Yeni Üyelik
21.
Bölüm
@selinsafak

Gün doğmadan tamamlanacak bir intikam yemini, eski kabadayılar arasında bir gövde gösterisi, racon kesme biçimiydi. Arca, Kozan'da yeraltı dünyasının hakiminin kim olduğunu hasımlarına hatırlatmak için gece yarısından gün doğumuna kadar geçen sürede, Türkan'ın evinde çalışan Derya isimli kadını ölmekten beter hale getiren caniyi saklandığı yerde buldu.

 

İlk karısını öldürmekten on dokuz yıl hüküm giymiş on yıl yatıp çıkmış, birkaç taciz ve yaralama suçundan aranan Baran isimli şahıs, tahmin ettiği gibi o suçu tek başına işlememişti, canavarca eylem sırasında uyuşturucu madde etkisindeydi ve olay sadece bir tecavüze yeltenme suçundan ibaret değildi.

 

Derya'nın vücudundaki onlarca derin ve yüzeysel kesik izi için estetik cerrahi uzmanı tarafından kanamanın durdurulması ve derideki travmaların onarılması amacıyla operasyon yapılmıştı ancak yoğun bakımdaki ilk gecesinden sağ çıkamayan kadının otopsisinde başka bir kanlı gerçek daha ortaya çıkmıştı. Derya'nın tek böbreği çalınmıştı. Diğer tüm işkence izleri, jilet kesikleri ise asıl amacın belirli bir süre perdelenmesi için oluşturulmuştu. Uzman bir cerrahi operasyonun tamamen gizlenmesi mümkün değilse de kadını ilk bulan ekiplerin dikkati dağılmış ve organ hırsızlığı anlaşılana kadar olayın üstünden 72 saat geçmişti.

 

Baran denen Kuzey Irak kökenli eski bir paralı asker olan caninin hizmet ettiği uluslararası organ mafyası, Derya gibi kimsesiz ve düşmüş kadınları kolaylıkla ağına düşürüyordu. Bu ne ilk ne de son vahşet tablosuydu.

 

Arca, hastaneden gelen yeni bilgiyi Yasin ile istişare ederken Adana, Mersin ve Hatay'da son üç yılda katledilen veya kaçırılıp ağır yaralı halde bulunan hayat kadınlarından çoğunun organ hırsızlığı için saldırıya uğradığını hatırladılar. Yasin, adamı konuşturması için ne gerekiyorsa yapmasını söyledi ve bu işi artık Ankara'daki istihbaratçı tanıdıklarına iletmeye karar verdiğini ekledi.

 

Arca böylece ücra bir bağ evinde sabaha kadar adamı ve iki yandaşını işkenceyle sorguladı. Kan gölüne dönen işkence odasında, et ve kemikten bir posaya dönen adamlardan organ ticareti ile ilgisi olan birkaç kilit ismi öğrendikten sonra elleriyle infaz etti ve giysilerini tamamen çıkarıp yaktı, saç diplerinden ayak parmaklarına dek süzülen kandan arınmak için kaynar su be bulaşık deterjanıyla uzun uzun yıkandı. Sinirden kuduran ülser ağrısından iki büklüm halde hastaneye gidip serum taktırdı.

 

Sedyede uzanırken aklı işlediği cinayetlerde değil de doktorun her mide kanamasında kendisine yasak ettiği Adana kebabındaydı, insan böyle bir hastalıkla yaşayacaksa niye Adanalı olarak dünyaya gelirdi, buna bir türlü hak veremiyordu. Nedim o sabahki ilk uçakla Adana'ya gelmişti, hastane odasında başında beklerken adama Meyil'i alıp İzmit'e götürmesini söyledi.

 

Meyil ise Adana'da geçirdiği ikinci gecesinde de Arca yanında olmadan uyuyup uyanmış olmanın tüm siniri ve öfkesiyle karşısında bir de Nedim'i görünce çıldırdı. Hemen İzmit'e dönmesi için eşyalarını toplamasını söyleyen adama bağırıp çağırdı, Arca'yı görmeden onunla konuşmadan hiçbir yere gitmeyeceğini haykırdı. Nedim'in yakasına yapıştı.

 

"Nerde o? Nerde dedim? Konuşsana Arca nerede? Nedim Abi cevap ver! Arca nerde, niye gidecekmişim, niye kendi söylemiyor, niye beni aramıyor? Bir şey mi oldu, ne oldu? Söyle? Söyle nerede o?"

 

"Rahatsızlandı. Hastanede."

 

"Ve ben onu görmeden eve döneceğim öyle mi? Saçımdan sürüklesen bile olmaz! Beni hemen Arca'ya götür yoksa çok fena olur!"

 

Nedim uzun uzun dil döküp kızı ikna etmeye çalıştıysa da başaramadı, Satı ve Canan da tartışmaya dahil olup üstelik Meyil'e destek verince Nedim kızı zorla uçağa bindiremeyeceğini anladı ve Arca'nın yanına döndü. Damardan aldığı ilacın ve iki saatlik dinlenmenin etkisiyle ağrısı hafifleyen Arca, olanları dinleyince ağır ağır başını salladı.

 

"Tamam şu reçeteyi çocuklara aldır, çiftliğe geçelim. Dert aldık başımıza, kendini karım zannediyür deli gız." diye söylenerek doktorunun birkaç gün yatış yapmasını telkin etmesine aldırmadan hastaneden çıktı.

 

Köye giden yolda arabanın arka koltuğunda uyuklayarak Meyil'i düşündü. Ölen kızın yamalı bedeninde solan genç ve örselenmiş hayatının hiçliğini düşündü. Kadınlara çok düşkün olmayışının altında, tanıdığı, bildiği, gördüğü düşmüş kadın hikayelerinin yattığını sandı. Her biri eninde sonunda mahvoluyordu, solmaya programlı narin çiçekler gibiydiler, böyle görmüş ve onlardan kaçınmıştı. Oysa Meyil'i su gibi içesi vardı. O, kıvraklığı ile bir şekilde akacak yolunu bulurdu. Hiç içmeden körkütük sarhoş hissediyordu. Şiddet, vahşet, kan ve ölü gözlerin mat bakışlarının anısından başı dönüyordu. Karmakarışık olan ve nihayet bulanık sel suyuna dönen zihninde çamurlaşan görüntüler, midesindeki yakıcı sızıyla girdap oldular.

 

Meyil onun kusursuz şekilde berbat halini görünce etmeyi planladığı tüm küfürleri yuttu, kavgayı ve şüpheleri unuttu, bir çığlık atıp boynuna atıldı.

 

"Nerdesin sen öldüm meraktan!" Ellerini tutup yüzüne bastırdı, belli belirsiz paslı bir demir ve deterjan kokusu aldı.

 

Arca, ellerini onun yüzünden çekip sevgilisini kalçasının altından sararak kucakladı ve ayaklarını yerden keserek havaya kaldırdı. Meyil, ince uzun parmaklı elleri titreyerek genç adamın üç günlük esmer sakalı uzamış yüzünün iki yanına dokundu, nefes nefese sordu,

 

"İyi misin, iyi misin, nerdeydin, ne oldu, kötü bir şey mi oldu? Nedim, hasta dedi. Bakayım sana?"

 

Arca burnunu kızın boynuna kapatıp derin bir nefesle taze çiçek kokusunu içine çekti ve yorgun gözkapaklarında dalgın bir ifadeyle Meyil'in mavi gözlerine baktı, gövdesini yavaşça yere indirdi, sarı perçemlerini nazikçe alnından geriye taradı.

 

"Önemli bir şey değil, midem tuttu. Bir serum taktırdım, geçti."

 

"Ülserle mi alakalı? Yediğine içtiğine dikkat etmen lazım."

 

"Hıı. Diyet yazdı."

 

Meyil, onu elinden tutarak asmanın altındaki gölgeliğe çekti ve yan yana diz dize oturdular. Satı ve Nedim karşılarında ayakta dikilerek onlara bakıyordu. Genç çiftin etraflarında hiç kimse yokmuşçasına dünyadan habersiz birbirlerine kilitlenen bakışlarından taşan yoğun duygular, herkesin içini ısıtıyordu. Çiftliğe geldikleri ilk günden beri uzun yıllardır bu evde görülmeyen genç aşıklara has bir tutku, neşe, sıcaklık ve mutluluk bulutları her yanı sarmıştı. Böyle köklü aile konaklarında neredeyse çeyrek asırda bir ancak onlar gibi aşıklar ya görülüyor ya görülmüyordu. Zamanı ve dünyanın ekseni etrafındaki dönüşünü durdurmuş gibi bir merkez oluşturmuşlardı.

 

Arca, doktorunun söylediği, mide salgısını artıran her türlü gıda ve içecekten kesinlikle uzak durması gereken ve ülser hastalarının midelerine iyi gelmeyen yiyecekleri saydı. Ekşi, acı, soğanlı, baharatlı yiyecekler, süt, sigara ve alkolden uzak bir beslenme rutini oluşturması gerekiyordu. Meyil, tüm bu programa uymak için gerekeni yapmasını söylerken Arca pek umursar gibi görünmediğini belli ederek bir sigara yaktı. Meyil onun sigarasını elinden almak için uzandı, Arca surat asarak sigarayı kaçırdı.

 

"Karışma bana yoksa bozuşuruz." diye ciddi ciddi azarladı.

 

En sevdiği Adana yiyeceklerinin hepsinin kendisine yasak oluşunu zaten hazmedemiyordu. Evde estirdikleri taze çift enerjisinin tatlı havası böylece geldiği gibi aniden değil, yavaş yavaş dağıldı. Arca biraz uyumak için yatak odasına çıktı, meyil ardından tırnak etlerini dişleriyle kopararak bakakaldı, biraz söylense de Satı Yengeye akşam için mideye dokunmayacak hafif yiyecekler hazırlanmasını tembihlemeyi atlamadı.

 

...

 

Ertesi sabah Adanalılar, en işlek otoyollarından birindeki üst geçit köprüsünde asılı üç erkek cesediyle karşılaştı. Polis ve ambulans ekipleri gelip elleri ve cinsel organları kesilmiş tanınmaz haldeki cesetleri indirene dek yerel basın ve vatandaşlar cep telefonu kameralarıyla da korkunç manzarayı görüntüledi. Öğlen olmadan haber, 'Adana'da vahşi infaz!' başlığı ile tüm bültenlerdeydi. Cesetlerle birlikte köprüye asılan afişin üzerinde ise şunlar yazılıydı:

 

-Bu üç şerefsiz, bir hayat kadınını kaçırıp toplu tecavüz etmeye yeltenmiş, kadın direnince döverek kemiklerini kırmış, jiletle her yerini doğramış ve böbreğini çalıp ölmesi için ormanlık alana atmıştır. D.F. isimli 24 yaşındaki genç kadın, sabaha karşı devlet hastanesinde vefat etmiştir. Bütün kadın katili ve sapıklara ibret olsun.

 

 

Haberi Meyil, ancak akşam haberlerinde gördü. Çiftlikte ailecek akşam yemeği yenirken duvara asılı televizyonda ana haber bülteni veriliyordu.

 

"Yuuuh!" dedi ve ekrana kilitlendi. "Ohaa olaya bak, duydunuz mu, Adana'da olmuş. Ohaa adamları hadım edip asmışlar!"

 

Arca ve Nedim, kısa bir an bakıştılar ve sessizce yemeklerini yemeye devam ettiler. Meyil kendi kendine yorum yaptı, canice öldürülen hayat kadını ve organ hırsızlığı kısmını duyunca intikamcı katillere hak verip bir de helal olsun, elleri dert görmesin diye destek çıktı. Arca kahkaha atmamak için kendini sıkarken az daha yediği çorbayla boğulacaktı, su bardağına uzanıp büyük yudumlar yuvarladı ve

 

"Canan kumandayı ver hele, içim şişti! Nasıl bir memleket anasını satayım olaysız gün geçmiyür! Ver ver, müzik açacam. Neşemizi bulak!" dedi.

...

 

'Babamı ziyaret edeceğiz, bizi birlikte görmek istiyor.' dediğinde, Meyil öyle bir cezaevi ziyareti beklemiyordu.

 

Ön kapıdaki kimlik kontrolü, üst araması, bilgi formu doldurulması ve X-ray cihazından geçiş gibi standart prosedürleri aştıktan sonra labirenti andıran koridorlardan ve iç içe odalardan geçtiler. Yüksek çınar ağaçlarının gölgelediği bir avluya vardıklarında genç kız müstakbel kayınpederini ilk kez görmekten daha büyük bir şaşkınlığa kapıldı. Şark köşesi biçiminde minderler döşenmiş geniş ve konforlu bir kameriyenin altında bir bacağını diğer dizinin üstüne çelmiş tespih çeken Bozok, fotoğraflarındaki gibiydi. Sert çehreli, yaşından olgun, esmer, çatık kaşlı, beyaz gömlekli, siyah yelek ve pantolonlu. Ancak fotoğraflarda hiç görmediği gülüşü beklentisine tezat düşen bir istisna idi, güzel biçimli iri dişleri ve gamzeli geniş gülüşüyle çehresindeki katil imajını yırtıp kısa bir an genç adamın atası olduğunu bu gülüş benzerliği ile ortaya koyuyordu.

 

Adamın elini öpüp kameriyenin altındaki divanda rastgele oturdular. Arca, Bozok'un tam karşısına, Meyil ise soluna yerleşmişti. İki metre ileride tüten mangal ateşi ve lezzet müjdeleyen yağlı duman, Meyil için bir cezaevi ortamında bulunmaması gereken şeylerdi. Tabii o mangal başındaki kebap ustası, masada yanan semaver, türlü yiyeceklerle bezeli sofra ve rakı kadehleri de cabasıydı. Bakışları, orta yaşlı adamın yüzünden sofraya, sofradan semavere, semaverden mangala hayret ifadesiyle gidip geldi. Bir şey söylememek için art arda yutkundu. Kibar ve terbiyeli tavırlarla adamla sohbet etti, sorularına kısaca cevap verdi, onu dinledi, gülümsedi, başını salladı. Fakat şaşkınlığı bir türlü geçmedi.

 

Arca ise genç kızın hayretten dehşete dönen şaşkın bakışlarıyla alay edercesine yüzüne bakıp kıs kıs gülüp durdu. Bir soru sorması için bakışlarıyla yüreklendirdi, Meyil omuz silkti. İki üç saat kadar açık görüşten daha açık, epey açık bu izole fakat illegal ortamda yemek yiyip çay içerek muhabbet ettiler. İki erkeğin Çukurova ağzıyla k'leri g, g'leri k yapıp h ile vurgulayan kaba konuşması kızı çok farklı bir coğrafyada bulunuyor olmanın büyüsüyle etkiliyordu.

 

Bozok, "Babanın selamını aldım, ve aleyküm selam. Koğuş Ağası Alemdar Reis, hatırlı bir ağabeyimizdir, onu Midyattan tanırım, evvelden ortak ticaretimiz olmuştu. Birlikte de yattık. Şevket Gardaşımın emaneti başımla beraber, hiç şüphe etmemesini ilettim. Evladı, bizim de evladımızdır. Aco'mun sevdiği bizim kıymetlimizdir. Aileye hoş gelmişsin güzel kızım." dedi ve cebinden küçük bir kadife kutu çıkardı.

 

İri kemikli, nasırlı parmaklarıyla kutuyu aralayıp içinden kırmızı kurdeleye sarılı iki altın yüzüğü kaldırdı.

 

"Gönüller bir olmuş madem, bana da babanız olarak Allah'ın emri peygamberin kavliyle sözünüzü kesmek düşer. Allah utandırmasın."

 

Meyil, saniyeler içinde Arca ile parmaklarına dolanan kırmızı kurdeleli sarı alyansları görünce hepten afalladı. Bir kez daha el öpüp helalleştiler, Bozok'un hayır duasını aldılar ve iyi geçinmeleri için biraz nasihat dinlediler.

 

Ziyaret sona erince Arca, babasıyla özel olarak konuşmak için Meyil'i gardiyan ile önden yolladı. İzmit ve Adana'daki son icraatlarını, cinayetleri, kan davalarını anlattı ve Meyil'in aile tarafından koşulsuz şartsız korunmasını istedi.

 

Bozok başını ağır ağır sallayıp kır sakallarını sıvazlayarak düşündü.

 

"Şarkıcı olacak diyürsün? Sevdiğin kadını kurtlar sofrasına atacak sonra da oturup her gün ya sabır çekerek dellenmeden duracak mısın? O piyasa sana dar gelir evlat. Aklın yatıyür mü? Miden kaldıracak mı? Sabrın yetecek mi?"

 

Arca sigarasının dumanını gri bulutlar halinde havaya üflerken sakince konuştu.

"Mis kokulu bir üzüm bağın var. Ne yaparsın? Suyunu sıkıp mayalandırıp demlendirip fıçılayıp çok pahaya satar mısın? Bütün suyu kendin mi içersin? İkincisini yaparsan kazanmak bunun neresinde? O bağların gölgesinde miskince öğlen uykusuna kapılıp rüyalara dalarsın. Hem pastam dursun hem karnım doysun, yok öyle dünya!"

 

Bozok dolgun dudaklarını kıvırarak hak vermez bir ifade takındı. "Ne zamana kadar nikah kıymadan duracaksın? Gebe kaldı, iş bitti! Al sana bir kurtlar sofrası daha! Kanlılarını unutma."

 

"Bu yüzden sana getirdim. Ben yanında olsam da olmasam da onu tüm kuvvetinle koruyup kollayacaksın."

 

Bozok düşündü, "Adana'ya getirirsen korur kollarız evelallah ama İstanbul dersen ki benim elim ermez. Kimi arayacağını biliyorsun."

 

Arca'nın bu ima ile yüzü asıldı, istemediğini homurdanarak belli etti.

 

Bozok elini oğlunun omzuna koydu, "Ben anana dargın değilim, ne yaptıysa hakettim, sen de affet aslanım, analara küslük olmaz, tek evladısın. Hem bu kalkıştığın işler alengirli, ulan ben ne anlarım! Benim kanımdansın, benim kopyamsın elbet ama senin anan da az yaman avrat değil! Seçtiğin yoldan belli, sen Filiz'in veliahdısın. Hem de daha yolun başında, ana tarafından el almışsın. Bana, yürü aslanım kim tutar seni, demek düşer! Sırtını sıvazlarım lakin... O iş dedin mi... İstanbul dedin mi... Ananı arayacaksın."

 

Arca iç çekerek bakışlarını yere eğdi ve saygısından sustuysa da için için küfretti. Bunu beklemiyordu. Gerçeğin böyle olduğunu biliyordu, annesinin konumunu ve gücünü pekala biliyordu fakat babasının direkt ona yönlendirmesini hiç ummuyordu. Kendi küskünlüğüne ortak zannettiği babasının kalesinin böylelikle yıkılışını acı acı hazmetti. Müsaade isteyip görüşten ayrıldı.

 

Kafasında kuyrukları düğüm olan kırk tilkiyi şimdilik bir kümese kapatıp Meyil ile parmaklarında parlayan yüzüklere bakıp gülüştüler. Kızı biraz gezdirmek için Kozan'ın mesire yerlerine götürdü. Şoförlü ve korumalı iki araba eşliğinde, Meyil'in pek umduğu gibi bir gezinti olmasa da gece yarısına kadar gezip dolaştılar.

 

Antik dönem Kilikya'nın en gelişmiş kentlerinden birisi olan ve bir dönem bölgenin başkenti konumundaki Anavarza Antik Kenti ve bu kenti korumak için doğusundaki tepeye inşa edilmiş Anavarza Kalesini dolaşarak başladılar. Enfes aromasıyla damak çatlatan limonlu dondurma yiyerek Efes Antik Kentinin beş katı büyüklükte olduğu tahmin edilen ve bir kısmı halen gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen antik kentte elele göz göze ve sarmaş dolaş yürüyüp Zafer Takı önünde fotoğraf çekildiler. Anavarza Kalesi'ne çıkıp ayakta kalmış sur kalıntıları üzerinden uçsuz bucaksız Çukurova ve doğu yönündeki Ceyhan Nehri manzarasına büyülenmiş bir hayranlıkla baktılar.

 

Silahlı üç koruma ve şoför geride kalmıştı. Arca, surların en yüksek noktasında Meyil'e arkasından sarılıp çenesini kızın omzuna yasladığında bu muhteşem sarılma açısı için boylarının ne kadar uyumlu olduğunu düşündü. Meyil'in incecik bedeni, kollarının arasında kendisi için yaratılmış gibi duruyordu. Yap bozun tamamlanması için gereken son parça yerine oturduğunda ortaya çıkan resim nefes kesiciydi. Kızın salık saçlarını ensesinden sıyırıp boynuna sıcak bir öpücük bıraktı.

 

Meyil derin bir nefesle göğsünü şişirdi. Adamın sıcak dudaklarının ve sakallı çenesinin temasıyla içi gıcıklandı. Yüzünü ona dönüp dudaklarını sımsıkı öpücüklere boğma isteğiyle doldu fakat beline dolanan kolların verdiği sahiplik hissinin tadını gözlerini yumarak çıkardı.

 

"Benimsin. Benden gidemezsin. Kilit kırıldı, eşik geçildi assolist hanım. Hayatıma bodoslama girdin, artık bana aitsin."

 

Meyil kıkır kıkır güldü. "Hayatına göktaşı gibi çarpsam ne yapabilirsin ki?"

 

"Sigaramı yakar keyfime bakarım!"

 

Gülüşmelerini soluk soluğa küçük, kaçamak bir öpücük izledi.

 

"Doğum kontrol hapını içiyorsun değil mi?"

 

"Her akşam 11'de. Ama boşuna içiyorum gibi!" derken Meyil, elbisesinin kemerinin altında belinin kıvrımlarında gezinen, sahiplik bölgesini işaretleyen sert parmakları durdurup sert bir soluk aldı. "Yapma."

 

"Hapların çalışmasını bekliyordum." deyip pis pis güldü Arca.

 

Sadece kendine ait olan sevdiği kadınla birlikteyken prezervatif kullanmayı, sevişmelerinin kutsallığına hakaret gibi görüyor ve ona tatsız, tek gecelik, umumi kadınları anımsattığı için istemiyordu.

 

"Beni özlemedin mi? Üç gün oldu yanımda yoksun. Sana daha yakın olmak için buraya geldim, her gece dışarılarda sürt diye değil. Bir gece daha yalnız uyumayacağım!"

 

"Üç günlük borcum var o zaman. Ben borcumu öderim ödemesine de... Sen kaldırabilir misin bilmiyorum!"

 

Meyil adamın kollarında dönerek ciyakladı. Yüzüne hafifçe tırnak attı. "Sen çok edepsiz bir şeysin."

 

"Öyleyim. Ama edepsizliğim hoşuna gidiyor."

 

Genç kızın kulaklarını gümbür gümbür bir uğultu dolduruyordu, şok ve panik dalgası tüm uzuvlarını sardı. Burnunu tıkamadan suyun derinlerine dalarmış gibi keşif heyecanına kapılarak sevgilisini tahrik etmeyi sürdürdü.

 

"Aahh evet, çok hoşuma gidiyor. Konuş bakalım nasıl ödersin borcunu?"

 

Arca buz gibi bir karizmayla "Başını nasıl bir belaya soktuğunun farkında değilsin aşkım." dedi.

 

Bir adım geri çekilerek başını hafifçe yana eğip Meyil'in işveli güzelliğini aç bakışlarla dudaklarını dişleyerek seyretti.

 

"Seni zevk kölem olarak kullanıcam, her yerinle oynaşıp bana yalvarana kadar bekleyecem ve sonra seni bayıltana kadar becerecem. Üstünden inmeyecem. Aklının tüm köşelerini kirletip senin edebini bir daha hiç düzelmeyecek kadar bozucam."

 

Meyil, gözlerini kırpıştırarak arzudan ele geçirilmiş yanaklarında kıpkırmızı bir canlılıkla, hevesle baktı, zorlukla yutkunduğu, beyaz boynunda inip kalkan yumrunun ateşli görüntüsünden belliydi. 'Eve gidelim' demek istedi fakat boğazındaki düğümden konuşamadı. Üstelik ev kalabalıktı, belki bir otel odası daha rahat olurdu. Şimdi, hemen!

 

Arca, onun şok olmuş fakat yine de davetkar ifadesiyle çılgına döndü, bu söze dökülmüş sevişme önizlemesiyle tenini kavurmaya başlayan kıvılcımların ateşini ta kasıklarında bir nabız atışıyla hissetti. Kızın taze buzlu bir kiraz ve inci gibi serin tadının her lokmasını çiğneyip yutmak istiyordu. Ayrıca pantolonunu zorlayan bir sorunu vardı ve düzeltmek için ortam uygun değildi. Romantik olmayı bilmiyor ve beceremiyordu, istediği ilişki de bu değildi.

 

Babasının ön gördüğü çatışmalı, idaresi zor, kıskançlıklar, sinir krizleri ve çatışmalarla dolu ilişki biçiminden kaçınmayı hiç düşünmüyordu. Hayal dünyasını huzurlu ve dingin bir çift görüntüsü süslemiyordu. Aklını başından alacak kadar dert bahşeden kızı yıldızları görene kadar sertçe becermek, onunla kavga etmek, öfkeyle boğulmak, ona saldırmak, canını çıkarmak istiyordu. Meyil'in korkusuz ve tam olarak ona verebileceği deliliklerden hoşlanan, bela mıknatısı ruhunu kendine adama telaşını, komik ve iştah açıcı buluyordu.

 

Güneşin kavurduğu öğle saatleri geride kaldığı için akşamüstü nispeten serin havada keyifli bir gezi hatta sevgili olarak ilk gezintilerini yaptılar. Tatlı atışmalar, cilveler, şakalaşmalar elbette günün tuzu biberi değil şekeri ve balıydı. Farklı yerlerden gelip başka yollara giderken alakasız bir kavşakta çarpışan plakasız çalıntı araç gibi iki serseri yürek, akılalmaz ve mantıkla izah edilemez bir sihir gücüyle bu kadim toprakların bağrında buluştu. Hesapsız, plansız, kaygısız, çıkarsız ve yalansız, sudan bile berrak, rüzgarla körüklenen ateş gibi saf bir aşk benliklerini sarmaladı.

 

Kozan Kalesinin ardından Kozan Barajında tekne turu yaptılar. Meyil, başını bir dağa yaslar gibi güven ve minnetle Arca'nın göğsüne yatırıp huzuru içine çekti. Onunla sonsuzluğu düşledi. Arca, kollarında kanatsız bir melek tutar gibi incelikli bir haytalıkla kıza kendi dünyasını hoş gösterdi, gözlerini perdeledi.

 

"Ben çocukken yazları Kozan'dan minibüse binip köye geliyordum. Serkan, Emin, Emrah ben bu yaylalarda sığır otlatıyorduk. Bir keresinde, dokuz yaşındayken malları kaybettik, oyuna dalıp gitmişik, bütün köy aradı, ta karşı köyde buldular. Sağlam sopa yedik. Mahalleler arası savaş yapıyorduk, bağ kazıklarıyla ölesiye dövüşüyorduk, her birimiz hastanelik olana kadar kavgalar, dövüşler, çetecilik işleri... Bir keresinde de, teneke içinde torpil patlattık, fitil elektrik direğine uçtu, bütün köyün elektriği gitti, zifiri karanlıkta aha bu tepeye kadar yalınayak kaçtık. Babamla amcam peşimize düşmüş, bu kez hayatımın dayağını yedim. Kafire vurur gibi vurdular, sopadan sırtımızın derilerini açtılar, anam dayanamadı, beni alıp şehre kaçırdı. Babam silahla evi bastı, kapıştılar. Anam, çocuğu kendin gibi haydut olsun diye mi başıboş bırakıyorsun diye avaz avaz bağırıyor; babam bırakmayım da karı gibi ince mi olsun diyordu... Evlat değil kan kuyusuydum, boşanma sebebiydim. Allah başa benim gibi evlat verme yarabbim!" diye kendi çocukluğumdan kesitler anlatıp kızı güldürdü.

 

Günün sonunu güneş battıktan sonra gittikleri Kozan- Feke yolu üzerinde, Kozan'a altı km uzaklıkta bulunan Dağılcak Mesire Alanında, kuvvetli bir pınardan çıkan suyun dere olarak aktığı yemyeşil doğanın kalbinde getirdiler. Boyları göklere ulaşan yemyeşil çınar ağaçları, etkileyici peyzaj manzaraları, dereler üzerindeki köprüler ve etrafı çiçeklerle bezeli yürüyüş yollarında yürürken Meyil, Arca'ya türküler söyledi.

 

'Ah bir ataş ver, cıgaramı yakayım

Sen sallan gel, ben boyuna bakayım...'

 

Koyu bir karanlığın fakat öyle göz boyayan bir koyuluk değil de balçık gibi yoğun, kıvamlı, kara mor bir gecenin koynunda gerçeğe meydan okuyan pırıl pırıl bir hayaller yumağı, Arca'dan Meyil'e sunulan tatlı bir illüzyon perdesiydi tüm manzaranın tasviri. Gerçeğin birazı bile değil, vaat değil, garanti hiç değil... Olsa olsa günübirlik bir macera, felekten bir gün çalış, bir bayram arifesinin ümitli neşesi.

 

Arca farkında olarak bile isteye ne yardan ne serden geçiyor ve hiçbir pişmanlık hissetmiyordu. Meyil ise toz pembe hülyalarının hafifliğinde bir gariplik sezse de sis perdesinin ardını hiç mi hiç merak etmiyordu. Yalnız bunca aile ortamı, çocukluk anısı, büyüdüğü yaylalar ve anılarının arasında bir şeyi, bir kişiyi merak etmişti.

 

"Annen nerede?" diye soracak oldu.

 

Arca, buna verecek bir cevabı olmadığından veya kirli anılarının o günün güzelliğine gölge düşürmesini istemediğinden sustu. Kati bir ifadeyle başını iki yana salladı ve kıza eliyle o konuyu açmamasını bildiren bir işaret verdi.

 

Günün sonunda istekleri ve arzuları, hayatın gerçeklerinden daha somut ve yakıcıydı. İzmit'ten beri bekleyen sabırsız vuslat gelip kapılarına dayandı, alev almış yumruğuyla şuurunu yitiren tutkunun parmakları, onları giyindikleri rollerden soyup kor gibi yanan meşk kazanına attı.

 

Saat gece yarısını epey geçerken çiftliğin ikinci katına tırmanan ahşap merdivenleri öpüşe koklaşa zar zor çıkıp kaldıkları odaya kapandılar.

 

Arca, gün boyu seyrettiği ve özlemle zihninde evirip çevirdiği güzel mavi elbisesini Meyil'in başından çekip çıkarırken,

 

"Naz niyaz günleri bitti gelin hanım. Bence iyi de dinlendin. Gel buraya!" deyip sarıldı.

 

Meyil ev ahalisi duymasın diye sessizce kıkırdayarak cilveli bir kırıtışla parmağının ucunu ısırdı.

"Hıı? Hiç nazlandım mı ki?"

 

"Bakiresin diye sana biraz torpil geçtim diyelim Ve... Seni ürkütecek bir sır vereyim yavrum, evde kimse yok. Herkes Feke'ye düğüne gitti, yarın akşamdan önce kimse dönmez. Şimdi sana, bir Adanalıyla birlikteysen yapmaman gerekenleri ezber ettireyim de gör."

 

Meyil inleyerek saçlarını omzundan geriye attı. Menekşe gözlerinde büyüyen yangın mavileri büyürken "Ah! Ne? Na- sıl?" diye kekeledi. Adamın boğazından gelen derin sesiyle, aç bir aslan gibi hırıltıyla konuşmasını sürdürmesini istiyordu.

 

"Teninin her yerine adımı mühürleyeceğim. Benden kaçış olmadığını anlayacaksın. O tatlı çiçeğini öyle sulayacağım ki birkaç gün kanının her damlasında beni duyacaksın. İçine işleyeceğim senin. En derinine ineceğim ve orada bir daha başka hiç kimseyi istememen için gereken her şeyi yapacağım."

 

Meyil, henüz sözlerle başı dönecek kadar toy ve heyecanı burnunda tütecek kadar aceleciydi. Tecrübesinden daha büyük ateşli tehditler karşısında en küçük kaslarına kadar titredi.

 

"Başkasını asla istemeyeceğim. Hiçbir zaman! Tek sen... Sen... Seni... Ah!" dizlerinin arkası yatağın ucuna çarpana dek geri geri adımlarla odanın içinde hareket ettiklerini farketmemişti.

 

Arca işaret parmağını sütyen askılarının altından geçirip omuzlarından indirdi. "Seni her zaman ben soyacağım. Kıpırdama."

 

Meyil kaskatı kesilerek itaat etti fakat hava 25 derece olmasına rağmen ince ince titremeye başladı. Odanın lambasını söndürmeyi düşünerek eliyle girişteki duvarda bulunan düğmeyi işaret etti.

 

Arca "Cık." dedi ve eriyen buzlara benzeyen ifadesine çekici bir gülüş yerleştirdi. "Seni izleyeceğim güzelim. Öyle güzelsin ki beni deli ediyorsun. Her santimini öperken sen de beni izleyeceksin. Gözünü kapatmanı istemiyorum. Tamam mı?" Meyil'i bileğinden tutup döndürdü, kendine arkasını çevirdi, sol başparmağının içiyle ense kökünden başlayıp tüm omuriliği boyunca sırt çukurunu işaretleyen bir çizgi çekti, belindeki gamzelerin üzerinde oyalandı.

 

"Titriyor musun? Hay Allah, ürkek bir güvercin olmaya mı karar verdin?" diye alay etti.

 

Meyil derin bir nefes alıp kendini artık anlamlı bir cümle kurabilmeye zorladı. "Bana istediğimi mi vereceksin yoksa çene mi çalacaksın Arca?"

 

"Edepsiz konuşmalardan tahrik olduğunu biliyorum, bana caz yapma yoksa ağzını bağlarım."

 

"Caz bilmem ama güzel türkü söylerim."

 

"İyi, ben de saz çalarım. Ama bu akşam senin tellerin üzerinde bazı akorları düzeltecez. Sesin çok tiz çıkıyor."

 

"Hımm, düzelt bakalım."

 

Sütyenin kopçasının altına kaydırdığı iki parmağı tek bir hareketle kızın çamaşırını çözdü, Meyil serbest kalan göğüslerine ellerini kapattı. Arca meydan okuması, beden diliyle tezat oluşturan kıza yine güldü. Bileklerinden tutarak ellerini iki yanına indirdi.

 

"Sakin ol canım. Sabit durmayı öğrenmezsen fena olur."

 

"Tehdit tehdit, eeeh!"

 

Arca sağ elini onun boğazına sarıp bastırarak kızın sırtını aniden kendine yasladı, mengene gibi parmakları çenesinden tutup yüzünü hafifçe yan çevirdi,

"Bu işin tadına böyle varırsın biliyor musun? Ne istediğini bilen kadınlar, yatakta sert erkeklerden hoşlanır ve sana neyi istemen gerektiğini öğreteceğim. Gerçek bir kadın olmak mı istiyorsun yoksa hayatın boyunca pırasa gibi yatıp tavana bakmak mı?"

 

Meyil sert eller tarafından kapana kıstırılmış olduğu halde hafifçe kıkırdadı. "Sorma bile! Zevk almak istiyorum. Her şekilde..."

 

Arca memnuniyetle soluyarak kızın kulak memesinin ucunu ısırdı, Meyil çığlık atınca diliyle ısırdığı noktayı sıyırdı. "İyi! Zaten Adana erkeği orgazm taklidi yaptırtmaz."

 

Genç kızın soğuk terler döken cildi buz gibi olmuş fakat karnının ortasında yükselen iç ateşiyle kavrulur halde çelişkili bir yumak halini almış, sersemlemişti. Ayak bilekleri daha şimdiden bedenini taşımakta zorlanıyor, titriyordu. Arkasında hala komple giyinik olan genç adamın üzerindeki kumaşın çıplak bedenine teması onu çıplaklıktan daha fazla kışkırtıyordu. Bir de beline dayanan sertliğe ulaşma arzusu en hassas noktasındaki katmanları tatlı bir sızıyla kamaştırıyordu. Adama yüzünü dönmeden ellerini tutup kendine bastırmak istedi.

 

"Acele et. Yoksa düşer bayılırım ve sanırım manyak fantezilerin için hayal kırıklığı olurum."

 

Arca, Meyil'in kalçasını saran incecik dantelli külodu nazikçe kıvırarak yavaş yavaş dik tepelerinden aşağı sıyırmaya başladı ve sıcak dudaklarını kulağına yaslayarak fısıldadı.

 

"Bayılırsan duracağımı mı sanıyorsun? Aşkım komada olsan bile acımam, seni cayır cayır sikerim."

 

Meyil ciğerine bir ağırlık çökmüş gibi nefessiz kalmışçasına boğazını aralayıp soluklandı. Dili, ağzının içinde kaskatı kesilmişti. Ürperten bir şok dalgasıyla daha fena titremeye başladı. Arca'nın ellerini üzerinden çekip bir adım geri çekilmesinin ardından duyduğu kumaş hışırtılarından soyunduğunu anladı, dudaklarını yalayarak ıslattı, bacaklarını birbirine bastırarak uyluklarını sıktı. Anladığı kadarıyla sohbet sona ermişti, eylem faslına geçiyorlardı. Arca'nın temasını beklerken sabırsızlığı, zevke duyduğu ihtiyaç ve arzusu arttı. Arca onu kucaklayıp yatağa attığında bir çığlık ve kahkaha attı.

 

Odayı aydınlatan eski model porselen avizenin içindeki tek sarı ampulun loş ışığında üzerine eğilen ihtişamlı gölgeyi hayranlıkla seyretti ve işaret parmağının ucunu ısırdı. Islık çalmayı da düşündü ama bu kadarı fütursuzca çılgınlığa girerdi, dizlerinin titremesi hala devam ederken erkeğini daha fazla çileden çıkarmak istemiyordu.

 

Ancak sonra erkeğin kendisinin aksine oldukça sabırlı olduğunu, tenini baştan aşağı diliyle gezerken işi ağırdan aldığını ve çileden çıkanın kendisi olduğunu gördü. Arca'nın parmaklarında, dudaklarında, dilinde ve dişlerinde afrodizyak etkili bir iksir bulunduğunu düşünürken altında kıvranıyor ve bir an önce içini doldurması için ısrar ediyordu. Kızı önlü arkalı güzelce fotoğraf çekmekten dakikalarca usanmayan ve her uzvunun başında güzelliğini seyrederken onu övgülere boğan adam, onu elleriyle tatmin etmekte epey kararlıydı.

 

İşaret parmağı girişindeki hisli duvarları ritmik bir hareketle uyarırken Arca'nın ağzı tam zevk tomurcuğunun üzerindeydi. Birbirlerine ilk temas ettiklerinde benzin dökülmüş kor gibi parlayan bedenleri, başladıkları yerden bu kez daha cazip bir aşk oyunuyla kızı gecenin ilk zirvesine tırmandırdı. Meyil'i uzun uzun kışkırtıp bekletti, kendini dizginlemesi için küçük geri çekilişlerle hırpaladı hatta ağlattı ve yeterince oynaştığında boşalması için izin verdi. Onun kasılmaları bitmeden üstüne çıktı ve derinlerine yerleşti. Bileklerini başının üstüne kaldırıp yatağın demir başlığına bastırdı, ter ve zevkten ıslanan kasıkları sert vuruşlarla çarpışırken adeta zaman durmuş, tüm sesler susmuş ve dünyada sadece ikisinin bedenlerinden yükselen çarpışma şakırtıları, inlemeler ve hırıltılar kalmıştı. Bu böyle ve daha değişik oyunlarla birkaç tur daha devam etti. Ta ki ateşli genç bedenleri yorgunluktan bayılana dek deliler gibi seviştiler.

 

*****

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%