@selinsafak
|
~~~ ^ ~~~ 11.08.2020, Salı, 00:30, Körfez,
Arca, <İşim var uyu sen.>
Meyil,
<İşini hallet bana gel, bekliyorum.>
🎥 Cevapsız görüntülü arama ...
🎥 Cevapsız görüntülü arama ...
🎥 Cevapsız görüntülü arama ... 🎥 Cevapsız görüntülü arama ...
🎥 Cevapsız görüntülü arama ...
<2 saat ?>
Meyil yazışmayı bıraktığı gibi Arca'nın numarasına engeli bastı, telefonunu öfkeyle elinden fırlatıp sonra telefonun peşinden koltuktan yere atladı ve yeni I-phone'una bir şey oldu mu diye korkuyla cihaza baktı. Arca doğum gününden beri ona hediyeler zinciri başlatmıştı, bir gün pırlantalar bir gün son model I-phone telefon, Apple I-pad, kulaklık, saat ile geliyordu. On gün içinde milyon değerinde hediyelerle bezenmişti. Yeni evinin her yeri, Arca tarafından son model arzu nesnesi cihazlar ile döşenmişti, sadece telefon değil tüm Dyson cihazları elinin altındaydı. Lise ikideyken hayalini kurduğu o markaların, son model telefonu, saati, kulaklığı, dikey süpürgesi, saç şekillendiricisi, robot süpürgesi, ne cihazı varsa hepsi elindeydi. Bundan en çok Sibel memnundu, aferin kızım böyle devam et, diyordu.
Telefon sağlamdı, duyguları ise paramparça... Apple her zamanki gibi sağlamlık testini başarıyla geçmişti. Gururu ise çok incinmişti. Bu yaşantıda yerine oturmayan, üstüne bol gelen bir olmamışlık vardı. Neydi? Ne yani Arca istediği zaman gelecek, Meyil istediği zaman onunla görüşemeyecek miydi? Bu haksızlıktı. Zor bir geçiş dönemi yaşıyordu ve muhtemelen geçemem, diyecek kadar yoluna karşı alaycıydı.
Arca günde on beş saat çalışıyordu ve genellikle sadece haftasonlarında buluşuyorlardı. İlk zamanlarda her gün her gece birlikteydiler ancak son on gündür genç adamın işleri, bazen günde on sekiz saat ayakta kalmasını gerektirecek kadar yoğun ve bu sürede tamamen zihni açık şekilde tetikte kalmasını gerektirecek kadar bıçak sırtıydı.
Meyil, yanında kalmadığı gecelerde onu özlüyordu, onu merak ediyor ve onun için endişeleniyordu. Bunu defalarca söylemişti ancak Arca kuru bir sesle, iş deyip geçiştirmişti. Ne işiydi, neden bu kadar çok çalışmak zorundaydı, yeterince parası yok muydu, kulüpten çok kazanmıyor muydu, bu kadar çok parayı ne yapacaktı, kendisi o pahalı hediyeleri değil sevgilisini yanında istiyordu...
Genç adam bir defasında yarı ciddi yarı alaycı bir ifadeyle güzel gözlerini yüzüne dikmiş ve "Kendime bir imparatorluk kuracağım, seni de kraliçem yapacağım." demişti.
Yine uyku tutmayacağını anlamıştı Meyil, Arca yanındayken çok rahat uykuya dalıyordu, bunda sabah dörde beşe kadar kendisini uyutmamasının etkisi vardı herhalde. Ayrı kaldıkları gecelerin ateşli telafilerine diyecek yoktu, ancak seks de yemek gibi stoğu yapılabilecek ihtiyaçlardan değildi. Günlerce görüşmeyip geldiğinde canını çıkarmasındansa onunla her akşam tatlı tatlı seviştikten sonra kollarında huzurla uyumayı tercih edebilirdi. Eğer fikrini soran olsaydı!
Arca'nın umduğunun aksine evini donattığı o teknolojik aletlerle oyalanmadı, hepsini ilk gün hevesle biraz kurcalayıp lazım olunca kullanmak üzere bir kenara bıraktı. İnstagram hesabına girip sabahtan beri mesaj kutusunun istekler kısmında bekleyen, yeni açılmış fake bir hesaptan gönderilen sayfalar dolusu mesaja boş gözlerle baktı, baktı. Herhalde on beş kere okumuştu. Türkçesi ve imlası zayıf bir öküz daha, diye düşünüp kendi kendine güldü. Çok mesaj vardı, fake hesabın sahibi destan yazmıştı. Son mesajına görüldü attı. On beş saniye sonra ekranına yeni bir mesaj düştü. Bu kez en sevmediği şekilde, büyük harflerle, sanki yazı dilindeki bağırma ifadesiyle adı yazılmıştı.
Meyil gözlerini devirerek imla kurallarının ve noktalama işaretlerinin önemini düşündü, -gözünü seveyim ayrı yazılan dahi anlamındaki de bağlacının, diye içinden geçirdi. Batuhan oldu olası düzgün mesaj yazamazdı fakat herhalde şuan yine feci şekilde sarhoştu. Adanalı'ya haksızlık ettiğini onun bile bu kolej bebesinden daha düzgün yazı yazdığını düşünecek gibi olduysa da onun da derhal gelmişine geçmişine sövdü. Tırnak etlerini kemirerek Batuhan ile yazışmaya devam etti. Yirmi dakika kadar yazıştıktan sonra ertesi sabah eskiden buluştukları özel mekanlarında buluşmak için sözleştiler.
İki saat sonra ise Arca kapısını yumruklamaya başlamıştı. Salondaki L kanepede film izlerken uykuya dalmak üzereydi ki kapıdan gelen bam bam bam sesiyle yüreği ağzına geldi. Adam aynı anda bağırıyor, küfür ediyor ve kapıya tekme yumruk Allah ne verdiyse girişiyordu. Parmak uçlarına basarak kapıya gidip diafondan konuştu.
"Arca ödümü patlattın!"
"Aç şu siktiğimin kapısını yoksa kırarım!"
"Ama böyle de olmaz ki..."
"Meyil telefonumu niye engelledin? Çıldırtma beni aç şu kapıyı!"
"Sakin ol. Derin nefes al. Açıcam... Plaka mı sayıyordun sen hani, öyle yap. 01 Adana..."
Baaam! Bamm! Baaaaaam!
Üç tekme darbesiyle kız üç kez yerinden sıçradı.
"Aaaayyy! Napıcan be? Öldürücen mi salak? Komşulara rezil olduk!"
"Aç. Aç. Aç şunu. Ünlemsiz. Aç hele..."
Meyil birkaç saniye bekledi, nefesini tutarak kapının önce üst kilidini çevirdi sonra alttaki anahtarı bir kez, iki kez...
"Açıyorum. Sakinleştin mi? Ben sadece seni özledim aşko. Bence sen de beni özlemişsindir. Açıyım mı?"
"Aç aşkım aç, çok özledim."
Meyil kilidin son dilimini de çıkırt sesiyle çevirdikten sonra yutkunarak kapıyı açtı. Arca sağ eliyle kapıya yüklendiği gibi kızı geri ittirdi. Büyük bir adımla eve girdi. Meyil onu daha önce hiç öyle görmemişti. The Gulf'ün camlarını indirdiğinde bile... O zaman gülüyordu. Şimdiyse gerçekten çok sinirlenmişti. Ağzı açık halde salonu geri geri adımlarken işte şimdi sıçtın kızım diye hayıflanıyordu.
Arca çelik kapıyı ayağıyla ittirip içeriden sertçe kapattı. Kızın karşısına hızlı adımlarla yürüdü. Yorgun, kirli ve öfkeden kararmış görünüyordu. Meyil titrek bir gülümsemeyle ortamı yumuşatmaya çalıştı.
Arca dudaklarını kemirerek karşısında bekledi, bir şey söylemek için dudakları aralandı, işaret parmağı aralarında havaya kalktı fakat konuşmadı. İki adım geri çekildi. Meyil annesine evden ayrılacağını söylediğinde, Sibel'in kendisine söylediği sözleri hatırladı. 'Bak Adanalı benim kaybedecek hiçbir şeyim yok. Kızımın saçının teline zarar gelirse, onu üzersen ağlatırsan seni paramparça ederim. Gider paşa paşa yatarım! Ayrıca daha çok toy, cahil, aklı beş karış havada... Bu yaşta körpe bir kızı koynuna alıyorsan her nazına niyazına, toyluğuna katlanacaksan al? İlk kavgada havlu atacaksan, kapıyı göstereceksen alma? Anladın mı beni?'
... Tehdit kısmını değilse de kızın toyluğu ile ilgili kısmı her zaman dikkate almıştı. Üstelik Meyil ona geldiğinde hayatının tüm buhranlarını anlatmış, ona güvenmiş, ona yaslanmıştı. İlk kavgada havlu atmak delikanlıya yakışmazdı. Çok zor bir gece geçirmişti, limanda iki grup arasında çıkan çatışmada arada kalmıştı, kaç şarjör boşalttığını dahi sayamamıştı, üstü başı hala barut kokuyordu ama şimdi evinde, sevdiğinin yanındaydı ve sakinleşmek zorundaydı. Meyil'e, onu her zaman koruyup kollayacağına söz vermişti.
Olanları ona değil anlatmak, genç kızın böyle şeyler var olan bir dünyada yaşamasına, bildiği türden hatta kendisi gibi adamların arasında nefes almasına bile içi ürperiyordu. Meyil'in dünyası başka olmalıydı, kendi bildiklerini aklının ucundan bile geçirmemeliydi. Birkaç gün önce Ferman ile tartışmışlardı. Adam dengesizdi, bir söylediği bir söylediğini tutmuyordu, bir gün dostane davranırsa ertesi gün pireli bir sokak köpeğine bakar gibi davranıyordu. Mehmet Karadeniz ile aralarında geçenlerden sonra,
'Yasin gardaşım seni yanıma yollarken karda yürür izini belli etmez, demişti! Sen ifşa oldun, beni de ifşa ettin, beni Mehmet'e hedef gösterdin! Oğlunun peşine düşerken bana çocuğun manitasını elinden aldığını söylemedin, araya karı kız dalgası soktun, bizim meselemiz işti, sen araya haysiyet meselesi soktun! Seni bilmeyecekti, benimle ilişkini öğrenmeyecekti, bu işi nasıl batırdıysan öyle temizleyeceksin! Yoksa elimden çekeceksin Aco gardaş!' demişti.
Haksız sayılmazdı, Arca da böyle olmasını istemezdi, bir hasımlığı bu noktaya getirmek hiç tarzı değildi. Meyil, denklemdeki sürpriz üçüncü bilinmeyendi ve tüm dengeyi bozmuştu. Mehmet, ikisinin ilişkisini öğrendiğinden beri her koldan saldırıyordu. Onun hedef göstermesiyle Ferman'ın liman işletmesindeki bütün sevkıyatlar durmuş, gümrük polisi ile ciddi sıkıntılar yaşamaya başlamıştı. Birkaç gece önce limanda yaptıkları konuşma sonrası Arca etrafa iyice bakıp az ilerideki forklift aracına doğru yürümeye başladı. Operatörü direksiyondan indirdi.
Ferman arkasından "Ulan napıyosun hayvan!" diye bağırırken, Nedim, Arca'nın forkliftle Ferman'ın üstünden geçeceğine emindi.
Oysa araca binip operatöre aracın nasıl çalıştığını sordu ve gaza bastı, forkliftin üzerinde Ferman'ın ihracat şirketine ait limanı boydan boya turlamaya başladı. On dakika kadar tüm konteynırların arasına girip çıktı. Sonra işletmenin mimari projesini görmek istedi, ne yapmak istediğini anlamasa da Ferman onu ofise götürüp projeleri açtı. Arca düşünceli bir tavırla inceledi.
"Bir fikrim var." dedi.
Madem, gümrük polisi ve sahil güvenlik, Ferman'ın işletmesine giren çıkan hiçbir şeye göz açtırmıyordu ve Ferman'ın yasal mallarının arasına gizlediği uyuşturucu madde sevkiyatı sekteye uğruyordu?
"Sol bitişik işletme kimin?" diye sordu.
"Ne diyorsun oğlum, sana ne?"
"Pek aktif görünmüyor. Senin işini çözmek için çok kilit bir noktada hidrolik yüzer vinçleri var! Kimin olduğunu söyle, orayı ben devralacam."
Ferman, anlamaya ve anladıkça yüzündeki katı ifade aydınlanmaya başlamıştı. Yandaki kiracının kim olduğunu biliyordu,
"Devretmezlerse?" dedi.
Arca "Devretmezlerse ben bu diyardan giderim, devrederlerse kârın yarısına bir yıllığına ortak olurum. Var mısın Ferman Bey?"
Babüroğlu Konteynır İşletmeciliği Anonim Şirketinin yetkilileri ile ertesi gün görüşüp, bu limanın işletmesini devralmak istediğini bildirmişti. İşletme sahibi, yerin satılık olmadığını söylediyse de Arca'nın ikna yöntemleri epey sıra dışıydı. İşte o gece, bitişik işletmenin devredilmesini sağlayacak yöntemler sayesinde imzalar atılmıştı. Ferman'ın uyuşturucu hammaddesi trafiğine böylelikle bir yıllığına ortak oldu. İran'dan Suriye'ye, Lazkiye Limanından Mersin Limanına, Mersinden Körfez'e ve Körfez Limanından da Odessa Limanı üzerinden tüm Avrupaya uzanan sentetik kannabinoid maddesi yapımında kullanılan sıvı hammaddenin taşınması işi, narenciye suyu yüklü konteynırlarla perdeleniyordu.
...
Genç kızın karşısında kızgın bir boğa gibi burnundan solumayı bırakıp kurbanlık bir koyun gibi boyun eğdi. "Oldu mu, memnun musun?" diye sakince sordu.
Meyil başını salladı. "İyi misin?"
"Tek parçayım, tutuklanmadım, karşındayım. Ha çok merak ediyorsan başkasıyla sikişmedim. Benim sevdamı sınama! Benim aklımla oynama! Beni, işimle vurma! Anladın mı? Ben baban değilim, hıncını benden çıkarma!"
Meyil bu kez şiddetli kapı vuruşu gürültüsünden beter sarsıldı. Son cümle... Onun paramparça yanıydı. Hiç iyileşmeyen yarasıydı. Arca, beni vurma derken onu babasıyla vurmayı seçmişti. Yüzüne öyle şok içinde bakakaldı ki saniyelerce o an yere yığılmadan nasıl ayakta kalabildiğine şaştı. Arca üstelik ne söylediğini de nereye dokunduğunu da pekala biliyor ve gözünün içine dimdik bakıyordu.
"Üstüm başım leş gibi. Duşa giriyorum, sen de yukarı gel. Gelirken içecek bir şey getir." deyip cevap beklemeden ağır ağır merdivenleri çıkmaya başladı.
Arkasından birkaç dakika daha bakakaldı. Tekli koltuğun ucuna yığılırcasına çöktü. Her şeyin sebebi bu muydu? Onda babasını mı arıyordu? Veya bir yerlerde daima babasını mı arıyordu? Yani kendine bir baba mı arıyordu? Dizilerde ve kitaplarda her sonucun bağlandığı böyle bir psikolojik çıkarımın kendi hayatı üzerindeki etkisini merak ediyordu.
Arca'nın yukarıdan seslenen buyurgan sesini duyana kadar boşluğa baktı. Kendisini tokatlayası vardı. El oğlu bir laf söyler, boşluğa bakarsın öyle, dedi. Acımadı ki... Ben kaşındım!
Arca tekrar seslendiğinde kalkıp mutfağa yürüdü. Buzdolabından içki ve tezgahtan iki cam kadeh aldı. Ankastre fırının kapağındaki aksine bakıp yüz ifadesini toparladı, gülümsedi. Üst kata çıktı. Kapının aralığında duraksadı. Arca üstünde bir havluyla yatak örtüsünü aralamadan yatağa uzanmıştı. Eliyle gelmesini işaret etti.
Meyil odanın ışığını kapatıp yanına yürüdü. Viski şişesini komodinin üzerine bırakıp kadehleri işaret etti. Genç adam başını salladı. İkisi de havadaki kırgınlık kokusunun farkındaydı. Göz teması kurmadan birkaç dakika yan yana oturdular. Meyil kadehlere içki döktü,
"İşin... Çok mu önemliydi?"
"Hıı."
"Halledebildin mi peki?"
"Hallettik."
"Tek parçasın!" deyip kendi şakasına gülmeye çalıştı, güzel yüzünde zoraki bir tebessüm asılı kaldı.
Arca viskiyi tek seferde başına dikti ve bardağı bıraktı. Kızın beline sarıldı.
"Kime göre neye göre? Öyle görünce öyle sanıyor da insan. Öyle değil. Beni çekip vursan daha iyiydi! Beni delik deşik ettin bu gece. Alacağın olsun."
"Ben..."
Arca işaret parmağını kızın dolgun alt dudağına bastırdı, "Konuşma. Sen! Diyeceğini dedin. Ben de... Bu cümleyi bu kadar erken kuracağımı sanmazdım ama beni mecbur bıraktın: Ne olduğumu biliyordun, hiçbir zaman bana hesap soramazsın! Sana sadece sadakat borcum var, onu da hep tutacağım. Senden başkasına dokunursam elim kırılsın! Merak ediyorum, beni zorlamakla daha çok sevildiğine ikna olacak mısın? Bunun sonu var mı? Seni korkutan şey benim akıbetim mi, kendininki mi? Ya da ölsem kaç gün ağlarsın? Korkma, ikimize de bir şey olmaz. Ya ölürüz ya kalırız. Hepsi bu."
Meyil, sevgilisinin böyle uzun konuşmaların sabırlı adamı olmadığını pekala biliyordu, ona göre böylesi bir tirad bile söz konusu Arca ise gazel sayılırdı.
"Sevişirsek geçer mi?"
"Histeri krizi, geçer derler." deyip Arca pis pis güldü.
Meyil onun göğsüne elinin tersiyle vurdu. "Aşağılık pis mafya!"
Arca bir kahkaha attı ve kızı bileğinden tutup aniden yatağa devirdi, çevik bir hareketle üstüne çıktı, bileklerini başının üstünde yatağa bastırıp yüzüne eğildi ve onu kafes içine alarak sıkıştırdı.
"İlla düzdürecen kendini dimi seni küçük şeytan?"
Meyil adamın yüzüne ve gözlerine bakabilmek için boynunu gererek lacivert hareli parlak mavi bakışlarını ona çevirdi. Kesik kesik fısıldadı, "Sensiz... U-yu-ya-mı-yo-rum!"
Aralarında yeni yıkanmış duş jeliyle ferah erkek deodorantı kokusu yükseldi. Birbirlerine dalgın bir hayranlıkla bakmaya ve aynı havayla nefeslenecek kadar sokularak fısıltıyla konuşmaya başladılar.
"Ben sensiz hayal kuramıyorum, düşünemiyorum, nefes alamıyorum. Ne oldu bize böyle?"
"Çok aşığım sana."
"Ben de deli gızım."
Arca tutkudan ve arzudan kudurmuş gibiydi, huysuz ve tatlı kadını tüm tahrik düğmelerine aynı anda basmıştı. Bütün yorgunluğunu ve dünyanın tüm savaşlarının öfkesini, Meyil'in ipek teninde hoyratça gidermeye vahşice açtı. Az sonra dolaşacağı dişi diyarların, inci gibi zarif, ipek gibi serin ve ıslak sokaklarında tüm marazlarından boşalacaktı.
Meyil ise genç adama kurak toprakların yağmura duyduğu özlemle ihtiyaç duyuyordu, çok aşıktı. Yanındayken ve sevdiğini söylerken bile yetinemiyordu, onu ikircikli bir hasetle kendinden kıskanıyordu. Yüzüne, gözlerine öyle hayranlıkla bakıyordu ki, içinde fırtınalar kopuyordu.
Arca'nın badem gözleri çok güzeldi, ince yüzüne göre gözleri epey iri olduğu için ifadesi çocuksuydu, siyah hareli kestane rengi irisleri güneşte yeşil yansımalarla parlıyordu, sık ve siyah kirpikleriyle bakışları karşındakini okşuyor, sevimli cazibesiyle insanı kandırıyordu. Ona o kadar hayrandı ki bir insanın başka bir insanı bu kadar çok sevebileceğine şaşıyordu. Gözlerine dalıp gidince içi titriyor hatta bazen burnunun direği sızlıyor onu yanındayken bile özlüyordu. Onsuz kalmaktan ölesiye korkuyor, düşüncesi bile kalbini kırıyor ve gözyaşlarına boğuyordu.
Böylesini hiç düşünmemişti, arabesk bir sevdaya düşmeyi aklının ucundan bile geçirmemişti, biri önceden söylese gülerdi. Oysa Arca'ya ezelden beri bekliyormuşçasına hasretti, nefesi olmuş, kanına karışmıştı. Her an onu düşünüyor, onunla çıra gibi yanıyordu. Mümkün müydü bilmiyordu ama sanki onda camdan bir kalp vardı ve ta içini görüyordu, ondaki kendisini görünce nabzı daha da coşkuyla çarpıyordu! En derinindeydi, ilk kez birisine böylesine ait ve sahipti. Kırık ve örselenmiş, yalnız ve zalimleşmiş, yaralı ve asi çocuk ruhuyla onundu, ondaydı, oydu, hem kendisi gibiydi hem başkaydı. Ak ve kızılın şarkısında aynı notalara basmıyor olsalar da zaten aşk, farklı notaları olan iki insanım birlikte bir melodi yaratması değil miydi? Gaipten gelen bir sırra bakar gibi onun gözlerinde geleceğini görüyordu.
Arca'nın elleri bileklerini usulca bıraktı, sırtından beline inen tüy gibi okşamasıyla tüyleri ürperdi, bedenini yükselterek onun sıcaklığına sokuldu. "Seni özlemek suç mu Aco'm? Suçum buysa cezam ne o zaman?"
"Böyle suça can kurban gülüm, cezan vuslat. En derininden..."
"Hiç durmadan sevişelim. Aşktan ölelim seninle. Öp beni."
Saat gecenin 4:30'unda, kargaların uyanmasına çok az kala, gecenin başındaki aşık atışmasından pişman halde dudakları iç içe geçti. Meyil'in daveti açık ve keskindi, sensiz uyumayacağım derken çok ciddiydi. Kokusuna, sıcak sarılışına, zevk ve yorgunluktan baygın düşmeye çok alışmıştı. Kollarını ve bacaklarını adamın gövdesine dolayıp kendisini açlıktan ölür gibi öpüşüne bıraktı. Hafif hafif inleyerek, birbirlerini dişleyerek uzun uzun öpüşmeye daldılar. Temas ihtiyacının tan yeri gibi yükseldiği anda Arca kızın üzerindeki ince kumaştan askılı elbisenin eteklerini tutup kalçasından yukarı sıyırdı.
"Kurtul şundan!" diye söylenip kızın kollarını kaldırarak elbiseyi başından sıyırıp atmasına yardım etti. Kendi havlusunu da belinden çözüp attı ve üzerinde sadece dantel küloduyla kalan kızı kucağına çekti, boynunu öpmeye başladı, dağınık sarı saçlarını omuzlarından geriye sıyırdı ve diliyle Meyil'in uzun gergin boynundan gerdanına ıslak izler bıraktı. Karşılarında durduğunda sabırsızca titreşen göğüslerine usulca dokundu, gördüğü en güzel en pembe uçları parmaklarının arasında tutup sıktı, ağzını göğüslerinden birine kapattı ve kendi kendine iştahlı hırıltılar çıkararak uzun uzun emdi.
Meyil yüksek sesle inledi, parmaklarını Arca'nın ıslak saçlarının arasından geçirip kuvvetle çekiştirdi, göğüslerine vuran ritmik dil darbeleriyle derhal çözülecek gibi oldu, dudaklarını dişleyip gözlerini yumarak bedenini iyice gerdi, bacaklarını sıkı sıkıya Arca'ya doladı. Kucak kucağa öpüşüp oynaşırken aşağıları kendi ritmini bulmuş inceden inceye sürtünerek yaklaşan zevki çoğaltıyordu.
Dudakları tekrar buluşmadan önce Meyil kollarını Arca'nın boynuna dolayıp geniş omuzlarında tutunarak kendini kucağında yükseltti ve ona sahip olmak için bedenlerini hizaladı. "Hadi gel."
Erkeğin en sevdiği söz ve aldığı en karşı konulmaz davet buydu. İkiletmedi! Kızı kalçasından sıkıca kavradığı gibi sertliğine yerleştirdi. Aynı anda nefis iniltiler sonra biraz daha derine, daha içeriye, ritmi önceden haber veren dudakların işe karışmasıyla en derine... Ahlar, ohlar vesaire...
Seks sırasında Meyil'in kendini zevke kaptırışı, özgürlüğü, çekinmezliği ve hep daha fazlasını talep edişleri Arca'yı büyülüyordu. Kadınlara zevk vermişti ondan öncesinde de ama Meyil'in içindeki Tanrıça bir başkaydı. Onun her hissi yoğun ve gerçekti, erkeğini her duygusuyla hazzın sonuna kadar götürüyordu. Onunla sekse sadece cinsel organları değil saç diplerinden tırnak uçlarına kadar tüm uzuvları muhteşem bir orkestanın üyeleri olarak dahil oluyor sonra zevk bedeni aşıyor ve tüm ruhunu, kalbini ele geçiriyordu. Her şeyiyle onun oluyor ve ona karışıyordu.
Sevişirken bazen mırıl mırıl konuşuyorlardı, bazen küçük takılmalar, şakalar, hesaplaşmalarla başlayan alev alev seksi vaatler, ateşlerini yükseltiyor ve anı renklendiriyordu. Ancak bazen de şimdi olduğu gibi tek kelime edemeyecek kadar fena halde yükselmiş, başları dönmüş, şuur kaybının eşiğine kadar sürüklenmiş oluyorlardı.
Arca, Meyil'i kucağından yatağa devirdi ve bacaklarından birini omzuna kadar kaldırıp tenine sertçe yüklendi, Meyil bir çığlık atınca hafifçe güldü, kaba etine bir şaplak attı, bir daha yüklendi. Alt dudağını ısırıp dişlerinin arasında çekti ve bir daha çok sertçe yüklendi, sonra usulca içinden tamamen geri çekildi, kızın kalçalarını sıkıca kavrayıp yatakta yan çevirerek bir daha yüklendi. Beklenen vuslata çok yakın bir kaç sert darbeyle Meyil daha keskin bir çığlık kopardı, Arca'nın omuzlarına tırnaklarını geçirdi, altlarındaki karyola ritimleriyle sarsılırken bedenleri titremeye başladı, kızı çığlık çığlığa zaptettiği sert vuruşlarla hem mest etti hem de çok sevdiği şekilde perişan etti. Meyil'in tatlı yuvasına uzun uzun aktı.
Sevişmelerinin her biri bir festival tadındaydı, öyle alelade, çabuk bitsin diye hissiz devinmelerden çok öte bir uyum yakalamışlardı. Her defasında maddi manevi tüm benlikleriyle birleşiyorlardı. Dünya üzerindeki birçok insan seksin böyle yüksek ve yüce bir halinin olduğunun farkında değillerdi. Bu hal ancak koşulsuz teslimiyet ve aşkla mümkündü. Yamaç paraşütü için bir uçaktan elele boşluğa atlamak gibiydi. İnsan kendi kütle ağırlığını ancak ve sadece böyle dipsiz bir boşluğa düşmekle keşfediyordu ve bu da, her keşif gibi doğal olanın azameti karşısında insanı büyülüyordu.
Soluk alışverişleri ve şiddetli göğüs çarpıntıları az biraz düzelince kenetlendikleri pozisyonda bedenlerini biraz aralayıp daha konforlu bir sarılmayla yastığa uzandılar. Meyil gözlerini yummuş kendini çokça tatmin olmuş halde huzurlu bir uykuya bırakmıştı. Arca onun terli alnına yapışan sarışın perçemlerini yüzünden geriye taradı, pespembe elmacık kemiğinin üstünden öptü. Kulağının altından öptü, omzunun üstünden öptü. Burnunun ucunu boynunda gezdirerek hafifçe gıdıkladı.
"Şimdi mutlu musun?"
"Hımm çok!"
"Gel yıkayayım seni."
Meyil hemen gözlerini araladı, "Sahi mi?"
"Deprem bölgesindeyiz, noolur noolmaz, ev tepemize yıkılırsa cenabet gitmeyek!"
"Yaa salaak!" diye hoşnutsuz bir çığlık attı.
"Şaka şaka... Beni böyle hasretle beklemenin ödülleri bitmedi yavrum. Veya beni kışkırtmanın cezaları? Bakalım... Sen nasıl cilveli doyumsuz bir kadın oldun böyle? Tanrıçam, her yerine tapınacağım. Yanıyorum sana, aşığım!"
"Uuuv come on Adananın gülü! Yak bizi..."
Gülüşerek yataktan çıkıp banyoya girdiler. Arca söz verdiği gibi sevgilisinin güzelliğine her yerini öpüp koklayarak huşu içinde tapındı, onu bir meşk ayininde başka mertebelere taşıdı. Sevgisinde ve ilgisinde ne kadar cömert olması gerektiğinin farkındaydı. Çok değerli ve çok taze bir ilahe edinmişti, onun her hücresinde kendisini unutulmaz ve vazgeçilmez kılmak için her şeyini verebilirdi.
...
Meyil öğlene doğru uyandığında elinde hortumla üst kattaki balkonunu yıkıyor ve yüksek sesle şarkı söylüyordu. Genellikle Arca'dan önce uyanıyordu. Çay demleyip kahvaltı masasını hazırlamıştı ama sevgilisinin uyanmaya niyeti olmadığını görünce eline hortumu alıp akşamdan aklında olan bir işi halletmek için balkona çıkmıştı.
Arca onu üzerinde poposunu ancak örten ince penye bir şort ve sutyensiz giydiği ip askılı beli açık bluzu ile balkonda tüm siteye konser verirken görünce söylene söylene önce içeriden çeşmeyi kapattı, sonra Meyil'i uyarmaya bile uğraşmayıp direkt kucaklayarak içeri soktu. Kızı odanın ortasında kucağından bırakıp kapıyı ve perdeleri kapattı.
"Bana bak gece ayrı mevzu, sabah ayrı! Sen beni dellendirmek mi istiyon ulan? Sabrımı mı sınıyon? Bu kılıkla balkona çıkılır mı? Bir daha görürsem çok fena olur!"
"Ayy aşko ne kızıyorsun ya ben farkında değilim. Yiaaa sen beni kıskandın mı dark maço beyim? Yerimmm! Gel buraya öpücem!" Kollarını Arca'nın boynuna dolayıp şapur şupur öptü. "Ohh aşkımmm! Tünaydın!" diye en neşeli sesiyle şakıdı.
"Bir daha bu kılıkla çıkmayacaksın?" diye Arca teyit etti.
Kahvaltıdan sonra Meyil, güzellik merkezine gidip kalıcı oje yaptıracağını söyleyerek evden çıktı. Şoförü Ali'ye kendisini kalabalık caddedeki iş merkezinin önünde bıraktırıp arabayı parkedeceği en yakın otoparkı tarif etti ve binanın beşinci katını işaret etti.
"Bak şu mor tabelanın olduğu yer, Mery Güzellik. Saat 3'te çıkarım."
"Çıkmadan ararsınız gelirim Meyil Hanım."
Tamam dediyse de Meyil tırnak salonuna girmedi, iş merkezinin arka kapısından çıkıp kalabalığa karıştı ve bir minibüse atlayıp çarşıdan uzaklaştı. Batuhanla okulun civarındaki eski mekanlarında buluşacaklardı. Vardığında genç adam onu bekliyordu. Kızı görünce ağlamaklı bir ifadeyle epey kızardı, kumral kirpikli mavi gözlerini kırpıştırdı. Eliyle ona uzanmak ister gibi bir hareket yaptıysa da kıza dokunmadı. Meyil karşısına oturdu, birer sütlü kahve söylediler.
"Sınav sonuçları açıklanmış. Kazanabildin mi?"
Batuhan sıkıntıyla alnını kırıştırdıysa da çok önemli değilmiş gibi omuz silkti. "420 puan yapmışım. Mühendislik yemez."
"E ne yapacaksın?"
"Özelleri tercih edeceğim. Zaten olması gereken buydu! Ben çok inek bir tip değilim, babam da anladı. Onun istediği okulları kazansam bile bitiremezdim. Bana lazım olan diploma, yani ona lazım olan kağıt parçasıysa bi beş altı sene bana sponsor olup beklesin, sonra beni fabrikaya işe alsın. Ne olacaktı ki..."
"Geleceğin garantide olduğu için rahatsın tabi. Neyse, hayırlısı olsun. Nereye gideceksin?"
"Ben İstanbul istiyorum ama babam şimdi de Ukrayna diye tutturdu! Sen olsaydın asla gitmezdim ama şimdi... Gider takılırım..."
Bir süre sustular. Meyil cep telefonuna gelen aramayı reddetti ve telefonun sesini kısıp çantasına attı.
Batuhan sordu, "Sen neler yapıyorsun? O adamla ne işin var, kafayı mı yedin, kim olduğunu hala anlamadıysan ben anlatayım!"
Meyil elini kaldırarak delikanlıyı susturdu. "Batu! Saçmalıklarınla bir şeye ikna olmak veya Arca'dan ayrılmak filan için gelmedim. Sende beni ilgilendiren hiçbir şey olamayacağını anla diye geldim. Bak Batu, ben Arca'nın ne olduğunu biliyorum. Mafya mı, tetikçi mi, kabadayı mı? Fark etmez. Seviyorum. Onun olduğu şeyin, benim pek çok açıdan işime yaradığını düşünüyor olamaz mıyım sence? Saf salak bir zavallı değil de kendini koruyan ve sırtını güçlü bir adama yaslamaktan memnun akıllı bir kız olamaz mıyım? Bir de böyle düşün. Bizden uzak dur."
Batuhan mesajlarında yazdığı her şeyi tekrar anlatmaya başladı. Babasının işleri, rakip siyasi partinin belediye başkan adayı, adamın Arca ile hemşeri olduğu, babasıyla hesaplaşmak için Adanadan o tetikçiyi getirttiği, Meyil'in karşısına bunun için çıktığı, asıl amacının babasını bitirmek olduğu, kızı kullandığı, okuldan atılmasına onun isteyerek sebep olduğu, kendisini kışkırtıp mahsus karakolluk ettiği...
"Bu söylediklerin doğru olsa bile bana ne? Umurumda mı? Babandan bana ne, öbür adamdan ve belediye seçimlerinden bana ne? Ben kendi seçimimi yaptım. Uyardığın için yine de sağ ol. Seni görmek güzeldi, lütfen bir daha olmasın. Bye bye!" deyip Meyil ayağa kalktı.
"Meyil dur, nereye?" diyerek kızın koluna uzandı.
"Sakın bana dokunma!"
Batuhan da ayağa kalktı ve son kozunu oynadı. "Buraya geldiğinden haberi var mı?"
"Neden, canına mı susadın?"
"Beni vurur mu yani?"
"Vurabilecek biri gibi bence. Denemek mi istiyorsun?"
"Böyle birine nişanlım mı diyorsun? Bir katile mi aşıksın? Aklına mantığına, avukatlık hayaline ne oldu?"
"Yerinde duruyor, hatırlarsan benim babam da bir katil ve ben onu içeriden çıkarmak için avukat olmak istiyorum. Anayasa kitapçığına bayıldığımdan deği."
"Dur bir şey daha anlatayım. Sen daha o boktan kulübe iş görüşmesine filan henüz gitmemiştin. Arca benim peşimdeydi. Hani Starbucks'ta otururken, sen kimya ödevini yazıyordun, ben kasada kıronun biriyle dalaştım? Hatırladın mı? Beni takip ediyordu! Senin karşına benim sevgilim olduğun için çıktı, seni işe aldı! Seni bana yani babama karşı kullanmak için işe aldı."
"İş ilanını internetten ben gördüm ve başvurdum!"
"Tesadüf olamaz, bir şekilde seni ağına çekti! Sonra beni..."
"O gün kafede gördüğümüz adam Arca mıydı yani?"
"Oydu! O zaman sakallıydı. Beni izliyordu! Ben herifle taşak muhabbeti yaparken meğerse beni takip ediyordu! Arapça filan konuştu, Suriyeli taklidi yaptı. Çok feci bir pislik!"
Meyil bu kadar saçmalığın üzerine bir kahkaha patlattı, yüksek sesle kahkahalarla güldü, çocuğun yüzüne bakıp bakıp güldü.
"Ayh sinirim bozuldu! Kafayı yemişsin sen! Bence kokaini azalt bro! Ay tamam inandım, Arca seni fena keklemiş. Suriyeli taklidi ha! Yapar vallahi! Gerzek, çekil şurdan..."
Batuhan önüne geçip durdurunca Meyil hiç tereddüt etmeden incik boncuklu el çantasını aralayıp bir silah çıkardı ve emniyetini açıp yere, oğlanın ayaklarının dibine iki el ateş etti. Batuhan korkuyla sıçrayıp geriye sendeleyerek sırtının üstüne yere kapaklandı. Kafenin sahibiyle ikisinden başka içeride kimse yoktu, Meyil, oğlanın bunu ayarlayacağını biliyordu ve ona göre hazırlıklı gelmişti.
Bir kahkaha attı. "Korkma korkma ben Laz kızıyım, doğuştan nişancıyım, yani bilerek ıskaladım! Biraz daha yukarı nişan alırsam deşerim seni. Bak sana ne diycem? Düşmanın Arca değil, benim! Seni biri vuracaksa ben vururum itoğlu it! Şimdi siktir git, beni failin yapma!"
Telefonunu çıkarıp Ali'yi aradı. On dakika önce yani Ali'nin arabasıyla aralarındaki mesafeyi katedebileceği kadar süreyi hesaplayıp konum atmıştı.
"Geldin mi? Evet ben sıktım. Çıkıyorum, bekle orada. Gelme Ali Abi, ben iyiyim."
Arabasına binip tırnaklarını yaptırmaya gitti, akşam evde toz pembe üzerine inci tozuyla parlatılmış şıkır şıkır tırnaklarını göstererek sevgilisine olanları anlatıyordu. Arca ilk duyduğundan beri kahkahalara boğulmuştu, hayatında hiç bu kadar eğlenmemişti, o yüzden kıza tekrar tekrar her detayı soruyor ve anın keyfini çıkarıyordu,
"Sen benden silah çaldın? Batuhanla buluşup ayaklarına sıktın? Bebeyi iki seksen yere serip sonra gidip tırnaklarını mı boyattın ha? Kraliçem, heykelini yapmaya beton yetmez ulan! Senin Allah'ını seveyim gülüm ama delirdin mi, az daha ruhsatsız silahla adam yaralamadan yatarın olacaktı! Biz dama düşmeyek derken manitaya atlet sigara getirecektik. Ben senin ahlakını bu kadar bozdumsa çek beni de vur ulan, kanım akarsa namerdim, senin canına kurban! Ulan erkekler analarına benzeyen kadınları severmiş dedikleri şey harbi klişe!"
"Ben annen değilim, beni şakayla bile benzetme!"
...
Meyil, Arca'nın kendi zevkine göre belirlediği ve muhtemelen müşteri kaygısı gütmediği tek şarkıcı konsepti üzerine Sezen Aksu şarkıları seslendirdiği o gece, müşterinin gösterdiği inanılmaz reaksiyon ile şok olmuş, sevinçle karışık ürperti duymuştu. The Gulf'ün restoranı çok iyiydi, aşçısı çok iyiydi, mezeleri şimdiden dillere destandı ancak tek konuşulan kendisiydi. Rezervasyon yaptırmak için arayanalar sadece Meyil'in sahne alıp almayacağını soruyordu.
Seyirlik değil ömürlük olsun, derken de,
Bir an gelip de küllenince, derken de,
Sen de benim hatalarımdan birisin, derken de,
Sen de benim kadar gerçekleri biliyorsun, derken de...
Tüm şarkılarını sadece onun gözlerine bakarak içli içli okuyor, gözlerini kapatıp kalbinden coşan hislerle enfes ses tellerini titreten nağmelerini ona doğru çağıldıyordu...
Sen de benim kadar gerçekleri görüyorsun Beraber olamayız, benim gibi biliyorsun Bir başka dünyanın insanısın yavrucağım Sen kendi dünyanın toprağında büyüyorsun
Haklısın, biraz geç karşılaştık Oysa hiç konuşmadan anlaştık Bazı şeyler var ki söylenmiyor Biz senle sözleri susarak aştık
İnsan acılarla kıvransa da Ve o aşkta bir daha doğsa da Dünyasını yeniden kursa da Düşler ve gerçekler ayrı ayrı yaşar
Sen de benim kadar gerçekleri görüyorsun Beraber olamayız, benim gibi biliyorsun Bir başka dünyanın insanısın yavrucağım Sen kendi dünyanın toprağında büyüyorsun
...
Arca, o ay Kozan'daki iki kumarhanesinden gelen beş altı milyon dolarlık hasılatı cebine indirirken şimdi asıl mesaisini vakfedeceği ve gelecekteki asıl işini kesin olarak belirlemişti. Kumarhaneler altın yumurtlayan tavuktu ve uyuşturucu ticareti hariç başka hiçbir iş kolunda bu kadar yüksek kar marjları elde etmesi mümkün değildi. Büyükbabasının, babası ve amcasının isimleri sayesinde imtiyazlı olarak atıldığı bu illegal dünyanın en kaymak tabakasını sağma işinde başarıya ulaşmıştı. The Gulf olsun, Körfezde ucundan kıyısından tuttuğu ithalat ihracat işleri olsun, kumarhane geliri yanında çerez parası olarak kalıyordu. İşin başında olmamasına rağmen kurduğu sistem tıkır tıkır işliyor ve her ay cebine yüzlerce bin lira kazanç giriyordu. Yeni devraldığı liman işletmesi üzerinden gelip geçecek malların ortaklığından gelecek paraya ihtiyacı yoktu ve sadece Ferman'ın işine ortak olmak, işleyişi anlamak ve gerektiğinde ona karşı komplo kurabilmek için dahil olmuştu.
Öyle ki, Mehmet Karadeniz ile birebir görüşmesinden birkaç gün sonra The Gulf'e bu kez mali polis tarafından yapılan baskında yediği bir buçuk milyonluk cezayı bile umursamadı. Maddi kaybı devede kulak, sinek ısırığı veya rüzgar esintisi gibi basit bir şeydi. Paranın kaynağı ise dev bir çağlayan...
Mali polis, yine aldıkları şikayet üzerine bir gece yarısı baskını ile yazar kasaları, fatura giriş çıkışlarını ve sigortalı çalışanları teftiş edişinin arkasında yine Karadeniz soyadının desteklediği rüşvetçi yozlaşmış bazı e düzey bürokratlar vardı. Meyil reşit olmuş gözüktüğü yeni kimliğini almıştı, tüm müzisyenler ve çalışanlar da usulüne uygun şekilde sigortalanmıştı. O gece yapılan baskında sadece silahlı korumaları hakkında tartışma yaşandı ancak korumlarını da özel bir güvenlik şirketinden gece kulübünü koruması için tuttuğunu, silah taşıma evraklarının bulunduğunu söyledi.
Ona ceza yazmadan gitmemek için emir almış memurlar, tek açığı hem de önemli bir açığı üzerinden bir milyon dört yüz yetmiş bin ₺'lik vergi cezası kestiler. Mevzuata göre, bir müşteri içkili bir lokantada yemek ve alkollü içki tüketirse bu müşteriye kesilecek fatura, Yemek bedeli %8, İçki bedeli %18 kdv şeklinde ayrı ayrı belirtilerek tahsil edilecektir. Fişlerin çoğunu tek yemek bedeli olarak kestikleri için kdv oranındaki farktan kaynaklanan kısım, vergi kaçakçılığı olarak görünüyordu. Çoğu vatandaş bu uygulamanın zorunluluğunu bilmiyor veya umursamıyor, adisyona denk gelen fişin detayına bile bakmıyordu ancak denetim dönemlerinde veya şimdi olduğu gibi şikayet üzerine incelendiğinde, ceza almak kaçınılmazdı.
Arca, buna da eyvallah dedi. Batuhan'ın saplantısı yüzünden Mehmet Karadeniz'in kendisini Körfezde barındırmamaya kararlı olduğu anlaşılıyordu. Gönderdiği kanlı mektup yerine yeterince ulaşmamıştı demek, Meyil'in oğlana sunduğu silahlı gösteri de işe yaramamıştı, Arca elbette daha iyisini yapabilirdi.
Yeni yeni palazlanmaya ve silah kuşanıp kızlarla takılmaya başladığı dönemlerde babasının kulağına küpe olan sözlerini şimdi Nedim, sürekli tekrarlıyordu:
'Sakın ola, hiçbir zaman karı kız dalgasına silahına sarılma! Ne kadar temkinli olursan ol, delikanlıyı bitirecek tek mevzu karı kız mevzusudur. Bir am uğruna adam vurursan ne itibarın kalır ne arkanda duran olur, malamat olursun aleme, araya gidersin! Sonra değmez... Ananın, karının veya bacının namusu için değilse karı milleti için kan dökmeye değmez... Hatun kısmı, adamları birbirine kırdırmaya bayılır ama sonra yapmasaydın der, katilsin, eşkıyasın der, sıyrılır gider.'
Hak veriyordu, ortada bir namus meselesi de yoktu ancak zoruna gidiyordu. Seçimlere bir aydan az bir süre kalmıştı ve bu şehirden ayrılmadan önce her yeri ateşe veresi vardı ancak sevdiği kadın içindeydi. Mehmet Karadeniz denen şerefsize bir Adanalıya bulaşmak ne demekmiş, öğretecekti.
*****
|
0% |