra döneriz, ama bu iki gün boyunca sadece seninle ve bebeğimizle olmak istiyorum.” Onun bu isteği, içimde bir sıcaklık dalgası yarattı. “İki gün, ha?” dedim, hafifçe gülümseyerek. “Peki, bu iki günü nasıl geçirmeyi düşünüyorsun?” Tyler, gözlerinde o tanıdık ışıltıyla gülümsedi. “Bu iki günü en iyi şekilde değerlendireceğiz, Adel. Seninle birlikte olacağım, yapmamız gereken her şeyi halledeceğiz. Ama her şeyden önce, senin rahatın ve mutluluğunuz önceliğim,” dedi, sesindeki samimiyet beni bir kez daha sarıp sarmaladı. O an, Tyler’ın yanında güvende olduğumu ve her şeyin yoluna gireceğini bir kez daha hissettim. İçimdeki endişeyi bir kenara bırakarak, onun teklifini kabul ettim. “Tamam, o zaman. Bu iki gün boyunca sadece güzel şeyler yapalım ve düşünelim. Ama sonra sürüye dönmeliyiz, tamam mı?” dedim, ona olan güvenimi ifade ederek. Tyler, elimi tutarak gülümsedi. “Anlaştık, Adel. Bu iki günü sadece bizim için ayıracağız. Sonra her şey yoluna girecek, sana söz veriyorum,” dedi, sesi kararlı ve sakinleştiriciydi. Bu iki gün, birlikte geçirdiğimiz en değerli anlardan biri oldu. Tyler, sabahın erken saatlerinde benim için kahvaltı hazırladı. Yatağıma kadar getirdiği tepside taze meyveler, sıcak bir çay ve yanında yumuşacık kruvasanlar vardı. Yüzünde tatlı bir gülümsemeyle yanıma oturdu ve birlikte kahvaltımızı ederken, ikimiz de bu anın tadını çıkardık. Kahvaltının ardından, Tyler’ın önerisiyle dışarı çıktık. Yakındaki bir parkta uzun bir yürüyüş yaptık, doğanın güzellikleri arasında kaybolduk. Ağaçların altında el ele yürürken, birbirimize olan sevgimizi bir kez daha hatırladık. Tyler, sık sık durup bana sarıldı, bana olan sevgisini sözcüklere döktü. Parktan döndüğümüzde, Tyler bana mutfakta yardım etti. Akşam yemeğinde, birlikte hazırladığımız böreği yerken, Tyler yine şarap meselesini gündeme getirdi. Gözlerime bakarak, “Belki bu gece bir yudum şarap içebilirsin,” dedi, bana küçük bir ödün verir gibi. Ama yine de gözlerinde bir endişe vardı. Gülümsedim ve başımı salladım. “Seninle burada olduğum sürece, şaraba gerek yok,” dedim, onun endişesini bir kez daha yatıştırarak. “Sadece bu anı yaşamak istiyorum.” Yemekten sonra, balkona çıktık ve güneşin batışını izledik. Gökyüzü, akşamın turuncu ve pembe tonlarıyla renklendiğinde, Tyler yanıma sokuldu ve elini yine karnıma koydu. “Bebeğimiz için en güzel manzaraları izliyoruz,” dedi, sesi yumuşak ve sakinleştiriciydi. Gün batımını izledikten sonra, gece boyunca uzun sohbetler ettik. Geçmişten, geleceğimizden, bebeğimizden konuştuk. Tyler’ın yanında, her şeyin mümkün olduğunu hissettim. O gece, yatağa uzandığımızda, Tyler yine bana sarılarak uyudu. Elini karnımın üzerinde tutarak, bebeğimizi hissetti. İçimdeki sıcaklık, onun bu anlarda ne kadar sevgi dolu ve koruyucu olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu iki gün, hayatımın en değerli anlarından biriydi. Tünelden önceki son çıkış gibi, işler karışmadan önceki son rahatlıklarımızı yaşamaktaydık belki de. Tyler’la geçirdiğimiz her an, onunla birlikte olmanın ne kadar özel olduğunu bir kez daha hatırlattı bana. Onun sevgisi, benim için her şeydi ve bu iki günü onunla birlikte geçirmenin verdiği mutluluk, içimdeki tüm endişeleri bir kenara bırakmamı sağladı. Sabahın serin havası odanın içine hafifçe dolarken, gözlerimi yavaşça açtım ve yanımda uzanan Tyler’a baktım. Gözlerinde bir anlık huzur ve dinginlikle bana bakıyordu. Gözlerinin derinliğinde bir şeyler saklıydı, belki de yaklaşan dönüşün ağırlığı… ya da sadece bir sabah anının dinginliği. Hafifçe gülümsedim. “Günaydın, güzelim,” dedi Tyler, parmaklarını nazikçe saçlarımda gezdirerek. Sesindeki tını, sabahın sessizliğini bozdu ama rahatsız etmeyen bir sıcaklıkla. Yanağıma tatlı bir öpücük kondurduğunda, tüm bu yolculuk öncesi telaşın ne kadar anlam kazandığını hissettim. "Günaydın," dedim, ona doğru dönüp uykunun tatlı kalıntılarından kurtulmaya çalışarak. "Bugün, sürüye dönme vakti, değil mi?" Sesim, kaçınılmaz gerçekliği hatırlattı. Tyler’ın dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi, ama gözlerindeki ciddiyet kaybolmadı. "Evet, vakit geldi, Adel," diye fısıldadı, beni biraz daha sıkı kucaklayarak. Vücudum onun sıcaklığına sığınırken, yakında karşılaşacaklarımızın bilinmezliğiyle baş başaydık. Sabahın ilk ışıkları pencereden içeri sızarken, yataktan kalktık ve hazırlanma telaşı başlamıştı. Tyler, odayı toparlamaya başlarken ben mutfakta küçük bir kahvaltı hazırladım. Kahvaltı masasının üzerinde kalan son yiyecekleri topladım: biraz ekmek, peynir ve marketten dün aldığımız taze meyveler. Sessizce yedik, her lokma yakında çıkacağımız yolculuğun habercisi gibiydi. Sanki sessizliği bozmaya çekiniyorduk. Tyler, sandalyeden kalkıp dolaptaki son kalan birkaç şeyi gözden geçirdi. Ben de elimde kalan çay fincanını yavaşça lavaboya koydum. Gözlerim mutfak tezgâhında duran market poşetlerine kaydı. Aldığımız yiyeceklerden geriye pek bir şey kalmamıştı. Dönüş yolunda karnımızı doyuracak birkaç atıştırmalık dışında hiçbir şey kalmamıştı. Tyler yanıma gelip kolunu omzuma doladığında, başımı hafifçe göğsüne yasladım. "Sanırım her şey hazır," dedim, bir yandan da onun sıcaklığını içime çekerek. "Her şey," diye tekrarladı Tyler. O halde vakit gelmişti değil mi? Kesinlikle gelmişti. Tyler gözlerinde ciddiyetle. "Ama merak etme, yavaş kullanacağım," dedi sanki içimde bir yerde saklı olan o küçük endişeyi sezmiş gibi. Elini nazikçe belime doladı ve beni kapıya doğru yönlendirdi. Arabaya vardığımızda, Tyler bagajı yerleştirirken ben ön koltuğa geçtim. Arka koltukta birkaç çanta duruyordu, hepsi de eve dönüş yolculuğumuz için hazırlanmış. Kapıyı kapatırken, Tyler bir kez daha yanıma geldi. Yavaşça kemerimi taktı, elleri dikkatlice omzumdan aşağı kayarken. "Hazır mısın?" diye sordu, gözlerinde bir soru işaretiyle. Başımı salladım. "Hazırım." Tyler, direksiyonun başına geçtiğinde, araba usulca hareket etmeye başladı. Viktoria’nın geniş caddelerinden geçerken sessizlik hüküm sürüyordu. Etrafta dolaşan insanlar, dükkânların önündeki canlılık, her şey gündelik bir rutin içindeydi ama bizim yolculuğumuz çok daha farklıydı. Gözlerim yoldaydı ama aklım, ilerideki kasabada, kurt sürüsüne dönüşümüzdeydi. Saatlerce yol aldıktan sonra Vancouver'a doğru ilerlemeye başladık. Yollar daraldı, manzaralar değişti. Viktoria’nın şehir havasından sıyrıldıkça dağların eteklerine doğru ilerledik. Vancouver'a yakın olan kasabaya yaklaştığımızda, dağların heybeti daha da belirginleşti. Ormanın derinlerine doğru ilerledikçe, ağaçların koyu yeşil yaprakları güneş ışığını engellemeye başladı. Yolun kenarındaki yüksek çam ağaçları ve geniş yapraklı bitkiler, bize bir nevi rehberlik ediyordu. Tyler, sürüşünü iyice yavaşlatmıştı. ‘’Neredeyse vardık.’’ Dedi. Sesi dikkatli ama rahatlamıştı. "Sürüye yaklaşmak üzereyiz." Gözlerim, ormanın derinliklerine bakarken kalbimde hafif bir heyecan hissettim. Sürüye dönmek, bir bakıma eve dönmek gibiydi ama orada nelerin bizi beklediği hâlâ belirsizdi. Arabayı kasabanın girişine doğru sürmeye devam ettik. Ağaçların arasından kasabanın ufak ahşap evleri görünmeye başladı. Sonunda arabayı açıklık bir alana, kamp alanının sürgülü giriş kapısına park ettiğinde, etrafta birkaç kişi belirdi. Kurt sürüsünün üyeleriydi. Tyler arabadan indiğinde, hemen yanına birkaç kişi gelmişti. İçlerinden biri olan Alfred Tyler’a doğru yürüdü. "Tyler, geri döndünüz," dedi, sesi saygılı ama aynı zamanda dikkatle doluydu. Bakışları bir an bana kaydı, sonra tekrar Tyler’a döndü. "Yolculuk nasıldı?" Tyler hafifçe gülümsedi. "Uzun ama sorunsuz," dedi, ardından bana dönüp elini uzattı. ‘’Güzel bir balayıydı, sponsorluk için teşekkürler.’’ Geri dönmek... Sadece bir hafta ayrıldığımız yerdi ama sanki aylar geçmiş gibi geliyordu. Tyler, yanıma dolaşıp bana kapıyı açtığında elimi uzattı ve arabadan çıktım. O sırada birkaç metre ileride toplanmaya başlamış kalabalığı fark ettim. Thomas en önde duruyordu, kollarını göğsünde birleştirmiş, kaşlarını hafifçe çatmıştı ama yüzünde her zamanki o sert gülümseme vardı. "Balayından dönen çifte bakın!" dedi, sesi alaycı ama sıcaktı. Gözlerinde bizi özlediğini belli eden bir ifade vardı. Onun hemen yanında Brad ve Lilith duruyordu. Alfred Tyler’ın omzunu sıvazlarken yanlarına doğru adımlamıştık. Brad’in yüzünde her zamanki gibi şakacı bir gülümseme, Alfred ise kollarını açmış bir şekilde bize bakıyordu. "Hadi ama! Bir hafta bile dayanamadınız, geri döndünüz ha?" Brad’in sesindeki şaka dolu ton, içimdeki gerginliği bir anda hafifletti. Tyler bana dönüp göz kırparken, başımı sallayıp hafifçe güldüm. "Birilerinin burada kalıp dümeni tutması gerekiyordu," dedim gülerek. "Sizi özledik ama, itiraf ediyorum." Maya ve Lucas biraz geride durmuş, birbirlerine fısıldaşıyorlardı. Maya’nın yüzündeki gülümseme her zamanki gibi sıcaktı. Lucas ise bir adım öne çıktı. "Özlememize izin bile vermediniz," diye şakalaştı. "Ama dönmeniz iyi oldu. Etraf sessizdi." Seraphina, Emily, Elena ve Lydia ise biraz daha arka planda toplanmışlardı. Seraphina kollarını tıpkı Thomas gibi bağlamış ama Thomas’tan farklı olarak daha yumuşak ve belirgin bir gülümseme bırakmıştı bizlere. Yüzündeki o doğuştan gelen kurt sertliğine rağmen. Elena ve Lydia ise sessizce arkamızdan gelen Jonas ve Elliot’a baktılar. Elliot elindeki çayı usulca bir kenara bırakmıştı. Gözlerinde her zamanki sakin bakış vardı. Jonas ise eliyle saçlarını düzeltti ve bize doğru yürüdü. "Hoş geldiniz," dedi Jonas, yüzündeki sıcaklıkla. "Umarım iyi dinlenmişsinizdir." "Dinlenmek mi?" diye atıldım, biraz da şaka yaparak. "Tyler’ın yanında pek mümkün değil." Tyler hafifçe omzuma dokundu ve kaşlarını kaldırdı. "Hey, ben mi yorucu oluyorum?" dedi, gülerek. "Sanırım tam tersi." Aramızdaki bu kısa şakalaşma, kalabalığı da güldürdü. Elliot, sessizce bir adım attı. "Peki, şimdi her şey yolunda mı?" diye sordu, sesi her zamanki gibi sakin ama meraklıydı. Her şey yolunda mı? Gerçekten önemli bir soruydu. Bakışlarım Tyler’a gittiğinde o zaten bana bakmaktaydı ve elimi yumuşakça kavradı. Hamile olduğum gerçeği… Yoksa Eira hiçbir şey anlatmamış mıydı diğer üyelere? Peki ya şimdi neredeydi? Ortalıkta gözükmüyordu. Daha ne kadar saklanabilirdi ki bu? … |
0% |