Yeni Üyelik
20.
Bölüm
@selinsafak

 

Los Adanas 🌞

 

 

Meyil, on saatlik yorucu bir araba yolculuğu yerine neden uçakla gelmediklerini anlamıyordu fakat sormadı. Yol boyunca camdan dışarıyı izledi, İzmit'ten dışarı hiç çıkmamış olduğu için Anadoluyu neredeyse baştan başa geçerken farklı coğrafyaların eşsiz bahar manzaralarına dalıp gitti. Kimi uyukladı, kimi huysuzlandı, kimi şakalar yaptı, kimi şarkı söyledi ve yolculuğu Arca için renkli hale getirdi.

 

Adana İl sınırı tabelasını gördüklerinde durup arabadan indiler. Arca kollarını açıp sevinçle haykırarak kendi etrafında döndü.

 

"Değilik herkes gibi sıradan,

Hamdolsun Adanalı yaratmış yaradan!

Heeeyyt Adanam Allahına gurban ulan! Geldim sana!"

 

Meyil'e dönüp omuzlarına sarıldı,

"Gülüm, seni hayatta iyi yerlere getirecem demiştim değil mi, bak getirdim: Adana'ya!" deyip neşeli bir kahkaha attı.

 

Meyil onun sevincine hayret dolu bir neşeyle katıldı. "Yok bide toprağını öp istersen!"

 

"Öperim tabi de savaşta değilik şimdi, gerek yok."

 

Az sonra şehir merkezinde kuzenleri ve arkadaşları onları davulla karşıladı, "Oh be yetiştin!" dediler.

 

Kızlı erkekli gençlerden oluşan çok kalabalık bir grup Arca'yı aralarına alıp bağıra çağıra sarıldılar. Bu sarılmaların bir sevgi gösterisi kadar bir saldırıya benzediğini düşünen Meyil, kenarda dikilip bakakaldı. Yetiştin, dedikleri şeyin bir düğün filan olduğunu sandı fakat meğer iki saat sonra Adana Demir Spor maçı vardı, kebap yiyip stada maça gittiler.

 

Meyil etrafını saran kuzenlerin, arkadaşların, eşlerin, sevgililerin arasında kendini yabancı hissetmedi. Arca tek kelimeyle açıklamıştı: Yengeniz!

 

Genç adamlar saygılı bir ifadeyle ona hoş geldin dediler, kızlar ise onu tepeden tırnağa süzüp sanki yıllardır beraberlermiş gibi aralarına aldılar, ne bir soru sordular ne de bir şey söylediler. Kendi sohbetlerine doğal olarak Meyil'i de dahil ettiler. Ancak tüm bunların arasında Meyil, Arca'nın kendisiyle hiç yan yana durmadığını, birlikte yürümediğini, elini tutmadığını hatta yemekte bile birlikte oturmadığını fark etti. Yirmi kişilik grup, kebapçıda üç masaya dağılmış ve kızlarla erkekler ayrı oturmuştu.

 

Meyil, genç adamın mesafeli duruşundan işkillendi ve içten içe biraz kırıldı hatta Adana'da bir eski sevgilisi olduğundan şüphelendi. Oysa yengeniz demişti, parmağında yüzüğü vardı. Kızlar ona çok sıcak davranıyorlardı. Meyil hariç herkes onların yan yana gelmeyişini normal karşılıyordu. Birkaç saat sonra herhalde adetleri böyle diye düşünüp şüphelerini aklından kovdu.

 

Maça gitmeden önce Arca arabada ona Adana Demir Spor forması, şalı ve şapkası verdi, gözüne büyük siyah camlı bir güneş gözlüğü taktı.

"Bunları çıkarma." diye tembihledi.

 

Arabanın ön koltuğunda ikisi otururken boynuna şalı sardı ve kızın yüzüne eğildi, arzu yüklü bakışlarını gözlerinden dudaklarına indirdi, at kuyruğu saçını okşayarak parmaklarının arasında kıvırdı ve şapkanın altına sakladı.

 

"Güneşi saklamak ne kadar mümkünse işte..." diye mırıldandı ve dudaklarının köşesine sıcak bir öpücük kondurdu. Bakışları öyle yoğun ve saçını kavrayışı öyle seksiydi ki genç kız, adamın buram buram tüttüğüne yemin edebilirdi, onun sarhoş eden etkisinden hiç çıkmamak istiyordu.

 

Yakıcı bir özlemin yörüngesinde saniyelerce, göz göze, burun buruna ve nefes nefese kaldılar. Parmakları kendiliğinden buluşup geceye ateşli vaatler gönderen kavrayışlarla birbirine dolandı. Meyil gözlerini yumdu ve Arca'nın dudaklarına yapıştı, sıcak öpüşlerle yakasından tutup onu kendine çekti. Kısacık, kaçamak bir öpüşmeyle nasıl birbirleri için kavrulduklarına kendileri de şaştı.

 

Arca istemeye istemeye, "Dur hele deli kız, ayaküstü tutuşturma adamı!" dedi.

 

Meyil alt dudağını ısırarak koltuğuna geri çekildi ve kıs kıs güldü. Takım forması, şapka ve gözlüklerle resmen kamufle edilmişti. Arca'nın, kendisini bilmediği düşmanlardan sakınıp sakladığını belli belirsiz hissetmeye başladı.

 

Arca, direksiyona avcunun içiyle vurdu, teybin sesini açtı. Küçücük bir öpücükle dağılan bünyesini nasıl toplayacağını ve geceyi zor bekleyeceğini düşünerek konuyu değiştirdi.

 

"Mavi-lacivert forma gözlerine yakıştı ha! Seni transfer mi edek ne yapak assolistim? Hangi takımlısın sen?"

 

"Fenerbahçe."

 

Arca, kızın boynundaki şalı ucundan tuttu ve kirpiklerinin altından bakarak gülümsedi, "İkna edici olabilirim. Düşünüyorum..." diye mırıldandı.

 

"Düşün bakalım."

 

"Hımm, akşam bununla gözlerini mi bağlasam, ellerini mi? Sen seç."

 

Meyil çığlığa benzer bir kahkaha attı ve şalı adamın elinden çekip koltuğuna sindi, gülerek dudaklarını kemirdi.

 

Önemli bir derbi mücadelesi olan maçta Meyil çok eğlendi, kızların takımlarını desteklerken ağızlarını bozmaktan çekinmediğini ve lafı gediğine oturtan hoş argolarını duyunca kahkahalarla gülerek onlara katıldı. Statta maç izlemek de hayatının ilklerinden biriydi ve Adana tribünlerinde yaptığı başlangıç, pek nefis ve egzantrik bir deneyimdi.

 

Maçtan sonra Arca'nın doğup büyüdüğü Kozan'ın Bekiroğlu Köyüne gittiler. Önce köyün girişindeki mezarlığı ziyaret ettiler. Mezarların başı güneşe dönük, her birinin başucunda mevtayı yazın ortasında güneşin sıcaklığı altında bırakmamak için mutlaka bir ağaç dikili, taşları üzerinde ise birer Alevi devriyesi yazılıydı.

 

Meyil yakın zamanda hikayesini Arca'dan dinlediği, 23 yaşında yaşamını yitiren kuzeni Serkan'ın mezarı başında Arca'nın sessizce gözyaşı döktüğünü gördü. Mezarın ayakucundaki dörtlüğü okuyup derin düşüncelere daldı.

 

Dünyayı dolaştım hep kara batak

Görmedim bir karar bilmedim durak

Üstümü kaç örtü bu kara toprak

Kaç serildim kaç dirildim kim bilir

Guftani

 

Arca'nın amcası Ali Kızılkan ve kuzeni Serkan'ın mezarında dua edip kötü ruhları uzak tutması adına mum yaktılar ve toprağını suladılar. Kan davasında ölen birçok akrabasının gömülü olduğu Kızılkan aile kabristanının kalabalıklığı Meyil'i şaşkınlığa uğrattı. Kendisinin ne ölü ne de sağ olan bu kadar fazla akrabası yoktu. Acaba bunlar aşiret filan mı, diye düşünürken gerçeği az sonra köyün içinde öğrendi.

 

Köyü yukarıdan gören tepenin başında durduklarında, bahçeli küçük evlerin serili olduğu güzel bir ova onları karşıladı. Meyil'in dikkatini çeken ilk şey buranın temiz ve hoş, ıtır ve portakal çiçeği kokulu havası, ikincisi ise binaların silueti arasında gözünün bir eksiklik hissiyle manzarayı taradığıydı. Arca, Alevi olduğunu söylemeseydi o siluetteki kendi göz ezberine uymayan farkı belki bulamazdı fakat camisiz köy, işte oradaydı.

 

Köyün adını tabeladan sesli okudu,

"Bekiroğlu Köyü, nüfus 1850, rakım 206. Ne bu ilçe tabelası gibi?"

 

"Dedemin köyü."

 

"Deden buralı yani?"

 

Arca düzeltti, "Köy dedemin."

 

"Ha oldu, deden Maho Ağa yani. Sen de bu pastoral ortamın Kibar Feyzosusun be Aco'm. Peki."

 

Gülüştüler ve arabayla aile çiftliğine gittiler. Çiftlik evinin yüksek duvarlarının içine girdiklerinde Meyil büyülenmiş gibi etrafına bakıyordu. Her şey realist bir köy filmi sahnesi gibiydi, eski, yaşanmışlıkla dolu, gerçek ve sarı sıcak... Girişteki yolun iki yanında yükselen asırlık çınar ağaçlarının ardında iki katlı, büyük, koyu sarı taş konak; konağın sağındaki önü açık depoda sıralı traktör pullukları gibi tarım aletleri; diğer yanda küçük bir çeşme ve tahta bir bank; evin önünde asma sardırılmış yemyeşil bir kameriyenin altında divanlar...

 

Konağın hanımı ve daimi ikametçisi olan yengesi, onları karşıladı, Arca'ya uzun uzun sarılıp ağladı, gözyaşlarının arasında anlaşılmaz hıçkırıklarla Serkan'dan bahsetti. Biraz sakinleşince kıza döndü, ellerini belinin iki yanına çattı.

 

"Allöş! Kim bu gökçek gızça?"

 

"Gelinin yengem."

 

Orta yaşlı, esmer ve kilolu köy kadını şalvarlı dizlerine vurarak "Abooo, gız mı gaçırdın?" diye haykırdı.

 

"Heye kaçırdım."

 

"Anam, oğlum nettin, guççük ya bu gız! Anası babası ne der? Nikah oldu mu?"

 

"Yaşı tutmüyür yenge, ne edek sen de hele?"

 

"Yaşı dolana kadar saklarım ben sizi emme gurban olduğum ne ettin sen? O iş oldu mu bakele deli oğlan? Gızı goynuna aldın mı?"

 

"Oldu vallaha."

 

Meyil aralarında durmuş, gelinin diye takdim edildiği andan beri elini avucunda sıkı sıkıya tutan yengeyi, Arca'nın mahsus kızdırıyor mu yoksa ciddi mi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yenge heyecandan neredeyse bileğini koparacaktı fakat elini çekemiyordu da, bir kadına bir Arca'ya bakıp konuşmalarını yüzünde saf bir tebessümle dinliyordu.

 

"Aboo gebe mi yoksam hoşşik, babası gılıklı yanık oğlan! Anası gılıklı gevur oğlan!" deyip kadın, Arca'ya pata küte vurmaya başladı.

 

Arca ona kahkahalarla güldü, kadını tombul kollarından tutup göğsüne çekti ve sarıldı. Birbirlerine sataşa gülüşe eve girdiler.

 

Satı Yenge, bir kolunu Arca'nın beline dolamışken diğer koluyla Meyil'i de kendine çekip sarıldı ve ona döndü.

 

"Hoş gelmişsin gelin gızım, nasılsın iyi misin?"

 

"Merhaba yenge, iyiyim sağ ol, sen nasılsın?"

 

"Vallah noolsun yiğenim, cırmalıyok. Bağ bahçe işleri, eniklerin vıttırızıttık işleri... Yorüyürler gurban olduğum, senin canın var mı diyen yoh! Gelin bakayım, size bu hoşşik oğlanın anasının odasını yapayım, o gitti gideli kimse dokanmadı. Gevur garı, sülalemizin anasını belledi, gademsiz getti Rus gocaya, başı göğe erdi! Sen biliyün mü bunun anası, benim aslan gibi ağama neler etti? Gendi gız gardaşına acımayan ganere soyu, Bozok Ağaya mı acıyacah? Zibil orospu!"

 

Arca uyardı, "Gül yengem, güzel yengem? Girme oralara girme hele biz seni görmeye geldik, anamla babamı anmaya değil, gurban olduğum!"

 

"Yalanın bata, tırşik! De hele, o uğursuz deyzeni görecen mi?"

 

"Aboo, bismillah ha! Anamın sülalesini sikeyim, susele sus, anma ulan şunları! Şiştim... Geçin siz."

Genç adam yaka silkip kendini dışarı attı.

 

Meyil, valizini yerleştirmek için çiftlik evinin ikinci katındaki geniş ve bol ışık alan yatak odasına Satı Yengeyle birlikte gitti fakat kadın ağzına fermuar çeker gibi yapıp daha fazla konuşmadı. Mutfaktan buram buram yemek kokuları yükseliyordu ve Meyil çarşıda yediği hayatının en iyi kebap ziyafetinin ardından iki gün boyunca bir daha acıkmayacağını zannederken, kokular ağzını sulandırdı.

...

 

Aile bireyleri sırayla, adeta kendilerine alıştıra alıştıra çiftliğe geliyordu. Önce amcasının kızı Canan, kasabadaki ilkokula giden iki çocuğu ile geldi. Meyil, genç kadını görünce kendine arkadaş olacağını umarak sevindi. Satı Yengenin konuşmalarının yarısını anlamıyordu, Canan ona İzmitten bir komşusu gibi tanıdık gelmişti. Dokuz yaşındaki kızı Ceylin ve yedi yaşındaki oğlu Celali'nin de sevimlilikleri cabasıydı.

 

Sonra büyük amcasının torunu Tosun Emrah, traktörle tarladan geldi, Arca'yı görünce kocaman cüssesiyle belinden kavrayıp ayaklarını yerden keserek kucakladı, yaramaz çocuklar gibi hemen boğuşmaya başlayıp birbirlerini yere yıktılar. Onların yerde dakikalarca güreşmesini, elinde hortumla üzerlerine su sıkan Satı Yenge ayırdı. Tazyikli suya ek olarak muhteşem şivesine kattığı küfürler tam bir Portakal Çiçeği Festivali tadındaydı.

 

Kızılkan Çiftliği, toprağından bereket fışkıran Kozan Dağı eteğinde kurulmuş, tarih ve Çukurova kokan, yaşanmış acı tatlı anılarıyla bir aile mirasıydı. Çiftliği ve dönümlerce araziyi çekip çeviren yalnız Satı Yenge ve Emrahtı. Canan, birkaç yıl önce kendisini döven kocasından boşanıp buraya yerleşmişti ama biraz sinirli ve dengesiz ruh haliyle ancak iki çocuğuna yetebiliyor bazen günlerce içine kapanıyor ve uzun uzun boşluğa dalıyordu.

 

Satı, çiftlik çalışanları ve tarla işçilerinin yevmiyeleri ve doyurulmalarıyla tüm gün boyunca bir hanım ağadan çok bir aşçı gibi oradan oraya koşturuyordu. Emrah ise traktör ve biçerdöver üstünde pamuk tarlalarında ekim ve biçim işlerini organize edip ata mirasını koruyordu.

 

Köklü, birbirine bağlı fakat aile reislerini, evlatlarını yitirmiş yaralı bir aile olmanın derin hüznünü omuzlarında taşıyan sıcakkanlı insanlardı, acılarına rağmen bir söyleyip on gülüyor ve deli akan kanlarıyla hayatın hiçbir anını kaçırmamak için çırpınıyorlardı.

 

Meyil, muhteşem Adana yemekleri yenildikten sonra asmalı çardak altında semaver çayı içilirken Canan'ın sorularıyla kendi hayatını, ailesini, Arca ile nasıl tanıştıklarını ve ne iş yaptığını anlattı. Arca'nın isteğiyle Şad Olup Gülmedim uzun havasını söyledi, yenge ağladı. Meyil'e sarılıp kızı anne şefkatiyle göğsüne yatırdı ve aileye kabul ettiğini kesin ve geri dönülemez biçimde bir kez daha belli etti.

 

"Yangal gızçam sevdim seni, bakele sapsarı da bir şey!" Arca'ya döndü, "Sen böyle gökçek güzeli almak için ne sevap işledin oğlum, sakın gelin gızımı üzme yoksa seni parampaça ederim ha!" diye söyledi.

 

"Üzmem yengem merak etme sen. O benim güneşim."

 

Meyil şakayla karışık korkar gibi, "Yalnız sizin buralarda güneşe kurşun sıkıyorlar!" dedi.

 

Gülüştüler.

 

Evin tüm duvarlarında Kızılkan erkeklerinin resimleri asılıydı. En eski siyah beyaz fotoğraftan en renkli ve en genç olana kadar hepsi eceliyle veya hastalıktan ölmemiş, belalı işler yolunda yitip gitmişti. Meyil o fotoğraflarda donan yüzlere ve alev alev gözlere bakımca Arca'yı gördü, onun geçmişini ve geleceğini, onun kanındaki cesareti ve akıbetindeki meçhuliyeti gördü. Onu biraz daha tanıdı.

 

Burma bıyıklı, şalvarlı, beli kuşaklı, göğsü açık beyaz gömlek ve siyah yelekli, kasketli Hasan Hüseyin Kızılkan, Arca'nın büyükbabasıydı. Fotoğraflarının karşısında dakikalarca bakakaldı, "Üff dede karizmanın öz evladıymış!" deyip güldü.

 

Ali Amca, gür, dudaklarının üstünü örten bıyığı ile ideal bir solcu örgüt lideri gibi görünüyordu ve insanın ruhunu delip geçen bakışları vardı. Serkan'ın gencecik, sırım gibi, yakışıklı suretini görünce içi cız etti.

 

Satı Yenge üçüncü fotoğrafı büyük bir hürmetle gösterip "Bahele bu gayınbaban, Bozok Ağa. Çoh mert adamdır, aile reisidir, ağamızdır. El öpmeye götürür seni. Benziyür değil mi?" demişti.

 

Meyil pek benzetemediyse de hafifçe başını salladı. Adam cezaevinde değil miydi, nasıl el öpmeye gideceklerdi? Sormadı.

 

Bozok, çok sert simalı, kırış kırış alnı, köşeli çenesi, çalı gibi gür kaşları ve çökük avurtlarıyla tam bir yürüyen suç makinesiydi. Arca bu fotoğrafa göre babasına pek benzemiyordu, belki biraz bakışlarındaki katil ifadesi onu andırıyordu ancak Arca bu sert çehreli adamın yanında kalemle çizilmiş kadar güzeldi. Arca'nın ince, çocuksu ve zarif bir yüzü vardı, iri gözleri badem şeklinde ve oldukça çekiciydi, alımlı dudaklarının dolgunluğu ve geniş zalim gülümsemesi ise insanı kandıracak kadar tatlıydı. Annesini merak etti, az daha bir fotoğrafı var mı diye soracaktı ki, Arca yengesine seslendi.

 

"Meyil yol yorgunu yengem, yatır onu, ben Tosunla laflayayım."

 

Gözlerinden uyku akıyordu, masadaki muhabbet hoşuna gitse de esmesine engel olamıyordu o yüzden iki kuzenin neşeli muhabbetini merak etse de yorgunluğa daha fazla dayanamayıp uyumaya gitti.

...

 

Ertesi sabah uyandığında yatakta yalnızdı, güneş çoktan yükselmişti, hava çok sıcaktı ve cep telefonunda Arca'dan bir mesaj vardı:

 

 

 

Yüzü asıldı ve bir süre ekrana dalgın dalgın baktı. Sonra annesini aradı, Sibel onun Arca ile Adana'ya gittiğini duyunca çıldırmıştı, dünden beri ne işin var orada, neredesiniz, konum at, görüntülü ara diye mesajlar atıp duruyordu. Annesini sakinleştirmek için defalarca çok iyi olduğunu söylediyse de Sibel uçağa binip Adana'ya geleceğini ve kendi tabiriyle o Adanalı piçin canına okuyacağını söylüyordu. Meyil, sakin olmasını söyleyip kahvaltıda annesini görüntülü aradı, Satı ve Canan ile tanıştırdı. Telaşlı kadına kızının iyi olduğunu ve isterse gelebileceğini söylediler. Meyil, babasına söylememesi için yalvardı. Sibel, şimdilik öyle olsun, deyip kırgın bir şekilde telefonu kapattı.

 

Çiftliğin bahçesinde biraz dolanıp kazlara ve tavuklara yem verdi, çocukluğunun erken yaşlarından beri hiç görmediği köy hayatının işleyişini anlamaya çalışarak oyalandı. Yaylada olmalarına rağmen hava çok sıcak ve bunaltıcıydı, Mayıs sonunda 37 derece sıcaklık vardı. Ara sıra dağın yamaçlarından aşağı doğru inceden bir vadi meltemi esiyor, türlü çeşit ıtır kokularıyla yüklü temiz ve serin hava taşıyarak insanı ferahlatıyordu.

 

Canan ile öğlen kahvelerini içerken Satı, üstü başı sırılsıklam olmuş Celali'yi döve döve önünde sürükleyerek getirdi. Küçük oğlan dayaktan kıpkırmızı olmuş, gözyaşları sümüklerine karışmış iç çekerek omuzlarını titretiyor olsa da süt dişleri henüz dökülmüş ağzında kocaman bir sırıtışla, kirpiklerinin altından annesine hin hin bakıyordu.

 

Canan kahve keyfi yarıda kesildiği için ikisine de söylendi. "Ana noldu gene neye dellendin?"

 

"Bayaktan senin enik eteğime dolandı dedi, ganelde çimecekmiş, bırakmadım valla, git gulle oyna, cülüklerle oyna dedim ama fıs! Kime diyürüm ben? Gitti ağacın duldasına çömeldi, gıllicik boyuyla küstü bana! Sonra gayboldu gitti, ara ki bulasın! Bakele, kara çarpanaya! Canan, bu çocuk sinire galık, bunu dohtura götürün!"

 

"Ana ne diyon ya şuncacık çocukta ne siniriymiş o? Celali! Nerde ıslandın ulan gene kızdırdın anneanneyi!"

 

Celali burnundan akan sümükleri elinin tersine silip çiftliğin arkasını işaret etti.

"Genele gitmeyince biz de Doruknan malların yalakta çimdik ana, gızma! Güneş depemizi kavurmuş sen ne diyürsün? Yaniyürük Allahıma! Bu amına kodumun güneşi kurşunlan da ölmüyür! Yarısım zabaanan eridi, kalanım da akşama erir, sen de benden kurtulursun!"

 

Canan yerinden fırlayıp oğlanı tokatlayıverdi. "Senin Allahına kitabına sokarım ha sığır oğlu öküz, çabuk git yıkan!"

 

Meyil, poposuna yediği terlik darbesiyle yerinden sıçrayıp koşa koşa eve giden oğlanın ardından kahkahalara boğuldu.

 

"Ayy aşırı komiksiniz kuşum ya! Şu diyaloğun yarısını bana bir tercüme etsene sen?"

 

"Kanala yüzmeye gidecekmiş, annneannesi bırakmayınca, kankasıyla gitmiş, sığırların yalakta suyla oynamışlar. Tipe bak, bunun babası da böyle mal beyinliydi!"

 

...

 

Arca'nın Kozan'da işlettiği iki kumarhanenin tahsilatı haftalık olarak bir adamıyla ona elden teslim ediliyordu. Yasinin kardeşi Tarık Tanrıöver, onun yokluğunda kumarhaneleri işletiyor ve Arca'nın Kozan'daki tahsilat işlerini de vekaleten yürütüp İl Beyi Yasin'e bağlı düzenin devamını sağlıyordu.

 

Arca sabah ilk iş olarak kumarhaneye gidip hesap çizelgelerini ve muhasebe kayıtlarını inceledi. Çalışanları ile görüşüp işlerle ilgili bilgi aldı. Öğlen yemeğinde Tarıkla buluşup sohbet etti ve Kozan'da neler olduğunu öğrendi. Ona, Körfezden ve oradaki Ferman Ağabeyinden kısaca bahsetti. Tarıkla aynı liseden okul arkadaşıydılar fakat aynı dönem değildiler. Arca liseye başladığında Tarık son sınıftaydı. Sonradan arkadaşlıkları ilerlemişti.

 

"Ne zaman döneceksin gardaşım? Senin işler de kalabaymış ha, imanım gevredi iki ayda! Aco çok çalışkandır, dinlenmek nedir bilmez derlerdi inanmazdım."

 

"Bey, ne zaman derse o zaman gardaşım ama yakında değil. Gurban olayım idare et, senden başkasına güvenemem."

 

"Eyvallah, baktın mı hesaplara? Sıkıntı yok değil mi?"

 

Arca bir sigara yakarken dişlerinin arasından cık, dediyse de biraz huzursuzlanmıştı. Tarık'a hesap sormadan veya onu gücendirmeden bazı incelemeler yapmak istiyordu. Öğleden sonrasını adamlarıyla kendi tahsilat bölgelerinde esnaf ziyaretleri yaparak geçirdi. Kumarhaneler, kaçakçılar, genelevler, pompacılar, tefeciler, sanal bahisçiler, otoparkçılardan koruma sağlama ve nizam adına haraç toplanır ve İl Beyine iletilir, Arca bu işlerin reisleriyle Yasin adına sıklıkla birebir görüşürdü.

 

Bu görüşmelerden birinde kaçak mazot pompacılığı yapan iki ailenin gençleri arasında bir kız meselesinden kavga çıktığını öğrenip kavgalıları dinledi ve arabulucu olmak için önce kızı kendisine getirmelerini istedi, meseleyi ondan dinleyip akşam için bir toplantı ayarladı.

 

Kozan'ın en büyük kuyumcusu ve tefecisi Peyami Bey ile görüşmesi ise beklediğinden daha sıkıntılıydı. Ellili yaşlarının sonundaki kurt esnaf ve para babası adam onu büyük bir iltifatla karşılamış, en iyi ciğerciyi kapatıp rakı sofrasında başbaşa olacakları şekilde ağırlamıştı. Aylar önceki beyler toplantısında dile getirdiği torunuyla evlendirme isteğini ise lafı hiç dolandırmadan daha sohbetin en başında yineledi.

 

Arca ilk duyduğunda gülüp geçtiği bu teklif hem yinelendiği hem de bu kez başı bağlı olduğu için bu kez çok huzursuz oldu.

 

"Peyami Ağam, sana çok hürmet ederim, büyüğümsün, baba yarımsın lakin..." dedi, sigarasından derin bir nefes, susuz rakısından sert bir yudum çekti. "Benim başım bağlı, gönlüm doludur. Benden sana evlat olur, damat olmaz. Ciğerimi iste vereyim ama kalbim sevdalanmış, veremem. Bende değil. Halden anla, sen gün görmüş adamsın."

 

"Beni kim uğruna reddediyorsun Aco Bey? Bu alemde bey sözü üstüne söz söylenir mi? Beyin sana söz kesmişse dönmek olur mu?"

 

"Ben sana söz vermedim Beyim. Torununu görmedim, adını bile duymadım. Böyle bir şeye kız da razı gelmez, okumuş kız, ben de kimseyi zorla nikahıma almam. Lakin şeref duydum, bana iltifat ettin, başka ne dilersen emrindeyim."

 

"İzmit'te bizden habersiz evlendin mi?"

 

"Evlenmedim, evlenemem, biliyorsun. Babamın kanlıları, Serkanın kanlıları, bizim işler... Yasin Bey, dönmeyeceksin diyor üstelik. Bizim, başka planlarımız var. Beni unut. Benim gibi eli kanlı, gecesi gündüzü belalı biriylen torununun başını yakma, benden adam olmaz. Hele senin torunun gibi iyi aile kızına düzgün koca hiç olmaz. Benim yolum yol değil. Hakkını helal et, ben hiç duymamış olayım, sen de söylememiş ol."

 

Yaşlı adam müsaade vermeden sofrasından kalkıp yanından ayrıldı ve bir bu eksikti diye hayıflandı.

 

Meyil'i Adana'ya getirdiğine derhal pişman oldu ve kızı kimselere göstermeden uzaklaştırmaya karar verdi. Çiftlikte güvendeydi ama Adana sınırları içinde ne kadar güvenlikten bahsedebilineceğini düşününce bunun menfi bir ihtimal olduğunu en iyi kendisi biliyordu. Peyami nedense kafayı taktığı bu meseleyi bir haysiyet meselesine dönüştürebilirdi.

 

Aklına müthiş bir fikir gelince kendi kendine güldü, Peyami'nin torunuyla evlendirmesi için ona Tarık'ı teklif edecekti. Tarık daha önce iki kez nişan atmış zamparanın tekiydi ama sürekli iyi aile kızı birini bulup evlenmek çoluk çocuğa karışmak istediğinden söz ederdi. Yasin'in ailesiyle akraba olma fikri Peyami'nin de hoşuna giderdi. Bir taşla iki kuş vurmak diye buna denirdi.

 

Türkan Teyzesinin evinde ise başka bir olay kanını dondurmuştu ve Peyami'nin teklifi bile solda sıfır kalmıştı. Kızlardan birine saplantı duyan bir müşteri, kızı fena halde dövüp hastanelik etmişti. Haftalar boyunca pahalı hediyeler ve iltifatlarla güvenini kazandığı kızı, evden dışarıda buluşmaya ikna etmiş, bir bağ evine götürüp üç kişiyle birlikte olmaya zorlamış, kız direnince inşaat demiriyle bayıltana kadar dövmüş hatta öldü zannedip bir yol kenarına atıp kaçmıştı. Kız günlerdir yoğun bakımda tedavi görüyordu. Vücudunda onlarca kırık vardı; yüzünde, boynunda, göğüslerinde ve kasıklarındaki jilet kesiklerine yüzlerce dikiş atılmış hatta bacaklarından alınan deri ile nakil yapılmıştı ve tanınmaz, yüzüne bakılmaz haldeydi.

 

Bu canavarlığı kimin yaptığı biliniyordu, Yasin yakalanıp infaz edilmesini emretmişti fakat yerini bulan olmamıştı. Türkan, Yasin'in meseleyi yeterince umursamadığını, caniyi bulmaktansa olayın üstünü örtmek ve gazetecileri susturmak için daha büyük çaba sarfettiğini iddia ediyordu. Ellerine sarılarak,

 

"Gel hastaneye gidek, gör kızın halini! Lime lime doğramış, ezmiş, haşatını çıkarmış soysuz pezevenk! Gelip görmezsen ölümü gör Aco'm! Bu götverenin cezasını verecek senden alâ yiğit Adana'da yaşamiyür. Allahına gurbanın olayım, bu işi o şeytanın yanına bırakma..."

 

Birlikte hastaneye gittiler, Arca hayatı boyunca hiç olmadığı kadar dehşete düştü ve sarsıldı. Kanlı, paramparça bir beden, kurtların parçaladığı bir bez bebek gibi yama yama, yarı cansız yatıyordu. Yoğun bakım ünitesinin camından içeriye altı saniyeden fazla bakamadı, midesi kalktı, kusmak için lavaboya koştu. Feleğin türlü çemberinden geçmiş bir adamın bütün feleği şaştı, ülseri azdı, kan kustu. Yedi şiddetinde nice depremler atlatmış sarsılmaz bedeni yan yattı, tüm bilgisi, cismi, fikri, hissi unufak oldu, kulaklarından basınçla duman olup tüttü. Kan ter içinde dışarı çıktığında hala zangır zangır titriyordu.

 

Yasin'i arayıp eli silah tutan bütün adamlarını kendisine vermesini istedi. Rica etmedi, teklif de etmedi, dimdik bir sesle buyurdu.

 

"Yasin Ağa, senin kanadın altındaki bir evde çalışan kıza bunu yapıp, sikini sallaya sallaya gezecek adam var mı? O adam ölü bir adam fakat henüz bunu bilmiyor. Anam avradım olsun gün doğmadan öğrenecek! Ya bugün bana bütün adamlarını topla tüfekle verirsin, ya da Adana'da taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmam! Ben böyle kansızlık görmedim ağabey! Kanı, kan yıkar..."

 

*****

 

 

 

 

 

 

(Selam canlar, sevgili dostlar...

Şu Türkan Teyzenin eviyle ilgili bir açıklama yapmak icap etti. Bazı yorumlarda Arca'nın, Meyil'i geneleve düşüreceği gibi şüpheler gördüm, saçmalamayınız!

 

Kadına yönelik şiddete ve illegal dünyanın yine bu evler üzerinden kadını metalaştırmasına dikkat çekmek için araya küçük olaylar serpiştirdim. Yeraltında böyle olaylar var, bilinsin istedim. Zaman zaman Türkan'ın evinde yaşanmış kadın hikayelerine bu bölümdeki gibi anonim isimlerle uğrayacağız.

 

 

Loading...
0%