Yeni Üyelik
15.
Bölüm
@selinsafak

 

 

İnternet ansiklopedisi Wikipedia'ya göre, kan davası, aile bireyleri arasındaki ilişkilerin sıkı olduğu ve törelere önem verilen toplumlarda öç alma duygusundan kaynaklanan, misilleme biçiminde karşılıklı cinayetlerle süren aileler ve gruplar arası öldürme silsileleri durumu. Kan davasında silsileyi başlatan, farklı bir ifadeyle ilk katil kim olursa olsun, katile karşı sürekli katil çıkar, yıllarca, onyıllarca silsile halinde sürer.

 

Türk Ceza Kanunu'nda kasten insan öldürme suçunun temel şeklinin cezası müebbet hapis cezası olarak öngörülmüştür. Buna karşılık kasten insan öldürme suçunun "kan gütme saikiyle" veya "töre saikiyle" işlenmesi halinde suçun nitelikli hali olarak verilecek ceza ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır. (TCK. m.82/1-j,k).

 

Arca'ya göre kan davası bir yaşam biçimi, sebebi, sonucu vesaireydi. Günlük bir icraat olarak insan öldürmeyi şiar edinmiş biri için eylemin felsefi özü ve yasal sonucu pek de mühim değildi. Kan davası, ailesine yabancı bir kavram sayılmazdı, babası amcasının öcünü aldığı için müebbet yemişti. Başka kan davaları da olmuş ve hasımlarının tamamı katledilince dava sona ermişti. İşin içinde kan olunca, sava kendiliğinden peşi sıra geliyordu.

 

Kuzeni Serkan'ın kan davasında ilk kurşunu sıkan, Domba aşiretinden Görkem isimli şahıs kime bulaştığını bilmiyorduysa da, sırtından vurduğu adamın kanının yerde kalmayacağını öğrenecekti. Ancak baskın basanındır düsturuyla hareket edip hem kazaya sebep olduğu için Arca tarafından öldürülen sevgilisinin intikamı hem kendi canı için önce davrandı.

 

Arca ile birbirlerini takip ettirdikleri ve hasmını boşlukta kıstırmak için kıyasıya çabaladıkları bir kovalamacanın fevri tarafındaydı. Su yolunun yolcusu olan su testileri ancak çok iyi bilmeliydi ki fevri olmak, bu yolda pek iyiye alamet değildi. Ölmemek için öldürmek bir meşru müdafaa eylemi olsa da bazen ava gidenin avlandığı da görülürdü.

 

Arca, Yasin Tanrıöver ile görüşmek için İstanbul'a gelmişti. Yasin'in otelinde yapılan özel görüşmede ona Körfezde olan son gelişmeleri rapor etti ve kardeşinin seçim çalışmalarını desteklemek için kendisinin yaptığı hamleden söz etti. Yasin bu kez Arca'yı dinlerken ona bu işi ilk verdiğinde olduğu gibi kararlı değildi, yüzünde düşünceli bir ifadeyle başını sallayıp durdu ve başka bir talimat vermediği gibi "Bu kadarı kafi Aco. Benden habersiz başka bir hamle yapma koçum." diyerek sözü Kozan'daki kendi kumarhane işlerine ve haraç konularına getirdi.

 

Arca, adamın niyetini anlamadıysa da hisleri ona iki kardeşin arasında bir anlaşmazlık olabileceğini fısıldıyordu. Yasin gibi beylere soru sorulmazdı ama Arca gibi adamlar uyanık olmak ve adamın nefesinden kalbinin havasını koklamayı bilmek zorundaydı.

 

Görüşmeden ayrılıp İzmit'e dönmek üzere yola çıktılar. Nedim, Arca'nın arabasını kullanıyor, Arca yan koltukta düşünceli halde sakince oturuyordu. Nedim her zamanki gibi pek konuşkan değildi, gözünü yoldan ayırmıyordu. Arkalarındaki arabada iki adamları da kendilerini takip ediyordu. Nedim, dikiz aynasından gördüğü bir panelvan ve bir suv aracın uzun zamandır arkalarında olduğunu fark etti.

 

"Aco takip ediliyoruz." Dedi.

 

Arca hiç istifini bozmadan, "İyi bari sıkılıyürdüm." deyip aynalara bir göz attı, belindeki silahını çıkardı ve emniyetini açtı. Telefonunu karıştırıp rehberden Meyil'in numarasını bulup arama tuşuna bastı. Nedim ona şimdi konuşma istersen diyecek olduğu sırada fark edildiğini anlayan takipteki araçlar aralarındaki mesafeti kapatmaya başlamıştı. Arca, arabanın teybine bağlı telefonundan kızın sesini duyunca direkt,

 

"Bir türkü söyle." Dedi.

 

Meyil şaşırdı, anlamadı.

"Ne? Anlamadım? Arca?"

 

"Türkü söyle. Şeyi söyle. Yine de Yandı Gönlüm."

 

Kız telefonun karşısında duraksadı, okul çıkışında minibüsten inmiş annesinin dükkanına yürüyordu. Kıkır kıkır gülerek,

"Sokaktayım deli şey!" diye yanıtladı.

 

Arca da güldü, "Gülüm mırıldanıver. Hadi?"

 

Meyil, onun her gülüm deyişiyle tepeden tırnağa ateş basıyordu, sokakta bir kuytuya çekilip bir eliyle boynuna rüzgar yapıp gülmemek için dudaklarını ısırarak istediği türküyü mırıldanmaya başladı.

 

Su başında durmuşsun

Su başında durmuşsun

Gözlerini yummuşsun

Beni benden değilde

Beni elden sormuşsun...

 

Yürürsün yayasın

Hem söyler hem hem ağlarsın

Ölümlerin en güzeli

Beni kimden sorarsın

 

Yinede yandı gönlüm

Yınede yandı gönlüm vay

Su başında durmuşsun

Su başında durmuşsun

Gözlerini yummuşsun

Beni benden değilde

Beni elden sormuşsun...

 

Henüz Pendik'te şehir içindeydiler, ilçenin Toki konutlarının yoğun olarak bulunduğu bir bölgede Arca'nın arabasının önü kesildi, Nedim direksiyonu usta bir manevrayla kırıp hızını düşürmeden el freniyle kaydırarak Porchenin arkasını silahlı adamlara çevirdi. İki arabadan inen altı kişiyle silahlı çatışmaya girdiler.

 

Meyil hala açık olan telefonun ucunda silah seslerini duyunca bir çığlık attı.

"Arca? Aaa! Noluyor orda? Aaay silah sesi! Arcaaa!"

 

Arca ve Nedim kapıları kendilerine siper alıp silahlarıyla üstlerine gelen adamlara karşılık veriyordu. Arkadaki korumalarında uzun namlulu otomatik silahlar olduğu için saldırganları çabucak sindirdiler. Arca ve Nedim üstelik çok iyi nişancıydı, attığını vuruyordu ve saniyeler içinde üç adamı yere serdiler. Altı kişiye karşı dört kişi olarak girdikleri çatışmada üstünlüğü ele geçirince Arca, Nedim'in gitme diye haykırmasına aldırmadan Görkem'i gözüne kestirip öne doğru koşmaya başladı. Arkadan Nedim siper aldığı yerden kurşun yememesi için onu korudu.

 

Arca, Görkem tarafından üzerine yağan beş mermiden hiçbiri isabet almadan hızla koşarak adamı yakalayıp yere yıktı. Çatışma arkalarında devam ederken ikisi panelvan arabanın yanında yere yatıp boğuşmaya başladı. Tekme ve yumruk darbelerinin kemik seslerine karıştığı boğuşmada Arca, adamı çok sert seri yumruklarla yüzüne gözüne vurarak haşat etti. Silah sesleri sustuğunda Görkem'in boğazını sıkıyordu.

 

"Sen mi sıktın la benim gardaşıma ha itoğlu it! Seni ellerimle boğmaz mıyım? Geber ulan kancık it!"

 

Sıktı, sıktı, var gücüyle sıktı. Adamın gözleri yuvalarından fırlayana ve yüzü mosmor olana kadar boğazına kenetlediği parmaklarını ayırmadan yüklendi.

 

Görkem'in nefesi kesildiğinde öfke ve rahatlamayla karışık bir ulumayla başını tutup boynunu kırdı ve onu olduğu yerde bıraktı. Arabasına dönecekken durup geri döndü, silahını çıkarıp öldüğüne emin olmak için bir el kafasına bir el kalbine ateş etti ve adamlarıyla toparlanıp yola devam ettiler.

 

Arabaya döndüğünde telefonun hala açık olduğunu gördü. Hızlı hızlı soluklandı.

 

"Meyil?" Dedi.

 

Kız telefonun ucunda şoka girmiş tir tir titreyerek ondan bir ses soluk bekliyordu.

"Arca?"

 

"Kulübe geç, geliyürüm." Dedi.

 

"İ-iyi mi-sin? Ne, noldu öyle?"

 

"İyiyim, yok bir şey." Deyip telefonu kapattı.

 

...

 

Meyil, annesinin kuaför dükkanına gittiğinde allak bullak olmuş halde bir koltuğa yığıldı. Annesine duyduğu şeyi anlatmamak için yorgun olduğunu söyleyip on dakika kadar gözlerini kapatarak koltukta uzanıp dinlendi ve duyduklarını anlamlandırmak yerine aklına başka şeyler getirip düşüncelerini dağıttı. Toparlanınca Sibel'e saçlarını ve makyajını yaptırıp elbise çantasını alarak taksiyle The Gulf'e gitti.

 

Orkestra ekibi gelince Cuma akşamı için provaya başladılar. Cuma gecelerinin rutin olarak konsept içerikli olmasına karar verilmişti. Kulübün instagram sayfasından her pazartesi yapılan duyurularla o cuma hangi türün söyleneceği ilan ediliyordu. O hafta Cemal Safi gecesiydi. Ünlü şairin şiirlerinden bestelenmiş en sevilen şarkılar çalınacaktı. Bir başka hafta mesela Yıldız Tilbe, Sezen Aksu, Ahmet Kaya, Neşet Ertaş gibi sanatçılardan seçmeler sahnede olacaktı.

 

Meyil, Özgür ile üçüncü şarkının provasındayken Nedim ve Arca'nın geldiğini görüp mola istedi ve sahneden indi. Arca'nın peşinden ofisine seğirtti. Genç adamın alnındaki kırmızı yarayı görünce haykırdı.

 

"Ayy noldu sana?"

 

"Kızım bide sen başlama yav."

 

"Arca? Ben ne duydum?"

 

"Ne duyduysan duydun. Sus."

 

Meyil birkaç saniye duraksayıp düşündü ve omuz silkti.

 

"İyi misin?"

 

Arca rahat bir tavırla ellerini kaldırdı.

"Bak, iyiyim işte."

 

"Yüzün perşembe pazarına dönmüş. Gel bakiyim." Derken Meyil dayanamayıp masanın arkasına geçti, Arca sandalyesini ona çevirdi, Meyil onun çenesinden tutup alnındaki yaraya baktı. "Ahh fena olmuş bu. Kavga mı ettin?"

 

"Heye, sen bide karşıdakini gör."

 

"O da Cuma pazarı mı?" Deyip kız bir kahkaha attı ve okul çantasının alıp karıştırmaya başladı ve içinden makyaj çantasını çıkarıp masanın üstüne koydu.

 

Arca içinden cuma pazarı değil, direkt mevta! diye geçirdiyse de dile dökmedi, güldü.

 

"Gel bu izleri kamufle edelim patroncum olmaz böyle, senin façan bizim itibarımız demek."

 

"Kızım nabiyün bi dur hele!"

 

Meyil çantadan çıkardığı iki kapatıcı ile onun üstüne eğilmişti bile. Arca'yı köşeye sıkıştırdı.

"Dur bir dakka halledicem. Ben bu konuda çok iyiyim bak hiç belli olmicak."

 

"La de get ben makyaj yaptırtmam!"

 

"Kuşum makyaj değil o rötuş sadece. Bak bu honey bej ama sen esmersin o yüzden kendi kontürümle rengini koyultucam. Bak bu da amber rengi, ikisini şöööyle karıştırıyoruz..." derken iki rengi, elinin üstünde karıştırıp gösterdi, tek diziyle adamın dizine bastırdı ve yüzüne eğildi.

 

Arca derin ve bezgin bir nefes alarak başını arkaya yatırdı ve gözlerini tavana dikti.

"Az sür bak. Biri anlarsa malamat oluruk millete."

 

"Olmayık Adananın gülü, sen sabit dur."

 

"Üstüme çıksaydın!"

 

"Tahrik olmuyorsun umarım?"

 

"Yok canım hadımım ben. Az daha yanaş." derken elini kızın incecik beline attı.

 

Meyil, "Hop dedik!" diye çıkıştı ve dizini adamın üstünden çekti, kıs kıs gülerek sol eliyle çenesini avcunun içinde sıktı ve sağ eliyle kaşının üstündeki çürük izine nazikçe kapatıcı sürdü, yüzük parmağıyla dağıttı, bir kat daha sürdü, baktı.

 

Arca koltuğunda geriye yaslanmış kuzu gibi yatarak kızın rötuşunu tamamlamasını bekledi. Bakışlarını kızın puslu menekşe mavisi gözlerine dikti. Yüzüne boya süren ince parmaklarını ve yüzündeki her daim dalgın ifadesini seyretti. Bu kadar yakınındayken narin bileklerinden hoş bir çiçek kokusu alıyordu. Bakışları, kızın yüzünden boynuna ve bedeninin kıvrımlarına kaydı, inceden inceye izledi. Halen damarlarında dolaşıp duran yoğun adrenalin, erkeksi bir arzuya karıştı, nabzı hızlanırken yüzüne eğilmiş genç kızla ilgili zihninde ateşli fikirler peyda oldu.

 

Meyil, işlem bitince onun yüzüne ve kendisine kilitlenen gözlerine bir an dalgın dalgın baktı, alt dudağını içinden hafifçe ısırdı, göz bebekleri genç adamın kara gözleriyle dudakları ve çenesi arasında bir çizgi çizdi, genç adamın yüz hatlarını çok beğeniyor ondaki yoğun eril ifadeye delice hayran oluyordu fakat en fazla tutulduğu şey, onun kendisine diktiği pervasız bakışlarıydı. O bakışlar karşısında adeta çırılçıplak kalıyordu, iç geçirerek geri çekildi.

 

"Ayna vereyim." Deyip makyaj çantasına döndü ve küçük el aynasını masanın üstünden uzattı.

 

Arca aynaya baktı. "Aboo! İyi olmuş. İz kalmamış." dedi.

 

"Karizmanı kurtardık hadi gene iyisin!" deyip az önceki pervasızlığından ötürü utandı, yaptığına pişman oldu, çantasını orada bırakıp hiçbir şey söylemeden odadan çıktı.

 

Arca onun makyaj çantasını eline alıp evirdi çevirdi, kurcaladı, pembe parlak ambalajı olan dudak parlatıcısını eline aldı, kapağını açmadan kokladı ve kendi kendine gülerek ceketinin cebine attı.

 

'Tahrik olur muymuşum? Ateşle oynuyürsun deli gız!' diye arkasından homurdandı. Onu narin bileklerinden tutup kendine çekmediği, dudaklarını dudaklarına yapıştırmadığı için kendine kızdı.

 

Akşamki program boyunca elinde tek kadeh rakıyı süründürdü durdu. Yudum yudum, ağır ağır, ne içer ne içmez bir yavaşlıkla şarkıları dinledi. Meyil'in sololarında kesik kesik yutkunarak notaların göğüs kafesinde çıkardığı isyana kulak kabarttı. Bir yabani güvercin orada kanat çırpıyordu, ayağı tele takılmış gibi telaşlı, kanı akar gibi korkmuş ve tekrar uçamaz gibi hiddetli kanat çırpışları vahşice kafes duvarlarına çarpa çarpa kendini yaralıyordu. Kuşların hiçbir zaman kendi isteğiyle özgürlüğünden vazgeçmediğini biliyordu, onları kafesleyen her zaman bir insan, bir avcı, bir zalim oluyordu. Kalbi bu cenderede sıkışıyor, bir puslu ses uğrunda kanatlarını yakmaya rıza gösteriyordu.

 

Meyil ve Özgür sahnede, Cemal Safi'nin Hadi Git şiirinin bestesindeki her ikiliği sırayla söylüyordu. Nasıl oluyordu da kendi halinde küçücük bir kız sahnede dev bir yıldız oluveriyordu? Sesten, müzikten, notadan ibaret bir rüzgar gibi ılık ılık esiyor ve adamı serseme çeviriyordu.

 

Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,

Günahıma girmeden, katilim olmadan git!

 

Arca yalnız başına oturduğu en ön masada dinlerken içmedi değil, içemedi. Tüm iç organları tıka basa kaygılarla, çelişkilerle ve takla atan alaycı güvercinlerle doluydu. Sigarasından derin bir nefes çekip dumanını ince bir çizgi halinde ağır ağır üflerken bakışları, kızın gözleriyle kesişti. Meyil hafif yan bir tebessüm atıp şarkısını ona söyledi. Arca gözlerindeki keskin bakışı kısarak bir derin nefes daha çekti, dumanın ciğerindeki kargaşayı boğmasını istedi, nafile...

 

Sıradaki şarkıda, büyük üstadın Vurgun şiirinin bestesini Meyil'in solosundan dinlerken kararını verdi. 'seninle cehennem ödüldür bana, sensiz cennet bile sürgün sayılır' şeklindeki cesur ifâdeler tam da onun hayat felsefesini anlatıyordu. O derin sözlerin fon müziğinde kanun ezgileriyle inleyen notalar, insanı alıp diyar diyar gezdiriyorken hayatının her anında ölümüne kafa tutan biri için çok da düşünecek bir şey yoktu. Onun inancı dik notaların çıkılması zor yokuşlarına örülüydü.

 

Gözlerim uykuyla barıştı sanma

Sen gittin gideli dargın sayılır

Ben de bir zamanlar sevildim amma

Seninki düpedüz vurgun sayılır

 

Yalan mı söyledin göz göre göre

Ne zaman dolacak verdiğin süre

Gönülden gördüğüm takvime göre

Aldığım her nefes birgün sayılır

 

Duygusal bir adam değildi, olmayı da düşünmüyordu. İçindeki en kıt şey insan sevgisiydi, en çorak yeri kalbi, en cimri yanı da bağlılığıydı. Tüm enlerin, asgari düzeyde tutulduğu bir Orta Doğu çölüydü benliği.

...

 

Gecenin sonunda Arca, Meyil'i evine taksiyle göndermek yerine kendi arabasıyla götüreceğini söyledi. Oysa kuliste Meyil yine çok soru sorduğu için biraz tartışmışlardı.

 

O silah sesleri neydi? Aklını kaçırmasını mı istiyordu? Kimdi? Neciydi? Belasını kendisine de mi bulaştıracaktı? Ödünü patlatmıştı! Ona güven olur muydu? Silah sesleri gerçek miydi? Birileriyle mi vuruşmuştu? Mafyacılık oynuyorsa işi bırakmayı düşünebilirdi. Nasıl bir adam, telefonu açar açmaz ona türkü söylemesini buyurabilirdi? O kendini ne sanıyordu?

 

Dahası, ona baktığında neden böyle darmadağın oluyordu? Kendisini elektriğe tutulmuş gibi titreten nesi vardı? Kimdi, ondan ne istiyordu? Neden karşısına çıkmıştı? Neden öyle bakıyordu? Bu işin sonu nereye varacaktı? Dudakları hala öyle arzu dolu muydu?

 

Bu arabaya her bindiğinde teninde şimşekler yıldırımlar çakıyor, elektrik yükleniyordu. Arca'dan yansıyan yoğun çekim, bu arabanın içinde oksijensiz hissetmesine sebep oluyor ve yol çabuk bitse diyordu.

 

Evin köşesinde durduğunda huzursuz bir kıpırdanışla lafı öylesine geveledi.

 

"Şey, sağ ol... Kusura bakma, saçmaladım."

 

"Baktım."

 

"Ne?"

 

Arca, "Kusura baktım Meyil." Deyip kızı bileğinden tuttu.

 

Meyil onun yüzüne üzgünce baktı, "Arca... Neler yaşadığını tahmin bile edemem. Affedersin, valla! Hem bana ne..."

 

"Önemli değildi, hiçbiri. Ben su gibiyimdir, fırtınalar bende iz bırakmaz, bende boğulur."

 

Meyil çarpık bir tebessüm attı, Arca'nın yüzüne hayranlıkla baktı, gözlerinin içine, dudaklarına, tekrar gözlerine... Arca onun bileğini okşayarak parmaklarının arasından parmaklarını geçirip elini kendine kenetledi.

 

Meyil kenetlenen parmaklarına huzursuz bir tereddütle baktı. "Sen..." diye mırıldandı, neredeyse bir soluk mesafedeydi ve nefesinin hışırtısını duyuyordu. "Biz diye bir şey yok demiştin. Bana dokunma."

 

Arca diğer eliyle onun saçlarına uzandı, tüy gibi bir dokunuşla okşadı, hafif rimelleri akmış olduğu haliyle puslu ve muhteşem menekşe gözlerine eğildi, daldı gitti. Sayıklar gibi konuştu fakat neredeyse hiç içmemişti, sarhoş değildi.

 

"Biz yokuz ama sen varsın. Benden daha fazla sen varsın içimde! Seni düşünüyorum... Sürekli... Seni görüyorum. Seni dinliyorum... Sende takılı kaldım. Naptın bana küçücüğüm?"

 

Meyil, "Ah."dedi. Ağlamaklı oldu.

 

Arca'nın yüzüne usulca uzandı, iki parmağıyla yara izi bulunan sol kaşının üzerindeki çizgiyi takip edip yanağına dokundu, cildi bebek gibi gergin ve pürüzsüzdü, parmaklarının tersiyle esmer sakallarına indi, tam merakını giderirken dudakları adamın dıdaklarıyla kapandı. Gözlerini yumdu, nefes almayı unuttu ve dudaklarını aralayıp onun öpüşünü kabul etti.

 

Dudakları birkaç tatlı küçük temasla birbiri üzerinde arandı, usul usul dolaştı, daha sıkı bir sarılma ve daha derin bir öpüşme için bir an alevlendi fakat kızın kendini çekmesiyle hemen sonlandı. Meyil nefes nefese kapıya döndü ve kilidi açmaya çalıştı.

 

"Meyil?"

 

"Gitmem lazım! Aç şunu."

 

"Gülüm?"

 

"Gülüm mülüm deme bana... Of aç şunu!"

 

"Dursana. Ne oldu?"

 

Meyil, ne olduğunu kendisi bilse söyleyecekti ama aynı anda hem gülüp hem ağlayan meczuplar gibi acizdi. Bir an Arca'ya olan hislerini Batuhan ile kıyaslama hatasına düşmüştü. Düşer düşmez ise düştüğü yerde aklını sakatlamıştı. Olacak iş değildi. Batuhanla öpüşürken hiç böyle şeyler olmuyordu, aklı başından gitmiyor, tüm uzuvları kamaşmıyor, daha önce varlığını bilmediği haz noktaları köpürmüyordu.

 

Batuhan onu öperken orasına burasına elini atmak istiyordu fakat hemen yapma diyerek onu durduracak kuvveti kendinde buluyordu. Arca ona dokunduğu anda ise tepeden tırnağa kor ateş kesiliyor, eriyor, katı halden sıvı hale geçip akıyordu. Bu hislerin hepsi çok yoğun ve bünyesi için çok fazlaydı.

 

Açılış akşamını hatırlıyordu, onunla yeniden tutuşabilirdi ancak bu hep böyle bir yangınsa bunun karşılıklı olduğundan emin olmak isterdi. Adını koymak isterdi. Aşka ve arzuya duyduğu inanç kadar bağlanma ve ait olma hissi de kuvvetliydi. Arca gibi bir adama kapılmadan önce onun tarafından sahiplenildiğinden emin olması gerekirdi.

 

Bileğini tutup kendisini durduran genç adamın yüzüne ve gözlerine uzun saniyeler boyunca bakamadı. Bakarsa duracaktı. Ne kadar uzun bakarsa o kadar derine kök salacaktı. Çığlık çığlığa sustu.

 

"Sen söyle, ne oldu? Ne oluyor bize... Ben... Ben, bu hissi tanımıyorum. Beni ürpertiyor. Çok fazla..."

 

"Aşka inanmam ben. Sevda der, susarım."

 

Meyil, yutkundu. Bakışlarını yavaş yavaş kaldırdı. Arca pırıl pırıl gülümsüyordu. Bir erkeğin gülüşü ne kadar parlayabilirse o kadar parıldıyordu. Ondaki ışığa tutundu.

 

Meyil hüzünlü asaletiyle geceye noktalı virgül koydu.

"Yarın öğlen beni kuaförden al. En baştan başlayalım." deyip kapıya döndü.

 

Arca kilidi indirdi ve koşarak giden kızın ardından burnunun direği sızlayarak bakakaldı. Son sözü söylemeye alışıktı fakat Meyil fırsat vermemişti. Sözsüz bir isyana kalkıştı.

 

 

 

 

*****

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%