Yeni Üyelik
26.
Bölüm
@selinsafak

 

 

Sıcak bir Temmuz sonu, sıradan bir perşembe öğleden sonrasında, The Gulf'ün sigara içilen camekanlı bahçesinde üçü oturmuş YouTube videosu hakkında tartışıyordu.

 

Arca, "Ne oldu video yayınladın da? Millet üç gün izledi, unuttu! Ne oldu, internet arşivinde saçma sapan geçmişin oldu, yarın albümün çıktığında bulacaklar. Sen internetten meşhur olacağını mı zannediyorsun? Meşhur olsan da iyi bir şekilde olacağını mı? O işler öyle yürümüyür hanımlar! Bir daha da benden habersiz işlere kalkışmak yok!"

 

Meyil o kadar dalgındı ki Arca'nın söylenmelerine cevap veremedi, bıraktı Ece tartışsın. Gerçi boşunaydı, Ece kendi doğrularıyla kendi bildiklerini Arca'ya satmaya çalışsın, kimlerin kimlerin sosyal medya sayesinde fenomen ve milyarder olduğunu anlatadursun, adam onu kale bile almıyordu.

 

Meyil'in ise çok daha büyük bir derdi vardı. Regli gecikmişti!

 

Kıbrıs'tan dönünce başlaması gerekiyordu ancak belirti bile yoktu, daha önce hiç gecikmediği için hamile olduğundan neredeyse emindi. Korku ve telaştan küçük çaplı kalp krizleri geçirirken dışarıya hiç belli etmiyordu. Arca o günlerde çok yoğun çalışıyordu, kulübün dışında bir işler peşinde koşturuyordu ama ne iş yaptığını açıklamıyordu. Kız sorduğunda sadece geleceğimiz için yatırım, demekle yetinmişti. Meyil onun evinde kaldığı bir gece, adamlarının eve valiz dolusu döviz getirdiğini görmüştü. Ne hikmetse gece gündüz bitmeyen iş yoğunluğu yüzünden kızın günlerinin geciktiğini de fark etmemişti.

 

Meyil doğum kontrol hapı kullanırken hamile kalması neredeyse imkansız olduğu halde belki bir ihtimal olabilir diyordu. Hap içmeyi hiç unutmamıştı ancak Kıbrıstayken belki düzenli saatlerde almamış olabilirdi. Sonra Kıbrıs geceleri vardı... Yavru vatanın dili olsa da anlatsaydı! Oldukça seksi bir balayı tadında geçen, Ana ile Gri Bey'in elli ton fantezilerine nanik çeken o bir hafta, ne aklından, ne kalbinden ne de teninden hala geçip gitmemişti. Hayatı boyunca hiç unutamayacağı kadar güzel anlarla doluydu. Belki de karnında bir hatırası kalmıştı.

 

Cinsellik konusunda tecrübesiz ve bilgisiz olmasına rağmen Arca ile harika bir ten uyumu yakaladıklarını anlayabiliyordu. Bunu anlamamak için kör ya da hissiz olmak gerekirdi. İlk karşılaştıkları andan itibaren aralarındaki kimya çok yoğun ve güçlüydü. Arca da Meyil'in düşüncelerini hem sözlü hem fiziksel olarak destekliyor, ona duyduğu tutkuyu hiç saklamıyordu.

 

Perşembe günkü sahne provasından sonra bir bahaneyle çarşıya çıkıp eczaneden gebelik testi almaya karar verdi. Ece ve Arca hala boş boş sosyal medya hakkında konuşurken Meyil, bu işi Arca'ya söylemeden nasıl halledeceğini düşünüyordu. Arca onu gözünün önünden ayırmıyor, tek başına nefes bile aldırmıyordu. Annesinin evinden taşındığından beri her yere Arca veya şoförü Ali ile gidip geliyordu. Son zamanlarda evden dışarıya çıkmasını da güvenlik gerekçesiyle kısıtlamaya başlamıştı. Daha yeni hayatına ve şu çok mühim güvenlik sorunlarına adapte olamamışken bir de hamile kaldıysa ne yapacağını bilmiyordu. Dün gece internetten kürtajla ilgili bilgi almak için gizli arama yapmıştı. Herhalde aldırırdı ama Arca'nın ne diyeceğini hiç kestiremiyordu. Baba olmak ister miydi? Sevinir miydi? Yoksa bu fikirden nefret mi ederdi?

 

Herhalde doğuracak olsa hemen evlenirlerdi? O zaman da evlenemeyik, diyecek hali yoktu. Yatakta kızı evirip çevirirken karım demeyi biliyordu! Meyil kendi düşüncelerinde o kadar derine dalmıştı ki bir an kendine gelince ortama ve kendi bedenine yabancılık yaşadı, mide bulantısıyla kasılarak kalkıp tuvalete koştu. Kahvaltı etmeden kahve üzerine kahve ve sigara içtiği için boş mideyle kuru kuru öğürdü, kusamadı.

 

Arca ve Ece onu hastaneye götürmek isteyince çok panikledi. Ona göre hem bu yaşta hem de evlilik dışında hamile kalması çok utanç vericiydi, hastaneye gitmek istemiyordu, kimseye bundan bahsetmek bile istemiyordu. Kendi kendine durumu netleştirdikten sonra Arca ile konuşacak ve ondan sonra ne olacaksa olacaktı. Herhalde doğurmazdı. Belki de doğururdu, hiç bilmiyordu...

 

"Ali Abi beni eve bıraksın, giderken eczaneye uğrayıp ilaç alayım." dedi.

 

"Ne ilacı bebeğim? Hastaneye gidelim, kafana göre ilaç kullanma."

 

"Canım evde ağrı kesici bile yok, bide mide koruyucu alırım işte! Öf amma çok karışıyorsun Arca! Her şeyime bır bır bır!"

 

Arca geri adım attı. "Tamam yav ne dedik? Bir şey demesek ilgilenmedi olacak sanki bilmiyorum. Ben ne yapayım?"

 

Meyil sabırsızca sesli bir soluk verdi, koyu mavi gözlerinden ateşler fırlatarak bağırdı. "Ali'ye söyle beni bıraksın! Provayı da yarın alırız!"

 

"Tamam."

 

Meyil, şoförüyle çarşıya uğrayıp onunla kalmak için ısrar eden Ece'yi başından salladı ve bir eczaneye gitti. İçeride güneş gözlüğünü çıkarmadan utana sıkıla kadın çalışana yaklaştı ve fısıltıyla gebelik testi istedi. Kadının sorduğu soruya yüzüne bakamadan cevap verdi. Gebelik testinin çeşitleri olduğunu bilmiyordu, farketmez dedi, verin işte birini! Eczacı kadın, birden fazla almasını söyleyince anlamadı, böylece daha garanti sonuç olacağını da o an öğrendi, tamam dedi. Üç tane olsun. Alışverişine ağrı kesici, yara bandı, boğaz spreyi, mide koruyucu da ilave etti ve parayı ödeyip eczaneden çıkana kadar sırtından soğuk terler döktü. Sanki herkes ona bakıyor, ne halt ettiğini biliyor, onu ayıplıyordu. Düşünceleri bu şeylerin saçma olduğunu söylese de hisleri bir türlü sakinleşmedi.

 

Evine gidip tuvalete kapandı ve bir damla idrar ile sonuç veren erken gebelik testlerini yaptı. Test çubuklarını banyo tezgahına yan yana dizip beklemeye koyuldu. Sonuçları görünce bir kez daha sarsıldı. Üç test satın almıştı, birinde hiçbir değişiklik yoktu, galiba test bozuktu. Birinde tek çizgi vardı yani sonuç negatifti. Diğerinde ise silik çift çizgi görünüyordu. Testlerin açıklama kılavuzunu okudu, saç diplerinden sırtına terler süzülmeye ve titremeye başlamıştı. Sonra internetten baktı.

 

İnternete hele hele kadınların özellikle gebelik forumu olarak kullandığı sayfalara bakınca kesin hamileydi! Hatta ikiz, üçüz bile olabilirdi! Arama motoruna baş ağrısı yazınca kanser çıkacağı bilgisiyle karşılaşanların ülkesinde, her gebelik testi elbette pozitif çıkıyordu! Zaten Yeşilçam'da ve yerli dizilerde de kadınlar daha ilk geceden hamile kalıyordu. Erkeklerin tohumlarının kadınların rahminde en kolay filizlendiği coğrafya, ülkemiz sınırlarıydı. Maşallah bereketli Anadolu topraklarının her köşesinden kocasının ceketinden bile hamile kalan kırk memeli Kibele'ler fışkırıyordu! Sahi erkekler de az değildi, her attığını vurmak herhalde genetik kodlarında harem kültürü bulunan yurdum erkeği için bir yücelik nişanesiydi.

 

Meyil, iki saat sonra salonundaki kanepede yarı baygın vaziyette uzanmış bir ağlıyor bir gülüyordu. Beyni sulanmıştı! Eczaneden aldığı testlere güven olur sanmıştı ya galiba hastaneye gidip bir kan tahlili yaptırmak en doğru seçenekti. Ancak kolunu kıpırdatamayacak kadar bitkindi. Uzandığı yerde sızdı.

...

 

Akşamüstü Arca, Körfez'deki Yarımca Limanında, Yasin'in yönlendirdiği bir sevkiyatın kontrolünden kulübe dönerken Nedim'in üç kez çağrı atması üzerine önemli bir şey olduğunu düşünerek adamı geri aradı.

 

"Söyle Aga?"

 

"Aco neredesin?"

 

"Körfez'e girdim, ne oldu?"

 

"Mehmet Karadeniz adamını yolladı, seninle görüşmek istiyor. Adam yanımda, ne diyeyim?"

 

"Ne münasebet?"

 

"Rıfat Bey seni telefona istiyor."

 

"Ver bakayım." dedi.

 

"Arca Bey, ben Rıfat, Mehmet Karadeniz'in yeğeniyim. Beyefendi sizinle yüz yüze görüşmek ister, mümkünse hemen. Kulüpte sizi bekliyorum."

 

"Ne görüşecekmişim Mehmet Karadenizle, ne münasebet kardeşim işim gücüm var."

 

"Oğlunu dövdürmeniz hakkında. Mehmet Bey'in size söyleyecekleri var, yanlış anlamayın, kendisi barışçıl bir görüşme ve anlaşma istiyor."

 

"Yanlış anlama dediğin için anladım bile! Benim kimseyle görüşüp anlaşacak bir şeyim yok."

 

"Batuhan daha çocuk, daha çok toy, belli ki size bir saygısızlık yapmış. Ancak biz meselenin sizin kız arkadaşınızla ilgili olduğunu biliyoruz. Meyil Hanım'ın iyiliği için görüşmeyi kabul etmeniz iyi olur."

 

"Ulan sen beni tehdit mi ediyorsun? Bekle ulan geliyorum!"

 

Telefonu kapatıp küfrederek yere tükürdü ve derin bir nefes aldı. Hemen Ferman'ı aradı,

 

"Bizim Mehmetle meselemiz senin seçim dalgasından öte, şahsileşti beyim. İznin varsa ben bu gavatın hakkından gelirim." dedi.

 

"Fevri davranma Aco'm, bir halt edeceğini sanmam ama sağlam git, sana dokunmazsa sen de dokunma. Derdini öğren, bana bildir. Buluşma yerini bana konum at, takviye adam göndereyim."

 

"Eyvallah."

 

Arca bir saat sonra Mehmet ile görüşmek için verdiği adrese iki araba ile korumaları eşliğinde gitti. Halka açık bir yerde buluşulmadığı için Mehmet'in de beraberinde silahlı adamları olduğunu tahmin ediyordu, tam da öyleydi. Adres verilen kır lokantasında Mehmet ve Arca ile adamlarından başka sadece lokantanın sahibi vardı, o da Rıfat'ın dostuydu.

 

Mehmet, tek başına oturduğu yuvarlak masada elinde bir kadeh viski ile bekliyordu. Arca'yı görünce boka bakar gibi tiksinir bir bakış attı. Genç adamı ölçüp tartarak bir kaç saniye seyretti, giyim kuşamına, duruşuna, boyuna posuna dikkat etti. Arca siyah gömlek üzerine siyah takım elbise giymişti, yakaları açıktı ve esmer teninde dövme kaplıydı. Çok iri sayılmazdı ancak yine de uzun boylu ve kalıplıydı, sırım gibi bedeninin atletik olduğu seçiliyordu, muhtemelen kol kuvvetinin beraberinde iyi silah kullanma becerisi de o özel dikim gibi görünen şık ceketin altında gizli silahla beraberindeydi. Onu ilk görüşünde hiç dikkate değer bulmadığı için son olaylardan ve hakkında duyduklarından sonra biraz kendine kızgındı. Onun gibi tipi ve façası düzgün ne yeniyetmeler görmüştü, olsa olsa yeni nesil bir mafya özentisiydi, bu tipler ancak ot çeker ve bi milyon olan kafasıyla sokak serserilerine dayılanırdı! Ne yerinden kalktı, ne elini uzattı ne başıyla selam verdi. Küçümser bir ifadeyle direkt söze girdi,

 

"Arca Giray Kızılkan? Adanalı! Sen biraz fazla olmadın mı yahu? Ne bu maskaralık?"

 

Arca bir sandalye çekip masayla kendisi arasına yarım metre mesafe koyarak oturdu, rahatça arkasına yaslandı ve bir bacağını dizinin üstüne atarak çeldi. Bir sigara yakıp geride ayakta bekleyen garsona Mehmet'in içkisini işaret etti.

 

"Aynısından!" Alaycı bir şekilde başını yana eğip "Kimmiş maskara?" diye sordu.

 

Mehmet içkisinden sabırsız bir yudum alırken onca işinin arasında nelerle uğraştığına için için küfrediyordu. Ancak oğlunun yediği dayağı hazmedecek değildi.

 

"Bu rezillik çok uzadı Adanalı! Sen kimsin, nerden çıktın? Benimle doğru düzgün konuş bakalım, derdin ben miyim yoksa oğlum mu?"

 

"Sen kimsin de benim seninle derdim olacak, hele oğlun olacak gerizekalı velet kim?"

 

"Hadi benim oğlum gerizekalı? Sen çok mu akıllısın da küçük bir sürtük uğruna bu şehrin en güçlü adamına kafa kaldırıyorsun? Oğluma zarar veriyorsun?"

 

"Ha öyle misin? Sana bu yetkiyi kim verdi Allah mı?"

 

"Öyleyim. Ben senin emrine girdiğin o Ferman denen zibidiye de benzemem, geldiğin çöplükteki zerzevatlara da benzemem, bunu iyi bil delikanlı! Sen daha dünkü çocuksun ve gücün ancak liseli oğlanlara yeter. Ama duracaksın! Bir daha benim oğluma elini uzatırsan sana kim olduğumu öğretirim. Bana sizin küçük mafya oyunlarınız sökmez, o Ferman'a da söyle adam olsun, edebiyle dursun. Gelmişsin dağ başından, burada benim işime çomak sokacağını sanıyorsun ha? Bana bak Arca efendi, fiyatın neyse söyle de Ferman ne veriyorsa fazlasını vereyim, çekil git ayağımın altından."

 

Arca sakin sakin sırıttı ve kaşlarını kaldırdı. İki elini kaldırıp yavaşça alkışladı.

"Çok etkilendim! Dök içini. Ee sonra?"

 

"Ben diyeceğimi dedim, kim olduğunu da, nereden geldiğini de, kime köpeklik ettiğini de biliyorum. Bu rezilliğe derhal son verecek ve Körfez'i terk edeceksin. Seni bu şehirde görmek istemiyorum. İnat edersen çok pişman olursun."

 

"Ben pişman olmayı çok severim, etsene!"

 

"Zibidi herif! Peki sen anlat bakalım benimle derdin ne?"

 

Arca ne tehditleri ne hakaretleri ciddiye almıştı, kayıtsız, soğukkanlı hatta tatlı serseri bir ifadeyle dudak bükerek sağa sola bakındı, ayağa kalktı. Avuç içlerini masaya yaslayıp kollarını gererek öne doğru eğildi,

 

"Sen, benim derdim de zorum da olamayacak kadar basit bir adamsın Mehmet Karadeniz. Kokmuş Körfez'in kodaman ayısı, al bok kokulu şehrin senin olsun! Benim bu sikik şehirde zaten çok kalasım yok, gideceğim. Canım isteyince! Ha salak oğlun uyuz olmuştu, kaşıttım, hepsi bu. Bir daha kaşınırsa bu kez kemiklerini kırmakla kalmam, Allah yarattı demem, onu kendi ellerimle komaya sokarım!"

 

"Anlaşıldı, seninle anladığın dilden konuşacağız! Meyil denen küçük orospun da senin olsun, Batuhan'ın o kızla hiçbir alakası olamaz, aynı okuldaymışlar, azıcık takılmış hepsi bu. Geçmiş bitmiş mevzu!"

 

"Bence de öyle, o kadar. Açıklaman için sağ ol, yalnız ağzımızı bozmayalım. Ben ağzımı bozuyür müyüm ha? Senin o gevşek çenenin yayını sikerim, midenden hortumla beslerler diyür müyüm sana? Keş oğluna delik açarım, erkek orospusu olur diyür müyüm?"

 

Mehmet kıpkırmızı kesildi ve öne doğru eğilerek burnundan solur halde iyice bilenmeye başladı.

 

Arca soğukkanlı ifadesini hiç bozmadan son sözünü söyledi. Buz gibi karizması ve çelik gibi özgüveniyle, karşısındaki her adamın kendisini sorgulamasını sağlayan zehir zemberek cesaretiyle konuştu.

 

"Mehmet Karadeniz... Benim kim olduğum, nereden geldiğim, nereye gideceğim seni hiç alakadar etmez. Önce kokainman zibidi oğlunun yularını tut, sonra benim kulübüme uzanan kendi rüşvetçi memurlarının! Sonra da ne yap biliyün mü, bir tatile çık. Uzun bir tatile... Seçim meçim zaten hak getire, o işi unut. Yüzümü unut, sesimi unut! Ben buraya hiç gelmedim, adımı hiç duymadın, bana bunları hiç söylemedin farzet. Et ki, bir gece ansızın, evinde, yatağında, kan işemiş olarak uyanmayasın! Bakele, ben hiç iyi niyetli bir adam değilim, bu memlekete de hiç temiz işler için gelmedim, bana posta koymaya kimsenin taşşağı yetmez, ben kimseden korkmam, Allahıma kitabıma kimin var kimin yoksa bir gecede kafalarına sıkar, katliam yaparım, zerrece umrumda olmaz! Evini aleve verir ateşiylen sigaramı yakar, karşına geçer izlerim. Demedi deme... Bu seninle son konuşmamız. Hadi eyvallah."

 

Mehmet cevap vermeden Arca geldiği gibi arkasını dönüp hızlı adımlarla lokantadan çıktı. Herhangi bir video veya ses kaydı alınması ihtimaline karşı üzerinde taşıdığı cep telefonu büyüklüğündeki güçlü sinyal bozucu ile önlemini aldığı için tehditlerinde rahattı. Sözlerinin tehdit olmadığını ve dahası gücünün sadece liseli dangalak oğlanlara yetmeyeceğini anlaması için o gece Mehmet'e daha açıklayıcı bir mesaj da yolladı.

 

Mehmet, sabaha karşı kendisini her zaman kullandığı genel cep telefonundan arayan numarayı görünce beyninden vurulmuşa döndü. Kadına, evinde karısının yanındayken bu hattından asla aramamasını kaç kere söylemişti. Karısı Sevgi uyku sersemi, hayırdır Mehmet, diye gözünü açmadan mırıldanırken

 

"Rıfat arıyor canım, uyu sen..." deyip meşgule attığı telefonuyla evin alt katına indi.

 

Kadını geri aradı. Sevgilisi Deniz, telefonda hıçkırarak ağlıyor ve kriz geçiriyordu. Derdini bile anlatamayacak kadar dehşete düşmüş halde sadece tek kelime edebilmişti.

 

"Kan! Mehmet kan! Kan her yer kan!"

 

Gizli sevgilisinin evinde, yatak odasına kadar girilmiş ve her nasılsa kadının ruhu bile duymadan, muhtemelen ilaçla bayıltılmıştı, yatağına ve odanın her köşesine litrelerce kan dökülmüştü. Deniz, hava henüz aydınlanırken yatağındaki ılık ıslaklıkla uyanıp çığlık çığlığa Mehmet'i aramıştı. Önce evinde beslediği iki kedisi öldü zannetmişti ancak kan miktarı o kadar fazlaydı ki yatak odası bir mezbahaya dönmüş haldeydi. Tavandan duvara, yataktan tüm zeminlere her yer yapış yapış, koyu ve ağır kokulu litrelerce kanla kaplıydı.

 

Kimseye ve hiçbir hayvana zarar verilmemiş olduğu halde kovalar dolusu büyükbaş hayvan kanıyla üstelik sevgilisinin mahremine kadar giren el, hafife alındığına demek çok bozulmuştu. Mehmet bir yandan bu dehşet verici manzarayı nasıl bir cani zekanın kurguladığını düşünürken bir yandan kendisine yöneltilen daha cüretkar resti görebiliyordu. İlişkisi ifşa olmuştu. Polise veya savcıya gidemezdi.

 

Rıfat'a adamı görüşmeye çağırırken çok dikkatli konuşmasını tembihlemişti, kendisi de hakaret etmiş fakat adamın sevgilisini hiçbir tehdide karıştırmamıştı. Tehdit başka hakaret başka işti, aralarında ince fakat ölümcül bir çizgiyle ayrıldığını Mehmet iyi bilirdi. Fakat Rıfat salağının bir cümle içinde geçirdiği 'Meyil Hanımın iyiliği için' sözü, Arca'nın, Deniz'e el uzatmasına neden olmuştu. Adanalı'nın raconunun anlamı, yeraltı dili ve edebiyatında çok açıktı; -sevgilime dokunma, sevgiline dokunurum!

 

Başına bu belayı saran partisine de, seçimine de, aptal oğluna da saydı sövdü! Hıncını ancak Batuhan'dan çıkaracaktı. Deniz'in evini çok güvendiği iki kadın bulup temizletmesi ve sevgilisi Deniz'i şehir dışına götürüp saklaması için Rıfat'a emir verdikten sonra Batuhan'a o Arca Giray Kızılkan denen Adana eşkiyasından da, şarkıcı orospusundan da uzak durmasını kati olarak bir kez daha tembih etti.

 

...

 

Ertesi gün de regli başlamayınca Meyil artık iyice delirmek üzereydi, Arca ile konuşmaya karar verdi. Zaten zor bir gece geçirmişti. Adama göre hava hoştu tabi, kadınların her ay ne kadar strese girdiğini ne bilsindi! Tek derdi vardı, akşam olunca sevişmek. Onu midem ağrıyor diye zor bela geçiştirmişti fakat bütün gece uyku tutmamış, yatakta dönüp durarak yanında kalan Arca'yı da uyandırmıştı. Sabahın ilk ışıklarıyla genç adamı dürtmeye başladı.

 

"Kalk, konuşmamız lazım!"

 

"Aşkım ne var bi uyutmadın ya?"

 

"Arca kalk dedim!"

 

Arca homurdanarak yataktan çıkıp elini yüzünü yıkadı, ayılmak için balkona çıkıp bir sigara içti. Meyil yanına gelince kolunu omzuna sardı.

 

"Anlat gülüm?"

 

"Aşko, şey... Farketmedin mi? Ben regl olmadım daha."

 

"Ha? Ne zamandı?"

 

"Geçti biraz."

 

"Geçti mi? Ne demek geçti?"

 

Arca paniklemeye başlayınca genç kızın gülesi geldi. Ya da ağlayası, durumuna hangisi daha çok uyardı bilmiyordu, ipinden boşanmış gibi ikisine birden koyverebilirdi.

 

"Geçti işte! Altı yedi gün gecikti yani. Yani ben... Ay bilmiyorum Arca delirmek üzereyim! Be-ben hamile olamam! Dimi?"

 

Genç adamın gözleri nereden yuvalarından fırlayacaktı, yüzünün rengi attı, üç kez sertçe yutkundu, sigaranın izmaritini ısırdı, kekeledi.

 

"Se-sen, ci-ciddi misin? Ama hap?"

 

"Hap içiyordum ama ne bileyim? Olur mu? Bence olmaz. Ama olabilirmiş- de! Ben dün eczaneden test aldım. Anlamadım."

 

Arca avcunu yüzünden geçirerek anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı. "Test mi yaptın?"

 

"Üç tane almıştım, hepsinde farklı şeyler çıktı! Arca napıcaz?"

 

"Dur hele... Dur ben... Ayıkamadım! Ha-di be!"

 

"Ay sen niye şaşırıyorsun ki? Kıbrıs'ta balayılarca coşarken iyiydi! Aşkım karım diye üstümden inmezken... Otelin her şey dahil konsepti bile üç öğündü, biz senle maşallah altı öğün!"

 

"Ben ne dedim, onu mu dedim... Hay Allah... Dur hele, kalbime indireceksin. Panik yapma benim güzeller güzelim. Bir doktora gidek yav."

 

"Diyene bak, adam elinden sigarayı düşürdü! Heeey Adanalı yakıcan bizi!"

 

Arca yere düşen sigarasını alıp ateşi parmaklarının arasında ezerek söndürdü.

 

Meyil ona bakarken az daha kusacaktı, delirdin mi diye söylendi. Arca hiçbir şey olmamış gibi bir sigara daha yaktı. Bir süre sessizce göğe baktılar. İkisi de aynı korku ve düşüncelerle allak bullak haldeydi. Giyinip kahvaltı ederken biraz konuştular. Meyil, Körfez'de doktora gitmek istemediğini, bu işi gizlice daha uzak bir yerde çözmek istediğini söyledi. İzmit'te özel bir kadın doğum kliniği bulup randevu aldılar.

 

Arca, çayını yudumlarken, "Bunu beklemiyordum. Beklemiyordum derken yani olabilir tabi, ben haptan dolayı... Sen ne dersen ben kabulüm. Bebek varsa hemen evleniriz. Veya aldırırız. Sen nasıl istersen."

 

"Ben ne istediğimi nerden bilicem Arca, sanki ben bekliyordum! Kararı bana bırakman çok hoş ama bana hiç yardımcı olmaz! Ben ne bileyim... Bir şey söyle!"

 

"Gülüm ben isterim! Zaten isterim! Yani zaten elbet bebeğimiz olur, biz seninle karı koca da olacaz, Allah izin verirse ana baba da olacaz, aile olacaz... Benim ömrüm sana feda, biliyorsun. Senden başkasını ne gözüm görür, ne gönlüm ister, ne elim uzanır. Sen nasıl istersen demem şu ki, yaşın küçük, okulun var. Sen şimdi 23- 25 yaşında olsan ben sana doğur, evlenek derim. Ama şimdi diyemem. İkimizin çocuğu olsa da sonuçta doğuracak da bakacak da sensin. İleride pişman olursan ben bu vebali alamam."

 

Meyil anlayışla başını salladı, Arca her zamanki gibi çok mantıklıydı. Gerçi kendisi de 23-25 yaşında değildi henüz. Sersem, diye için için güldü. Dudaklarını kemirerek biraz düşündü. Kahvaltı sofrasını toparladı.

 

Arca'dan bir sigara istedi ve balkona hava almaya çıktı. Belki boşuna kuruntu yapıyordu, belki sonuç negatifti. Yine de bu konuşmayı yapmış olmalarından dolayı rahatlamıştı. Şimdi değilse de birgün bunların düşünülmesi ve konuşulması gerekecekti. Daha başka şeyler de konuşulmalıydı sonra... Maddi manevi o kadar çok şeyler, ihtimaller, planlar, sözler, umutlar, vaatler vardı ki... İki kişinin üç kişi olması demek meğer ne çok şeydi! Bir bebeğin gebeliği, hayattaki daha ne çok şeye gebeydi!

 

Gerçi annesi ve babası hiç bu kadarını düşünmüş olamazdı! Annesinin, kendisini doğurduğu yaştaydı. Acaba Sibel neler hissetmişti? Bebeğinden vazgeçmeyi hiç düşünmüş müydü? İmkanı mı yoktu, yoksa yapamamış mıydı? Meyil'e yapabilirmiş gibi geliyordu. Aldırırım! Diyordu. Herhalde...

 

Arca yolda giderken son kez hislerini açıklamayı ve sevgilisini rahatlatacak bir şeyler söylemeyi denedi. Hala kendini toparlayabilmiş değildi ancak sorumluluğu üstlendiğini göstermesi gerektiğini anlıyordu.

 

"Gülüm sonuç neyse ben yanındayım, sen ne istersen ben seninle her şeye varım. Seni eğlencesine hayatıma almadım, aldım hayatımın baş köşesine koydum, senden asla vazgeçmeyecem, bunu bil. Ne yapmak istersen yanındayım. Niye yaptın demem, üstüme ne düşerse razıyım. Güle oynaya razıyım, öyle lafta değil. Anladın mı?"

 

"Ben hiç bilmiyorum şuan hiç mantıklı düşünemiyorum."

 

"Düşünürüz, ikimiz için en iyisini yaparız, aceleye gerek yok. Önce okulunu düşün, pişman olacağın bir şey yapmadığına emin ol."

 

"Bebek olursa okul yalan olur. Romantik olmaya gerek yok, bu kesin! Nasıl olacak ki... Üniversite işi yatar... Sonra bekle bebek büyüsün de seneler sonra tekrar sınava çalış da..."

 

"İstemezsen aldırırız. Genciz, vakti zamanı gelince yine olur. Hem de telinle duvağınla olur."

 

"Sen de istemiyorsun? Çok erken dimi?"

 

"Erken. Ama nasipte varsa da, evelallah..."

 

Meyil adamın sağ elini iki avcunun arasına alıp okşadı, parmaklarının üstünden öptü.

 

"Ben bebek olsa da olmasa da evlenmek istiyorum. Evlenelim Arca?"

 

Arca, Meyil'in içinde bulunduğu karmakarışık ruh hali ve daha da vahim duygu durumu ile fevri davrandığını anlasa da onu kırmamak için başını salladı.

 

"Tamam." dedi.

 

Meyil rahatlamış bir vaziyette koltuğunda yaslanıp neşeli hayallerini ona anlatmaya başladı.

 

"Kendi kendimize evleniriz! İstersen kimseye duyurmayız, başka bir yerde sade bir nikah kıyarız. Ben seni görür görmez sevdim, çok sevdim be! Senden ayrı olmaktansa yaşamam daha iyi! Seninle çok mutluyum, her şeyim tamam. Evet, yaşımız çok genç ama bana senden başka yol yok gibi görünüyor. Olmasını da istemiyorum. Biz bir salaklık edip birbirimizi kaybetmeden en iyisi evlenelim! Ben, daha huzurlu hissederim. Bazen utanıyorum. Yani kimseye hesap verme borcum yok, bizim hayatımızdan kime ne ama işte... Bazen bir huzursuzluk çöküyor, seni kaybetme korkusu, yine yalnız kalma korkusu... Eskiye dönmek istemiyorum. Ben, karın olmak istiyorum! Evine evim diyebilmek, seninle göğsümü gere gere her yere gidebilmek..."

 

"Tamam aşkım. Şu kışı atlatalım, sen sınavına gir hele, gelecek yaza evlenirik. Sen nereye ben oraya deli gız. Seni zaten yalnız bırakan yok! Kovsan da yok!"

 

Tatlı tatlı anlaşmanın verdiği neşeyle gülüşerek kadın doğum uzmanı ile görüşmeye gittiler. Meyil ilk kez jinekolojik muayeneye girdi. Çok rahatsız geçen fakat neyseki kısa süren muayenede doktor gebelik gözükmediğini fakat henüz keseyi görmek için erken olabileceğini söyleyip kesin sonuç için kanda bakılan Beta-HCG testi istedi. Bir saat sonra kan tahlilinde değerin negatif olduğunu öğrendiler. Reglinin gecikmesinin psikolojik olabileceğini söyleyen doktor, Meyil'e regl düzenleyici etkisi olan başka marka bir doğum kontrol hapı önerdi.

 

Çıkışta Meyil çok rahatlamıştı. Bir yandan da ortalığı velveleye verdiği için utanıyordu. Keşke daha sakin kalabilseydi, kimseye bir şey söylemeden idare edebilseydi ama sabrı yetmemişti işte! Arca'ya bebek ihtimali ile evlilik baskısı yaptığını düşünüp yaptığına pişman oldu fakat bir şey diyemedi. Konuyu sakince kapattı.

 

İzmit'e gelmişken biraz alışveriş yapıp kafa dağıtmak için alışveriş merkezine gittiler. Arca kıza takılmak için E-bebek mağazasına sokup ona küçük, şirin zıbınlar ve oyuncaklar gösterdi. Meyil tiz çığlıklar atarak mağazadan dışarıya kaçtı.

 

"Aaay hayır gösterme şunları! İstemiyorum kalsın! Aman aman Allah isteyenlere versin, bana daha en az beş yıl bebek filan vermesin. Artık hapların saatini asla kaçırmam!"

 

Arca ona kahkahalarla güldü, önünden geçtikleri bir gelinlik mağazasının vitrinindeki kabarık etekli gelinlikleri gösterip "Sana çok yakışır." dedi.

 

Meyil buna da ciyaklayarak itiraz etti ve günün sonunda halinden memnun olduğuna, bebek ve evlilik için kendisini hazır hissetmediğine karar verdi. Hisleri, aklı, fikri ve planları ne çok değişkendi. Tam duruldum sandığı anda memleketi Karadeniz gibi coşup dalgalanıyor, kuvvetli boranlarla çalkalanıyor ve sonra birden yine günlük güneşlik havasına geri dönüyordu. Oysa sevgilisi hep Akdeniz'di, sarı sıcaktı, tuzluydu, yakıcıydı, amansızdı. Aynı sahilde elele otursalar da baktıkları farklı ufuklardı...

 

Arca ise test sonucunun negatif çıkmasıyla müthiş bir rahatlama yaşamıştı. Meyil'e belli etmemişti ama bebek sahibi olma fikrinden en az Karadeniz ve Akdeniz kadar uzaktı. Onun planlarına henüz baba olmak, koca olmak, yerleşik hayata geçmek, düzen kurmak gibi stabilize yollar dahil değildi. Allah biliyordu ya, iyi ki kız gebe değildi. Ateşten bir sicim üzerinde körü körüne cambazlık ettiği hayatında Meyil'i bile onca severken kendine zaaf olarak gördüğü halde bir bebek, iki kat zaaf demekti. Kendi bildiği aile kavramı, anne ve baba figürleri Meyil'in tatlı hayalleriyle taban tabana zıttı. Bildiklerini arkasında bırakıp fikrindeki aile hayatına ulaşması için daha çok dolambaçlı yıllar ve engebeli yollar aşması gerekiyordu. Yol arkadaşı olabilirlerdi, ikisi! İki garip, iki öksüz, iki deli yürek her bilinmeze kanat çırpabilirdi.

 

*****

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%