Yeni Üyelik
14.
Bölüm
@selinsafak

 

 

Mehmet'in anne tarafından uzak bir akrabası, yıllardır yanında sağ kolu olarak çalışıyordu. Evi ve işiyle ilgili en gizli işlerini bilip çözen bu üçüncü derece kuzen, Mehmet'in sır küpü ve ayakçısıydı. Fabrika müdürlerinden bile daha kıdemli olan bu adam bir gölge gibi her yere onunla gidiyor, aile meselelerini çözüyor, yasadışı bir iş yapılacaksa hallediyordu.

 

Batuhan'ın çıkardığı olaylar sonrası ortalığı toparlama, gazetecilere göz dağı verme, polise rüşvet verme ve araya torpil sokma işlerinde yine bu adam vardı. Mehmet, herkesin önünde dürüst bir işadamı profili çizerken elini kirletmesi gereken işlere uzattığı maşası, Batuhan'ın gece kulübündeki kavgasıyla ilgili gizlice araştırma yapmıştı.

 

"Mehmet Abi, bu kulübün sahibini soruşturdum. Çok genç, 22 yaşında, Körfez'e geleli iki ay anca olmuş. Birden gelip mekana çökmüş, palazlanmış. Arkası karanlık."

 

"Kimmiş, neciymiş?"

 

"Arca Giray Kızılkan, Adana Kozanlı. Sabıkası kabarık, serserinin teki. 16 yaşında üvey babasını bıçakladığı için ıslahevine girmiş, bir yıl yatıp çıkmış, bu çıktıktan birkaç ay sonra da adam ölü bulunmuş. Kafasına sıkmış ama nasılsa cinayetten paçayı sıyırmış. Bir ara yurtdışına kaçmış. Bunun babası da amcası da tüm sülalesi sabıkalı. Babası içerde, Bozok Kızılkan, kan davasında üç kişiyi vurmuş, müebbet yemiş. Kumarhaneler, araba parçası kaçakçılığı, kara para aklama, tetikçilik, ne ararsan var. Annesinin soyu daha da beter, büyükbabası eski Adana beylerinden, kumarhane patronu. Bir teyzesi var, çok fena."

 

"Neymiş?"

 

"Teyzesi genelev patroniçesi. Bu Arca denen herif de, Adana Beyleriyle iş tutmuş zamanında. Buraya bir kan davası meselesinden kaçıp gelmiş diyorlar ama o iş karışık. Mehmet Abi, bu heriften kıllandım. Adanalı olduğunu öğrenince acaba dedim, Ferman Tanrıöverle bağlantılı olmasın?"

 

"Hangi Fermanla? Bizim Fermanla mı? Hah! Daha neler?"

 

"Abi, Ferman Adanalı değil mi?"

 

"Öyle mi? Ne bileyim... Öyleyse de Adana kaç milyonluk koca şehir, Rıfat abartma!"

 

"Benden söylemesi abi, gerisi sana kalmış, ben bu kadarını öğrenebildim."

 

"Arca Bey sağlam ayakkabı değil, orasını anladık. Bizim salak oğlan gitti mafyaya bulaştı, gerizekalı! Peki şu kız?"

 

"Şarkıcı kız... Onu araştırıyorum abi, pek bir şey yok. Anası kuaför, üvey babasını tanıyorum, bizim beyaz eşyacı Muarrem diye yavşağın teki, çakal esnaf. Muarrem'in babası mütahitlik yapıyordu ama yaşlandı artık ortalarda yok. Kızın babası da hapiste."

 

"Hoba! Ulan kimlerle takılıyor bizim serseri oğlan?"

 

"Abi daha fenası var, Batuhanla bu Meyil denen kız aynı okuldalar. Kız daha lise üçe gidiyor."

 

"Nasıl liseye gidiyor? E şarkıcı demedin mi?"

 

"Öyle... Bu Arca'nın mekanında başlamış ama reşit değil. Alkollü mekanda çalışması yasak."

 

"Hıı, bak sen? Bunu öğrendiğim iyi oldu, Batuhan bir daha vukuata karışırsa Arca Beye rica minnet edeceğimize polise şikayet edelim de mekanı mühürlesinler. Baştan niye söylemedin şunu Rıfat, adama bir dünya dil döktüm, para verdim! Ahh!"

 

"Mehmet Abi, parayı boş ver de sen oğlanın arkadaşlarını soruştur, Sevgi Ablama söyle, okulu bi yoklasın. Bu kızla bizim oğlanın manitacılık durumları neymiş öğrensin. Akıl vermek haddime değil ama bu kız bize sıkıntı olur güzel abim."

 

"Olur, ben okula gider öğrenirim. Ulan bir katilin kızı bizim oğlanın okulunda nasıl okuyabiliyor? Ben o koleje her yıl dünyanın parasını ödüyorum ki soyu sopu belli, iyi aile çocuklarıyla birlikte okusunlar! Kızın babası ne ayak?"

 

"Şevket Akyüz diye eski bir müzisyen, düğünlerde klavye çalıyormuş, bir düğünde silahlı kavgaya karışmış, birini öldürmüş. Adam içeri girince karısı bunu şutlamış, birkaç kodamanla adı çıkmış, karı zillinin teki, sonra bu Muarrem'e yanaşmış. Bir katille bir yosmanın kızı bar şarkıcısı... Batuhan kimlerle geziyor abi?"

 

"Derdini siktiğim puştu, akşam kemiklerini kırdım diye Sevgi Ablan bana kızdı ama az bile yapmışım Rıfat! Anası şımarttıkça bu çocuk arsız oldu başıma! Seçim önü rezil oldum, madara oldum! Bütün rakiplerim arkamdan gülüyor, hiç yok yere onca aylık emeğim ziyan oldu! Hele şu kokain muhabbeti çok kötü oldu."

 

"Kullanmış mı?"

 

"İnkar ediyor ama zaten şüpheleniyordum. İzmir'de bir klinik buldum, test yaptırmaya götüreceğim. Bu işin şakası yok Rıfat."

 

"Allah korusun abim, neler duyuyoruz. Kır kemiklerini! Gerekirse odalara kapat, gerekirse okuldan al."

 

"Çok canım sıkkın Rıfat, seçimi de siktir et, dünya malını da... Bir oğlum var. Ben nerde yanlış yaptım... Ah Rıfat..."

 

"Hallederiz evelallah abim, zararın neresinden dönülse kardır, sen merak etme. Ben peşindeyim."

 

"Her şeyi bırak sen artık Batuhan'ı takip et. O kızla görüşürse, o bara giderse hemen beni ara. Hatta tut kolundan getir."

...

 

Sibel, açık görüş için özel izinle eski eşi Şevket'i görmeye gelmişti. Meyilden habersiz geldiği bu ziyaret elbette onun hayatındaki gelişmeler hakkında konuşmak içindi fakat uzun yıllardır görmediği adamı karşısında yeniden görmek, hapse düştüğü ilk gün onu parmaklıklar arkasında gördüğü zamanki gibi içini acıttı. Gözünü açtığı ve sevdiği tek erkek oydu.

 

Bir asır gibi gelen kasvetli saniyeler boyunca karşılıklı durup birbirlerine baktılar. O bakışlarda yitip gitmiş büyük bir aşk, yarım kalmış bir hikaye, birbirinden koparılmış iki sevdalı yürek, ortak bir evladın ömürlük ortaklığı vardı. O bakışlarda özlem, anlayış, keder, acı, öfke, kırgınlık, affediş vardı. Yılların demir külçesi gibi maddeye bürünüp tüm ağırlığıyla omuzlarına çöktüğü o uzayan saniyelerde puslu gözler ve boğaza dizilen nefesler vardı.

 

Sibel sertçe yurkunarak gözlerini hızla kırpıştırdı. Adamın, yaşlandığını düşündü. Çok da zayıflamıştı, yakışıklı, pembe, gürbüz yüzünde avurtları çökmüş, alnı yaşından haddiyle fazla çizgilenmiş, açık kumral şakakları gümüş tellerle bezenmişti.

 

"Merhaba Şevket."

 

Şevket, kursağında takılı kalmış dikenli bir gürzü yutkunmaya çalışır gibi hazımsız bir yutkunmayla beraber seyiren kaşını çattı. Kadının hiç değişmediğini, geçen onca yıla rağmen güzelliğinden bir şey kaybetmediğini aksine daha da olgunlaşıp güzelleştiğini efkarla farketti. Ateş mavisi iri gözlerindeki efkarlı bakışı hemen öte yana kaçırıp oturması için sandalyeyi işaret etti.

 

"Kızım iyi mi?" diye sordu.

 

Meyil'i aylardır görmemişti. Kızının onu cezaevinde görmeye gelmesini istemiyordu, son görüşmelerinde ikisi de öyle çok ağlamışlardı ki Şevket'e çok ağır gelmişti. Artık gelme, demişti.

 

"Meyil iyi, merak etme."

 

"Sen hayırdır?"

 

"Hayır diyelim Şevket, konuşucaz. Sen nasılsın?"

 

"Nasıl olunursa..."

 

"Sana bir şeyler getirdim. Bir takım alt üst eşofman, terlik, çamaşır, sigara falan. Biraz da harçlık. İdareden verecekler."

 

"Eyvallah zahmet etmişsin."

 

"Rica ederim. Sağlığın nasıl? Çok zayıflamışsın."

 

"Yemekler kötü."

 

"O işe devam ediyor musun? Meyil, anlatmıştı. Döküm atölyesi miydi neydi?"

 

"Devam ediyorum, harçlık çıkıyor işte."

 

"Arayan soran var mı? Ailen nasıl?"

 

"Kardeşim arıyor. Boş ver beni Sibel, kızım nasıl? Sen niye geldin? Bunca yıl sonra hayır olsun, sadede gel delirtme insanı!"

 

"Hal hatır sorduk be adam! Meyil iyi dedim, keyfi yerinde. Lise sona geçiyor biliyorsun. Önümüzdeki sene dershaneye gitmek istiyor, hukuk okumak için, söylemişti sana."

 

"Özel okulda okumuyor mu bu kız, dershaneye gerek var mı?"

 

"Varmış işte, hukuk puanları çok yüksek, okul yetmiyormuş. Özel okul olduğuna bakma dandik bir kolej bozması işte. Öyle aman aman bir yer değil. Zaten bursu da kesildi."

 

"Onu biliyorum, annemden miras kalan o tarladan elime geçeni gönderdim, yetti mi bari?"

 

"Yok nerde, okulun seneliğini yüz bin yaptılar."

 

"E üstü?"

 

"Halettim ben."

 

"Muarremden almasaydın?"

 

"Verir mi hiç! Benim dükkandan toparladım denkledim bi şekilde. Şu dershane parası için... Meyil kendisi çalışmak istedi, kendi kendine bir iş buldu. Başladı bile. Kazancı güzel."

 

Şevket kırıştırdığı alnını sıvazladı. Hapis olmanın en çok koyduğu zamanlar kızına yetemediği bu zamanlardı. Sokağı, insanları, hayatın akışını kaçırmayı hatta kızının özlemini sineye çekmeyi kanıksamıştı fakat bu yetersizlik duygusuna alışamamıştı.

 

"Başka da tarla arsa yok ki satayım. Yok anasını avradını..."

 

"Onu mu diyorum ben be, bi dinle hele. Para istemeye gelmedim. Meyil çalışıyor dedim. Ne iş diye sormadın?"

 

"Kuaförlük filan mı?"

 

"Anne mesleği diyorsun? Hah! Ah be Şevketim, kızın bana değil sana çekmiş. Şarkı söylüyor. Sesi çok güzel biliyorsun, bir gece kulübünde haftada iki gece solist olarak anlaştı. Gecede on beş bin kazanıyor. Dershane parasını bir ayda toparlar, üstüne birikim bile yapar. Meyildeki ses ve yetenek varya of, adamlar havada kaptılar!"

 

"Ne dedin sen ne dedin? Ne şarkıcılığı ulan ne gece kulübü? Sen benimle kafa mı buluyorsun?"

 

"Garsonluk işi için gittiği görüşmede adamlar sesini dinleyince kızı solist olarak işe aldılar. Lüks, düzgün, ciks bir mekan. Onda sıkıntı yok. Garson mu olsaydı?"

 

"Ulan sen kafayı mı yedin geri zekalı, ben neden hapisteyim? Niye düştüm ben bu lağım çukuruna? Ulan sarhoş milletini eğleme belasına benim ömrüm gitti be! İkinizi de gebertirim! Sen nasıl anasın denyo! Bunu söylemeye mi geldin utanmadan? Sen benim kızımı kötü yola mı düşürecen? Hiç mi akıl yok sizde?"

 

"Eeeh kes be! Sen burda on senedir yan gel yat Osman, biz nelerle boğuşuyoruz haberin var mı? Her şey olmuş ateş pahası! Sen mapusa düştüğünde bir ekmek kırk kuruştu, şimdi on lira oldu Şevket Efendi! Dünyadan haberin yok bari çemkirme! Hem o iş bal kaymak gibi bu devirde adama bir asgari ücreti tek gecede kim verir? Ben sana başka bir şey diyecem."

 

Şevket ayağa kalkıp alışkanlık edindiği üzere odanın içinde sinirli adımlarla volta atmaya başladı. Aşağı yukarı hızlı adımlarla odayı arşınlarken homur homur söylendi.

"Hay ben sizin aklınızı sikeyim! Sizin ben fikrinize sokayım! Hay ben onun da sesine... Aptallar! Ziyan olacak. Zebil olacak. O işin sonu uçurum. O dünya adamı bitirir..."

 

"Şevket? Dur daha kimseye bir şey olduğu yok! Bir şey sorucam sana. Bir sakin ol, yoksa giderim."

 

Şevket kendi başına gelenlerin, kızının da hayatında tekerrür ettiğini görmekten dehşete düşmüştü, bir süre ağız dolusu söylenerek odada dolaştı. Sibel'in gitmeye hazırlandığını görünce

"Söyle ne söyleyeceksen!" Dedi.

 

Sibel onu yumuşatmak için bam teline dokunmaktan gocunmadı.

 

"Şevket? Kızın, senin davanı tekrar açmak için avukat olmak istiyor, biliyorsun. Bunu çocuğun aklına sen soktun, şimdi zaten kazanır deme, o iş öyle kolay değil. Ekmek aslanın ağzında, senin enflasyondan ekonomik krizden haberin yok. Avukatlar öğretmenler iş bulamıyor, devir öyle kötü ki elini sallasan işsiz üniversite mezunu! Yüksek yerlerde dayın yoksa okumak çözüm değil. Sonra neyle okuyacak? Benim dükkan kendine yetmez oldu, malzemeler pahalı, insan gelmiyor be, siftahsız kapatıyoruz. Bu kızın elinde altın bileziği var, bırakalım yürüsün. Üniversite masrafını çıkarsın, ne güzel! Okul arkadaşları gibi bir eli yağda bir eli balda değil, eziliyor. Arkadaşları yurtdışında gezerken bizimki pazardan bile kıyafet alamıyor."

 

"Sus sus, benim sinirimi bozma! Ne yapayım Sibel, isteyerek mi bu durumdayım? Ben baba olarak üzülmüyor muyum? Kanser olucam be! Siktiğimin yerinde asacam ulan kendimi!"

 

"Hah, çözümün harika! Peki Meyil'e ne faydası var? Ben sana ne diyecem bak, yapabileceğin bir şey olabilir. Senin şu koğuş ağası vardı hani? Onunla aran hala iyi mi?"

 

"Alemdar Reis, evet iyi, ee?"

 

"Şu Alemdar Reisin çevresi vardır. Meyil'in patronu Adanalı bir kabadayının oğluymuş, girmediği cezaevi kalmamış. Mersinde yatıyormuş. Bir soruştursan? Bir selam yollasan? Kızı kollasa, hani arkasının sağlam olduğu bilinse, sahipsiz kalmasa?"

 

Şevket bu işten hiç hoşlanmamıştı, eski karısının bu kabadayılardan bahsederken onları ve onların dünyasını romantize etme hatasına düştüğünü düşündü. Üstelik kızının gece kulübünde çalışmaya başladığı az şeymiş gibi bir de kabadayı patrondan bahsetmesi üstelik ne kolay bahsedivermesi iyice canını sıktı.

"Siz ne halt ettiniz Sibel, ah Sibel! Kim bu adamlar?"

 

"Arca Giray Kızılkan diye bir oğlan. Adana Kozanlıymış. Babasının ismi Bozok Kızılkan, Mersin E Tipi cezaevinde yatıyormuş."

 

"Soruştururum tamam. Ayağınızı denk alın, sakın belaya bulaştırma kızımı. Mafyayla şaka olmaz, sakın ha! Meyil okuyacak!"

 

Sibel ah bir de kızının yaptıklarını bilsen, diye iç geçirerek sustu. Ayrılmadan önce adamın boynuna sarılıp yanaklarından öptü. Bir süre karşısında durup gözlerine baktı, iki damla gözyaşı süzüldü.

"Muarremden boşanıyorum." Dedi.

 

Şevket bir adım geri çekildi. "Niye?"

 

"Dövdü beni. Hakaretinden pintiliğinden bıktım. Kızı da gözü götürmüyor, fesat piç! Çekemeyecem artık."

 

Şevket dudaklarını kemirmeye başladı. 'Bir daha evlenme, ben size bakarım.' demek istedi, acı acı yutkundu. Serbest kalmak için daha dokuz yılı vardı. Sibel genç kadındı, yalnızlık Allah'a ve mapus damındakilere mahsustu, beklemezdi...

 

Sibel, adamın söyleyemediklerini gözlerinden okudu, daha önce hiç söylemediği, can havliyle dilinin ucundan dönen bir şey söyledi.

 

"Keşke böyle olmasaydı Şevket." Deyip açık görüşten çıktı.

 

Cezaevi çıkışında kendisini arabasıyla getiren kuaför arkadaşının yanına döndü.

 

"Sağ olasın Caner, hakkını ödeyemem. İyi ki yanımdasın."

 

...

 

Batuhan, son olaylardan sonra okuldan atılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Dersleri de son zamanlarda epey bozulmuş, son sınavlara girmemişti. Öğretmenlerinin hepsi ilgisizliğinden, devamsızlığından ve okulu boşladığından şikayet ederken gazeteye düşen haberler, pazartesi sabahı idareye çekilmesine yol açtı. Okul müdürü, babasıyla sık sık görüşen biri olmasına rağmen oğlanın devamsızlığı ve kavgaları hakkında elinden gelenin fazlasını yapmış artık bir karar verme aşamasına gelmişti.

 

"Otur bakalım Batuhan Karadeniz, ne derdin var anlat?" Diye sordu.

 

Batuhan akşamdan kalmalık baş ağrısı ile yorgunca yüzünü gözünü ovuşturdu. Evden çıkmama cezası olduğu halde odasındaki zulasında, babasının dayağına ve hakaretleriyle baş etmesine yetecek kadar yasak madde stoğu vardı. Annesi onu uyuyor zannederken o, kafasını uyuşturmakla meşguldü.

 

"Yok bir şey hocam."

 

"Devamsızlık hakkın doldu, rapor hakkın da doldu. Okulun bitmesine daha bir ay var. Sınav yaklaştı, ne yapacaksın?"

 

"Okula gelecem, napayım."

 

"Hocalarının hepsi şikayetçi, son sınavlara girmemişsin oğlum! Sen bizim en güvendiğimiz öğrencilerimizden biriydin. Ailen ne diyor bu işe?"

 

"Ne derse desin."

 

"Yarın anneni ve babanı çağırayım öyleyse. Şu kız meselesini de bir konuşalım, sen bu işi iyice abarttın. Belki baban aklını başına getirir."

 

"Hocam yapma? Babamı çağır istediğini söyle ama Meyilden bahsetme! Ders çalışmıyor de, kavga ediyor de, ne söylersen söyle!"

 

"Bende kredin doldu Batuhan, okul aile birliği okulla ilişiğinin kesilmesi için kurucu heyete başvurdu. Başında kavak yelleri esiyor diye çok idare ettim ama şu son olay... İddialar çok vahim! Ne diyeyim? Az daha sabıkan olacaktı! Bu şekilde lise diploması alamazsın."

 

"Hocam büyütmeyin, alt tarafı bir bar kavgası işte. Babamın siyasi olayları yüzünden bu kadar büyüdü yoksa her zamanki şeyler... Meyil ile hiç alakası yok!"

 

"O konuyu araştıracağım."

 

"Vallahi ayrıldık. Bu son! Yemin ederim. Babamı biliyorsunuz, kıza rahat vermez. Zaten babası yok, hayatı kararır. İkimizi de yakmayın?"

 

"Meyil en iyi öğrencilerimden biri, ondan bir şikayetimiz yok. Çok parlak bir çocuk, bursu kesilmesine rağmen azmini hiç yitirmedi. Ama sizi bir daha yan yana görmeyeceğim! Okuldan kaçmayacaksın, telafi sınavlarına girip en yüksek notları alacaksın! Ben de okul aile birliğiyle son kez konuşacağım ki şurda bir ayın kaldığı için şükret. Senden bir kurtulsam kurban kesecem oğlum, çok yordun beni Batuhan."

 

"Tamam hocam."

 

"Söz mü?"

 

"Söz."

 

Batuhan odadan çıktığında koridorda onu en yakın arkadaşı Tuna karşıladı.

"Noldu lan?"

 

"Annemleri çağırıyor kanka, bir dünya kafa sikti... Siktir et!"

 

Koridorda uzaktan Meyil'i gördü, başını öte yana çevirip yoluna devam etti, üç gündür telefonu da kapalıydı, olanlar yüzünden genç kızı suçluyor ve henüz ne yapacağına karar veremiyordu.

 

Okul çıkışında, arabasının arkasına park etmiş siyah Porsche jipi ve o adamı gördü. Gece kulübünde müdür gibi bir şey olduğunu sandığı orta yaşlı esmer, kır saçlı kır sakallı o tuhaf adam seslendi.

"Dursana delikanlı."

 

"Ne var?"

 

"Arca Bey seninle konuşmak istiyor."

 

Batuhan arkadaşlarından ayrılıp burnundan soluyarak

"Konuşalım!" Dedi ve jipin arkasında dikilip duran Arca'nın üstüne gitti.

 

Arkadan Meyil geliyordu, Nedim'i görünce yanlarına koştu.

 

"Batuuu!" Diye seslendi.

 

Batuhan canının acısını ve öfkesini çıkarmak için adamla kavga etmeyi düşünürken Meyil onun önüne geçti.

"Noluyor burda?"

 

Arca sakince onlara döndü, "Sizinle konuşmak istiyorum, ikinizle birden."

 

"Ne konuşacaz lan? Allah belanı versin senin adi herif, defol git, bide okulun önüne gelmiş! Şimdi de ben mi polis çağırayım ha? Sen kendi çöplüğünde horozsun ama yakarım canını Arca Bey!"

 

"Bazı yanlış anlaşılmaları düzeltmek lazım. Batuhandı dimi?"

 

"Benim senle konuşacak bir şeyim yok! Ben Meyil'e söyleyeceğimi söyledim, o sana söyler! Meyil, patronuna anlatırken teke tek kısmını atlama sakın ha!"

 

Meyil üç erkek arasında donup kaldı, etrafa bakındı, herkes onları izliyordu.

 

Arca sakince güldü, arkasını dönüp giden Batuhan'ı işaret etti. "Getirsene şunu."

 

Meyil, peşinden gidip oğlanın kolundan tuttu. "Batu dursana bi? Cidden gel konuşalım, herkes bize bakıyor, hadi?"

 

"Ne konuşacaz kızım, ne kaldı konuşacak? Söyle o herife benim muhatabım değil! Sahi, sen de değilsin!" deyip bu kez gerçekten gitti.

 

Meyil onun ardından yolun ortasında kalakaldı, Arca ağır adımlarla yanına geldi, omuz silkti.

"Ben yapacağımı yaptım."

 

Meyil sıkıntıyla etrafa bakındı. "Uzaklaşsak iyi olur." dedi, Arca ona arabaya binmesini işaret etti ve okulun önünden birlikte ayrıldılar. Meyil, koltuğa başını yaslayıp derin bir nefes aldı.

 

"Çok yorgunum."

 

"Başına dert mi açtım?"

 

"Seninle alakası yok."

 

"İyi."

 

"En azından olayları şahsileştirip ego meselesi haline getirmiyorsun."

 

Arca için için gülse de başını sallayarak onayladı.

"Ayrıldınız mı?"

 

"Ayrıldık, demiştim. Artık kesin olarak bitti sanırım."

 

"İlk sevgilin mi?"

 

"Yok başkaları da vardı ama ciddi değildi. Niye sordun?"

 

"İnsan senin yaşında bunları yaşamamalı, daha toz pembe olmalı. Sizinki epey yıkıcı bir manitacılık işi. Ne diyorlar instagram dilinde; toksik ilişki!"

 

Meyil, üzüntüyle camdan dışarı baktı. Sözler, zihninde defalarca yankılanırken kalp kırıklıklarının arasında derin bir sızı hissetti.

 

Arca devam etti, "Çocuk seni seviyor belli. Bir de sevmeyi biliyor olsaydı! Daha çok toy. Bir kadın nasıl sevilir, öğrenmesi için çok zaman var. Bazısı da hiç öğrenmez."

 

"Erkekler en çok kendini sever!"

 

"Doğru! Kolay mı kırmadan dökmeden incitmeden ağlatmadan acıtmadan dokunmak... Sen benim sevgilim olsaydın sana çiçek gibi bakardım."

 

Meyil ağzı açık bakakaldı, Arca çapkın bir gülüşle karşılık verdi. Bu sözler Meyil için çok büyük, çok ulaşılmaz ve yağmurlu gri bir günde ansızın açan güneş gibi beklenmedik, sarı sıcak ve neşe vericiydi. Gülümsedi, kesik kesik yutkundu.

 

"Bir yerde oturalım mı?"

 

"Olur."

 

"Mekanı sen söyleyeceksin, ben buralara yabancıyım."

 

"Sahile gidelim. Güzel kafeler var."

 

Arca, Nedim'i arayıp takip etmemesini, The Gulf'e dönmesini söyledi ve Meyil'in bildiği hoş bir kafeye gidip denize karşı oturdular. Meyil, iki gün önceki soğuk tavrı değişen adama karşı biraz şaşkın olsa da halinden hoşnuttu. Sadece üzerinde okul forması olduğu için kendini huzursuz hissediyordu. Çözümü okulunun adı yazılı olan sweat shirtini üzerinden çıkarıp mini şort eteğinin üzerine çantasındaki kazağı giyerek çözdü. Kafenin tuvaletinde saçlarındaki tokayı çözüp elleriyle düzeltti, biraz rimel ve dudak parlatıcısı sürdü.

 

Akşamüstü olmasına rağmen kahvaltı sipariş ettiler. Meyil, masaya dirseğini yaslayıp yüzünü ellerinin arasına aldı ve genç adama dalgın dalgın bakarak tatlı bir tebessümle gülümsedi.

 

"Ee anlatsana?"

 

"Sor."

 

Meyil'in öğrenmek istediği o kadar çok şey vardı ki nereden başlayacağını şaşırdı, çünkü Arca'dan böyle bir teslimiyet beklemiyordu.

 

"E, şey Adana... Yani nasıl bir yer?"

 

"Güneşle kavgalı, mangalla sevdalı." deyip güldü.

 

Meyil de güldü. "Çok mu sıcak?"

 

"Cehennem fragmanı gibi. Ama biz yazları yaylaya çıkarız."

 

"Aa ne yaparsınız orda? Yayla nasıl bir yer? Babamların köyünde de yaylaya çıkarlarmış ama ben hiç görmedim. Hoş, babamı bile pek hatırlamıyorum."

 

"Büyükbabamın çiftliği var, akrabalar, portakal bahçeleri, tarlalar..."

 

"Aileni anlatır mısın?"

 

"Bizim sülaleye ağır ceza kitaplarında yazan hiçbir şey suçmuş gibi gelmiyor. Sülalenin erkekleri dışardayken içeri girmek için gün sayıyor, kadınları da ata sporu olarak kaçakçılık falan yapıyor işte en hafifi, sen düşün."

 

"Oha herkes mi belalı?"

 

"Bela, kime göre... Bizde bela ırsi! Aileden en az üç adam mapusta değilse duramıyoz, kurban olduğum! Türkiye'nin tüm cezaevlerinde konaklama sicili olan kuzenim var benim. Adam turist Ömer'in F tipi versiyonu, anasından çok gardiyan görmüş hayatında! Dikenli tel manzarası için şiir yazmış, kendini Ahmet Kaya sanıyor, Bahtiyar için saz çalıyor. Başka bir kuzenimin sevgilisi avukat oldu, kıza mezuniyet hediyesi olsun diye suç işledi. İlk işini verdi."

 

Meyil kahkahalarla güldü. "Öyle bir anlatıyorsun ki çok komik geliyor! Ama ciddi misin?"

 

"Çok ciddiyim."

 

"Baban hapiste mi?"

 

"İnternetten baktın ya!"

 

"Suçu ne?"

 

"Saz çalmak!" Deyip güldü Arca.

 

Meyil gözlerini devirdi. "Benimkinin de org çalmak! Ha ama sen, Adı Bahtiyar diyorsun. Oldu..." deyip göz süzerek türküyü mırıldandı.

 

Rastlardım avluda hep volta atarken

Cigara içerken yahut coplanırken

Kimseyle konuşmaz dal gibi titrerdi

Çocukça sevdiği çiçeği solarken

 

Diyarbakırlıymış, adı Bahtiyar

Suçu saz çalmakmış öğrendiğim kadar...

 

Geçiyor önümden gül yüzlü Bahtiyar

Yaralıyım yerde kalan sazı kadar...

 

Arca bir sigara yakıp derin bir nefes çekti, mest olmuş bir halde gözlerini yumdu. "Sen hep oku, ben dinleyeyim. Ciğerimi deşsen de eyvallah."

 

"Mazoşistiz biraz? Bu da mı ırsi sizde?"

 

"Saz çalmak ırsi. Sen söylersin ben çalarım, bir gün."

 

"Saz mı çalıyorsun?"

 

"Şimdi bir mola verdim. Yakında yine çalacam. Küçük bir kan davası ve tövbe meselesi girdi sazımla arama. Ama çözeriz. Hep çözdük."

 

Meyil anlamıyordu. "Nota bildiğini anlamıştım. Sesin de iyi. Çalıyorsundur ama tövbe filan, bak orasını anlamadım."

 

Arca, ona isim ve konum bilgisi vermeden Serkan'ı anlattı. Kardeşi bellediği can dostunu yakın zamanda nasıl kaybettiğini ve onun katilini bulmak için yemin ettiğini açıkça anlattı. Meyil, onun kuzeni ile çocukluk anılarını dinlerken ağladı. Eline uzandı.

 

"Çok üzüldüm. Başın sağ olsun. Ama yakalanırsan?"

 

"Her işin bir inceliği var. Ben ailemin adamlarına benzemem, mapusu sevmedim, bir daha girmem."

 

"Neden girmiştin?"

 

"Ivır zıvır."

 

"Cinayet hariç suçlara mı ıvır zıvır diyorsun? Allah'ım gerçekten bir psikopatlık var sende!"

 

"Anlat dedin, anlatıyürüz kızım. Bizde yalan yok, neysek oyuz."

 

"Hiç adam öldürdün mü?"

 

"Savcının soracağı soruları benim gibi adamlara soramazsın."

 

"Senin yerinde olsaydım herhalde ben de öldürürdüm. Ölmeyi hak eden çok pislik var! Bazen adalet terazisi şaşıyor. İnsan kendi adaletini kendi sağlayacak güce sahipse..."

 

"Köklerinde Adanalılık var mı gülüm?"

 

"Lazlık var."

 

Arca bir kahkaha attı. "Hah oldu o zaman! Hacı hacıyı Mekke'de, deli deliyi tekkede bulurmuş!"

 

"Oh... Sahil havası iyi geldi. Babam aradı, moralim çok bozuk."

 

"Ne oldu?"

 

"Annem ziyaretine gitmiş, babam dün beni aradı. İş için çok kızdı, tartıştık."

 

"Sıkma canını. Bugün seni barda çalışıyor diye küçümseyen herkes pişman olacak. Zarar görmene izin vermem. Mekanımızın ve ismimizin kalitesini zamanla görecekler. Sen nasıl istersen her şey istediğin gibi olacak."

 

"Annem, babamdan seni soruşturmasını istemiş. Babana, babamdan bir selam gidebilir."

 

"Aleyküm selam. Hayırlı bir iş desene? Ee, Allah'ın emriyle beni pederden istesin bari!"

 

Meyil ona kahkahalarla güldü. "Manyak mısın, babam ağzıma sıçtı, bana küstü diyorum, sen ne diyorsun ya?"

 

"Valla benim gönlüm var. Yalnız bizde nişanı kız tarafı yapar."

 

"Çatlak, dalga geçme!"

 

"Ben kızdan kıymetliyimdir. Anamın tek çocuğu, ağa torunuyum. Şevket Abi babama selam gönderdiği an, söz kesilmiş demek olur. Bizim Kozanlılar gelin almaz damat verir, öyle de bir bulaşığız."

 

Meyil bu sözlere epey güldü, şakayla karışık söylenenler bir ağız yoklaması mıydı neydi anlamıyordu ama sormadı, hiç değilse morali yerine gelmişti.

 

"Annen nerede?" diye sordu.

 

"Bir fıkra anlatayım bak:" dedi Arca. "Cemaat camide toplanmış, vaazı dinliyür... İmam minberde Allah'ı tarif ederken:

-Ne yerdedir, ne gökte... Ne erkektir ne dişi... Ne yer, ne içer... diye başlamış... Herkes huşu içinde dinliyür ama Bektaşi'nin kafasında hinlik var.

İmam, Allah'ı tarif ederken -Ne yerdedir ne gökte, ne erkektir, ne dişi, ne yer, ne içer... cümlelerini duyan Bektaşi, şöyle bir dikilmiş ve oturduğu yerden imama seslenmiş:

-Sen de neredeyse yok diyecen ama bir türlü dilin varmıyor be hocam... demiş!"

 

Meyil bu fıkraya gülmedi fakat daha fazla soru da sormadı, bazı cevapların ilk sorulduğu anda verilmeyeceği, sorunun gelişinden belliydi. Bazen de bazı sorular sorulmamalıydı. İnsanların bir derin kuyusu vardı ki, o kuyuya taş atmamak lazımdı. Toydu ama derin hisleri olan bir kızdı, anlıyordu.

 

Arca biraz sonra şakayı bırakıp ciddi bir tavırla kıza nasihat etti.

"Babana küsme. İnsan hiç mapus damında yapayalnız bir adama küser mi? Bütün iyi niyetini o gevşek oğlanla tüketeceğine birazını babana sakla." Dedi.

 

Meyil başını ağır ağır sallayarak derin düşüncelere daldı, Arca ile umduğundan çok ortak yönleri olduğunu anladı, ilk kez yabancı bir erkek tarafından böylesine derinden anlaşıldığını hissetti, saçlarıyla oynayarak uzun uzun denizin gökle kesiştiği buz mavisi ufka baktı.

 

İnsan annesine küser mi, diye düşündü ama söylemedi. Bazı fikirler vardı ki insan ne kadar haklı olursa olsun kendine saklamalıydı. Had bilmenin, gönül almakla eş değer bir insanlık adabı olduğunu bilecek kadar hadsizlik görmüştü. Hayatta ancak dezavantajlı olanların anlayacağı bir dilde sustu.

 

Prova saatine kadar kafede oturup oradan buradan lafladılar. The Gulf'ün önünde arabadan inince genç adamın karşısına geçip sordu,

"Bana anlattıkların uydurma değil mi?"

 

"Evet."

 

"Göründüğün gibi biri olmadığını biliyorum. Neden gerçeği söylemiyorsun?"

 

"Gerçek bana ait."

 

"Ben gerçeğim Arca Giray."

 

Arca eliyle ona uzandı, genç kızın kalp şeklindeki küçük yüzünü kavradı. Parmakları, alnına düşen bir tutam buğday sarısı saç telini belli belirsiz okşayıp menekşe mavisi gözlerine eğildi.

 

"Ama bana ait değilsin."

 

*****

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%