Yeni Üyelik
17.
Bölüm
@selinsafak

 

 

 

Gelelim bakalım, diye düşünerek Meyil'i takip etti. Meyil oyuncu ve işveli bir ifadeyle üst kata çıkan merdivenlerin dördüncü basamağında durmuş ona sarhoş taklidi yaparak peşinden gelmesi için sesleniyordu. Taklit yaptığını düşünüyordu çünkü alkol henüz kana karışmış olamazdı, diğer çalışanlar kulüpteyken kız içmemiş, herkes gidince Arca'nın yarıladığı şişeyi parmağıyla işaret ederek "Ben de denemek istiyorum!" demişti. Herhalde üç minik kadehten bir şey olmazdı. Gerçi ilk içildiğinde alkol silah gibi bir şeydi, şeytan doldururdu, maazallahtı ama içen sen değilsen, çok da düşünmemek lazımdı.

 

Gözlerini kapatıp soluğunu tutarak bir an ne yapmakta olduğunu sorguladıysa da boş verdi ve kızın peşine takıldı. Üst kattaki yeni ofisine girdiğini görünce teni iyiden iyiye ısındı, nabzı hızlandı. Kapıda durup ne yaptığına baktı. Meyil, masaya oturmuş ayakkabılarının bilek bantlarını çözmeye çalışıyordu.

 

"O lanet eve gitmicem işte, gitmicem..." diye söyleniyordu.

 

Arca ona yaklaştı, önünde eğildi ve ellerini nazikçe itip ayakkabıların çıkmamakta direnen taşlı, çapraz bantlarına uzandı, loş ışıkta görebilmek için iyice sokuldu ve metal tokayı minik deliklerden ayırıp teker teker çözdü. Kızın ince bileklerini tutarken belli belirsiz okşayarak ayakkabıları ayağından çıkardı. Narin, güzel ayaklarını ve ayak bileklerini dudaklarına bastırma ihtiyacıyla dolup taştı. O ince bileklere dilinin ucuyla sürtünerek diz kapaklarına tırmanmak, şıkır şıkır parlayan eteğini sıyırmak da takip eden ihtiyaçlardı.

 

Meyil, oturduğu yerde öylesine donup kaldı ki kalbi tekledi, onu hayal etmişti, onu öpmeyi, ona dokunmayı ve hatta onunla sevişmeyi... Bunun için gelmişti, herkese bir ceza kendine ise bir ödül vermek için... Ancak önünde dizlerinin üstüne çöküp ayakkabılarını nazikçe soyacağını düşünmemişti. Bu sahne masum gözleri için fazla ilkel ve yoğundu, karşısında anadan üryan kalsa ancak bu kadar utanır ve terlerdi. Kendi isyan bayrağına karşılık onda gördüğü bu katıksız teslimiyet, diz çökmeyle somutlaşıp aklını başından tamamen aldı.

 

Arca tek kelime etmeden aralarındaki otuz santim mesafeden karşısında dikildi, yüzü kaskatıydı, dudakları kapalı ve birbirine kenetliydi, gözleri ise kirpiklerinin altından oklar, mızraklar, bir sürü sivri silahlar, ateşler fırlatıyordu. Kulaklarında ıslak davullar gümbür gümbür çalıyor ve ruhunu gerilimli bir senfoninin kışkırtıcı üst notalarına tırmandırıyordu.

 

Meyil, bir eliyle onun siyah sakallarına dokunmak için yüzüne uzandı, Arca yaklaşıp otuz santimi yirmiye düşürdü, kızın dokunuşuna izin verdi ve kendisi de ona uzandı. İlk dokunuşu değil de ezeli sahibiymiş gibi belinden kavrayıp kendine çekti: on santim.

 

Meyil saniyelerdir tuttuğu nefesi verdi, irkilmiş fakat kaçınmak için bir şey yapmamıştı, burun buruna kalıp birbirlerini ölçüp tartan bakışlarla izlediler: Beş santim.

 

Havada asılı kalan yoğun ihtiras bulutları, her an boşanmaya hazır sular seller gibi kör bir arzu... Beş santim mesafe, geceye parlak şimşekler çaktırmak için yeterliydi.

 

Arca diğer eliyle, kızın ince yüzünü boynunun birleştiği noktayla beraber kavradı. Dokunuşu nazik değildi, tutuşu ise sımsıkıydı. Meyil bu noktadan yani son üç santimden sonra kaçış olmadığını anladı. Zaten kaçmayacaktı. Kaçıp geldiği yer oydu zaten, onun çağıran karanlığı...

 

İlk temas... Burunlarının uçları saniyenin yarısı kadar sürede birbirine değip arandı ve aldığı afrodizyak kokusunda doğal olarak sarhoş oldu. Ve ilk öpüş... Tatlı tatlı, usul usul ve yumuşak temaslarla dudakları birbirine karıştı. Arca, onun hafif sarhoş olduğunu düşündüğü için ileri gitmemeye karar verse de kıza duyduğu arzu, tüm mantığını kör etmek üzereydi. Bir aralık soluk soluğa onu öpmeye ara verdi. Yüzüne üç santim kala,

 

"Seni evine bırakayım." diye hiç istemediği halde mırıldandı.

 

Meyil masanın ucundan yere indi, genç adamın boynuna sarılıp parmak ucunda yükselerek kulağına öyle bir şey fısıldadı ki Arca kendini büsbütün kaybetti, anında kızın yanağına tokadı yapıştırdı.

 

Meyil yediği sert tokadın etkisiyle sarsıldıysa da geri adım atmadı, acı biber değmiş gibi yanan kıpkırmızı gözlerle ona dimdik bakmayı sürdürdü, gözlerinden yaşlar süzülürken fettan bir sırıtmayla gözünün içine meydan okuyarak baktı. Baktı, baktı. Gözleriyle gidersem dönmem diye haykırışı ve sonrasındaki tehdit, Arca'nın rest çekebileceği ihtimaller değildi.

 

Arca, gözlerini yumdu, dudaklarını ısırıp karıncalaşan elini açıp kapattı, Meyil'in yine camı çerçeveyi indirmesini, mekanı dağıtmasını, bağırıp çağırmasını bekledi. Kız hiçbir şey yapmıyordu. Buna karşın burnundan soluyarak kızın ensesindeki saçına sertçe asıldı, canını acıttı, diğer elini beline sarıp kendine çekti ve dudaklarına hırsla, bu kez ayrılmamak üzere yapıştı.

 

Meyil, bir kaç kadeh sert içkinin verdiği yetkiye dayanarak koyverdiği, hayatının dönüm noktasında yaşlardan nemli yanaklarında ince bir sızı fakat göğsünden taşan alev alev bir melankoliyle adama sımsıkı sarılıp hiddetli öpüşlerine karşılık verdi. Bundan sonrası mahşer yeri, kavga kıyamet ve arafta danstan ibaretti.

 

Ardından mıknatıs gibi birbirine çekilen göğüslerin çarpışması ve dudakların yoğun, kavurucu yiyişmesi... Masanın üzerinde bulunan bazı objelerin sağa sola saçılması ve konuşmaktan başka bir hususta kavgaya karışan eller... Birbirini iten çeken pençeleyen talan eden eller ve etrafa dağılan giysiler... Kendini feda etmeye hazır, tuzlu tenler... Yine dudaklar, diller ve orkestraya katılan dişler... Dişleri takip eden iniltiler, ahh'lar... Yükselen hararetin çadırında yürek gibi tıp tıp atan kasıklar... Sabırsız, hoyrat bedenler... Islak dudaklar... Hazır, aç, tutkudan deliye dönmüş vücutlar... Kendini kaybetmiş vücutlara küsmüş akıllar... Gençlik ateşinde kavrulan ruhlar ve benzin dökülmüşçesine yangın yerine dönen kalpler...

 

Her şey çok hızlı, darmadağın, bir kavga ve şiddet sekansı halinde, hırs ve aceleyle, öyle aceleyle öyle aceleyle ki... Ofis masasının önünde, ayaküstü, kucakta, bir kasırgaya tutulmuşçasına çabucak oluverdi.

 

Kız ilk birleşmenin sancısıyla başını geriye atıp dişlerini sıkarak ııııhhh etti. Adam, birleşmenin en mahrem anında ihtiyatla durdu, Meyil'in girişindeki zorlanmanın geçmesini bekledi.

 

Meyil, ensesinde donan bir ter damlasıyla acı içinde adamın kolunu sıktı, yüzüne sokulduğunda gözlerinde iki damla yaş vardı. Tenindeki mühür, aşık olduğu ellerin hoyratlığında kırılmıştı. Böyle olmasını istemişti ve olmasına izin verdiği şekilde olmuştu. O gece tüm dünyaya inat bir kaza geçirmeyi dilemişti. Şimdi hasar kaydı yapacak durumda değil gönüllü girilen bir komadaydı.

 

"Durma..." diyebildi.

 

Arca o andan sonra durabileceğini sanmıyordu ama biraz sekteye uğramış olabilirdi. Meyil beden dilinin ve dudaklarındaki ateşin vadettiğinin aksine çok gergindi ve daha nazikçe ilerlemesi gerekirdi. Meyil biraz soluklanıp onun yüzüne, dudaklarına, sıcak göğsüne sokulunca adam yeniden bir şehvet dalgasıyla ısınıp ona sıkıca sarıldı, en derinine, kuytusuna, hazinesinin dibine, ilklere ayrıldığına inanılan şeref köşesine yerleşti.

 

Kızı hala kucağında tutuyordu, birbirlerini yiyip bitirmek ister gibi yeniden kana kana öptüler, gerçek bir sevişmenin yalnız giriş paragrafı kıvamındaki milim milim birkaç med cezirle tükendiler. Bedenlerini peş peşe zevkin doruğuna tırmandıran hayret verici derecede yoğun fakat insanlık tarihi kadar saf o tatmin duygusuyla arkalarındaki masaya içiçe ve üstüste uzanarak soluk soluğa ve merakla bakıştılar. Sevişmeleri kısa fakat derin, puslu fakat ahenkli, yoğun ve ilk sefere göre fazlasıyla ateşliydi.

 

Meyil, aynı anda ağlıyor ve gülüyordu. Kızarmış, terlemiş, utanmış ve biraz da hırpalanmış görüntüsü nefes kesici güzellikteydi ve belki de sırf bu yüzden bu kadar ateşliydi, fevkaladeydi, hazine gibiydi, eşsiz ve özeldi. Gözlerini yorgunca yumdu ve katladığı parmaklarının boğumlarıyla o çok hoşuna giden siyah sakallara sataştı.

 

"Şöyle bakıp durma."

 

Arca titreyen parmaklarıyla onun terli alnına yapışan birkaç tutamı okşayarak geriye taradı. "Bunu neden yaptın?"

 

Kız güldü, hafifçe kıpırdandı, üstünden inse miydi acaba? Nasıl söylerdi? Dört koldan zaptedilmiş hatta ahşap zemine çakılmış haldeydi. Alt bedeninin uyuşup hamura döndüğünü ve uzuvlarının kontrolünü kaybettiğini hissetti. Yutkundu, gözlerini kırpıştırdı.

 

"Sen neden yaptın?"

 

Arca sinirli bir gülüş attı. "Canım istedi."

 

"Benim de! Eee?"

 

"Sarhoş musun sen?"

 

Meyil kıkır kıkır güldü. İşareti parmağıyla baş parmağını birleştirip biraz diye işaret etti.

"Sahneye çıkmadan kuliste iki duble içmiştim."

 

"Kuliste içki mi var?"

 

"Mini buzdolabında Özgür'ün viskisi var."

 

Arca kararan ifadesini ve bakışlarını öte yana kaçırdı. Tuzağa düşmüştü. Meyil çakırkeyifti ama sarhoş değildi, çok içmedi diye düşünmüştü. Ayık ve kendinde olduğuna güvenmişti. Yoksa...

 

Yapmaz mıydı, ileri mi gitmezdi? Allak bullak olmuştu ve bu haldeyken hissettiği kırıklık, beklediği vuslat değildi. Kızın gelişi bir vaat değil büsbütün bir depremdi.

 

"Söylediğin iyi oldu, odalarınızı ayırayım!"

 

"İçmem yasak mı patron?"

 

"Bilseydim..." dedi.

 

Devamında söylenecek doğru kelimeyi bulamadı. A-Sana dokunmazdım, B-Günahına girmezdim, C-İlkin olmazdım, D-Peşinden gelmezdim... Yanlış şıklar!

 

Doğru cevap: E-Hiçbiri!

 

Bir sevgili istemiyordu, kimseye bağlanmak da kimsenin ona bağlanmasını da istemiyordu, sorumluluk almak istemiyordu, vebal almak istemiyordu... Hayatında ciddi bir ilişkiye yer yoktu, söylemeye çalışmıştı. Hayatı bıçak sırtıydı ve kendisi bile o çelik sırtta güçlükle cambazlık ederken bir kadına yer yoktu. Dengesini bozacak en küçük rüzgar bile onun için ölümcül sonuçlar doğurabilecekken nasıl da gönüllü olarak o kasırgaya tutulmuştu!

 

Arca, duvar kadar suskun ve tepkisiz görünse de içinde patlayan volkanla başetmekte çok zorlanıyordu. Hayatında hiç bu kadar kafası karışmamış, kendine olan güvenini bu denli kaybetmemiş, hiç bir kadına bu kadar körü körüne yenilmemişti. Bakışlarını kaçırdı, bakışları uzak ama teni hala çok yakındı ve mengene gibi parmakları Meyil'i sımsıkı tutmaya devam ediyordu.

 

Meyil ise ondan sadece aşk sözcükleri duymak istiyordu, daha yeterince tatmin olmamıştı ve hala hiç ayılmamıştı. Yani, her şey bu kadar mıydı? Olmak istediği tatlı aşık ve cilveli kadın gibi davranamadığı ve o sözü söyleyip aşığını çıldırttığı için kendine kızıyordu. Şimdi anladığı bir husus vardı ki, o da bir erkeği eline almak değil, elinde tutmak mühimdi. Arca, hiç gitmesin istiyordu. Adamın sıcaklığını kaybetmesine ramak kala parmaklarının içiyle onun dudaklarına bastırdı.

 

"Sabaha kadar soru mu soracaksın be?"

 

Yine doğru düzgün bir cümle bulamamıştı! Kahretsindi ama dili dönmüyordu, toydu, acemiydi, gururlu hatta kibirliydi. Son bir umutla uzandı. İnce, titreyen parmakları genç adamın boynunu okşayarak omuzlarına sarıldı, esmer pazularını, kanatlarını usul usul sevdi, onu tekrar öpmek ve onun tarafından tekrar yağmalanmak için güçlü bir istekle doldu. Bacaklarını beline sarıp onu yeniden ve bu kez ne istediğini bilerek kendine çekti.

 

...

 

Meyil dağınık yatağında mışıl mışıl uyurken Arca gözünü bile kırpmadı. Tadına doya doya varmak için onu evine getirmişti ve saatlerce çılgınlar gibi saatlerce sevişmişlerdi. Kız uykuya dalar dalmaz yataktan kalkıp iki katlı evin içinde huzursuz adımlarla gezindi, mutfağa inip içmek için viski buldu ve bardak almadan şişeyle yeniden geniş yatak odasının bulunduğu ikinci kata çıktı. Yere kadar inen Fransız camın önündeki tekli koltuğa yan oturup sigara yaktı, viskiyi şişeyle başına dikti ve az önce baş parmağının iziyle Meyil'in derin uykuda ruhu bile duymadan açtığı telefonunu kurcalamaya başladı.

 

Önce rehberine girdi, Batuhan'ın numarasını buldu, silmediğine öfkelendi üstelik hala Batu'm diye kayıtlı olduğunu görünce içinden küfretti. Ardından whatsappını açtı ve yazışmalarını buldu. Sondan başa doğru okumaya başladı, Meyil ile tanıştıkları tarihe kadar geriye gidip hepsini okudu. Okurken dudaklarının arasında asılı kalan ve külünü silkelemeyi unuttuğu sigarası izmarite dayanınca ateşi göğsüne düştü, hafifçe yandı ama öfkesi kadar yakıcı değildi.

 

Yazışmalardan ayrıldıkları belliydi ancak irtibatı hiç koparmamışlardı, dün geceye kadar birbirlerine selam naber nerelerdesin, ne yaptın gibi sorular sorarak eften püften de olsa konuşmuşlardı. Meyil, yalan söylüyordu veya Batuhan'ın ayrıldıklarından pek haberi yok gibiydi. Daha dün sabah kıza günaydın yazıp kalpli öpücük göndermişti. Kız buna cevap yazmamıştı ama gördüğü yazışmalar arkadaşlıktan öteydi. Her gün birbirine hal hatır soran, alışkanlıkla da olsa flörtünü devam ettiren iki liselinin emojiler ve anlamadığı z kuşağı diliyle satır satır birbirine gönderdiği bir sürü mesaj...

 

Deliye döndü. Telefonu derhal kırmayı düşündüyse de son olarak kızın sosyal medya hesaplarına girdi. İnstagramından Batuhan'ı bulamadı, galiba engellemişti. Fotoğraf galerisine girdi, birlikte çekilmiş bütün fotoğrafları duruyordu. Sarmaş dolaş, parkta, kafede, okulda, sokakta yüzlerce aşık fotoğrafta elele göz göze, dudak dudağa, kucak kucağa haller... Sinirden kaşı seyirmeye başladı, elleriyle başının üstünü ovuşturdu, bir küfür daha salladı, içti.

 

"Nabıyon kızım sen? Derdin ne? Amacın ne?" diye söylenerek telefonun içinden sim kartı çıkarıp kırdı.

 

İki saat kadar karanlıkta oturup içerek boş duvarlara baktı. Meyil'in ikili oynadığını ve kendisiyle Batuhan'ı aldattığını düşünse de geldikleri son noktada bu pek de önemli değildi. Evine gelmişlerdi ve bütün gece cayır cayır sevişmişlerdi, şimdi de kız onun yatağında çırılçıplak uyuyordu. Batuhan denen zibidinin bu evde bu odada ne işi vardı? Kafasının içinde ne işi vardı? Alışkanlıktan, diye düşünerek onun o telefondaki varlığını küçümsedi. Kıskançlık krizine girmesi gereken biri varsa o kesinlikle kendisi değildi.

 

Üstelik, Ferman'ın belediye başkanlığına aday olduğu seçim yarışına bodoslama dalan ve rakibini alaşağı etmek için salak oğlunu manipüle eden de kendisiydi. Meyil ile Batuhan arasındaki kara kedi olmayı bile isteye kendisi seçmişti. Meyil'i de basbayağı kendi ağına düşürmemiş miydi? Daha ilk gördüğü gün gözüne kestirmemiş miydi? Niye delleniyordu? Kız yalan söylediyse kendisi ondan daha önce yalan söylemişti.

 

Böylece karlı bir dağın dumanlı zirvesinden aşağı son sürat yuvarlanan düşüneceleri bir çığ gibi büyüdü, büyüdü, altında kalmaktan son anda kurtuldu. Sabahın ilk ışıklarıyla biraz sakinleşti. Yine de yatağa dönmedi. Kızın uyanmasını da bekleyemedi. Başucuna gidip seslendi.

 

"Meyil? Uyan. Şşş, kalk kızım kalk. Lan kalk konuşacaz!"

 

"Hıı?"

 

"Kalk dedim."

 

Meyil güçlükle gözlerini aralayıp tepesinde dikilen yarı çıplak adama baktı, üstündeki örtüyü boynuna kadar çekerek yatakta doğruldu.

 

"Ne var?"

 

Arca telefonu onun burnunun ucuna doğrulttu.

 

"Bakele seni Allah yarattı demem, ya döve döve ya sike sike akıllandırırım! Ne bu mesajlar? Hani bu adamdan ayrılmıştın? Sen benimle taşak mı geçiyorsun? Ulan sen kiminle kimi boynuzluyorsun? Sen beni kullanıp züppe sevgiline nispet mi yapıyorsun? Ulan onu benimle boynuzlayan beni başkasıyla boynuzlamaz mı? Bak bakayım bende o göz var mı, mala mı benziyorum? Gebertirim seni!"

 

Meyil öfleyerek yataktan çıkıp "Telefonumu nasıl açtın ki? İstemiyorsan giderim, sözleşmemi ver bir daha da beni görmezsin, bağırıp durma!" dedi, üzerine çarşafı sarındı ve banyoya yürüdü.

 

Arca arkasından bir sigara daha yakıp "Gidemezsin!." diye bağırdı, yüzünü gözünü ovuşturdu.

 

Meyil duşta etrafına şöyle bir bakındı ve pahalı siyah granitlerle kaplı ıslak zeminlerin ihtişamını beğendi. Ankastre duş setindeki tuşlara dudak bükerek baktı ve birkaç denemede sıcak suyu açmayı başardı. Duşunu alırken yüksek sesle şarkı söyledi.

 

Gönlüm isterse gelirim

Bitmeyen aşkla sevişirim

Seyret, bak uçurum dağından

Dümdüzdür vadim

 

Ruhum isterse gezinirim

Dipsiz uçurumlarda

Aşk düzlükte yaşanıyor

Düzlük tek aşkta

 

 

*****

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%