Yeni Üyelik
23.
Bölüm
@selinsafak

 

Meyil Audi jiple, güvelik görevlisinin kapıdaki barikatı açmasını beklerken neredeyse küçük dilini yutacaktı. Bu siteyi biliyordu. Asıl soru, Arca'nın onu bilerek mi buraya getirdiğiydi yoksa tesadüf müydü? Hatta yeni ikameti için bu siteyi seçmenin kendisi için iyi mi kötü mü olduğunu da kestiremiyordu, mantığı tam olarak yüzde elli yüzde elli diyordu. Temkinli kararsızlara has bir dilini yutmuşlukla sustu.

 

İkiz villalardan oluşan otuz kırk haneli, sade fakat güzel peyzajlı, her birinin önünde küçük bahçeleri ve kendine ait açık otoparkları bulunan, parke taşı döşeli geometrik yollarla bölünen sitenin içinde dış görünüş olarak diğerlerinden hiçbir farkı olmayan C blok, daire 24'ün önüne yanaştılar.

 

Arca ona bir anahtar demeti uzattı.

"Bak bakalım, beğenirsen..." diye mırıldandı.

 

Meyil'in bakmasına gerek yoktu, evlerin iç dizaynını biliyordu ve çok beğeniyordu. Bir gün burada yaşamayı düşünecek kadar alıcı gözle bakmamıştı ama buraya her gelişinde hayallerini süsleyecek kadar hayran kaldığı bir gerçekti. Yine bir şey söylemedi. Eve girdiler.

 

Daha önce Arca'nın, ilk gece seviştikleri, kavga ettikleri ve sonrasında hani şu polis baskınına konu olan evine taşıdığı valizleri ve kolileri, bu evin girişindeydi. Henüz bir yere yerleşememiş tüm maddi varlığı, oradan oraya sürüklenerek sahibesini bekliyordu. Meyil, girişte soluğunu tuttu ve etrafa bakındı. Daha küçükmüş diye düşündü, demek her daire aynı değildi. Daha büyük olmasını tercih ederdi. Arca'nın evi üstelik havuzluydu.

 

Ya burada birlikte mi kalacaklardı?

 

Meyil ağır adımlarla evin giriş katını tek kelime etmeden tepkisizce gezerken Arca bir koltuğa oturdu.

 

"Yanıma gel." dedi fakat oturduğu koltuk tek kişilikti, küçük fakat şık salonun L kanepesine çapraz konumlanan tek berjer. Dizini işaret ediyordu. Kıza bu evi sevdirmek için elinden gelenin en iyisini yapmaya kararlıydı fakat o da, haşin bir kararlılıkla susuyordu. Kız konuşsun diye bekliyordu.

 

Meyil onun işaret ettiği gibi gidip kucağına oturdu, kollarını boynuna doladı.

"Konuş Adanalı. Kıvranıp duruyorsun, ne var?"

 

"Bu ev senin. İstediğin kadar, istediğin gibi kullan."

 

"Tapulu mu?"

 

"Tapu mu istiyorsun?"

 

"Bilmem."

 

"Alayım?"

 

"Yoo, kirası ne kadar?"

 

"Bir yıllık peşin ödedim."

 

"Haftalığımdan kesersin."

 

"Yok, benim sana 18 yaş hediyem."

 

"Pahalıdır buranın kirası."

 

"Güvenliğini düşünürken dökeceğim ecel terlerinden ucuz."

 

"Hımmm."

 

"Ben diğer evde kalacağım. Sen burada. Uzak değil ama ayrı kalmamız daha güvenli, senin için daha hayırlı."

 

Meyil ağlamamak için derin bir nefes alıp gözlerini kırpıştırdı. Arca ile birlikte boyundan büyük hayaller kurarak bir hayata başlamayı göze almışken şimdi ayrı yaşamak da neyin nesiydi? Araya bu kadar mesafe koymakta ne hayır olabilirdi? Birbirlerinden bir dakika bile ayrı durmaya dayanamazken bu ne demekti? Cürmünden hatta hayallerinden bile büyük bir aşka kapılarak mahvolduğunu düşündü. Onsuz kalmaya katlanamazdı, kalbi ezildi.

 

Arca onun beline sarılıp sokuldu, alnını alnına yasladı. Sevgilisinin memnuniyet öte yana dursun, hüzün kuşu yerleşen bakışlarından dertlendi.

"Keyfine bak. Sınavına çalış. Kulübü ihmal etme." diye sayıklar gibi konuştu.

 

"Sen?"

 

"Ben hep yanındayım."

 

"Bana öyle gelmedi?"

 

"İnan böylesi daha iyi."

 

"Neden?"

 

"Güvenliğin için."

 

"Tekrar polis basarsa diye mi?"

 

"Olabilir, hiç ilgin olmayan meselelere şahitlik etmek zorunda kalma diye. Ki bu en basiti."

 

"Bana ayrılık konuşması gibi geldi. Bunu beklemiyordum."

 

"Ne ayrılması? Sadece seni korumak için gözlerden uzak tutmak istedim. Birlikte yaşarsak, benim hayatıma tanık olacaksın, ortak olacaksın hatta düşmanlarımın gözünde benim yumuşak karnım olacaksın, hedef olacaksın."

 

"Anladım. Birlikte kalmazsak beni istediğin zaman ayaküstü görüp gideceksin. Basit bir oynaşın olacağım. Polis şahitliğime başvurmayacak, düşmanlarının da dikkatini çekmeyeceğim."

 

"Oynaş kısmı hariç evet. Öyle." derken kızın belindeki kolları gevşedi, omuzları gerginleşti, bakışlarını kaçırdı.

 

"Nasıl görüşeceğiz?"

 

"Haftasonu."

 

"Ha günleri de belirledin yani? Saat belli mi? Kaçla kaç arası? Ben 9-5 memur usulü çalışmıyorum yalnız bilgin olsun, gece çalışıp gündüz üçe kadar falan uyuyorum. Hatta senin söylediğin günler benim mesaim var. Sen hangi saatlerde gelirsin? Yatıya kalır mısın yoksa işini görüp gider misin? Sarılıp uyumaya vaktimiz olur mu mesela?"

 

"Meyil? Bana bak!"

 

Meyil başını hiddetle öte yana çevirdi, güvenlik müvenlik anlayacak durumda değildi, bu düpedüz ayrılık, mesafe, resmiyet, dışlanma hatta hor görülme demekti ona göre.

 

Arca onun yüzünü kendine çevirdi.

"Şartlarım bunlar. Sana gün ve saat koyacak değilim. Biz zaten seninle istediğimiz her an birlikte olacağız. Bu sadece görünen, görünmesini istediğim şey. Eve bak, beğenirsen... Sana da iyi gelecek, üniversiteye hazırlık yapman için kafan rahat olacak. Önceliğin o sınav olacak, uykusuz gecelere ve kendi kaoslarıma seni ortak edemem... Anla beni."

 

"Belki de anneme geri dönerim. Bilmiyorum, git."

 

"Yapma gülüm?"

 

Meyil onun kucağından kalktı, deli deli ortada gezindi.

"Bilmiyorum, dağıldım şuan! Anlamıyorum! Aslında anlıyorum ama hak veremiyorum, nedense bu bana iyi hissettirmiyor! Sanki sen evliymişsin de biz yasak aşk yaşıyoruz gibi! Metres gibi! Uzak, saklı gizli! Buna tahammül etmek zorunda mıyım?"

 

Arca da ayağa kalktı. İşaret parmağını savurdu,

"Seni anamla babamla tanıştırdım, söz verdim, yüzük taktım, doğduğum topraklara kadar, ta çocukluğuma kadar, aklımın fikrimin en içine kadar soktum! Sen ne diyorsun? Ne metresi, ne saçmalıyorsun?"

 

"Kavga etmek istemiyorum, çok yorgunum. Düşünüp karar vereceğim. Seni ararım, şimdi gider misin?"

 

"Sen kararını çoktan verdin. Evi beğenmediysen söyle başka ev bakayım ama başka bir karar verebilme şansın yok."

 

"Pardon?"

 

"Beni bırakamazsın!"

 

"Anneme dönerim!"

 

"Baştan konuştuğumuz gibi Muaremden boşandıysa, hayatına başkasını almadıysa eyvallah, annene dönebilirsin. Veya benimle, benim koşullarımda yaşarsın."

 

"Senin evinde, seninle birlikte yaşamak istiyorum!"

 

"Olur... Bazen, geceleri..."

 

"Anladım işte fantastik bir şekilde sikişir sonra dağılırız!"

 

"Kes şunu! Sana ikamet kaydı gerekecek, o evde ben bile kayıtlı değilim. Benim ikametim Kozan'da! Benim burada bir adresim yok. Olmayacak. O evde sürekli kalmıyorum. Bir dahaki polis baskınında karakolda sorguya çekilmek mi istiyorsun? Benim işlediğim suçları sana sorduklarında ne diyeceksin? Arca Giray Kızılkan falanca gün falanca saatte neredeydi diye sorulduğunda, koynumdaydı mı diyeceksin? Bu bana hiç yardımcı olmaz..."

 

Meyil L kanepenin köşesine ilişip saçlarını yüzüne dökerek düşündü.

 

Arca bütün planı, hevesi, arzusu ve mutluluğu tükenmiş gibi canı çekilmiş bir sesle

 

"Ben gidiyorum. Sen de annenle konuş. Eğer o itten ayrıldıysa yanına dön. Yoksa sana benden başka gidecek adres yok. Eğer biraz daha akıllı olmaya karar verirsen birbirimize adres oluruz, yuva oluruz ama öyle binayla, yatakodasıyla, evle değil. Kalbinle, sadakatinle, şuurunla..."

 

"Sana ben geldim diye böylesin dimi?"

 

Arca dönüp gidecekken offlayarak geri döndü, tek mahvolan besbelli Meyil değildi, kızın önünde yere çöktü, dizlerine sarıldı.

 

"Yapma gülüm gözünü seveyim? Hayatıma meteor gibi düştün deli gız ama aldım kabul ettim, ömrüme eş seçtim seni. Asıl ben 9-5 çalışan memur adam değilim ki. Benim hayatım toz pembe değil kapkaranlık. Sana nasıl anlatayım, seni sağ gözümle sol gözümden sakınasım var, seni hangi birine inandırayım? Yapma? Sana düzen gerek, resmiyet gerek, güvenlik gerek. İzin ver senin için en iyisini yapayım."

 

Gözyaşları yanaklarından boynuna sicim gibi süzülen Meyil, Arca'nın yüzüne titreyen parmaklarıyla uzanıp usulca okşadı.

"Bu çok saçma! Şimdi sen bu akşam nerde kalacaksın?"

 

Arca kaşlarını çattı ve işveli bir gülüşle kızın kalbini ısıttı. Çaresiz hatta oyunbaz bir ifadeyle, "Sende."

 

"Yarın akşam?"

 

"Sen bende kalacaksın."

 

"E öbür akşam? Pazartesi?"

 

"Bende."

 

"Salı?"

 

"Sende."

 

Meyil gülmeye başladı, "Çarşamba?"

 

"Çarşamba değişiklik olsun yavrum bir kaçamak yapar, Karasu'daki yazlığa giderik."

 

"Haa? Perşembe?"

 

"Perşembe benim evde temizlik oluyor, ben sana gelirim. Cuma sen gelirsin. Cumartesi Pazarı sen sormadan söyleyeyim, tekneyle açılırız."

 

Meyil başını iki yana sallayarak güldü, gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. "Deneyelim bakalım." dedi.

 

Arca başını kucağına kapattı. Meyil onun saçlarını karıştırdı.

 

"Sayın Adanalı pek gizemli mafya bey? Siz benim önümde diz mi çöktünüz bana mı öyle geldi?"

 

"Yok yav, bu koltuk alçak, ondan öyle."

 

"Hıı peki... Şeyden değil, yani gönlümü almak için dil dökmüyorsun."

 

"Gönlün bende zaten, çoktan almışım. Nazın da olacak o kadar."

 

"Naz diyorsun?"

 

"Mafya diyorsun?"

 

"Nesin?"

 

"İş adamı. Pardon, böyle deyince feministler kızıyor, iş insanı. İşletmeci diyelim."

 

"Ben de sopranoyum zaten!"

 

"Sen benim güneşimsin."

Arca kızın beline sarılıp koltuğa yatırdı ve jean şortunun düğmesini çözdü, üzerinden askılı bluzunu sıyırdı. "Ve kapa çeneni artık!"

 

"Ya dur daha eve bakmadım!"

 

"Evi sevmeni sağlayacağım. Her köşesini! Her odasını ve her duvarını... Seni her kapının arkasında becereceğim. Bu koltuğun her yerinde... Ses yalıtımını kontrol ederek başlayacağız."

 

Meyil bir kahkaha atıp onu boynuna sarılarak kendine çekti ve dudaklarına yapıştı. Kıyafetlerini sağa sola saçarak soyup birbirlerini nefessiz öpmeye ara vermeden üst kata çıktılar, duvarların ses yalıtımını test etmek için banyonun uygun bir yer olacağına karar vermişlerdi.

 

Meyil, hidromasajlı çift kişilik küveti görünce evi epey sevdi. Küvetin suyunu açıp dolmasını beklerken camekanlı duşa kabinde tepeden inen suyun altında oynaşarak birbirlerini yıkadılar, ayaküstü sarılıp tutkuyla birleştiler, sonra küvetteki ılık suyun içinde kucak kucağa yattılar. Salondaki L kanepenin hevesi kursağında kalmıştı ama olsundu, jakuzinin gözleri bayram etti. Sonra yatak odasındaki gece gökyüzü manzaralı tavan ve ortadaki geniş oval yatak da erotik gösteriden nasibini aldı.

 

Meyil, annesine İzmit'e döndüğünü ve eşyalarını eve, Arca'nın evine bırakıp onu görmeye geleceğini söylemişti fakat sevişmeye dalınca unuttu. Hormonları tavan yapmış ve tutkudan gözü dönmüş haldeydi. Arca ile her gün birbirlerinde farklı tatlar buluyor ve hiç çekinmeden o tatlara bulanıp tavşanlar gibi çiftleşiyorlardı. Meyil, kan ter içinde yorgun hatta neredeyse bayılmak üzere olduğu zevk anı sonrasında bir an gözden çıkardığı şeyi anımsadı. Arca ona deli divane haldeydi, çok istekliydi ve doymak bilmiyordu, kendisi de az değildi, içinden bir tanrıça çıkıvermişti.

 

Balayının köründe birbirlerine böylesine tutkuyla meftun olmuşken Arca istediği kadar farklı binalarda yaşamaktan bahsetsin, boşunaydı! Güvenlik kısmını bilemezdi, umrunda da değildi ancak işin aşk meşk kısmında sevdiği adamdan uzak kalmamaya kararlıydı. Hiçbir kuvvet Arca ile ayrı evlerde uyumasını sağlayamazdı! Özlerdi, kıskanırdı, deliye dönerdi hatta ölürdü!

 

Biraz uyuklayıp gece yarısı yemek sipariş ettiler. Arca site güvenliğine para verdiğini ve onun dairesini dikkatle takip edeceğini anlattı. Kapıya gelen kuryeler, kargolar hep izlenecekti. Şoför ve koruma, etraftan çok dikkat çekeceği için sürekli olarak kapıda durmayacaktı ama çağırdığı zaman kulüpten geleceklerdi. Nedim ve Ali'den başkasını aramayacaktı. Arca zaten yanındaydı, o ayrıydı ama bazen işi çıkarsa, ona ulaşamazsa diye kimi arayacağını bilsindi.

 

Sabah, Arca'nın alarmı çalmaya başladığında ikisi de çoktan uyanmıştı. Meyil, dağınık yatakta sırtüstü uzanmış, tavandaki gergi tavanın gece gökyüzü manzarasını izlerken aralık bacaklarının arasında erkeğinin yüzü tam istediği noktada gömülüydü. Muhteşem bir sabah seksi vaat ederek onu derin derin öpüyordu.

 

"Ahh. Ahhh! Ar-cağ aaahhh!" inleyerek saçlarına asıldı, sanki tüm gece sevişmemişler gibi iştahlı erkeğin dili ve dişleriyle yaptığı saldırıya ilk dakikada çözülmemek için direndi.

 

Evi sevdirme çalışmaları epey iyi geçmişti. Koltuk ve duvarlar henüz öksüzdü ancak oval yatak, ikisinin altında dile gelmek üzereydi. Yoldaki araba seksi fantezisinin ardından her defasında daha büyük istekle farklı fanteziler, pozisyonlar ve oyunlar denemekten geri durmadılar. Meyil çok istekli bir öğrenci olarak Arca'nın hayalgücünü zorlamasını talep ediyor ve ona her şeyini, terinin son damlasına kadar armağan ediyordu. Karşılığında genç adam ona, tapınıyor, tapınıyor ve tapınıyordu...

 

Yer değiştirip ön sevişmeyi uzun metrajlı bir sinema filmine çevirecek atraksiyonlarla sürdürdüler, Meyil bu kez üstte, Arca'yı baştan çıkarıyordu. Telefonun alarmı otuz saniye çalıp susuyor, üç dakika sonra tekrar çalmaya başlıyordu ama onlar kendilerine has çılgınca zevk senfonisinden başka bir şey duymuyordu.

 

Arca, kızın aybaşısı başlamadan mümkünse zevk stoğu yapmak için kolları sıvamıştı oysa bu boş bir hayaldi. Yemek yemenin, su içmenin ve tensel zevkin stoklanma ihtimali olsaydı herhalde insan hayatı çok daha kolay ve icraatları çok daha verimli olurdu. Mahrum kalacakları anları düşünerek zevke abanmak olsa olsa maymun iştahlılıktı ve bünyeyi yormaktan başka işe yaramıyordu. Doyduğunu bilmeyen ve akvaryuma fazla yem atılırsa yemekten çatlayan balıklar gibi şuursuzluk halindeydiler. Balık nasıl denize aşık olduğunu sezmiyorsa maşuk da vurgun yediğini bilmiyordu.

...

 

Genç aşıklar duştan henüz çıkmış ve üzerlerinde bornozlarıyla neşe içinde kahvaltı ederken Sibel, kapıya dayandı. Meyil annesini içeri aldı. Arca giyinmek için üst kata çıktı, genç adam aşağı indiğinde Sibel ona ters ters baktı, selamını almadı. Hatta neredeyse gırtlağına yapışıp -yaşıyorsun bu hayatı paşam, nasıl iyi mi öyle, kapattın körpe kızı, ooh gel keyfim gel! diye patlayacaktı.

 

Arca'ya öfkeli olduğu için soğuk davrandı, kızını geri getirmezse diye çok korkmuştu, Meyil Adana'dan bir iki gün daha dönmeseydi olanları Şevket'e anlatacaktı. Bu arada Batuhan her gün gelip ona Meyil'i sormuş, Arca ile gittiğine inanamamış ve deliye dönmüştü. Sibel'e babasının işlerine Arca'nın çomak soktuğunu, siyasi rakibi Ferman Tanrıöver'in adamı hatta tetikçisi olduğunu anlatmıştı.

 

Sibel ise oğlandan öğrendiklerini ileride lazım olur düşüncesiyle zihninin bir köşesine not etse de Batuhan'ı,

"Saçma sapan teorilerinle kızımın aklını bulandırırsan seni mahvederim! Hatta bana kalmaz nişanlısı seni paramparça eder, Meyil'i unut ve sakın karşısına çıkayım deme!" diye azarlamıştı.

 

Meyil'in yeni bir evde tek başına kalacağını öğrenince biraz rahatladı, istediği zaman kızının yanına yerleşebileceğini hesap etti ancak bu isteğini henüz dile getirmedi. Kahvaltı bulaşıklarını toplayan Meyil'e yardım ederken

"Ayrı evlerde kalmanız ikiniz için de daha hayırlı olur tabi, iyi düşünmüşsün oğlum. Daha çok gençsiniz bu yaşta evlilik olmaz, e uzun uzadıya dost yaşamak da olmaz. Kızımın adı çıkar maazallah." dedi.

 

Meyil ona nefret yüklü bakışlar attı, bunun nasıl iyi bir fikir olabileceğini hala aklı almıyordu, üstelik annesinin yorumu çok rahatsız ediciydi. Neyse ki Arca kadını dinlemiyor, telefonunu kurcalayıp duruyordu. Meyil'e göre Sibel çok akıllı geçiniyordu, teoride öyleydi ama şimdiye kadar hiç akıllıca ve elle tutulur icraatını görmemişti. Annesine duyduğu saygı, Arzu Mercan denen hükümet kadını gördükten sonra sabah sisi gibi parça parça dağılmaya başlamıştı. Kadın dediğin her ne yaşarsa yaşasın Arzu gibi olmalıydı. İki tane psikopat kocayı ardında bırakmış, birini müebbet hapse birini de mezara yollayıp keyfine bakmıştı. İkisi gibi olmayı da istemezdi ancak birinin sözünü dinleyecekse o Arzu olurdu. Telefon numarasını tabii ki kaydetmiş ve kayınvalidesi ile sarmaş dolaş ayrılırken onu sık sık aramaya söz vermişti.

 

Sibel çok geçmeden sadede geldi. Muarrem, anlaşmalı boşanmaya yanaşmıyordu, ya yüklü bir tazminat isteyecek ya kadına iftira atacaktı, kendisi seçsindi, aynen böyle söylemişti.

 

"Arca bana yardım edebilir misin?" dedi.

 

Arca, Meyil'e baktı, "Meyil istiyorsa?"

 

"Tabi ki boşanmalarını istiyorum! Muarrem'in ödünü patlatırsan da hiç fena olmaz. Pis kemirgen, kımıl zararlısı, zombi parazit, kan emici!"

 

"O kolay, bir sıkımlık canı var."

 

Sibel bahsi geçen kendi kocası değilmiş gibi daha dünkü iki çocuğun kendisini yok sayarcasına konuşmalarına bir uyarıyla dahil oldu.

"O sinsi paragöz pisliğin ne yapacağı belli olmaz Arca, dikkat et."

 

Arca küçümser bir ifadeyle gözlerini devirdi, bir fili su sinekleri hakkında ikaz etmeye benzeyen cümleyi duymazdan geldi, Sibel'e -hadi sen gitmiyor musun dememek için kendini zor tutuyordu,

"Avukatına anlaşmalı boşanma dilekçesi hazırlat bana getir, imzalatayım." dedi.

 

Sibel hayır dualarla karışık teşekkür etti. Arca sigara içmek için kapının önüne çıkıp şoförü Aliyle konuştu, boş zamanlarında yani Meyil evde veya kulüpteyken Sibel'i takip etmesini tembihledi. Muarrem zaten takibindeydi. Sonra kapıdan içeriye başını uzatıp kadına seslendi,

 

"Sibel Hanım, Ali kulübe geçiyor, seni de geçerken dükkanına bıraksın."

 

Herkes, yerini, haddini, sınırını bilmeliydi. Meyil ile böylesine yakın olmak işine geliyor olsa da Sibel'in anneliğini onaylamıyordu. Kendi annesinin başrol oynadığı olumsuz kadın figürünün kişiliğine olan etkisini iliklerinde hissediyor olsa da, Freudyen psikanalize bağlayıp kederlenmeyecek kadar gaddardı. Travma denen şey, ona göre ılık götlülerin zırvasıydı, Arca tek başına travmanın ta kendisiydi. Biri, birisinde beden ve ruh açısından önemli ve kalıcı yaralar bırakacaksa o daima kendisi olurdu.

 

Sibel istemeye istemeye kalktı, Meyil'e sarıldı. Arca hala kapının dışındayken son söyleyeceklerini de çabuk çabuk ekledi.

"Ecelerin oturduğu sitede kalmayı sen mi istedin?"

 

"Yok, Arca ayarlamış."

 

"Bilerek mi?"

 

"Sanmam. Güvenlikli olduğu için olabilir. Körfezde kaç tane böyle düzgün site var ki zaten, burası denk gelmiş."

 

"Ece'nin buraya taşındığından haberi var mı?"

 

"Henüz yok. Annesi duyunca delirecek!"

 

"Ben de onu düşünüyorum. Uyuz bir kadın, hakkında laf söz çıkarabilir. Arkadaşınla görüş ama Arca'nın burada kaldığını ona söyleme. Esma Teyzenlere de Meyil, babasının akrabasına taşındı diye söyledim. Onun terzi dükkanı yol geçen hanı gibi biliyorsun, ağzı da gevşek."

 

"Tamam anne kafamı şişirdin. Ne güzel bu dertlerden uzaklaşmıştım! Geldik yine siktiğimin dedikoducular diyarına öf... Git hadi."

 

Sibel gitmeden önce Meyil'e adet olup olmadığını sordu, günlerinin geldiğini söyledi.

 

Meyil imayı hemen sezdi. "Olmadım ama olmak üzereyim."

 

"Korunuyor musunuz? Korunman lazım. Bu yaşta hamile kalırsan hayatın mahvolur. Üniversiteyi de kariyeri de şarkıcılığı da unutur, yaşıtların gençliğini yaşarken sen eve kapanır, çocuk bakarsın!"

 

"Doğum kontrol hapı alıyorum anne. Salak değilim."

 

"Biraz salaksın aslında ama bunu akıl etmiş olman iyi. Sakın kör aşıklar gibi kendini ateşe atma! Sakın herife nikah kıydırmak için gebe kalayım deme! Mahvolan sen olursun, erkekler için hava hoş! Şimdi kendini ona mecbur sanıyorsun, gözünde o sana peygamber gibi görünüyor ama öyle değil. Asıl değerli olan sensin. O senin gibi mücevheri bulmuşken ipeklere sarması lazım. Sakın kendi değerini düşürme."

 

"Sana öyle oldu demek? Koynuna girdin diye babamı gözünde büyüttün, sonra pişman oldun? Beni doğurunca hayatın mahvoldu?"

 

"Hayır cicim, senin gibi bir evladım olduğu için hep şükrettim ama erkendi. Keşke seni beş sene sonra doğursaydım. Şevket'e kör gibi aşıktım o yüzden ne hissettiğini anlarım. Aşk gelip geçer kızım. Baban da ben de çok toyduk, onun bunun yanında çıraktık, beş kuruşumuz da kimsemiz de yoktu. Ben de hamile kalıp işi bırakınca sefil olduk."

 

"Anne Arca epey zengin, kazayla bebeğimiz olsa bile bakıcı tutarız. Ya da sen ne güne duruyorsun, torununa bakarsın, ben de hem okuyup hem çalışırım! Yoksa genç anneanne olmaktan mı korkuyorsun?"

 

"Meyil beni delirtme! Kaza falan olamaz! Bebeğiniz de olamaz! Daha 17 yaşındasın beni çıldırtma! Saçmalama! Zaten Arca gibi biriyle evlenme! Hiçbir zaman! Bak hayatını kısıtlamıyorum, benim gibisin, ne söylense aksini yaparsın üstelik kanın kaynıyor, fıkır fıkırsın, Batu olmadı bu oğlan, illa biriyle birlikte olacaktın. Kızlar ne kadar kısıtlanırsa o kadar belaya düşer. Üstelik erkekleri ne kadar az tanırsa o kadar yanlışı seçer. İlk gördüğün herife apışıp kalmayacak kadar güzel ve akıllısın. Yeteneklisin. Daha kimler kimler çıkacak karşına! Herifin imkanlarından faydalan, parasını çatır çatır ye, tecrübe kazan ama kendini kaptırma. Böyle adamlardan koca olmaz."

 

Meyil, her söylediği sanki ta ezelden aklına mıh gibi çakılı olan Sibel'in fikirleriyle aynı doğrultuda olmasına rağmen ona inadına, gıcıklığına hiç inanmadığı şeyler öne sürüyordu. Bebek falan Allah korusundu! Daha kendisi çocuktu! Her sevişmenin bebekle sonuçlanması taşra kafasıydı ve Meyil o taşraya fersah fersah uzaktı. Ölmekle bayılmayı karıştıracak değildi. Doğum kontrolü diye bir şey vardı ve sene 2020'ydi!

 

Ayağa fırlayıp gözlerini devirerek söylendi. "Konuştu, aşkoloji mühendisi! Ööööf! Anne yeter başımı şişirdin. Sonra konuşuruz, benim kulübe gitmem lazım orkestra gelecek, prova alacaz."

 

Sibel ters ters bakarak başıyla cam kapının ardındaki Arca'yı işaret etti. "Zengin herif buldun diye havaya girdin ama bu manyağa güvenme. Dikkatli ol, gözüm üstünde."

 

"Hı hıı evet. Hadi... Ayrıca o sadece zengin değil, güçlü ve beni seviyor! Yani havaya filan girmedim, ne yaşıyorsam hakettim."

 

Sibel gün görmüş ve bilmiş bir teslimiyetle başını sallayarak gülümsedi. "Keyfini sür canım kızım."

 

Sibel gidince Meyil mutfak masasının önündeki Fransız balkondan bahçeye bakmaya başladı, evin küçük bahçesi küçük ama düzenliydi, tam karşısında bir bonsai zeytin ağacı dikiliydi, çimlerin etrafı amber rengi led aydınlatmalarla bezeliydi, zeytinin altında ise yeşil led bahçeye hoş bir ambiyans sağlıyordu. Bahçedeki boş alanlara renkli saksılar alıp biraz çiçeklendirmeyi düşündü. Kendine ait bir evi olmuştu. Annesinin bile kararlarına müdahale edemeyeceği...

 

Arca arkasından sokulup sarıldı.

"Ne düşünüyorsun?"

 

"Mucize gibi."

 

"Mucize sensin sevgilim."

 

"İyi ki karşıma çıktın Arca. Ben... Ben, kaybolmak üzereydim."

 

"Şimdi de pek uğurlu bir yolda değilsin. İstediğin her şey oluyor ama hiç düşündün mü? Benim kim olduğumu hiç düşünüyor musun?"

 

Meyil kollarında ona döndü, yakışıklı yüzüne iç geçirerek baktı.

"Düşünmüyorum. Bir katilin ve adı çıkmış bir mahalle kuaförünün kızı olarak büyüdüm, beni hafife alma. Sen hiç bizim aynı olduğumuzu düşündün mü?"

 

"Düşünmeme gerek yok, görür görmez anladım."

 

"Sorun yok o halde."

 

"Sorun şu güzelim, sen temizsin. Ben değilim."

 

"Ama beni seviyorsun ve kirlenmemem için ancak senin gibi belayı bilen biri lazımdı. Beni koruyabilirsin çünkü ne yaptığını biliyorsun."

 

"Seni herkesten korurum. Kendimden? Bak orası için çok geç."

 

"Bana söz ver, bir gün başın büyük belaya girerse, benim iyiliğim için bile olsa beni kendinden uzak tutmayacaksın. Beni bırakmayacaksın?"

 

"Hayır."

 

"Arca!"

 

"Buna asla söz vermem. Ve gitmem gerekirse giderim. Elim, gözüm, kulağım üstünde olur, senin güvende olman için her şeyi yaparım. Ama belama ortak etmem."

 

"Öleyim daha iyi! Duydun mu? Çek vur daha iyi! Beni bırakırsan güvende olmayacağıma sana söz veriyorum! Elin gözün üstümde olurmuş! Eğer gidersen başımı her türlü belaya sokacağıma emin olabilirsin! Seni pişman etmek için ne gerekirse yaparım... Sen bana gelene veya beni yanına alana kadar! Anladın mı Adanalı?"

 

Arca ona güldü, ona göre nasılsa bela kelimesi herkesin kendi cürmü kadardı, Meyil en fazla ne bela açabilirdi ki? Bağırır, ağlar, camı çerçeveyi kırardı. Yine de meydan okumasındaki dik başlı tavrı çok hoşuna gidiyordu, aynı oldukları kadar denk olduklarını görmek de epey heyecan vericiydi. Kızı geçiştirmek için hı hı dedi. Konuyu kapatmak ve sevişmek istiyordu. Meyil de susunca onu öpücüklere boğdu. Ateşli öpücüklerine ara veren Meyil tuvalete gitmek istedi. Karnının altında bir sızı başlamıştı, tuvalette kendini kontrol ettiğinde regl olduğunu gördü. Sarılıp prova saati gelene kadar biraz daha uyudular. Gece yorucu geçmişti ve Sibel daha karga bokunu yemeden kapıya dayanmıştı.

 

...

 

Bir hafta sonra Ramazan bayramının üçüncü gecesi, cumartesi akşamı The Gulf'te Hakan Altun konseri vardı. Özgür ve Meyil ilk sanatçı olarak birlikte çıkacaklardı fakat Özgür boğaz enfeksiyonuna yakalanmış ve sesi kısıldığı için bu ünlü sanatçıdan önce sahne alma fırsatını kaçırmıştı. Orkestranın arasında saz çalmakla yetinmek gururuna dokunuyordu. Çok üzgündü ve kuliste hayıflanıp durarak Meyil'in de sinirini bozuyordu.

 

Biraz da içkiliydi ve kıza destek olacağı yerde, "Sen zaten torpillisin, patronun manitası peh! Kadın olarak doğmak varmış! Sahne hayatında erkeklerin sizin kadar şansı yok! Yanaş bir yapımcıya veya mekan sahibine, gel keyfim gel... İstediğin zaman izin kullan, istediğin sanatçının ası olarak çık... Oh kebap valla!" diyordu.

 

Meyil hali hazırda açılış gecesinde olduğu kadar heyecanlıydı. Gecede Körfez'in ünlü simaları olan işadamları, siyasetçiler, kalburüstü esnaflar, fenomenler ve fenomen geçinenler, ünlü bir menajer ve yapımcı dahil birçok önemli insan vardı. Günlerce prova yapmasına rağmen hala kendinden yeterince emin değildi. Özgür'ün sözleri kanına dokunuyordu. Elindeki sigarayı yere fırlatıp topuklu ayakkabısıyla ezdi ve adamın karşısına dikildi.

 

"Özgür Abi, büyüğümsün diye ses etmiyorum ama ayıp ediyorsun. Ne yanlışımı gördün?"

 

"Daha ne görücem kızım, Arca'yı kafaladın keyfince at koşturuyorsun, patroniçe oldun başımıza!"

 

"Hiç öyle bir talebim olmadı üstelik kimseye de saygısızlık etmedim, haddimi aşacak bir şey yapmadım. Herkesten çok prova yaptım bu gece için. Arca sevgilim olabilir ama böyle gecelerde bana torpil geçmez, aksine canıma okur biliyorsun. Bence sen içkiyi fazla kaçırdın, en iyisi konuşmayalım yoksa kalbini kırıcam."

 

Adam alaycı bir gülüş attı ve elindeki viski kadehini havaya kaldırdı.

"Kırarsın patroniçem ne demek, velinimetimin sevgilisi! Hah, sen kırmayacan da kim kıracak diiğ-mi ama?"

 

Meyil bu kinayeli sözlere sırtını dönüp giderken adamın arkasından söylendiği daha feci şeyleri duydu, duymaz olaydı.

 

"Bu yaşında kabadayıyla dost hayatı yaşa, sonra bize posta koy, şuna bak küçük sürtük!"

 

Kanı çekilircesine buz kesti, kapı aralığında donup kaldı ve anında gözyaşları süzülmeye başladı. Böylesi bir hakaret duymayı beklemiyordu. Yutkunarak ağır ağır döndü. Özgür ona hiç bakmadan içmeye devam etti.

 

"Sana abi dedim! Neden bana hakaret ediyorsun?"

 

"Ne dedim kızım, bir şey demedim, çekil git!"

 

"Ne dediğini duydum! Yüzüme söylesene?"

 

"Bir şey demedim Meyil, ekmeğimle oynama benim."

 

"Sen benim namusumla gururumla niye oynuyorsun? Arca'yla konuşucam yeter artık!" deyip koridora fırladı.

 

Özgür arkasından koşup onu durdurmak istediyse de Arca'nın üst kattaki ofisine giderken ağız dalaşına girdiklerini gören Nedim, Özgür'ü omzundan tutup kızın karşısından sertçe çekip sırtını duvara çarptı.

 

"Hop dedik! Noluyor?" derken Meyil'in ağladığını gördü ve Meyil iki adama aldırmadan hışımla Arca'nın odasına daldı.

 

Arca telefonla konuşurken kıza eliyle gel gel yaptı. Ağladığını farketmeden konuşmasını sürdürdü. Meyil ona yaklaşıp biraz bekledi, Özgür kapıya geldi. Arca bakışlarını sevgilisinin yüzüne çevirince telefonu derhal kapatıp ayağa fırladı.

 

"Noldu sana?"

 

Meyil hıçkırarak Özgür'ü işaret etti, "Bana hakaret etti! Arca dayanamıyorum lütfen onu burada daha fazla görmek istemiyorum! Ya ben, ya Özgür?"

 

Özgür nefretle çıkıştı, "Küçükhanım sen yanlış anladın? Ben koskoca adamım, çoluk çocuğum var, ne işim olur seninle? Arca, iftira atıyor!"

 

Arca dehşete düşmüş halde odanın ortasına yürüdü ve kendisinden bir baş kısa ve epey tıknaz adamı yakasından tuttu.

"Kapa çeneni!" deyip Meyil'e döndü, "Sana ne söyledi?" diye dişlerinin arasından hırladı.

 

"Alay etti, torpilli olduğumu söyledi, bu yaşta kabadayıya dost oldu küçük sürtük dedi!"

 

Özgür "Öyle demedim!" diye haykırdı. "Arca Allah belamı versin öyle demedim! Tüh sana, yaşınıza başınıza bakmadan önünüze gelene iftira atmak da moda oldu!"

 

"Yalancı şerefsiz bari yemin etme! Duydum işte niye yalan söyleyim?"

 

Arca inanamaz bakışlarla bir an Meyil'in ıslak gözlerine ve elinde debelenen adama baktı. Tek kelime etmeden Özgür'ün alnına kafayı çaktı. Adam yere yıkılınca bir kaç tekme de neresine geldiyse indirdi.

 

"Ulan seni parçalarım hayvan! Sen kimsin oğlum? Ne dedin bir de bana söyle bakayım? Söylesene ulan sik kırığı, sen kimsin?"

 

"Demedim Arca yemin ederim, yalan söylüyor!"

 

"Siktir ulan göt! Seni yediği kaba sıçan dürzü, ulan seni öldürürüm!"

 

Meyil odanın bir köşesinde zangır zangır titreyerek ağlıyordu, gözyaşlarına boğulmuş, makyajı bozulmuş, zaten azıcık olan cesareti de unufak olmuştu. Hıçkırarak kendini anlatmaya çalıştı.

 

"Ya niye yalan söyleyeyim, sen ne biçim adamsın? Bana konuştuğun gibi Arca'ya da konuşsana götün yiyorsa? Şişko domuz! Ben sana ne yaptım? Fesat pislik! Ancak güçsüz kadınlara borunuz öter ama şunu unutma, ben senin bildiğin kızlara benzemem! Seni bir daha görürsem gebertirim!"

 

Arca adamı yakasından tutup silkeledi, "Siktir git, belanı benden bulma! Orospu çocuğu! Nedim at şunu dışarı, yoksa elimde kalacak!"

 

"Arca bırak, değmez... Bırak gitsin."

 

Özgür kaçar gibi gittikten sonra Arca ve Meyil odada yalnız, soluk soluğa, hissiz ve sessiz dakikalar boyunca kalakaldılar. Aralarına Özgür'ün sözlerinde birçoklarının iç sesini cisimleştiren, kutsal saydıkları ve tek sığınakları belledikleri aşklarına gölge düşüren koyu bir karanlık yükseldi. Birinin bu sözleri söyleyeceği belliydi. Sözler gerçek değilse de ağırdı. Gayrimeşru aşklar ne kadar kalpteki yerinde saf ve temiz olsa da yine de gayrimeşruydu. Meyil, gözyaşlarını kurulamış fakat burnunu çekip duruyordu. Arca ise kahır yüklü bakışlarını yer karolarından birine dikmiş derin derin susuyordu.

 

Meyil çatlak bir sesle boğazını temizledi,

"Ben... Kulise gideyim..." dedi.

 

"Gel buraya." deyip Arca kollarını açtı. Meyil ona koşup sarıldı.

 

"Çok üzgünüm. Dayanamadım aşkım çok üstüme geldi. Bana her fırsatta mobbing yapıyor, daha fazla dayanamadım. Üzgünüm."

 

"Sen niye üzülüyorsun güneşim, o orospu çocuğu dua etsin onu gebertmedim! Çoluğuna çocuğuna şükretsin yoksa!"

 

"Arca tamam, kovdun işte. Başkasını buluruz."

 

"Bulmayız. Tek solistim sen olacaksın. Assolistim, kraliçem... Benim assolistime kimse tek laf edemez! Etmeye kalkanın kafasını koparırım! Bakele? Ağlamayacaksın! Hiçbir orospu çocuğunun densizliği için tek damla yaş dökmeyeceksin? Anladın mı? Seni üzeni lime lime ederim."

 

Meyil ağır ağır başını salladı ve Özgür'ü haklı çıkaracak duruma hiç istemeden düştüğü için kahroldu. Mağdur ve kurban psikolojisi çoğunlukla insanlara özlemini çektiği dramayı veriyordu. Onunla rekabet potasına hiç girmediği halde sanki onun suçuymuş gibi kovulmasına sebep olmuştu. Yok patroniçeymiş, yok kabadayının dostuymuş bilmem neymiş, sürtükmüş, işte dayanamamıştı. Dayanmak zorunda değildi! Arca sevgilisi olmasa da Meyil ona haddini bildirirdi, kendisi işsiz kalır yine de pabuç bırakmaz, o sözlerin altında kalmazdı.

 

Arca'nın sıcak göğsünde bir süre dinlenip sakinleşti, sonra kollarını boynuna dolayıp arzuyla yüzüne bakmaya başladı, dudaklarını işveli bir şekilde yaladı. En iyi kimyasalına ansızın susamıştı.

 

"Sakinleşemiyorum. Biraz yardımcı olur musun?"

 

"Hı?" deyip kızı ince belinden tek koluyla sararak göğsünü göğsüne yapıştırdı Arca. "Ne istiyorsun?" diye fısıldadı.

 

Meyil adamın bileğine uzanıp kol saatinin ekranını kendine çevirdi, sahneden önce biraz vakti vardı. Arca'nın ceketini usulca omuzlarından sıyırdı. Adamı gördüğü günden beri bir eroinman gibi onunla kendini avutuyor, ona kaçıyor, onda saklanıyor, onunla eğleşiyordu. Onda tattığı en uç zevklerle deli fişek bedenini bayıltana kadar zirvelere tırmanıyor ve oradan gerçek dünyaya hiç inmek istemiyordu. Kör kütük bir aşk ve haz bağımlısı olmuş, Arca'da ektiği filizlerin gölgesinde ona cariye olmaya soyunmuştu.

 

Meyil, adamın elini tutup eteğinin altına kaydırdı ve dudaklarına uzandı. "Avut beni."

 

Arca, kızın kendisine sunduğu tatlı dudaklarına uzandı ve onu kollarından bırakmadan geri geri iterek kapıya kadar sürükledi. Kendini bildi bileli şiddet ve adrenalini tahrik edici buluyordu. Zaten çok da tutarlı olmayan mantığının anahtarını çıt diye kapattı. Meyil'in sırtını kapıya yasladı ve kapıyı içeriden kilitledi. Tutkuyla öpüşmeye başladılar, kızın eteğini beline dek sıyırıp ayaküstü kucakladı ve aşağıda provaya başlayan orkestradan yükselen seslerin perdelediği gürültüyü kendi zevki için kullandı. Başladıkları ilk günkü gibi dünyayı birbirlerinin bedenleri uğruna terk ederek hırs ve coşkuyla birlikte oldular.

 

İşte şimdi Özgür bir kez daha haklı çıkmıştı. Tam bir sürtük gibi patronuyla her fırsatta, ayaküstü düzüşecek kadar pervasızdı. Bazen insanların ve şartların haksız tahriki, hedef gösterilene aklının ucundan dahi geçmeyecek eşikleri atlatıyor ve -işte istediğiniz oldu, nispetini yaptırıyordu. -İşte söylediğiniz gibi biriyim, hak ettiğiniz gibi... Küçük bir sürtük! Fakat sürtükler tehlikelidir beyefendi, dokunanı yakar!

 

 

Meyil, sahneye çıkmadan önce saçını ve makyajını düzeltmek için kulise geçerken etraftaki tüm çalışanların kendisine tuhaf yan bakışlarla baktığı u sandı ama üstünde durmadı.

 

Arca ise aşağı indi, müşteriler içeriye alınmaya başlamıştı. Kendileri Adanadayken Batuhan'ın her akşam müzik dinlemeye ve içmeye geldiğini duymuş ve -babasının paralarını bizde eziyor salak, demişti. Şimdi de ön masalardan birindeydi. Oğlanı görünce doğruca yanına seğirtti. Batuhan öfkeden köpürse de temkinli bir tavırla ayağa kalktı, dişlerini sıktı, tek kelime etmedi. Arca ona yaklaştı, lakayt bir tavırla,

 

"Naber?" deyip sırıttı.

 

"Meyil'i görmeye geldim."

 

"Görürsün. Oradan." deyip sahneyi işaret etti. Batuhan tam cevap vermek için ağzını açacakken Arca bir adım daha sokulup kulağına eğildi,

 

"Bakele! Gözlerini dikip ona bakarsan seni silahımla sikerim erkek orospulardan daha çok kan sıçarsın! Şimdi otur, edebinle dinle ve onunla kendi kendine vedalaş dostum. Bir daha da sakın gelme."

 

Feci sözleri kuru tehditler değildi fakat sesi çok sakin, yüz ifadesi çok tatlıydı. Batuhan kulaklarına kadar kızardı ve sıkmaktan çenesini kasılarak zangır zangır titredi. Arca başka bir şey söylemeden elini onun omzuna bastırdı ve genç adamı sandalyesine oturtana kadar bastırdı. Önündeki kadehe uzandı, alıp bir yudum içti.

 

"Sen görmeyeli neler oldu bir bilsen... Anlatamam ki, delikanlılığa sığmaz dimi? Anlaman gereken tek şey şu Batuhan Karadeniz: Meyil, BENİM! Benim! Be-nim!" deyip gitti.

 

Batuhan onun ardından kadehinde kalan rakı kadehine elinin tersiyle vurup yere attı. Kendisine dönem bakışlara "Yanlışlıkla oldu!" derken soğukkanlıydı. Garsondan yeni bir kadeh getirmesini isterken Meyil sahneye çıkıyordu. Kızın önünden geçişini izlerken nefesi kesildi, göz kapakları biber gazı değmiş gibi yanmaya başladı. Sert sert yutkunmaya çalıştı.

 

Meyil henüz ortada yokken şarkının giriş müziği çalmaya başlamıştı, yoğun, sarsıcı bir keman solosunda elinde mikrofonuyla kulisten koridora çıktığında 'Değmeyin, feryadıma' diye çınlayan berrak sesi yükseldi.

 

Beyaz renk pul payet ve cam boncuk işlemeli, mini elbisesinin içinde kusursuz güzelliği ve uzun kararlı adımlarla şarkıyı okumaya başladı, L şeklindeki uzun arka koridoru dönüp seyircinin önünden geçerek sahneye çıktı. Sesiyle herkesin, güzelliğiyle erkeklerin, yıldız aurasıyla kadınların aklını başından aldı ve rüzgar gibi esip geçeceğini ilk notalarda daha belli etti.

 

Değmeyin feryadıma

Figanıma değmeyin

Eğer sevda bu demekse

Ben vazgeçtim beni sevmeyin

 

Garipliğim kader değil

Geçici gülmeyin

Bu kış da efkarlıyım

Bahara Allah kerim

 

Hadi yüreğim ha gayret

Hele sıkı dur hele sabret

Başını eğme dik tut

Bu bir rüyaydı farzet

 

Arca masaların en arkasında ayakta dikilirken elleri kumaş pantolonunun ceplerindeydi ve gözlerindeki büyülenmiştik ifadesi herkesten daha keskindi. Sağında İstanbuldan gelen bir aranjör, solunda ise piyasanın en ünlü menajerlerinden birisi vardı. Kız daha ortada yokken sesini duyar duymaz adamlardan biri ağzı açık kalmıştı, hele Meyil'i görünce dakikalarca çenesini kapatamadı. Meyil, sahnede güneş fırtınası gibi alev alev parlarken iki erkek, Arca'ya aynı ifadeyle baktılar. Derhal albüm sözleşmesi istiyorlardı.

 

 

*****

 

 

 

 

 

Loading...
0%