Yeni Üyelik
2.
Bölüm
@selinsafak

Selamlar,

 

Tanıtımsız bam diye girdik kurguya malumunuz, o yüzden bu bölümün başında birkaç açıklama yapmam icap eder. Bu bir yeraltı hikayesidir. Gerçek olaylardan ilham alınmıştır ancak tek bir yöre veya kişiyle sınırlı değil, yerli ve yabancı mafya örgütleri hakkında bilinen hikayeler, kurgudaki baş karakter etrafında derlenip toplanıp günümüze uyarlanmıştır. Kurgunun bütünü tamamen hayal ürünüdür, gerçek kişilerle ilgisi yoktur.

 

Olumsuz örnek oluşturacak, rahatsızlık verecek şiddet betimlemeleri, üst düzey argo ve ciddi suç unsurları içermektedir. Yöresel özellikleri taşıyan karakterlerimiz mübalağalı ve ironik olabilir, olayların yöreyle ilgisi yoktur tamamen kişiseldir.

 

Bu hikayede ne suç ve suçlu/ ne şiddet güzellemesi yapılır, bilakis her suçun ilahi ve anayasal adalette karşılığı da hikayenin ilerleyen dönemlerinde tecelli bulacaktır. Mafya, haksız kazanç elde etmek amacıyla silahlı şiddet eylemleri göstererek dürüst insanların malına, canına, onuruna acımasızca zarar veren; devletin yasalarını çiğneyip anayasal düzenin işleyişini bozan zararlı bir oluşumdur. Mafyanın romantize edilmesi veya kahramanlaştırılması akılla ve sağduyuyla açıklanacak bir durum değildir.

Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar, kafanıza takılan bir şey olursa yorumlarda yazın.

Keyifli okumalar.

 

 

 

 

 

Çukurova, 3 yıl önce

 

Yağlı duman altı küçücük mekanın dirsek dirseğe ancak sığışılan orta masalarından birinde iki delikanlı kahvaltı ediyordu. Bulana bulana iştahla yedikleri kuzu ciğeri ve yanında acılı şalgam, akşamdan kalma iki delikanlının açlığını gidermemiş olacak ki gözünde gece gündüz çıkarmadığı güneş gözlüğüyle dolaşan uzun boylu olanı, ocakbaşındaki ustaya seslendi.

 

"Ustam bakele! Bize iki sokum daha kat."

 

Kırk yıllık ciğerci ustası başıyla eyvallah çekip buzdolabındaki şişlere geçirilmiş taze etleri çıkardı, harıl harıl yanan mangala dizdi. Az sonra hazır olan ilave tabakları gençlerin masasına götürünce tepelerinde dikilip uzun boyluya şaka yollu sataştı.

 

"Ulan kuşluk vakti güneş gözlüğünlen ne geziyürsün, Allahını mı kaybettin hırbo?"

 

Uzun boylunun kuzeni, üç parmak eninde ısırdığı lavaş ekmeğini iştahla çiğnerken boğulurcasına dizlerine vura vura gülmeye başladı. Kuzeni masanın altından ayağını uzatıp dizini tekmeleyince sandalyesinden düştü. Tekmesiyle yere kapaklanan arkadaşına hiç aldırmadan ciğerci ustasına döndü, ağzında çevirdiği ciğerleri şapırdatıp lakayt bir sırıtışla

 

"Heye benim babam, Allahımı kaybettim peygamberimi arıyürüm, buralarda gördün?" Diye yaşlı adamı yanıtlayıp gözündeki kocaman simsiyah gözlüğü sağ elinin serçe parmağıyla hızlıca kaldırıp indirdi.

 

Usta, delikanlının sol kaşının yarılmış ve gözlerinin altının patlıcan moru çürüklerle bezeli olduğunu görünce anlayışla başını salladı.

 

"Aco gene hangi itin kuyruğuna bastıysan de get, evinde zıbar, ortalarda gezinme pireli enik gibi!"

 

Usta yeniden ocakbaşına döndü, üstünü başını silkeleyerek düştüğü yerden kalkan diğeri hiçbir şey olmamış gibi dürümünden koca bir ısırık daha aldı. Sakız gibi ciğeri keyifle çiğnerken

 

"Başladı gene soktuğumun hacı babası! Sen de bok vardı amına koyayım façayı çizdirdin, malamat olduk elearşı! Dabancayı atıp altı kişiye kafa göz dalmak nedir gurban olduğum? Herifleri bayıltmışız, ayıltacam diye kanala sokup çıkarıp üç saat daha dövmek nedir? Dayak atmaktan imanım gevredi lan, belim çatladı, avuçlarım patladı! Dövek dediysek insan gibi döveydik! Ben senin hırsının ıstırabını sikeyim Aco gardaş! Siktin belamı!"

 

"Kes lan... Kalk gidiyürüz."

 

Amcaoğlunun yemeğini bitirmesini beklemeden kalkıp yazar kasanın üzerine iki banknot fırlattı ve müdavimi oldukları ustaya eliyle selam verdi, kollarını kartal kanadı gibi azametle açıp hızlı fakat telaşsız adımlarla yürüdü.

 

Yeni yetme sayılmazdı. Yeni yetmelik zamanlarını ardında bırakalı yıllar olmuştu, kaşarlanma evresindeki kabadayılara has usturuplu kendine güvenini, usta bir terzi elinde tam gövdesine göre dikilmiş bir ceket edasıyla taşıyordu.

 

On bir yıl önce köyünden kasabaya, altı yıl önce kasabadan ıslahevine, beş yıl önce ıslahevinden Rusya'ya, üç yıl önce Rusya'dan yeniden doğduğu kasabaya, iki yıl önce kasabasından sınır karakollarından birinde askere, askerden dönüşte bir yıl yeniden cezaevine dönmüş, giderken ve dönerken nice felek çemberleriyle yetinmeyip bilimum geometrik dönemeçleri olan yolların içinden geçmişti. Keskin virajların cevval şoförü, acıların çocuğu Emrah gibi büyük, derin, trajik aile travmalarını kendine lisans edinmemişti. Anasının karnından ters çıkmış, çıktığı gün yağmur gibi bela yağdırmış, çocukluğunda sırf meraktan ahır bombalamış, ergenlikte can sıkıntısından adam boğazlamış, yetişkinlikte ise canavarlık doktorasına başlamak için üstün başarı bursu kazanmış nitelikli, özgün, janti bir psikopattı.

 

Ne aç açıkta büyümüş, ne sokaklarda dilenmiş, ne anasının ırzına geçilmiş, ne gözleri önünde babası veya ağabeyi katledilmişti. Onun gibi olmak için psikanalistlerin tabiriyle çocukluk anılarına merdiven uzatıp tetikleyici travmalardan oluşan bir define gerekmediğine dair istisnai bir ispattı. Böylesi bir manyak, sırf öyle doğduğu için suç işlemiş, işledikçe işleyesi, dövüldükçe dayak atası, hapsoldukça gasp yapası, kovalandıkça kafa tutası içgüdüleriyle vuku bulmuştu, gaipten peyda olmuş bir kasırgaydı. Onun mevsimleri takvimlere hiç geçmemişti çünkü ansızdı, ayarsızdı. Tarifindeki ince oranları sadece sahibinin çok mühim kasasında on yıllarca korunan Coca Cola gibi kendi şahsına özeldi.

 

Çukurova sıcağı altında kavrulmuş taş kaldırımlarla bezeli dar sokaklardan evine, iki günlük uykusuzluğunu gidermeye yürürken sokağın başından duyulan siren sesiyle Serkan, keklik gibi sekerek haykırdı.

 

"Kaç laan zarbolar kaaaaç!"

 

Oysa ağır ağır durdu, ellerini iki yanında açarak havaya kaldırdı ve döndü. Kuzeni kerpiç evlerin bahçe duvarlarından aşarak anında toz olurken o sakin sakin bekledi. Polis aracı yanaştı, temkinli hareket eden gündüz devriyesi memurlarından biri seslendi:

 

"Arca Giray Kızılkan?"

 

"Tanımiyürüm." Diye gevşek gevşek sırıtarak yanıtladı.

 

Kendisine adıyla, ikinci adıyla ve soyadıyla seslenen yeni atanmış memuru işletmek, o sabahki neşesine renk, şekil, biçim açısından tatlılıklar katacaktı. Ciğer şişten sonra sabahın en güzel yanı acemi bir polis memurunun karşısında salak taklidi yapmaktı.

 

Çukurova'nın bağrına bir sabah çiyi gibi düşmüş polis memurunun bahtında ise oldukça yerel bir manyakla tanış olmak vardı.

 

Aranan zanlıya adıyla seslenen yeni memura daha tecrübeli olan arkadaşı aradıkları kişinin o olduğunu omzunun arkasından fısıldadı. İlçede yeni olan memur, yasal silahını doğrultarak aracından indi.

 

"Sen misin lan?"

 

"Kim miyim gurban olduğum?"

 

Kozan yeraltında epeyce ünlü delikanlının aptal sırıtışı ve daha da aval aval bakışlarından işkillenen polisler birbirine bakıştı.

"Kafası güzel galiba. Paketleyelim merkezde ilgilensinler bu hayvanla."

 

"Üstünü ara!"

 

"Kimlik?" Derken itiş kakış ve plastik kelepçeyle kendini ekip otosunun makam koltuğunda ziyadesiyle alışık olduğu karakol yollarında buldu. Yolda yeni atanan Egeli polis memurunun kafa açan sorular sorup durması üzerine bir fıkra anlattı.

 

"Sen Cuma saatinde cami duvarına işedin herhalde gardaş, ne bu şans? Koca ülkenin 922 ilçesi içinde sen gele gele Gozan'a geliyürsün ve ilk mesainde beni buluyürsün vallaha maşallah süphanallah! Bak sana bir fıkra anlatayım: Gozanlı bir Allah'ın adamı hacca gitmiş, şeytan taşliyür... Şeytan bunu görünce dile gelmiş, buna -sen ne vuruyon, gardaş değil miyik, diye çıkışmış."

 

"Ya sabır birader manyaksın anladık, tamam kes sesini."

 

Gülerek başını sallayıp sustu. Başına geleceklere gayet hazırlıklı ve lakayt halde sorguya alınana kadar nezarethanede fosur fosur uyudu. Görevli amir tarafından gece yarısı Kadirli- Kozan karayolunda çıkan satırlı, baltalı çete kavgası sırasında nerede olduğu sorularına hatırlamıyorum diye yanıt verdi, hiçbir soruya mantıklı cevaplar vermeyerek adamı epey terletti. Tıbbi ve psikolojik muayene için sevkedildiği devlet hastanesinde psikiyatriste söylediği sözler ise akli dengesinin yerinde olup olmadığını kuantum açısından göreceli bir hale getirmeye yeterdi.

 

"Bizde travma felan yok psikolog doktor hanım. Suç bizde genetik. Benim babam katil, dedem de katildi, büyük dedem de katilmiş, büyük büyük dedem eşkıyadır herhalde ben de pek masum değilim. Her defadır söylüyürum, benim yolum yol değiiiil! Gerçi... Bizim kanımız esmer olsa da alnımız aktır, dediği gibi Ahmed Arif'in... Ne yazacaksın rapora Allahına kitabına gurban doktor hanım, mevzu senin ihtisas alanından çok başka anliyür müsün?"

 

...

 

 

Kozan, 2 yıl önce

 

"Akıl baştan çıkarsa deli diyürlar

Dünya senden çıkarsa veli diyürlar

Sen dünyadan çıkarsaaan, ölü diyürlar..

Eyisi mi sen, deliyi de ölüyü de koy rahvan getsin, takma gardaş!"

 

Öldürdüğü adamın cenazesine siyah takım elbisesinin ceket cebine taktığı bir kırmızı karanfil ile gidip adamın yaslı oğluna söylenecek laf mıydı? Hele adamın omzuna kolunu sarıp sırtını sıvazlaya sıvazlaya...

 

Seko ve Nedim, manzarayı izlerken renkten renge girmiş küçük kalp sekteleri geçirmek üzereydi. Asri mezarlık, ölen çete liderinin silahlı tetikçileri tarafından çevirilmişti. Arca, kendi hayat görüşüne göre ölmek için ironik bir yer diye düşünüyor olabilirdi ama eşlikçileri henüz yaşama sevincinden bir şey kaybetmemişti. Büyüklerin emriyle zorla katıldıkları bu cenazeden sağ çıkmak istiyorlardı. Öldürmek fiilindeki özneler yani açıkçası failler olarak cümlenin tabiatı gereği, sağ olmalıydılar. Sağ ve salim... Fakat salim kısmı işte biraz endişeliydi.

 

Serkan, Arca'yı kolundan tutup arabaya çekiştirdi.

"Gel la buraya Allah'ın meczubu, lime lime edecekler bizi sayende!"

 

"Allah başa verme Yarabbi!"

 

"Yürü hadi kulübe... Bugün karar günü, sağlam durmak lazım Aco."

 

"Heye amcamın oğlu, boş gitmeyek. Cephaneyi mahalleden getirsinler. Bugün biz artık çeteci olmaktan beyliğe terfi ediyürüz. Allahıma kitabıma Torosan Dağı eşkıyası büyük büyük dedemiz görse nesliyle gurur duyardı. Toprağı nur olsun, çok büyük adammış."

 

"Heye amcamın oğlu, keleşine sarılmadan uyuyamıyormuş, ondaki öyle bir kara sevda... Öyle büyük adammış ki İstiklal Mahkemelerinde asılmış hatta öldüğünün kaydı yapılmayınca bir daha asılma emri gelmiş ki bakmışlar ölmüş! Az daha mezarından çıkarıp bir daha asacaklarmış. Cibilliyetimizi sikeyim ben böyle soy, böyle kütük olur mu ulan imansız kitapsızın torunu... De haydi!"

 

Çukurova'nın Kozan ilçesinde bir dağ yamacında kurulu köy, turunçlarla ve renk renk bahar çiçekleriyle bezeliydi. Babasının doğup büyüdüğü Bekiroğlu köyündeki silah deposuna gidip on beş has adamlarıyla tepeden tırnağa silah kuşanıp Toyota marka arazi araçlarına patlayıcı yüklediler. Neyse ki ilçe beyliği hakkında verilecek karar toplantısında beklenmedik bir çatışma çıkmadan ortadan kaldırdığı beyin yerine, İl Beyinin tartışmaya kapalı hükmüyle Arca getirildi.

 

...

 

Seyhan, 1 yıl önce

 

Torbacılar, değnekçiler, pezevenkler ve sokak fahişeleriyle yeraltının en koyu renklerine boyanmış Cinciler Çıkmazında, sağa sola hiç bakmadan sokağın mektep denilen en işlek üç katlı binasına girdi, doğruca ahşap merdivenlerden yukarı çıkıp ikinci kattaki patroniçenin odasına yöneldi. Kapının dışında kızların vizite ücretlerini toplayan kıdemli bir lâla, teyzesinin lavaboda olduğunu söyleyip ona odaya geçmesini işaret etti.

 

Arca, kasanın bulunduğu odaya geçip her zaman oturduğu sandalyeye ilişti ve bir sigara yaktı. Az sonra kadın içeri girdi. Arkasından dolanıp geçerken kolunu boynuna sarıp başının üstüne bir öpücük kondurdu.

 

"Ne ettin paşam?"

 

"Tahsilata çıktım."

 

Hiç evlenmemiş ve çocuk sahibi olmamış kadın, evladı bellediği yeğenine şefkatli gözlerle okşayarak uzun uzun baktı; gençliğini, babasından aldığı yiğitliğini ve güzelliğini gıptayla, annesinden aldığı hinliğini ise dinmeyen bir öfkeyle seyretti.

 

"Yakanda kan var, kavga dövüşe mi karıştın yine?"

 

"Yok, dövme yaptırdım, yeni."

 

"Kanamış."

 

"Önemli değil."

 

"Baktın Çukurovada beceren çıkmıyür kendini dövmeciye dövdürüyürsün?" Deyip kadın kendi şakasına çatallı sesiyle güldü.

 

Arca şakalaşmaya gelmemişti. Kadının yüzüne bakmadan kesin bir sesle konuştu. "Beyin haracını göndermemişsin."

 

Sinirli bir gülüşle "Seni mi yolladılar?" Diye cevap beklemeden soran kırklı yaşlarının sonundaki esmer, yüzü alkol ve çiçek bozuğu olmasına rağmen gençlik güzelliği simasından okunan, ince kavisli kaşlı ve kalın dudaklı kadın, öz teyzesiydi.

 

Annesinin iki yaş büyüğü, daha 19 yaşındayken annesinin nişanlısıyla yatakta bastığı için bir daha affetmediği Türkan, yıllardır bu ruhsatlı genelevi işletiyordu. Bir defasında rakı masasında anasonu fazla kaçırdığı bir anda söylediğine göre, annesi onu nişanlısıyla birlikte olduğu için evinden ailesinden kovmakla yetinmemiş ve kızkardeşini bir pavyona satmıştı. Arca, yapmaz diye düşünmemişti. Annesi, pekala yapardı. İsterse cehennemi bile şeytana yeniden satardı.

 

Ayrıca Türkan da pavyon macerasından sonraki kariyer değişikliğine çok çabuk geçmiş ve aynı rakı masasında niye bu hayatı seçtiğini ilk ve son kez kendisine soran yeğenine "Ruhum orospu yeğenim ne yapayım!" Diye gülerek yanıt vermişti.

 

Kumarhaneler sahibi dedesi, dört kızına hayran olduğu Yeşilçam'ın dört yapraklı yoncası denilen aktrislerin ismini koymuştu ya, ironik olan yoncanın yapraklarının olmadık hayatlara savruluşuydu. Karşısındaki Türkan, kilitli kasasını açıp bir tomar çıkardı ve parmaklarını yalayarak gözü önünde iki kez saydı, tomarı lastikleyip önüne koydu.

 

"Say, dastamam 50 bin."

 

"Sen saydın ya deyzem. Sen onu değil de, haracı niye geciktirdin onu de hele?"

 

"Seni göresim geldi."

 

"Bir daha gecikirse ben gelmeyebilirim. O zaman sen düşün."

 

Kadın düşündü, omuz silkti, izmarite dayanam sigarasını söndürmeden bir diğerini yakıp derin bir nefes çekti. Genç adamı baştan ayağa süzerek yoğun gri dumanı ona doğru üfledi.

 

"Yeni gelen sermayelere gözükme sonra arkandan ağliyürler ben uğraşıyürüm. Hacer zillisini elimden dar aldılar, Aco üstüme gül kokladı diye şu Bursalı kıza faça atmaya kalkışmış yosma! Sen bu kızlara yüz verme sonra telli duvaklı hayallere dalıyürler."

 

Genç adam bu takılmaya gülmedi, mimik bile oynatmadan sigarasını tellendirdi. Ziyaretçisi olduğu kızlar, haracını kestiği hayatlar, arkasından aşk mektupları yazan yeni düşmüş kızlar ve teyzesi, öz teyzesinin bile isteye sefa pezevenkliği sürdürdüğü bu çatı... Bir garipti! Üstüne çok fazla anlamlar yüklemeye gerek yoktu, burası da her yer gibi bir yer, insanlığın her inşaatı gibi çürüktü. Kokusu kendine hastı, sigara dumanı bile çürümüşlüğün kokusunu bastırmıyordu. İzmaritini küllüğe sertçe basıp kalktı.

 

"Yasin Bey bir daha günü geçirmesin dedi."

 

"Selamımı söyle Yasin piçine. Bana racon koymadan önce çıkarttığı malın borcunu ödesin o babasının doğurduğu! Söyle..."

 

Arca, eyvallah deyip parayı ceketinin iç cebine koydu ve geldiği gibi hızlı adımlarla genelevden ayrıldı. Arabasına bindiğinde lastikle sarılı tomarın içinden kendi tırnak hakkını çekip asıl miktarı teslim etmek için şehrin öbür yakasına seğirtti.

 

Henüz 21 yaşındaydı, hiçbir zaman ne olacağım diye düşünmemişti. Doğduğu hayatı yaşıyordu. Pamuk ipliğinden bir sicimin üzerine doğan her cambaz gibi doğuştan yetenekliydi, git gide ustalaşıyordu. Sadece bazen özellikle de bu aralar kabına sığmaz oluyor gidesi geliyordu: Başka bir şehre...

 

Ancak başka bir hayata değil, olduğu şeyi seviyordu. Adrenalin ve güç, en iyi beslendiği hayat yakıtıydı. Başka şehirler gözünde büyüyordu ancak başka hayatlara hiç özenmiyordu.

 

Özenilecek bir refah içinde doğup büyümüştü. Annesinin babası, Çukurova'nın en kıdemli beylerinden biriydi, Kozan'da üç tane yeraltı kumarhanesi işletiyordu. Arca, büyükbabasının zamanına yetişmese de namını hala duyardı, kendisi çok küçükken mekanlarından birinde sekiz kurşunla öldürülmüştü.

 

Dayıları görüntüde araba galerisi ve oto tamirhanesi işletiyor buzdağının suyun altında kalan kısmında ise yedek parça ve mazot kaçakçılığı yapıyordu. İkisi de saygıdeğer iş adamlarıydı.

 

Baba tarafı anne sülalesine göre daha az tanınan fakat kendi cürmünde etkili insanlardı. Babası Bozok Kızılkan, dokuz yıldır hapisteydi. Dokuz yıl önce Seyhan ve Kozan haraç çeteleri arasında çıkan çatışmada amcasının ölümüne sebep olan üç kişiyi öldürmekten müebbet hapse mahkum olmuştu. O gün bugündür has kuzeni Serkan ile birbirlerine tek aile olmuşlardı.

 

Uzun yıllardır görüşmediği annesinin nerede olduğunu bilmiyor, bilmek de istemiyordu. Çekirdekten yetiştiği yeraltı dünyasında kendi kendine açtığı yollar bazen çıkmaz sokaklar bazen dik bayırlarla örülü olsa da hedefi babası ve dedeleri gibi mezar yahut mapus değildi, yamacında durup baktığı zirve ona çok cazip görünüyordu. Tırmanmak çetin olsa da zirveyi görmeden ölmeyecekti.

 

*****

Loading...
0%