Yeni Üyelik
16.
Bölüm
@selinsafak

 

 

 

Şanzelize Kuaförde cumartesi günleri hafta içine göre biraz daha hareketli geçiyordu. Düğün dernek gibi programı olan mahalle hanımları süslenmek için Sibel'in kapısını çalıyor, hele havaların ısınmasıyla sezonu açılan Sibel, yaz sezonunda iyi para kazanmanın tadını çıkarıyordu. O gün öğleden önce bir gelin grubu almış ve dört saatte on kişiyi hazırlamıştı. Öğlen yemeği yiyecek vakti olmadığından Meyil'i yardıma çağırmış ve tüm gün kahveyle sigara içerek suratsız bir tavırla müşterilerini tersleyip durmuştu.

 

Olmayacak isteklerde bulunan ve instagramdan bulduğu modelleri kendi saçına ve yüzüne uymadığı halde birebir kendisinde görmek isteyen bazı kadınlar, azarı hak etse de Sibel o gün fazlaca agresifti. Normalde tatlı dilli, konuşkan ve neşeli olduğu için onu tercih eden kadınlar o günkü haline anlam verememişti. Meyil onu yemek yemesi için balkona molaya gönderip elinden maşayı aldı ve müşterinin arkasına geçti. Bir yandan saç tutamlarını sıcak maşanın arasına kıstırıp kıvırırken bir yandan gözü duvar saatindeydi. Körfez radyosundan çalan Mustafa Ceceli şarkısına mırıltıyla eşlik ederken ayağını ritmik hareketlerle yere vuruyordu.

 

Birisinin beklendiği anlarda dakikalar âdeti olduğu üzere ayak direyerek hatta sürünerek geçiyor ha geçmiyordu. Saçım maşasını bitirip kapı önündeki annesine seslendi.

 

"Yemeğini yediysen gel şu saçı sar. Ben de görümceyi makyaja alıyorum."

 

Sibel, hararetle yazıştığı telefonundan başını kaldırmadan geldim, dedi. Meyil içeri döndü ve sıradaki müşteriyi makyaj koltuğuna oturttu.

 

"Nasıl bir makyaj istersiniz?"

 

"Kahve tonlarında buğulu göz makyajı olsun. Ama hani şurdan iki tutamı çekip gözü çekik gösteriyorlar ya, bana ondan yap, alnım botokslu gibi olsun."

 

"Anladım, yaparız. Takma kirpik olacak mı?"

 

"Olsun canım. Ama doğal olsun, çok şey olmasın. Tabi görümce olduğum da anlaşılsın, orta karar bir şey yapıver."

 

Meyil gülümseyerek başıyla onayladı ve steril edilmiş makyaj fırçalarından kapatıcı sürmek için kullandığı ince olanı eline alıp kadının başını koltukta geriye yaslayarak boyamaya başladı. Boyaları el alışkanlığı ile ustaca sürerken radyoda yeni başlayan bir Sezen Aksu şarkısına da eşlik etti.

 

Kıskanır rengini baharda yeşiller

Sevda büyüsü gibisin sen Firuze

Sen nazlı bir çiçek...

 

Az sonra tam da duvar saatindeki dakikaları kovalamayı bıraktığı anda ayak diremekten normal adımla yürümeye karar vermiş olan akrep ve yelkovan saat 14:00'ü gösterdi. Makyaj malzemelerinin renk ve dokularına karışmış, fondaki şarkıların notalarıyla beklemenin kasvetinden soyunmuşken Arca geldi. Kapıdan içeri bakmadan seslendi.

 

"Selamın aleyküm, kolay gelsin."

 

Meyil az daha elindeki dudak parlatıcısını kadının burnuna sürüyordu. Öyle bir sıçradı ki kadınlar ona kahkahalarla güldü.

 

Sibel imalı imalı laf attı, "Geldi bizim Adanalı. Hadi koş, bekletme paşamı!"

 

Meyil etekleri zil çalarak küçücük dükkânın içinde sağa sola koşuştu, aynaya baktı, çantasını taktı, elbisesini düzeltti, parfüm sıktı, tekrar aynaya baktı, saçının önündeki pensi çıkarıp attı, ruj sürdü. Kendisine gülerek takılan yaşı geçkin mahalle kadınlarına kırıtarak nispet yaptı.

 

"Adanalımla biz, çatlayın siz! Hııh, içi geçmiş gülkuruları!"

 

Annesinin kulağına eğilip, "Akşam geç kalırsam merak etme, açılış kutlaması yapamamıştık ya hani. Arca tüm çalışanlara yemek verecek." dedi.

 

Sibel yine de çok gecikmemesini tembihledi. Meyil heyecanla uçarak dışarıya fırladı. Arca arabasında oturuyordu. Havalı adımlarla son model Porsche'ye bindi.

 

"Selam. Geldin!"

 

"Aleyküm selam. Gel dedin, geldik."

 

Meyil onun birinci çoğul şahıs ekleriyle yüklem çekerek konuşma tarzına bayılıyordu, tatlı tatlı gülümseyip uzanıp yanağından öptü.

 

"Dur kızım, kaza yaptıracan!"

 

"Yapmazsın aşko. Ayy çok sıkıldım sabahtan beri bir sürü kokuşuk karı vır vır vır, bir susmadılar!"

 

"Annene yardım ediyorsun aferin."

 

"Aferin mi? Bazen babam gibi konuşuyorsun. Nereye? Şurdan girseydin, sahile giderdik. Bazen sen bile darlıyorsun beni. İçine kırk yaşında bi emmi falan kaçıyor! Trafiğe girdin ya of!"

 

Arca ona gözlerini devirerek baktı, yine konudan konuya atlayarak, heyecanla, lafın biri ağzında biri boğazında olmak üzere asıl kendisi vır vır konuşuyordu, bir sigara yaktı.

 

Meyil kıs kıs gülerek genç adamı profilden hayran hayran seyretmeye başladı. Kırk yaş emmi derken haksızlık ettiğini düşündü. O gün onu ilk kez kot ve tişörtle görüyordu ve basbayağı filinta gibiydi. Çok haksızlık etmişti! Spor giyim tarzının yaşını daha küçülttüğünü aslında olduğu yaşta gösterdiğini düşündü. Takım elbiseyle daha olgun görünüyordu, ona çok yakışıyordu o ayrıydı ama şimdi onu kendine daha yakın bulmuştu.

 

Arca o gün koyu gri yakalı bir lacoste tişört ve siyah kot pantolon giymişti. Düzgün fiziğini, geniş omuzlarını ve kaslı kollarını daha iyi seçebildiği için memnundu. İki kolunu da neredeyse tamamen kaplayan dövmelerini inceleme fırsatı da cabasıydı. Gözünde kemik çerçeveli Prada güneş gözlükleriyle cayır cayır yakıyordu.

 

"Amma çok dövme yaptırmışsın. Şu güzelmiş. Ordaki ne, sol kolunun içindeki yazı mı?"

 

"Kızım yedin bitirdin ha! Sen gibisini de hiç görmedim!"

 

"Aa görmüşken iyi bak öyleyse bir daha da göremezsin!" deyip trip atarak başını camdan öte yana çevirip bacak bacak üstüne attı, dizinin üstüne sıyrılan eteğini hafifçe düzeltti.

 

"Mavi gözlülerin nazarı değermiş, maşallah de!" diye Arca sataşmasını sürdürdü.

 

"Maşallah suphanallah! Analar neler doğuruyor be! Sıfata bak, hey yavrum Adanalı! Ateş ediyorsun ateş!"

 

"Vallaha İstanbul'da kızlar laf atıyor derlerdi inanmazdım."

 

"Narsist şey. Hem kendine zorla iltifat ettiriyor hem şişiniyor şuna bak! Biz de duysaydık? Hani o ketum ağzından bal damlıyor diyecem de nerdeee?" diyerek yüzünü asıp teybin sesini açtı.

 

Arca ona güldü fakat çekici gülüşünün arasına bal değil zehir katarak konuştu.

"Bak, benden sana yar olmaz assolist hanım. Yürüyorsun anladık, biz de boş değilik ama küçüksün. Ayarım değilsin! Ha bir de benim niyetim hiç öyle temiz değil. Bilesin."

 

"Ben seni üzerim diyorsun? Sakin ol şampiyon, geçti geçti..." deyip Meyil alaycı bir kahkaha koydu.

 

Arca dudaklarını ısırarak güldü, başını sağa sola salladı.

 

"İyi bir kızsın, günahına girmem. Ha günah bunun neresinde dersen, daha bilmediğin çok şey var. Gezek, eğlenek lakin kafanda kurma. Peşin söylüyürum ha, sonra Adanalı adam değilmiş demeyesin."

 

"Ay sen niye benim modumu düşürüyorsun ya? Tamam, hoşlandık falan da yemedik yani! Hoş sen yenmezsin de, çiğ şey! Gıcık! Acılı dürüm! Nikâhımıza almadık..." derken alaycı sözleriyle kalbinden geçen derin kırıklık birbirine zıt şeyler söylüyordu.

 

Sertçe yutkunarak camdan dışarı baktı. Küçüksün de bilmem ne de! Öf! Şiştim! Kendini beğenmiş, egoist! Günahıma girmezmiş de! Belki günahı benim boynuma, ne biliyorsun?

 

Arca uzanıp kızın yanağından makas aldı. "Tamam, bozulma. Acıktım bir şeyler yiyek mi?"

 

"Ben tokum. Zehirledin az önce beni. Burama kadar doydum! Sağ ol."

 

"Bakele, indiririm şimdi aşağı!"

 

"Tamam, ne yiyeceksen gidelim bir yere işte... Gezerik, eğlenirik, yerik içerik... Ha dikkat et de ben seni üzmeyeyim? İstanbullu kızlar hakkında inanamayacağın daha çok şey var! Ohoo bi bilsen!"

 

Arca yine güldü. "Kızma gülüm hemen. Peşin konuştuğuma da bakma, dilim başka söylüyür kalbim başka..." deyip gönlünü almayı denedi.

 

Meyil asık yüzünü milim oynatmadan omuz silkti.

 

Arca ona uzanıp elini tuttu ve kalbine bastırdı.

"Yaniyürük güzeller güzeli yanıyürük! Ne olacak böyle? Yaşın dolmadan senle ne yapılır?"

 

"Ne yapılır derken? Açsana biraz?"

 

"Burası artı 18'e giriyür ama?"

 

"Yaşımı bu kadar sorun ediyorsan kulüpte de çalıştırma!"

 

"O iş. Bu mesele başka. Şöyle yapalım, sosyal mesafeyi koruyalım. Pandemi gibi düşün? Beni tahrik etme. Sana güvenmiyorum, tamam mı?"

 

"Allah Allah ya? Ben sana güveniyorum sanki?"

 

"Güvenme işte. Maske, mesafe, hijyen!"

 

"Ha haa çok komik!"

 

Trafikte takılıp kalmışlardı. Meyil ağlamamak için kendini sıkıyor, adamın gayet açık ve net olduğu bu konuşmada kaçak dövüşerek zaman geçiriyordu. Akşam öpüyor, sabah dövüyordu. Bir yangındı bir su! Bir melekti bir zebani... Neresinden tutup da böyle bir dengesizi sevgili olmayı teklif etmeye yönlendirecekti? Tanıdığı oğlanların hiçbirine benzemiyordu.

 

Arca kendini anlatmayı denedi. "Ola ki aramızda bir şeyler ilerledi? Senin kafanın atıp da benim başımı belaya koymayacağın ne malum?"

 

"Ne gibi?"

 

"Ben ateş sen barut, çok açık değil mi? Yasal olarak daha çocuksun, bir kavga etsek, senin kafan atsa, olay çıksa, çocuk istismarından kaç yıl yerim biliyür müsün? Damat koğuşuna girmeye hiç niyetim yok! Dedim ya, sana güvenmiyürüm."

 

"Saçmaladın ha! Öyle bir şey olursa rızası vardı dersin... Tövbe tövbe... Sevişmeden takılamıyor muyuz? Hem damat koğuşu ne?"

 

"Boş ver bilme. Galiba kafasında kuran benim."

 

"Ha şunu bileydin! Görgülü'ye mi gidiyoruz?"

 

"Yemekleri iyi değil mi?"

 

Meyil omuz silkti. Arabayı lokantanın önünde valeye verip içeri girerlerken Arca kızın elini tuttu. Meyil, iyice afalladı. Durup onun yüzüne baktı,

"Napıyorsun?"

 

"Neyi ne yapıyürüm?"

 

"Bi anlasam..." deyip elini elinden çekmeden hızlı adımlarla üst kata çıkan merdivenlere yürüdü.

 

Oturmadan önce lavaboya girmesi gerektiğini söyledi. Kendini içeri kapatıp hırsla birkaç damla gözyaşı döktü. Hiçbir şey anlamadığı gibi sözlerini kabul edemiyordu. O kadar hevesli ve istekliydi ki Arca'dan duyduğu olumsuz her cümleyle kahrolmuştu. Kalbi paramparça olmuş, çok acıyordu. Acıyla inleyerek ellerini göğsüne bastırdı, kaçıp gitmeyi düşündü, eline yüzüne soğuk sular sürdü. Biraz soluklanıp gidip ilanı aşk etmeyi düşündü. Dürüst olmak her zaman en iyisiydi, hisleri saklanacak gibi değildi üstelik adam kalbini çoktan fethetmiş hatta içinde koca bir ülke kurmuş hüküm sürüyordu.

 

Yemek sipariş ettikten sonra masanın üstünde ellerini birleştirip genç adamın hoş, iri badem gözlerine uzun uzun baktı.

 

"Ben aşık oldum." dedi. Devamını getiremedi.

 

Arca arkasına yaslandı. "İyi. Ben de."

 

"Ah..."

 

"Ah, ya! Ne bok yiyecez?"

 

"Ben çok aşık oldum. Sana ben... Ben, bak, kalbim sıkışıyor. Başkası benimle böyle konuşsa kafasını kırardım ama gidemiyorum bile... Üzme beni? Sorun ne?"

 

"Küçüksün."

 

"Hislerim değişmeyecek."

 

"Bunu bilemezsin. Batu'yu da seviyürdün?"

 

"Sorun o mu? O senin gibi değildi. Ama anlatmayacağım."

 

"Anlatma delleniyürüm!"

 

"Zaman ne gösterir birlikte görelim. Ama bu teklif değil. Ben İstanbullu değilim. Ben Laz kızıyım! Bir gururum var."

 

"Gururun da, hislerin de, her şeyin başımla beraber. Hiç anlamiyürsün deli kız. İste kalbimi söküp vereyim ama benimle ol, deme?"

 

"Neden?"

 

"Belasız yaşa. İyi yerlere gel. Kırk yaşında emmi gibi nasihat etmeyeyim işte, anla! Ben düzgün biri değilim. Daha üç yıl infazım var. Yatabilirim, kaçabilirim... Düşmanlarım var, kimseyle görünemem. Canımı yakmak için ilk önce yanımdakine zarar verirler."

 

"Klişe bunlar..."

 

"Patronunla oynaşman gibi..."

 

"Veda konuşması yapacağını bilseydim hiç gelmezdim. Keşke o klişeye hiç düşmeseydik!"

 

"Keşke."

 

"Söylesene kursağa kaçan hevesi de heimlich manevrasıyla çıkarabiliyor muyuz?"

 

"İlk yardım şeysi mi o dediğin?"

 

"He Adanalı, harbi kekosun canım ya!"

 

"Ben hayat kurtarmakla değil adam vurmakla ilgileniyürüm. Esasında... Herkesin bir şeyi var hayatta. Çizgisi!"

 

Meyil dudaklarını ısırarak önce güldü, sonra biranda ağlamaya başladı. Narin omuzlarını kulaklarına kadar çekip sessizce gözyaşı döktü.

"Çok adisin Adanalı! Bana ümit verdin... Ahh... Şuram acıyor ya çok kötüsün! Bana bunu yapamazsın! Demek ben ölecek olsam beni kurtarmazsın, bir tekme de sen vurursun! Alçak!"

 

"Ben öyle mi dedim? Her şerre razıyım, şikâyet etmem de? Yanında kör sağır dilsiz olur, susarım de? Mahpusa girsen beklerim, kaçak düşsen neredesin diye sormam de? Diyebilir misin?"

 

"Bilmiyorum! Anlamıyorum! Ne iş yapıyorsun sen?"

 

"Bunu sormayacaksın işte! Ne şimdi ne ileride... Hiç sormayacak hiç öğrenmeyeceksin. Bilsen de bilmezden geleceksin. Yapabilir misin?"

 

"Buna değer misin? Dediğin gibi ben daha 17 yaşındayım, küçüğüm... Anlamıyorum. Kaşın gözün, boyun posun çok hoş. Karizmasın, vurulduk... Ama senin hayatın bana dar mı gelir bol mu, ne bileyim?"

 

Arca sustu. Biraz sonra derin bir nefes alıp kızın anlayacağı şekilde kısaca ifade etti. "Benim hayatım, karanlık. Babam kabadayıydı, ben de öyleyim. Sabıkam var, kumarhanelerim var, silahım var, vukuatlarım var, tetikçilerim var, arkam sağlam. Anliyün mü?"

 

Meyil başını ağır ağır sallayarak gözyaşlarını sildi. Anlıyordu, tahmin ettiği bir gerçeğin birinci ağızdan teyit edilmesi onu korkutmak yerine rahatlatmıştı. Bir katilin, bir hükümlünün kızı olarak duyduklarında bir fenalık görmüyor bilakis empati kurabiliyordu. Hatta hak veriyor ve için için gururlanıyordu. İşte, hayatı boyunca sığınmak istediği sağlam bir kaya, derin fakat dalgasız bir liman, tehlikeli bir ortak edinmişti. Hayatındaki tüm örselenmişliklerin üzerinde eksik olan otorite figürü, ilah, baba, koruyucu, dağ; karşısındaydı.

 

Yemekler soğudu. Güneşli ve sıcak bir cumartesi öğleden sonrasını onunla böyle dramatik geçirmeyi hayal etmemişti. Üzerine yaşından çok büyük bir kıyafet giymiş yaramaz çocuklar gibi mızmızlanıyordu. O kıyafeti oldurmak istiyor ama gördüğünü de beğenmiyordu. Uyumsuzluk içinde bir ahenk, fırtına sonrası bir gökkuşağı düşlüyor ve kendi düş dünyasında kurduğu o pas parlak elbiseyle salınmak için can atıyordu.

 

"Beni niye öptün?" diye ansızın sordu.

 

"Dayanamadım." deyip Arca güldü. Dudaklarını ısırdı. "Öpesim geliyor. Yine sokulsan yine öperim."

 

Meyil de sinirli sinirli gülmeye başladı. "Kaçık herif!"

 

"Kalbim başka dilim başka söylüyür, dedim. Bizde yalan yok."

 

"Beni deli ediyorsun! Yine sokulacağım. Sen de yine dayanamayacaksın. Bana öyle bakıyorsun ki..."

 

Arca derin bir nefes alıp yutkundu. Tavana bakmaya başladı.

 

Meyil üstüne gitti. "Benim kalbim de sözlerim de bir! Kalbine ve aklına girdiğim gibi hayatına da gireceğim. Üstelik soru da soracağım, hesap da soracağım, kavga da edeceğim, bana yanlış yaparsan senin hayatını da dar edeceğim! Nerden çattık diyeceksin! Aldık belayı diyeceksin! Tek bela ben değilmişim diyeceksin!"

 

Arca, güzel dişleriyle birkaç saniye dudaklarını kemirip durdu, düşündü. Sonunda düşünmeyi ve duraksamayı yersiz ve faydasız buldu, elini sol göğsüne koydu ve başıyla onayladı.

"Bize de bu yakışır. Eyvallah... Aldım, kabul ettim."

 

Böylece bir saat oturup hiçbir şey yemeden kalktılar. Genç adam ellerini çenesinin altında birleştirip gözünü neredeyse kırpmadan, Meyil'in yüzünün ve teninin duru güzelliğini, sarı saçlarının güneş öpmüş gibi ışıltısını, halinin ve tavrının masum çocuksuluğunu ve masumiyeti kadar gerçek ve keskin işvesini, menekşe gözlerindeki hüzünlü asaleti seyretti. Onun kadar güzel ve gerçek bir kız, daha önce hiç görmemişti. Bir büyü gibi kusursuz ve parlaktı, konuşurken biraz can sıkıcı olabiliyordu fakat şarkı söylediği zaman dünya duruyor ve lir kuşu gibi şakıyordu. Böyle olağanüstü bir güzellikten nasıl uzak kalabilirdi?

 

Arabaya yürürlerken Meyil'in telefonu çaldı. Okul müdürü onu mümkünse hemen görüşmeye çağırıyordu.

 

"Okula uğrayalım. Acil dedi. Hay Allah."

 

"Cumartesi akşam saati ne ayak?"

 

"Bilmiyorum. Öğreniriz."

 

Arca, Meyil'i okulun önünde bırakıp arabanın içinde beklemeye başladı. Sigara üstüne sigara içerken bir de çocuk bakıcılığı yaptığını düşünerek sıkıldı. Kendisi liseyi bile bitirmemişti, ne işi vardı böyle okul önlerinde falan? Yirmi iki yaşındaydı fakat yetişkinler dünyasına çok erken atılmış, çok küçük yaşta para kazanmayı da suç işlemeyi de cezadan kaçınmayı da öğrenmiş doğal olarak yaşından fazla olgunlaşmıştı. Sadece Meyil için değil kendi yaşıtları için de ruhu ve tecrübesiyle haddinden daha yaşlı sayılırdı. Güzelliği ve sahici halleriyle aklını başından alıp kendisini elektrik çarpmışa çeviriyor olmasa, mantıken hiç dengi değildi.

 

Meyil, kapısına gittiğinde telefonla konuşmakta olan müdürün kendisini içeri alması için beş dakika bekledi.

"Meyil Akyüz gel bakalım." diye seslenilince usulca odaya süzüldü.

 

Müdür kapıyı kapatıp karşısına oturmasını işaret etti. Baş başa yirmi dakika süren görüşmeden neredeyse tek kelime edemeden, sadece dinleyip inkâr ederek ve ağlayarak çıktı. Arca'nın yanına döndüğünde benzi bembeyazdı, tir tir titriyordu. Arabanın kapısına tutunup güçlükle konuşabildi.

 

"Beni okuldan atıyorlar!"

 

"Neden?"

 

Hıçkırarak yere çöktü. Bağıra bağıra ağlamaya başladı. Ayaklarını kaldırıma vurarak şansına küfretti, hayatına lanetler etti, kime olduğu belli olmayan tehditler savurdu. Arca onun beline sarılıp arabaya bindirdi ve biraz su içirip okulun çevresinden uzaklaştırdı.

 

"Anlat bakalım neymiş?"

 

Meyil burnunu çekerek hıçkırıklar arasında kesik kesik konuştu.

"Kulüpte çalıştığımı öğrenmişler! Yasakmış! Suçmuş! Disiplin cezası bile kurtarmazmış! Atıyorlar beni! Okulun itibarıymış, diğer velilerin isteğiymiş bilmem ne! Ya ben napıcam? Napıcam ben? Bittim ben! Sıçtık... Lise diplomam yanar!"

 

"Dur hele sakin ol. Kimse atamaz seni. Ben görüşeyim?"

 

Meyil gözyaşlarının arasından ilgiyle baktı. "Sen ne yapacaksın ki?"

 

Arca tek kaşını kaldırıp indirdi, "Ben dört lise değiştirdim. En son biri, zar zor verdi diplomamı. Mecburen."

 

"Nasıl yani?"

 

"Benim mevzu karışık boş ver. Her şeyin bir yolu vardır. Özel okul değil mi burası? Bağış, olmadı rüşvet, olmadı tehdit, olmadı şantaj, en olmadı silah zoru!"

 

Genç kız hayretle bakıp sinirli bir kahkaha attı. "Ay çok alemsin!"

 

"Ben ciddiyim."

 

"Okulda beni istemiyorlar! Okul aile birliği toplantı yapmış hakkımda karar çıkacakmış! Adam diyor ki ya güzellikle kaydını başka okula al ya da biz uzaklaştırma kararı veririz. Babam tarla satıp zar zor altmış bin verdi, annem kredi çekip üstünü tamamladı! Son senem ya bu ne insafsızlık? Herkesin tuzu kuru mu? Ben çalışmak zorundayım! Söyledim ama piç kurusu tınlar mı? Burger Kingde kasiyer olsaymışım? Oldu canım!"

 

"Anneni ara, gelsin bakalım."

 

"Annem okulu başlarına yıkar. Lise son kaydı için yaptıkları zammı duyunca zaten kavga etti, rezil oldum."

 

"Başka bir lise yok mu, kaydını aldırsan?"

 

"Ya bütün arkadaşlarım, sevdiğim hocalar burda! Ben buraya yüzde yüz burslu girdim, salak gibi Anadolu Lisesini teptim, şimdi düz liseye mi gideyim?"

 

"Ben anlamam. İstersen bir icabına bakarım ama."

 

"Sağ ol ama sen karışma. Zaten adım çıkmış dokuza, inmez sekize! Allah belalarını versin! Kim şikâyet ettiyse Allah'ından bulsun inşallah! Güçleri benim gibi öksüzlere yetiyor tabi!"

 

"Sen öksüz değilsin, dağ gibi baban var."

 

"Of Arca! Hani nerde babam? O kendi derdine yansın..."

 

Meyil ilk şoku atlattıktan sonra annesiyle konuşmaya karar verdi ve birlikte Şanzelize Kuaför salonuna gittiler. Sibel son müşterisini geçirene kadar balkonda oturup beklediler. Sibel'i beklerken Arca, Meyil'i işe aldığı ilk gün kızın yaşı hakkında konuşurlarken Fahir Ustadan duyduğu ve bir süredir aklını kurcalayan o konuyu açmak için kıza bir soru sordu.

 

"Nerede doğdun sen?"

 

"Rize'de."

 

"Onu biliyürüm, evde mi doğdun, hastanede mi?"

 

"Ha, şey... Annem bana yedi aylık hamileyken bizimkiler kurban bayramı için köye gitmiş, ben orada doğmuşum. Daha doğuma bir ay varmış aslında ama arife sabahı annem aniden sancılanmış."

 

"Fırlamasın yani!"

 

Meyil gülerek onayladı, "Hatta babaannemle dedem adımı Arife koymak istemiş, annem tabi kimliğime yazdırmamış ama göbek adım Arife."

 

"Köylü kızı Arife ha? Başına bir yazma, ayağına da şalvar giydin mi tam köylü güzeli olursun!"

 

"Köylü kızı olsam daha çok mu hoşuna giderdi?"

 

"Tabi! Ben zaten dekolteli makyajlı sosyetik kızlarla gezip gezip otuzuma gelince bizim köyden saf temiz bir kızla evlenecem."

 

"Tam bir pislik gibi yani?"

 

"Aynen!" deyip Arca alaycı bir kahkaha attı, Meyil onun omzuna bir yumruk geçirdi. Eli acıdı.

 

"Ah!" diyerek yumruğunu kucağına sakladı.

 

"Vur gülüm vur, al hıncını! Bakele ben seni bi elime geçirirsem neler olacak?"

 

"Şşş sussana be! Annem duyacak!"

 

"Yani evde mi doğdun hastanede mi diye soruyürdüm, sen hayat hikâyeni anlattın! Çok konuşuyürsün yav!"

 

"Köyde evde doğdum dedim ya!"

 

"Demedin! Neyse. Evde doğduysan yaşını büyütebiliriz. Okul bir şekilde hallolur, ben ticaretimi düşünüyürüm. Sahneye çıkman sana da gerek, bana da! Kazan-kazan..."

 

"Anlamadım."

 

"Anlatırım... Sonra." deyip yanlarına gelen Sibel'in oturması için iki sandalyelik dar balkonda kadına yer verdi. Sibel oturup bacak bacak üstüne attı ve hemen bir sigara yaktı.

 

"Hayır olsun gençler? Ne bu telaş?"

 

Meyil, okul müdürüyle arasında geçen konuşmayı anlattı, annesi tam tahmin ettiği gibi okulu yakıp yıkmaktan, çıngar çıkarmaktan, o müdürü rezil etmekten ve peşin ödediği yüz bin liradan bahsederken Meyil'in aklında yeni bir fikir parladı. Arca'ya döndü,

 

"Senden bir şey rica edebilir miyim?"

 

"Emret assolistim."

 

"Ah, çok tatlısın patroncum. Benim için gidip müdürle bi konuşsana? Bir şey yapma ama ufaktan tehdit et, korkut. Beni kimin gammazladığını öğren, olur mu?"

 

"Hallederik."

 

Meyil hin bakışlarla ağır ağır başını sallayıp annesine bakarak sırıttı. "Sonra ben ne yapacağımı biliyorum. Aslan Adanalım benim! Aşş-komm!" deyip annesinin dehşete kapılmış ifadesine aldırmadan kadının önünde Arca'nın boynuna sarılıp yanaklarından şapur şupur öptü.

 

Arca onu "Tövbe estağfurullah." deyip iteklerken Sibel'e işaret etti. "Görüyürsün Sibel Hanım, vallaha bir günahım yok! Senin kızın benim namusuma göz dikti."

 

Sibel, Meyil'i kaba etlerini çimdikleyerek adamın yanından çekiştirdi.

"Yapma-sa-na çocuğa salak! Ay ne ayıp şey... Yürü işinin başına hadi yürü... Arca Bey, sen uyma bu zilliye, aman ablam gözünü seveyim, uyma. Yani arkadaş olun, sevgili olun tamam da... Gözünü seveyim uyma. Anladın sen. Babasının emanetidir. Tek başıma ne zorluklarla büyüttüm."

 

Annesinin tembihlerine hiç aldırış etmediği gibi en buhranlı zamanlarında daima tüm aksiliği ile hıncını ondan çıkarmayı huy edinen ve bir çıkış noktası belleyen Meyil, Arca'ya kırıtarak öpücük attı. Kuaför salonunu kapatıp Sibel'i eve bıraktıktan sonra The Gulf'e geçtiler. Meyil elbisesini değiştirip kuliste biraz süslendi ve sahneye çıktı.

 

Sahnede gecenin son şarkısında, Arca'nın gözlerinin içine bakarak kıvıra kıvıra iç gıcıklayıcı tavırlarla dans ederken Gülşen ve Murat Boz'un İltimas şarkısını söylüyor ve parmaklarıyla tam göğsünü işaret ediyordu.

 

Yak, söndür

Sormam maksadın ne

Sağ olsun canın

Durmam üzerinde

Yak, söndür

Sormam maksadın ne

Son bulsun hayat

Bela gözlerinde

 

Arca tüm gün onunla geçirdiği saatler, sohbetler, itiraflar, kurlaşmalardan ve biraz da sarhoşluktan başı döner vaziyette başını yana eğmiş çarpık bir gülüşle Meyil'in karanlığını aydınlatan güneş gibi siluetini seyre dalmıştı.

 

Tüm çalışanlara daha önceden açılıştan sonra kutlama yapma sözü vermişti fakat o gece Batuhan'ın çıkardığı olaylar nedeniyle kutlama yapılamamıştı. Müşterilerin ardından gece yarısı, elemanlarına içki ısmarladı ve sahnedeki DJ'i bir saat daha alıkoyup kalmak isteyenleri eğlendirdi. Meyil, annesinden sabahlamak için izin kopardıysa da toplu eğlence ancak bir buçuk saat sürmüştü. Saat 02:30'u gösterirken herkes gitmiş barda ikisi yalnız kalmıştı.

 

Yüksek bar taburelerinde yan yana oturmuş abuk sabuk şeylerden konuşup gülüşerek tekila içiyorlardı. Meyil, telefonuna annesinden gelen mesaja bakmadan kapatma tuşuna bastı ve kararan ekranı Arca'ya göstererek barın gerisine ittirdi. Pek sabırlı biri değildi, klişe dediği şey saplantı halinde aklını fikrini rahat bırakmıyordu. Ya onu alacaktı ya onun olacaktı.

 

Arca ise sıkıntıyla kirli sakallarını sıvazladı ve ateşten bir ip üzerinde yürüdüğünü düşündü. Meyil'in niyeti kendisinden de bozuktu ve bu durum biraz geri çekilmesine sebep oluyordu. Kovalanmaya alışıktı, söylediğinin aksine Adana'da da ona kızlar teklif ediyordu fakat bunlar Meyil gibi kızlar değildi. Dünyaları çok farklıydı ve yaşları hep daha olgundu.

 

Meyil üçüncü shot bardağını başına diktikten sonra bir dilim limonu iştahla emdi, yüzünü kırıştırdı.

"Ooof, yandım be! Tuz ruhu bu!"

 

Arca, şişeyi onun elinden almak istedi, Meyil vermedi, şişeyi arkasına sakladı. "Sana ne sarhoş olayım bırak! Babam mısın be!"

 

Arca onun belinin arkasında sakladığı tekila şişesine uzanırken kolunu beline doladı, kızın omzunun üstünden başını uzattı.

"Kızım ver şunu. Sarhoş olursan işime yaramazsın."

 

"Hımm? Gel de al!"

 

Yüksek bar sandalyesinden aşağı atlayıp kıvrak bir hareketle adamın markajından kaçtı ve kahkahalarla gülerek barın etrafında Arca'ya kendini kovalattı. Topuklu ayakkabıları ve şıkır şıkır sahne elbisesiyle koşarken genç adamı tahrik ederek üstüne çekmeyi sürdürdü.

 

"Beni niye öptün bir daha söyle! A-da-na-lııı! Gelsene! Bak, kafaya dikiyorum! Huuu! Amman Adanalıı, canım Adanalııı! Gel de al!"

 

*****

 

 

 

 

Loading...
0%