Yeni Üyelik
24.
Bölüm
@selinsafak

 

 

Arca, Ferman ile görüşmeye giderken şoförlü aracının arka koltuğunda oturmuş şimdiden özlediği memleketini düşünüyordu. O yıl bahar mevsiminin güzelliğini kaçırmıştı. Narenciye bahçelerinden yayılan çiçek kokularını ve Kozan Kalesinin karşısındaki tepelerin yamaçlarında açan yabani zakkumların kartpostalları kıskandıran pembeliğini anımsarken gelecek yıl, Meyil'i baharda oralara götürmeyi aklına yazdı.

 

Allah'ın, Akdenizliye bir lütfu olarak dağda bayırda kendiliğinden yetişen pembe yoğun çiçekleriyle göz alan zakkum bitkisinin, çiçeğinden köküne kadar her parçasının zehirli oluşu ise ona göre tuhaf bir ironiydi. Zıkkımın kökünü ye, deyimi de bu güzel çiçeklerin zehirli oluşundan geliyordu. Yenilmesi teklif edildiğinde hakaret sayılacak şeylerde boktan bile daha ön sırada yer alıyordu.

 

Ferman'ın Şile'deki yazlık evinde buluştular, Arca adamın kendisine başlarda köpek çeken tavrının değiştiğini çoktan farketmişti, kulübün açılışından önce onun Arzu Mercan isimli, karanlık bağlantıları olan namı diğer 'Hanımefendinin' oğlu olduğunu öğrenmişti. Yasin ile bir telefon konuşmalarında genç adamdan dert yanarken Yasin ona,

"O horozlandığın serseri seni üçe katlar beşe böler çarpım tablosunu tersten okutur dikkat et: ha arkasında kimin olduğunu da bilsen iyi olur." Demişti.

 

"Sen varsın gardaşım ama herhalde o küçük psikopatı bana yeğ tutmayacaksın."

 

"Aile adımıza kim daha çok fayda sağlıyorsa ben onu yeğ tutarım o ayrı. Fakat Arzu Mercan adını bilirsin."

 

Ferman bu ismi duyunca bülbül gibi şakıdı. "Rus Baron Vladimir Volvakov'un Türk karısı, şu hanımefendi?"

 

"Heye ağabeyim, o hanımefendi, bizim Aco'nun anası. Şu aralar dargınlar ama sen yine de dikkat et."

 

Ferman bir sonraki buluşmada Arca'yı şirketine davet etmişti, onunla bir daha merdiven altı izbe depolarda ayaküstü görüşmemeye ve ona terslenmemeye dikkat ediyordu. Yazlık evin bahçesinde de mangal başında yemek yerlerken Arca içinden, ye kürküm ye diye düşünüyordu.

 

Bir süre siyaset konuştular. Belediye seçimleri öncesinde eski belediye ekibinin parselizasyon ve imar yolsuzlukları hız kazanmıştı. Gitmeden önce ne koparsak kardır diye düşünerek belediyenin tüm kasalarını boşaltıyor, sosyal yardımlaşma için gelen yüksek meblağları kendi propaganda çalışmalarında harcıyor, belediye kadrolarına önüne geleni işe alıyorlardı. Mevcut yönetim ile aynı partiden olan Mehmet Karadeniz'in seçilmesi halinde it iti ısırmayacağı için yaptıklarının yanlarına kar kalacağını düşünüyorlardı.

 

Ferman kendi özel hayatında kaba saba, maço ve soğukkanlı bir adam olmasına rağmen siyaset kürsüsünde iyi bir hatibe dönüşüyor ve eline mikrofon aldığı anda Adana şivesinden de, öz kimliğinden de sıyrılıyordu. Mahalle mitinglerinde halka, belediyede dönen yolsuzlukları anlatmış ve seçilirse hepsini dava edeceğini söyleyerek oy istemişti. Karşı hamle olarak Mehmet Karadeniz ve bağımsız aday olan ikinci rakibi de ona önce kendi mafya bağlantılarını halka açıklamasını, tersanelerde dönen uyuşturucu ticaretinin kilit ismi olduğunu öne sürmüştü. Şimdi Ferman'ın bir şey daha yapması gerekiyordu. Mehmet'in salak oğlunun çıkardığı rezalet etkili olsa da çabuk unutulmuştu.

 

Arca düşünceli bir ifadeyle sakallarını ovuşturup sustu. Ferman, Mehmet'in inşaat şirketleriyle ilgili bildiği her şeyi sayıp döküyor ama hiçbir delil gösteremiyordu. Adam, Ankara'dan korunuyordu.

 

"Mehmet'in oğlundan daha çok iş çıkar ama insanlar takmıyür Beyim. Kendisine ulaşmak gerek."

 

"Yok mu bir kırığı falan? Onun çevresindekilerin hepsi zampara, kumarbaz şeytanlar! İki yıl önce Mehmet'in kuzeni, bir okul müdüresiyle basıldı. İkisi de evliydi, uzun süredir swinger partileri felan yapılıyormuş. Yer yerinden oynadı, ikisi de boşandı. Kadın özel bir okul yönetiyordu, kovuldu gitti. Öyle bir şey olsa!"

 

"Böyle küçük ilçelerde böyle kodaman adamlar nedense basit orospularla takılmiyür, neden Beyim?"

 

"Neden olacak? Mehmet gibi adamlar öyle basit fahişelerin evine varana kadar yolda haberi düşüyor! Ama böyle evli, çocuklu, makam sahibi kadınlar işi gizli yürütüyor ki adamın da böylesi işine geliyor. Gizli kamera derdi yok, pezevenk haracı yok, şantaj yok, orospunun piyasaya prim yapmak için dedikodu çıkarması yok! Anlıyün mü?"

 

Arca başını ağır ağır salladı, beklediği cevabı almıştı. "Çok iyi anladım." Dedi. Bir sigara içip dumanını havaya üfledi. "Sizin alemde nasıl deniyür, kurumsal çevresine bir bakak? Herifçioğlunun doktoru, hemşiresi, avukatı, sekreteri, bankacısı, çocuklarının öğretmeni... Bir şey çıkarsa bunlardan çıkar."

 

Ferman kaşlarını çatıp anlaşılmaz homurtular çıkararak düşündü, parmaklarını şıklattı. "Bir mimarı var!" diye haykırdı.

 

Sonra birkaç yıl önce Mehmet'in inşaat şirketinde işe başlayan genç ve alımlı kadın mimardan söz etmeye başladı. Kadın evliydi, kocasının sigorta şirketi vardı, Mehmet ile aynı sitede yazlıkları vardı ve ailecek görüşüyorlardı. Arca, isimleri ve adresleri telefonuna not etti.

 

"Bakalım ona." deyip müsade istedi.

 

Ferman, ailesinin de geleceği akşam yemeğine kalması için ısrar ettiyse de Arca yerinden kalktı. Adama önemsiz bir şey söylermiş gibi nispet yaparak

 

"Ferman Ağam, seni kırmak istemem yanlış anlama, aile meselesi olmasa kalırdım. Hatta Meyil'i de alırdım ama başka zaman inşallah." diyerek ağzını yokladı.

 

"Hayırdır koçum?"

 

"Bizim valide buralarda... Uzun zamandır görüşemiyoruz o yüzden şimdi onu ekmek olmaz." diye mahcup bir ifadeyle hatta utanır sıkılırmış gibi yere bakarak ekledi.

 

Ferman hemen coşkuyla abartılı bir karşılık verdi. "Haa! Tabi tabi valide deyince akan sular durur koçum benim. Selamlar hürmetler hanımefendiye..."

 

"Aleyküm selam." derken Ferman'ın tavır değişikliğinin sebebinin kesinlikle Arzu olduğuna, hanımefendi vurgusundan iyice emin oldu. Ye kürküm ye diye içinden söylendi.

...

 

 

Meyil'e asırlar gibi gelen hayatının dönüm noktasını yaşadığı haftalar sonra Ece ile buluşmak, eskiye, tanıdığına, bildiğine, kendini bulduğuna dönmek tuhaf bir huzursuzluk hissi yaşatmıştı. Sanki artık o eski Meyil olmak istemediği için eski hayatına ait ne varsa göresi yoktu. Ece'yi görür görmez gözyaşları süzülecek kadar çok özlemişti fakat onunla geçirdiği seneleri özlememişti. Oysa zamanın çok daha hızlı akmaya başladığı olgunlaşma yıllarına erişmişlerdi. İkisi de görüşmeyeli çok değişmişti. Biri madden, biri manen... Biri fiziken, biri zihnen...

 

Meyil, arkadaşına anlatacak çok şeyi, ne çok şeyi, öyle çok şeyi olduğu halde kızı karşısında görünce bir kahkaha attı ve onun da hayatının kendisi gibi sürreal bir tabloya dönüştüğünü anladı. Değişimlerine aklın kontrolünden uzaklaşan bir şuur akışı, rastlantıya bağlı ruh durumları, düzensiz hayallerin ve rüyaların eşlik ettiği anlık, fevri kararlar hakimdi.

 

Okullar kapanır kapanmaz Ece, annesinin çalıştığı hastaneye yatmış ve birkaç estetik operasyonu birden geçirmiş bambaşka biri olmuştu. Demek görüntülü görüşmek istememesinin sebebi buydu. Kankim sana sürprizim var, deyip kıkırdayıp durmuştu. Burun estetiği, kepçe kulak estetiği, çene ucu ve dudak dolgusu yaptırmıştı. Burnunun üzerinde hala bir bandaj vardı ve gözlerinin altında iyileşmeye başlayan hafif sarı yeşil çürükler göze çarpıyordu.

 

"Nasıl olmuşum doğru söyle?" diye hevesle sorup duruyordu.

 

Meyil, arkadaşının estetik yaptırmaya çok meraklı olduğunu ve sürekli araştırmalar yaptığını biliyordu ama bu kadar çabuk olmasını beklemiyordu.

 

"Çook güzel olmuş kankim! Hii şu burna bak, efso! Bayıldım lan! Ay çok değişmişsin."

 

"Kendall Jenner'a benzemişsin diyorlar. Gözlerim büyük ya, şurdan çektirince bi benzedim sanki. Zaten o kızın her yeri estetikli ama doğallığını bozmadan yani ameliyat harikası!"

 

Meyil kankisinden gözlerini alamıyor ve onun yeni görünüşünden duyduğu mutluluğu içtenlikle paylaşıyordu. Sonuçta hep istediği bir şeyi yapmıştı. Ece ona uzun uzun ameliyat sürecini anlattı, canının acıyıp acımadığını, doktora ne kadar ödediğini, tam olarak ne zaman iyileşeceğini saydı döktü. Sonra da,

 

"Herkes senin kadar şanslı genetiğe sahip değil aşko, neyse ki estetik cerrahi var!" deyip bir kahkaha daha attı.

 

Meyil gülerek alnını ovuşturdu. "Ben de şuralara botoks yaptırayım diyorum. Cildim çok kuru o yüzden kırışıyor baksana. Ne kadar erken başlarsam o kadar iyi, çizgiler yerleşmezmiş."

 

"Olur kankim sana baby botoks yeter. Annem on yıldır düzenli yaptırıyor, bak hiç kırışığı yok artık botoksu bitse bile çizgileri görünmüyor."

 

"Annenin cildi harika! Ee babanı nasıl ikna ettin?"

 

"Şantajla!"

 

"Nee? Yuh! Nasıl?"

 

"Sana annemi aldatıyor galiba demiştim dimi? Yakaladım! Kimseye anlatmamam için sus payı olarak ne istersem yapıyor."

 

"Hadi ya of, şerefsiz! Üzüldüm kankim..."

 

"Şerefsizin hastanede götürmediği sekreter kalmamış. Gerçi annem biliyor. O da ayrı mevzu..."

 

"Bildiğini nereden biliyorsun?"

 

"Ben ameliyattan çıkınca narkozdan uyanırken ağzıma ne gelirse söylemişim. Annem ayılınca bu konuyu şimdilik kapatmamı, boşanmak için beklediği bir şeyler olduğunu söyledi. Anneannemin, Antalya'da müteahhite verdiği bir arsası var, oradan bir daire alınca babama boşanma davası açacak ve Antalya'ya taşınıcaz. Zaten ben de üniversiteye Kıbrıs'a gidicem."

 

"Karar verdin mi?"

 

"Yani annem hemşirelik okumamı istiyor ama ben öyle nöbeti filan olan işte çalışamam. Diyetisyenlikte karar verdik. Yani illa sağlık sektörü olacak, benim için en uygunu o."

 

"Harika kankim, yaparsın sen. Hem sosyal medyayı da iyi kullanıyorsun, bloğunla beraber çok iyi yerlere gelirsin."

 

"Okulda sen yokken ne bok yiyecem peki? Ben de o lanet koleje gitmek istemiyorum. Sensiz okul da yere batsın! Allah'tan Batular mezun oldu, zorbalayacak kimse kalmadı. Tipi de düzelttim..."

 

Meyil, "Ben hep yanındayım." dedi.

 

Ece geçirdiği ameliyat ve dolgu sürecinin tamamını videoya çektiğini, güzelce editleyip bloğunda paylaşacağını ekledi. Meyil'e videolar ve fotoğraflarından bazı kesitler gösterdi. Burun ameliyatının ilk gününde oluşan şişlik, morluk ve yüzündeki bandajları gören Meyil dehşete düştüyse de Ece'nin keyfini bozmamak için şakaya vurdu. Karadenizli ebeveynlerine rağmen güzel bir burna sahip olduğu için şükretti. Herhalde bu tarz bir cerrahi işleme asla cesaret edemezdi.

 

Ece nihayet kendi değişiminden yeterince bahsettikten sonra Meyil'in hayatıyla ilgili konuşmaya karar verdi. "Ee hep benden bahsettik. Sen anlat. Ya da vazgeçtim anlatma... Siz aştınız ama ben Batuhanla ayrılığınızı hala aşamadım kankim. Arca şahane bir manita ama iş ciddiye binince ben bir tırstım. Ama sen mutluysan... Go girl! Yürü be kızım kim tutar seni!"

 

Meyil, neşeyle aldığı albüm teklifini anlattı. Arca, The Gulf'te düzenlediği konserler sayesinde yavaş yavaş müzik dünyasının ünlü menajerleri ile tanışıyor ve piyasaya bir yoklama çekiyordu. Şimdilik böyle devam edeceklerdi ve üniversite sınavının sonucuna göre kararı kendisi verecekti. Meyil albüm yapmaya ve sahneye çıkmaya kararlıydı. Sadece gelecek yıl sınava çalışmak için albüm işini biraz ertelemesi gerekiyordu. Okulu ve işi aynı anda yürütebilmek için İstanbul'da bir üniversite kazanması ise en büyük handikabıydı. İstanbuldaki devlet üniversitelerinin hukuk puanları çok yüksekti. Bütün kış ineklemesi ve sıralamada ilk beş bine girecek Türkçe-Matematik neti yapması gerekiyordu.

 

Ece ona "Sen yaparsın bebem zaten okula gelmeyecen, dershaneye asıl. Olmadı özel üniversitede başlarsın." diye gaz verdi.

 

Meyil, Arca'nın maddi desteği ile daha önce hiç düşünmediği, düşünemediği özel üniversite fikrini de düşünüp iyi okulları araştırmaya başlamıştı. Ücretler çok yüksekti ama belki belli bir burs oranıyla halledilebilirdi. Sonra üniversiteye yerleştikten sonra kendisini kamçılayacak bir şey olması da gerekiyordu. Mecburiyetleri ve çaresizliğinin getirdiği girişimlerle geldiği noktaya ulaşmıştı, sahne hayatına atılmış ve kendine olan güvenini kazanmıştı.

 

Okul ücretini ödemek için daha çok çalışması gerekeceğinden daha yaratıcı ve daha cesur davranabilirdi. Aksi halde kararsızlıklar silsilesinde zamanını boşa geçirir ve potansiyelini ortaya koyamazdı. Kendisini şimdiden iyi tanıyordu, zora gelmeden disipline girecek bir yapıda değildi. Ev kadınlarının son dakikada haber veren misafirler gelmeden önce, günlerdir halledemediği evi derleyip toparlama işini bir saatte bal dök yala şeklinde halledivermesi gibi fişekleyici bir motivasyona ihtiyaç duyuyordu.

 

Ece ile buluşup konuşmak, zihninde uzun zamandır sessize aldığı hayati fakat verilmesi en zor kararlarının üstünden geçmek için iyi bir fikir vermişti. Yaşıtı, dengi, kendisini tanıyan ve ne olursa olsun destekleyen bir arkadaşının varlığı onlarca yetişkinin anlayışsız emrivakilerine ve üstten buyruklarına bedeldi.

 

Annesi ona rehberlik edecek vizyona sahip değildi, ders çalışmasını söylemekten başka bir fikir veremiyordu. Arca, benim avukatım olursun diye takılıyor ve ne isterse yapabileceğini söyleyerek çok geniş davranıyordu. Laf arasında zaten kendisinin de Körfezde geçici bir iş için bulunduğunu ve Ekim sonunda işinin biteceğini söylemişti. Neden Ekim demişti, bunu sormayı düşünmemişti, Ekimde ne olacaktı da Arca'nın Körfezde işi bitecekti? Omuz silkerek konuyu kendi zihninde kapattı.

 

...

 

Batuhan, The Gulf isimli Allah'ın belası mekanda olay çıkarıp karakolluk olduktan, babasından fena bir dayak yedikten ve uzun süre ev hapsi cezasından sonra kendi iyiliği için aklını başına toplamaya karar veren her evlat gibi babasından özür diledi. Seçim çalışmalarına zarar verdiği için çok pişman olduğunu ve durumu düzeltmek için elinden geleni yapacağını söyledi.

 

Mehmet, oğlunu birkaç gün gözlemledikten sonra karısı Sevgi ve sağ kolu Rıfat'ın isteğiyle Batuhan'ı, bir akşam seçim ofisine götürdü. Amacı, kol kırılır yen içinde kalır mesajı verirken aile birliğinin sarsılmadığını göstermekti. Elbette parti çevresindeki herkes genç adamı saygılı bir sevencenlikle karşıladı.

 

Batuhan'ın parti içindeki görüntülerinin, ilk kez oy kullanacak olan genç seçmen önünde olumlu bir imaj çizeceğini söyleyip oğlanı pohpohladılar, partinin gençlik kollarında aktif çalışmaya davet ettiler. Batuhan da babasını izleyerek edindiği vatansever portresi ve ağzı laf yapan karizması ile ortama çabucak uyum sağladı. Babası ve annesiyle akşamları bazı mahalle toplantılarına katıldı, insanlarla el sıkışıp sohbet etti, dertlerini ve isteklerini dinledi, babasının ağzıyla vaatler vermekten bile geri durmadı.

 

İşte siyasetçi bir babanın, dibine düşen toy armudu olarak kendi hayatının en önemli meselesini çözme veya kafasına koyduğu intikamı, bu kez legal yollarla halletme planını böylelikle devreye soktu.

 

...

 

Yasin, Ferman ve Tarık Tanrıöver kardeşler, Temmuz ortasında İstanbul'da, büyük ablalarının kızının düğünü için bir araya geldi. Riva'da ormanın içinde yer alan ve Boğaz'ı tepeden gören bir butik otelin kır bahçesinde yapılan düğüne Arca da davetliydi, davetiye çift kişilik olduğu ve aile masaları düzenlendiği için Meyil ile birlikte gitti. Az sayıda davetlinin tamamı, Tanrıöver ailesinin üyeleri ve çok yakın dostlarından oluşuyordu. Girişte, içeride kayıt alınmaması için davetlilerin cep telefonlarına kilitli poşetler geçirilip kameralarının üzeri bantla kapatılmıştı. Çok sayıda silahlı güvenlik görevlisi çevreyi ablukaya almıştı. Düğüne, aile ve davetliler hariç kuş uçurtulmuyordu.

 

Meyil, Arca ile ilk kez onun iş çevresine dahil olacağı için heyecanlıydı. Daha önce bu kadar sıkı güvenlik önlemi alınmış bir düğün görmemişti. Doğrusu daha önce hiç bu kadar zengin düğünü de görmüş değildi. Etrafa şaşkın ve masum bakışlar atmaktan kendini alamıyor, oturduğu yerden hiç kalkmadan sakince yemeğini yiyordu. Gelin ve damat, kapıda misafirlerini karşılarken klasik müzik dinletisi yapan orkestraya kulak verdi. Arca ile müzik ve müzisyenler hakkında sohbet ettiler.

 

Meyil, müzisyenlerin bej rengi keten pantolonlar üzerine, açık pembe gömlek, lacivert pantolon askısı ve rengarenk papyonlar kuşanmış görünümünü çok beğendiğini söyledi.

 

Arca alay etti, "Karnaval çalgıcılarına benzemişler."

 

"Bence biz de deneyelim. Hoş olur."

 

"Bizim ekip yaşlı gülüm, maymuna dönerler!"

 

Gülüştüler. Meyil hayranlık dolu bakışlarla kemancıya bakıp iç geçirdi.

 

"Ben de keman çalmak istiyorum aslında. Babam çok iyi çalardı, bazen rüyamda hala onun çalışını duyuyorum."

 

"Sana keman alayım."

 

"Ben alırım sağ ol. Bir kursa gitmem lazım. Aslında bizim müzik öğretmeni evinde kurs veriyordu. Hakan Hocaya bir sorsam?"

 

"Evinde? Cık... Olmaz."

 

"Neden Arca?"

 

"Gelsin, kulüpte ders versin. Gözümün önünde!"

 

Meyil, sevgilisinin kıskançlığından hoşlandıysa da onu şımartmadı, gözlerini devirerek yüzünü astı. "Amaan sen de!" dedi.

 

Adana ve Gaziantep kökenli olmalarına rağmen yıllardır İstanbul'da yaşayan ailelerin, benzer mavi yakalı işler yapan çocuklarının nikahını önemli bir siyasetçi kıydı. Uzun, sıkıcı bir konuşma yaptı. Gelin ve damat yabancı müzik eşliğinde, farklı olmak adına modern ve oldukça garip danslar yaparak nikah masasının önünde kendi kendilerini kutladılar. Yakın arkadaşları oldukları belli olan bir grup genç kadın ve erkek, çiftin neşesine yapmacık çığlıklar atıp her şeyi abartılı bir tavırla alkışlayarak eşlik ederken görünüşte neşeli olsalar da tavırları sahici olmaktan çok uzaktı. Bir anda ortaya çıkan rengarenk, kocaman, plastik güneş gözlükleri takıp garip ve uçuk kaçık danslarına devam ettiler. Kadınların -hüüüüyuuuu nidalarıyla gelin ve damadın her hareketine tezahürat yapmasını garipseyen Meyil, Arca'nın kolunu sıkarak kulağına fısıldadı.

 

"Zengin düğünü de amma kasıntı oluyormuş ha! Manyak manyak hareketler!"

 

Arca onu başını sallayarak onayladı ve yüzünde alaycı bir ifadeyle, "Çığlıklarından kulak zarım patladı ulan. Ne zevzeklik!" diye katıldı.

 

"Sanki birazdan kendilerini kıra kıra Erik Dalı oynayıp halay çekmeyecekler, şu hareketlere bak..."

 

Tam da söyledikleri gibi oldu. Yemek esnasında hoş bir keman resitali ile başlayıp nikahta Latin danslarıyla devam eden düğün, aile büyüklerinin ortaya çıkmasıyla önce yarım saat süren bolca tepinmeli güneydoğu yöresel halayı, sonrasında çiftetelli, Ankara havası ve gecenin sonuna doğru zincirinden boşanmışçasına döktürülen roman havalarıyla devam etti. Ordövr tabağı ile başlayan ziyafet; ara sıcak, bilmem ne yatağında servis edilen kırmızı etten oluşan ana yemek, meyve ve tatlı ikramı ve su gibi akan alkol eşliğinde sürerken saat neredeyse gece yarısı olmasına rağmen Meyil yerinden hiç kalkmamıştı.

 

Arca ile dansa bile çıkmamışlardı. Birkaç kez sıkıldığını söyleyip eve dönmek istediğini söylese de Arca, düğün bitene kadar kalması gerektiğini söyleyince genç kız da oynamayı hiç beceremediği halde yine hüüüyuuu çığlıklarıyla ortalarda kendini kıran genç sosyetikleri alaycı gözlerle seyretmeye dönmüştü. Biraz da gelini kıskanmıştı. Besbelli üzerine titreyen zengin ve sahiplenici anne babasının ilgisinden sıkılıyordu. Gelinliği kim bilir hangi tasarımcının elinden çıkmıştı, sırf özgün olsun diye bedenine hiç uymayan bir kesime sahip olsa da pahalılığı göz çıkarıyordu. Kocası ve kocasının ailesi, kızın ailesine karşı saygılı ve mahcup tavırlar sergiliyor, muhtemelen varlıklı bir aileden gelen genç kadının ağzının içine bakıyorlardı.

 

Ferman, epeyce içkili olduğu gecenin son saatlerinde bir aralık Nedim ile bir ağaç altında sigara içerken adama o sırada tuvalete gitmek için ilk kez masasından kalkan Meyil'i sordu. Genç kız, üzerinde sade ve şık siyah elbisesi, düz fönlü sarı saçları ve ışıltılı hafif makyajı ile her zamanki gibi peri kızlarını kıskandırıyordu. Ferman, erkeksi bir arzuyla yüklü bakışlarını, Meyil gözden kaybolana kadar peşinde gezdirdi.

 

"Arca'nın hevesi geçtiyse şarkıcı kıza takılacağım, çok deli güzel bir şey! Çok hoşuma gidiyor."

 

Soğukkanlı bir adam olan Nedim panikledi. Ferman, 47 yaşındaydı, evli ve üç çocukluydu üstelik Meyil'in babasından bile yaşlıydı, kendinde böyle bir hakkı görebilmesi iğrençti. İşte Arca'nın hayatına bir kadın alması, beklediği ilk krizi çıkarmak üzereydi. Bu genç yaşında henüz işinin getirdiği riskleri aşmamış, kendi kabuğunu kırmamış, mensubu olduğu dünyanın bazı şartlarını yenmemişken... Nedim'e göre ciddi bir ilişkiye başlaması çok yanlıştı! Batuhan Karadeniz olayını saymazsa, ilk büyük kaos geliyordu.

 

Burnundan soluyarak adama kafa atacak gibi yüzüne yaklaştı,

"Ferman Bey, ağzından çıkanı kulağın duysun! Arca, Meyil Hanımı memlekete götürdü, anasının babasının elini öptürdü, yüzük taktı. Yani heves değil, sen de o hevesini geldiği yere sok. Gebertir seni!"

 

Ferman lakayıt ve erkeksi bir gülüşle karşılık verdi, rakısını yudumladı, ağzını çalkalar gibi yaptı.

"Hemen bozulma be Nedim, ciddi olduğunu bilmiyordum, öyleyse gelinimiz dünya ahret bacımızdır." dedi.

 

Nedim, tilki kulaklarını dikip yarasa bakışlarıyla her an etrafı kolaçan eden ifadesiyle sessizce burnundan soludu.

 

Ferman yarı sarhoş sesiyle, yüksek müzik sesinden kendini duyurabilmek için adama sokuldu,

"Aco'nun annesi mi geldi? Duymadık."

 

"Arzu sessiz hareket eder, bilirsin."

 

"Bilmiyordum, Hanımefendinin oğlu olduğunu yeni öğrendim. Yüzük taktı demek ha? Peyami, bu işe çok bozulacak."

 

"Onu da gardaşın Tarık'a sor beyim. Sen seçim işleriyle ilgilenirken Adana'da çok şey oldu."

 

Geniş kır bahçesinin başka bir köşesinde ise çakırkeyif genç erkekler arasında başka bir karı kız muhabbeti dönüyordu. Kadirli Beyi Peyami'nin torunu Sude ile tanışan Tarık, kızla aralarında olanları Arca'ya anlatıyordu.

 

"Güzel kız, akıllı, tatlı ama ben onu karı diye nikahıma almam gardaş."

 

"Niye ki bir yamuğunu mu gördün?"

 

"Hatun baştan başa yamuk be Aco'm! Nerde akşam orda sabah takılıyoruz iyi hoş da! Zillinin teki, İzmir'de yemediği yarak kalmamış. Sonra ben biseksüelim felan diyor, şoklarım şaştı kitabıma! Dedim, o nasıl şey? Kadın, erkek, travesti, grup murup baya tecrübeli! Lan bide bana zampara derler, ben en azından tek eşliyim, ar damarım çatlamamış, çok stabil yaşıyürmüşüm onu anladım! Peyami, motor torununa koca moca bulamaz. Sude zaten evlenmez, yurtdışında yaşamak istiyür."

 

Arca iri gözlerini kısarak bir süre düşündü, Tarık'a bakıp bir kahkaha attı,

"Öyle mi söyledi?" dedi.

 

"Kafası güzelken anlattı."

 

"İnandın mı sen de?"

 

Tarık midesine kurşun yemiş gibi sarsıldı, haykırarak,

"Ha siktir! Hatun maytap mı geçti benle oğluum!"

 

"Salak, evlenmemek için sana hikaye anlatmış, sen de yutmuşsun. Öyle bir kız değil, ben bir ara soruşturdum zaten Peyami'nin adamları sürekli peşinde, öyle yollu işlere kalkışsa Peyami o kızı kıtır kıtır keser. Ama hayal gücü zenginmiş, bak orasını bilemem." deyip kahkahalarla gülerek Tarık'ı yaşadığı buzlu su şoku ile baş başa bırakıp yanından ayrıldı.

 

Tarık, güçlü bir ailenin tek mirasçısı konumundaki yeni sevgilisi Sude'yi daha iyi tanımaya ve adamlarına takip ettirmeye karar verdi. Aslında kızdan çok hoşlanmıştı, eğlenceliydi, kıvrak zekalıydı. Tarık yaşı ve tecrübesiyle öyle gün görmemiş, gözü açılmamış kızlarla anlaşacak bir adam değildi. Bekaret takıntısı da yoktu ancak evlendikten sonra eşine sadık kalmak ve kendisine sadık olmasını isterdi. Artık çocuk sahibi olmak da istiyordu. Eğer Arca'nın söyledikleri doğruysa Sude'yi başını kapatmaya ve kendisiyle İstanbul'da yaşamaya ikna etmeye çalışacaktı.

 

O sırada Meyil, tuvaletten dönmüş ve kendisini bekleyen Arca'ya gülümseyerek kendisine uzattığı koluna girmişti. Tarık'a başıyla selam verdi ve Arca'nın kendilerini tanıştırmamasına biraz bozuldu, birlikte masaya döndüler. Zaten gecenin başından sonuna dek kimseyle tanıştırılmamıştı. Sevgilisi aynı Adana'da yaptığı gibi elini bile tutmamış, yakın davranmamış, onu dansa kaldırmamıştı, bütün gece seviyeli bir resmiyetle kös kös yan yana oturmuşlardı.

 

Yine de kuvvetli hisleri genç kıza, bazı karanlık gözlerin üzerlerinde olduğunu hissettiriyordu. Bunlar öyle gizemli ve sorgulayan gözlerdi ki maksatlarını düşünmek bile tüylerini ürpertiyordu. Bu çevredeki insanların hiçbirini tanımıyor ve tanımak istemiyordu. Bir daha ne olursa olsun Arca ile onun iş çevresine girmemeye karar verdi. Arca onu her neyden korumak istiyorsa haklı olabilirdi, öyleyse kendi kendini korumak için daha temkinli olmalıydı. Meyil'in bildiği ve becerebileceği en iyi korunma yöntemi ise onun çevresine hiç girmemekti. Daha fazlasına aklı ermiyordu.

 

*****

 

 

 

 

 

Loading...
0%