Yeni Üyelik
28.
Bölüm
@selinsafak

 

~~~^~~~

 

Gündüzleri uzun, heyecanlı ve sarı sıcak, geceleri kısa, tutkulu ve mavi serin. Gelsin diye iple çekilen fakat bastırdı mı, buhranıyla, hafakanıyla geçmek bilmeyen, otuz beş derecede seyreden uzun öğleden sonraları gibi sinekli zamanlar. Tuz gibi bej rengi kumlardan, lacivert ufka bir hasır şapkanın altından bakarken buzlu dondurmanın damakta bıraktığı o tat... Bildikleri en güzel, en sıra dışı yaz, birlikte geçirdikleri o yaz mevsimiydi zira gençlik, ömür denen zaman çizgisinin yaz dönemi sayılırdı. Zaten en tatlı meyveler de yazın yetişenler değil miydi? Büyüme sancısı, yaz günü betonarmelerin arasına sıkışmış, yapış yapış terden bunalan şehirli bir fukara için ne kadar zul ise; gençlik aşkı da, şıpıdık terliği ile begonvil örülü caddelerden denize inen yazlıkçı misali ferih fahurdu.

 

Körfez havası memleketine benzemese de, yaz sonuna doğru Adanalı'nın sıcağa olan söylenmeleri, alışkanlıktan olsa gerek, oldukça yaratıcı küfürlerle sürüp gidiyordu. Ağustos ortasında bir sabah uyandığında, 'Yaniyürük Allahıma! Terden yatağa portrem çıkmış! Eyyamını ayrı, bahurunu ayrı sikeyim!' diye söyleniyor, günde beş kere duş alıyor, evdeki ve kulüpteki klimaları 24 saat boyunca 18 derecede çalıştırıyor ve yarasalar gibi gündüz dışarı çıkmıyordu. Adem Amca ve Yaren Leylek vedalaştığında, Arca normal dengesine kavuşacaktı.

 

Meyil, hayatında onun kadar sıcağa söylenen bir başkasını daha görmemişti. Hele birkaç günlüğüne işleri için Adana'ya gittiğinde sesi telefonda bile barut kokuyor, en sinkaflı küfürlerine güneşi özne yapıyordu.

 

'Yeter yıkanma artık! Şu klimaları da kıs, bu kadar deodorant sıkma! Ozonu deldin ozonu! Küresel ısınmayı tek başına arttırdın, eriyen buzulları da düşün, yazık değil mi penguenlerle kutup ayılarına?' diye, adamın söylenmelerine karşı çıkıyordu.

 

Oysa Arca şaka yapmıyordu. Ne kadar komik olsa da gülmeyeceği iki şaka türünden birisi polis diğeri de yaz sıcakları hakkında olanlardı. Kırmızı çizgileri çok netti! Sıcak hava ve polis şakaya gelmezdi...

 

Meyil ve Ece, 15 Ağustosta dershaneye başladılar. Üniversiteye hazırlık için yoğun bir çalışma programı onları bekliyordu ve ikisi de artık işin ciddiyetinin farkında olarak düzenli çalışmaya kararlıydı. Meyil, dershanenin ilk günlerinde okuldan arkadaşlarının kendisine tuhaf bakışları ve okulu bıraktığı için yadırgayan sözleri ile karşılaştıysa da kimseyi umursamadı. Kendisi son üç ay içinde eski okuluna ve hayatına dair her şeye sünger çekmiş olsa da, diğerleri onu son gördükleri haliyle hatırlıyor, konuşuyor, takip ediyorlardı. Herkes, Batuhanla ayrıldıklarını, Meyil'in gece kulübünde şarkıcılık yaptığını, Batuhan'ı patronuyla boynuzladığını, Arca'nın belalı bir tip olduğunu, Batuhan ve Arca arasında defalarca kavga çıktığını; Meyil'in, annesinin evini terkettiğini biliyor ve arkasından fısıldaşıyordu.

 

Meyil ise dedikodulara ve kınayan bakışlara en güzel cevabı, sınıf belirleme sınavında yaptığı puan ile verdi. İki yüz kişilik lise son ve mezuna kalan öğrenciler arasında beşinci olarak birinci sınıfa geçince hem öğrenciler hem öğretmenler, kısa bir anlığına kızın zekasıyla alay etmeyi bıraktılar. Meyil, akıllı kızdı, herhalde bir bildiği vardı...

 

Ece ve Buğra yeniden yanındaydı ve arkadaşları hakkında dönen dedikodulara ağız açtırmıyorlar, Meyil'i her ortamda 'Üvey babasından kaçtı' diyerek savunuyorlardı.

 

Ailesinin maddi sıkıntıları yüzünden darda olan kankası Buğra da, Meyil'in aracı olmasıyka The Gulf'te garson olarak işe başlamıştı.

 

Ece de annesi izin verdikçe, Meyil ile birlikte olmak için The Gulf'e gelmeye başladı. Bazen annesine etüte kaldığını söyleyip dershane çıkışı da soluğu kulüpte alıyor, akşam program başlayana dek bir masada oturup provaları izliyor, herkesle çene çalıyordu. Arca, Nedim ve çalışanlar da bu sıcakkanlı ve neşeli kızı seviyor, içtiği bir bira veya diyet kolanın parasını almıyorlardı. Lise kankileri yeniden bir araya gelince Meyil'in neşesi artmış, yeniden özgüvenini kazanmış, Arca'ya daha az dır dır eder olmuştu. Hele Buğra'nın kulüpteki varlığı Arca için bulunmaz nimetti. Hafif kırık olsa da özü sözü bir, dürüst ve saygılı oğlanı hemen kendi ekibine aldı.

 

Buğra, yaşından olgun düşünen ve karşısında kim olursa olsun kendi üslubuyla taşı gediğine koyan biriydi, Meyil ona çok güveniyor ve Ece'den bile daha çok sözünü dinliyordu. Arca'nın bile sözünü geçiremediği bazı durumlarda Buğra bağıra çağıra, 'kız sen mal mısın yelloz, seni yolarım!' diye çirkeflik yapmaya başlayınca Meyil, Karadenizli damarını yutup yola geliyordu. Arca, oğlanı koruyup kollamaya, iflas eden babasının işlerini toparlaması için yardım etmeye başladı. Karşılığında tek isteği sadakat ve Meyil'e göz kulak olmasıydı. Buğra, Arca'nın Nedimden sonraki yeni sağ kolu olarak işletmecilik işinde yükselmeye hevesliydi.

 

Batuhan, üniversite tercihini babasının zoruyla Ukrayna olarak belirlemişti. İstanbul'da makine mühendisliği okumaya puanı yetmediği için Türkiye ile denkliği olan üniversitelerden birine Ukrayna'da devam edecekti.

 

Sibel hala Muarremle yaşıyordu. Muarrem'in yaşlı babası kansere yakalanmıştı ve ölürse mirastan pay alıp en azından zengin bir dul olma planları yaparak oyalanıyordu. Zaten Muarrem boşanmaktan vazgeçmişti ve mahkemeler adli tatildeydi. 'Birkaç ay bekleyelim, bak hastalık var, yaşlılık var, benim çocuğum olmadı, hastalanırsam bana kim bakacak Siboşum, az sabret, babam gidici zaten, mirası alınca sana yeni ev de alırım, istediğin arabayı da alırım, kuaför salonunu yeni bir dükkana da taşırım...' diyerek boşanmaktan vazgeçirmek için kadına türlü vaatlerde bulunuyordu.

 

Hastalık hastası ve takıntılı Muarrem, yaşlılık ve hastalıkta yalnız kalma korkusuyla Sibel'e yönelttiği aldatma iddiasını bile unutmuş veya sineye çekmiş görünüyordu. Belli etmese de Sibel'e yönelttiği tehditlerinden vazgeçmesinde, bir gün Nedim'in iş yerine gelip ona Arca'nın selamını iletmiş olmasının da payı büyüktü.

 

Meyil, Sibel'in Muarrem'i aldatıp aldatmadığını bilmiyor ve artık umursamıyordu, annesine -kurtul şu pislikten diye dil dökmekten de vazgeçmişti. Sizden ne köy olur ne kasaba deyip kestirip atmıştı. Artık kızmıyor, gücenmiyordu. Sibel hala miras hayalleri kurup duruyordu. Babasızlığa alıştığı gibi annesizliğe de alışabilirdi. Arca bir dediğini iki etmiyordu, bir eli yağda bir eli baldaydı. Başka kimseye ihtiyacı yoktu. Yaşını büyütmek için dava açması kendisi için en hayırlı icraatı olmuştu ki kendine banka hesabı açıp, kulüpten kazandığı parayı bu hesapta biriktirebiliyor, kimseye hesap da beş kuruş da vermiyordu.

 

Arca sadece sevgilisi değil, akıl hocası, kol kanat gereni, arkasındaki dağı, yol göstericisiydi. Ondan gördüğü desteği şimdiye dek kimseden görmemişti ve onun yönlendirdiği hiçbir şeyden zarar etmemişti. Attırdığı her adım, Arca yanında olsun olmasın kendi ayaklarının üstünde güçlü bir kadın olarak durabilmesini destekleyecek şeylerdi. Ne annesi ne babası, bu Adanalı el oğlunun ona gösterdiği alakanın binde biri kadar Meyil'i düşünüyor muydu acaba? Düşündüklerini iddia etmekle gerçekten iyiliğini sağlamak aynı şey değildi, anne babalar elbet çocuklarının iyiliğini isterdi ama ya iyilik denen şeyin gerçek anlamını bilmiyorlarsa? Ya o zaman ne olacaktı?

 

Şevket, iki aydır Meyil ile küsmüştü, görüşe kabul etmiyor, telefonlarına çıkmıyor, mektuplarına cevap yazmıyordu. 'Ne zaman o heriften ayrılıp annesinin yanına döner, okuluna devam eder, o zaman onu affederim' diye haber göndermişti. Oysa Meyil affedilmesi gereken bir hata yapmadığını düşünüyordu.

 

Arca yarı dolulukla geçen Temmuz sonunda, orkestranın yarısına aynı anda on beş gün izin vermiş, üniversiteli müzik grubunu da Eylül ayında, haftanın üç gecesi işe başlatmak üzere başından savmıştı. Meyil'in sahnesini de cuma ve cumartesiye çekip kalan günlerde kendi işlerine bakmak için ekstra vakit yaratmıştı.

 

Ağustos başlarında bir prova esnasında sevgilisinin Ebru Gündeş şarkılarını dinlerken Arca, bir ay önce başlattığı cuma geceleri tek şarkıcı konsepti üzerinden şöyle diyordu;

 

"Zaten işler kesat anasını satayım bari kendi zevkimize iş yapalım."

 

Temmuz ortasından itibaren Meyil sahneye bu konsept ile çıktı. The Gulf'ün internet sitesinden ve instagram hesabından yeni program önceden duyurulmaya başlanmıştı. Körfez halkının lüks restoranlarda ve gece kulüplerinde yiyip eğlenmeye bütçe ayırabilecek kadar kalburüstü insanları zaten yaz tatilinde sahillere gitmişti. Kalan garibanların da çok azı The Gulf gibi canlı müzikli, içkili yemekli bir mekana, iki yetişkin için gecelik en az beş bin lira ödeyebilirdi. Ancak duyurular başlar başlamaz konsept epey ilgi çekmeye başladı.

 

Üçüncü program için arayan Sezen Aksu hayranı olan karısına evlilik yıldönümü sürprizi yapmak isteyen bir erkek berberiydi. Telefonda rezervasyon yaptırmak için aradığında indirim için yalvarmıştı. Adam o kadar tatlı dilli ve şakacı bir üslupla indirim istiyordu ki rezervasyon sorumlusu olan garson, adamı Arca'ya aktarmak zorunda kaldı.

 

Arca, erkek berberi Hakan ile hoş bir sohbet edip bir defaya mahsus bin lira indirim uygulanacağını söyledi. Hakan o kadar içten hayır dua etti ki belki de onun sayesinde o gece tüm masalar doldu taştı. Çevresi geniş ve sevilen erkek berberi, tüm eşine dostuna haber bermiş ve sosyal medyasında da The Gulf'ün afişlerini paylaşmıştı. Sekiz masa dolusu insanın Hakan'ın referansı ile geldiğini öğrenen Arca gecenin sonunda adamdan hesap aldırtmadı, yüzyüze tanışıp el sıkışırlarken -bu gece hesap benden, yengeyle size evlilik yıldönümü hediyem olsun, dedi.

 

O hafta birçok mesaj ve telefon almaya başladılar. Kafasına esen en sevdiği şarkıcı için özel gece düzenlensin diye arıyordu. İçlerinde güzel fikirler de vardı, hiç işe yaramaz istekler de!

 

Arca susmayan telefonlara ve gelen taleplere karşı tepkiliydi. "Küçük İbo nedir ananın ızdırabını sikeyim senin adam gibi! Öbürü gelmiş sıra gecesi ister! Başka bir manyak Metallica diye tutturur... Şehir radyosu sandı bunlar bizi... Hay ben aklımın fikrini sikeyim!"

 

Bir sonraki hafta Ahmet Kaya gecesi de doldu taştı, rezervasyonlara yetişemez olunca Arca izindeki orkestrayı geri çağırdı, yaz başında olduğu gibi Meyil'in sahnesini yine üç geceye çıkardı. Perşembe ve Cumaları, Tek Sanatçı Konseptine uyarladı.

 

Ağustos ortasındaki bir Perşembe gecesinin konsepti olan Yıldız Tilbe gecesi için Meyil'in orkestra ile prova aldığı sırada beklenmedik bir şekilde Arzu, beraberinde kalabalık koruma maiyetiyle beraber The Gulf'e geldi. Sanki Arca ile daha dün telefonda görüşmüş gibi ve The Gulf'ün kapısından içeri kırmızı mum ile davet edilmişçesine samimi tavırlar takınarak mekana girip gözünü sahneye dikti. Dinledi, dudak büktü, ince kaşlarını kaldırdı.

 

"Bu konsept çok tutmuş! İstanbul'daki mekanlarda da aynısını yapmaya başladılar. Kimin fikriydi?" diye sordu.

 

Arca, "Benim." dedi.

 

"Aferin aferin, böyle giderse senden yeni bir Fahrettin Aslan olacak. Emel Sayın'ın da elinde zaten!" deyip yarı ciddi yarı alaylı güldü.

 

Leb derken leblebinin üretildiği nohutun dikildiği tarlayı araştıran Arca hemen sordu, "İstanbul'dakilerin nereden haberi olmuş?"

 

"Kendini küçümseme, seni izliyorlar. Ben de reklamını yapıyorum tabi."

 

"Hayatımı siktin yetmedi, fikrimi de mi çalıyorsun? Hala mekanların var değil mi?"

 

"Sözüm geçiyor."

 

"Söyle hangileri?"

 

"Ne yapacan?"

 

"Temeline dinamit koyup havaya uçuracam."

 

"Mekanlarıma ilişirsen solistini senden çalarım."

 

"Ericahşı alırsın! Beş yıllık sözleşmem var."

 

Arzu sahneye arkasını, oğluna yüzünü döndü ve ölçüp tartan bakışlarıyla genç adamı süzerek cümle sonundaki fiilleri bastıra bastıra sordu, "Meyil'e çok iyi bir teklif gel-se, sözleşmeyi senden iste-se, vermeyecek misin?"

 

Arca, delip geçen gözlerle sağa sola bakındı, Allahtan hala ayakta ve baş başaydılar. Omuz silkti.

"İstemez."

 

"Ya isterse?"

 

"Bensiz uyumayan kız, bensiz albüm mü çıkaracak, de git Allahsen!" deyip güldü Arca.

 

Arzu da güldü, dudak bükerek sordu, "Ne yaptın böyle kızcağıza?"

 

"Adımı kalbine yazdım! Sen anlamazsın."

 

"Nurhan'a oğlum olduğunu sen mi söyledin?"

 

"Nurhan kim, hiç işim olmaz!"

 

"Söylemezsin tabi, kabadayı babandan değil, hanımefendi anandan utanıyorsun! Neyse... Kızı takip ediyorlar. Yakında Abel'in de kulağına gider. Bu elması kendine saklayamayacaksın."

 

Arca, Abel ismini duyunca bir an duraksadı. İstanbul Müzik Çarşısının en büyük yapım şirketinin ezeli sahibi, büyük yapımcı, yetenek avcısı, ondan izinsiz piyasada kuş uçmayan, bülbül, saka hatta karga bile ötmeyen, onun sanatçıları tüm konserleri silip süpürürken onun veto ettiklerinin piyasadan isminin silindiği ünlü müzik mafyatörü; Abel Karcıyan, Türk ismiyle Habil Karcıoğlu...

 

Arzu, bunun gibi şahısların hepsinden senli benli söz edebilecek tanışıklığa sahipti. Arca da yollarının elbet bir gün kesişeceğini biliyordu.

 

Arca kısa bir duraksamanın ardından yine kendinden emin tavrıyla bu kez biraz nispetli sözlerle cevap verdi. "Öyle bir şey olursa o zaman benim akıllı anam oğluna olan borcunu öder. Gel dolaştırayım seni. Biraz da dekorasyona kulp tak, hatrı kalmasın sonra!"

 

Arzu, The Gulf e geldiğinde her şeye mahsustan burun kıvırdı. Oysa işçiliği de tasarımı da gayet beğenmiş, oğlunun iyi iş çıkardığını düşünmüştü fakat serde alttan almak yoktu, iltifat etmeyi de, karşısındaki oğlu bile olsa kimseyi takdir etmeyi de bilmezdi.

 

"Dekorasyonu hiç güzel yapmamışsın. Bu ışıklar hiç olmuş mu, Rus kerhanesi gibi." diye sataştı.

 

"Sen iyi bilirsin." Dedi Arca gülerek.

 

Annesinin sırf Filizlik taslamak için mana bulduğunu pekala biliyordu, beğenmese çoktan kendi mimarını hatta yıkım için kapısına çoktan bir dozer göndereceğini bilecek kadar onu iyi tanıyordu. Son yıllarda görüşmeleri ve konuşmaları bir ana oğuldan çok dünya kupası için yarışan iki satranç ustasının tahta üzerindeki keskin hamlelerine benziyordu. Arzu, daha açılır açılmaz mekanını tepeden tırnağa hem dekorasyon, hem çalışanlar, hem hizmet bakımından sorgulatıp raporunu almıştı. Beğenmeseydi kapıdan içeri adımını bile atmazdı. Arca'ya çok düşkün olduğundan değil, kendi namını korumak için Arca'nın kötü bir işletmeyle adının anılmasına ta en başından çomak sokardı.

 

"Baban iyi bilir. Tabi çok bilen az yaşar, sonunda o koca büllüğünü pantolonunda tutmayı öğrendi. Kolay yoldan değil ama zaten Adana erkekleri hiçbir şeyi güzellikle öğrenemez."

 

Genç adam tatlı bir kahkaha attı.

"Aforizmalarınla beni büyülüyorsun."

 

"Sen babana benzeme. Tabi amcana, dayılarına ve büyükbabalarına da benzeme! Hepsi beton kafalı ahmaklardı, toprakları bol olsun. Sen bana benziyorsun zaten."

 

"Babam yaşıyor anne!"

 

"Allah tez yanına alsın inşallah! Takım elbiseni beğenmedim, ne marka bu Kiğılı mı? Özel dikim giymen gerek, sana Vlad'ın Istanbul'daki Ermeni terzisinin adresini vereyim."

 

"Vlad'ın kambur terzisi daha gebermedi mi?"

 

"Kızlarına devretti, adam kötürüm oldu ama hala işi kontrol ediyor."

 

"Masaları nasıl buldun? Hadi ona da bir mana bul."

 

Arzu oyunbaz bir ifadeyle gözlerini devirdi, "Zevksizlik abidesi! Eleganlıktan eser yok! Nesin sen, beş yıldızlı kıro mu? Biraz yurtdışına çık gez, görgün zevkin gelişsin."

 

"Vize vermiyorlar. Pasaport pasaport değil ki helvacı kağıdı!"

 

"Ben sana Rus pasaportu çıkartacaktm, üvey babanı bıçakladın benim eşkiya oğlum... İnsan köprüyü geçene kadar ayıya dayı demez mi. Rusça bile öğrenmedin! Bak işte bu konuda babana benziyorsun! Kendini geliştirme sıfır hatta eksi, ama egoya gelince alçak dağları ben yarattım!"

 

"Ayıyı da siktim, köprüyü de yaktım, başım var olsun! Ooh, keyfim paşada yok! Sen olmadan da gül gibi yaşıyorum gördün mü?"

 

Arzu cevap vermedi, oğlunun son sözleri deli saçmasıydı, gülüp geçti. Sahnenin karşısında dikildi, bir el işaretiyle orkestrayı durdurdu. Kıza dimdirekt bir ifadeyle buyurdu,

 

"Bi Manolya oku bakalım."

 

Meyil sahneden kadının geldiğini görmüş ve selam vermek için inecekken Arca'nın yerinde kalmasını bildiren el işaretiyle provasına devam etmişti, şarkıyı bilmediğini söyledi.

 

Arzu derhal sahneye ve genç kıza arkasını döndü, elini şöyle bir salladı,

"Bi bok bildikleri yok, bir de iş tutmaya kalkıyorlar! Çoluk çocuk..." diye söylenerek baş köşeye oturdu.

 

Arca'nın ise şarkıyı duyar duymaz hemen gözleri parlamıştı, nasıl aklıma gelmedi diye hayıflandı, eh annesi de eski gazinoculardandı... Olsundu o kadar.

 

Arzu daha Kozandayken, kızın sesi arabeske yatkın demişti, popçu gibi giydir ama arabesk okut... Arzu yine sadece ailesinin çok iyi bildiği Filiz damarıyla -sende iyi cevherler varsa, bende dahası var, diye alttan alta nispetini yapmanın peşindeydi. Gerçekten de Arca, seyirci reaksiyonuna baktığında, Meyil pop söylerken de beğeniliyordu ancak ne zaman bir Yıldız Tilbe veya Ahmet Kaya okusa mekan yıkılıyordu.

 

Fakat Meyil'in diksiyonu çok İstanbulluydu, arabeskçi dediğin gırtlaktan konuşur, e'leri açık söyler, r'leri basar, yöreye göre ağız kullanarak yanık yanık türkü okurdu. Meyil, benzetildiği Emel Sayın kadar zarif ve temiz okuyordu. Bu halde Trt Ankara korosunda Türk Sanat Müziği söyleyebilir veya internetten single çıkaran hafif popçulardan olabilirdi, Meyil'in ne telaffuzu ne tipi onu arabeskçi yapmazdı. Sesi çok güçlüydü ancak onu diğerlerinden ayıracak belli bir yorumu yoktu. Henüz...

 

Arca, Meyil'in sesinde ve tavrında yeni ve tek bir tür denemektense onun için hafif fantezi pop diye bir tür uydurabilirdi. Neden olmasındı? Pop müzik alt yapısıyla hafif fantezi sözler harmanlanınca şu sıralar bilindik kadın şarkıcıların çoğu meydana çıkmıştı, Merve Özbey, Melek Mosso, Lütfiye Özipek, Ceylan Ertem, Sıla, Melike Şahin dümdüz popçu sayılmazdı, hepsi fantezi söylüyordu.

 

Meyil sahneden inip Arzu'num elini öptü ve hoş geldiniz deyip hal hatır sordu. Müstakbel kayınvalidesiyle ayaküstü konuştuğu sırada Ece, The Gulf'e neşeli bir giriş yaptı, Meyil kadına sonra görüşürüz deyip kankasının yanına gitti. Ece ile birlikte bir köşede cep telefonundan Manolya şarkısını açıp dinlediler. Meyil, şarkının sahibi Ömer Danış'ın ismini hiç duymamış ve dinlememişti, ilk önce kamyoncu şarkısı diye burun kıvıracak oldu fakat ilk dakikadan notaların duygusuna girip gözlerini kapattı, dinledikçe nağmeler ve sözlerle büyülendi. Çok güçlü bir şarkıydı.

 

Bir tutam sevginin bedeli nedir?

El dokunur yakar zulüm tenedir

Sinem örselendi bunca senedir

Ferhat sustu dağlar andı manolya

 

Sinem örselendi bunca senedir

Ferhat sustu dağlar andı manolya

 

Sızılı bir histir aşkın bedeli

Yusufu kul etti, Mecnunu deli

Kerem küle dönüp gittin gideli

Utancımdan sular yandı manolya

 

Çiçeklerin en nazlısı manolya

Sevgilerin kanatlısı manolya

Ben seni el sürmeden gözümle de severim

Sen üzülme, sakın solma, mahsun olma manolya

 

Çiçeklerin en nazlısı manolya

Sevgilerin kanatlısı manolya

Ben seni el sürmeden gözümle de severim

Sen üzülme, sakın solma, mahsun olma manolya

 

Aşk dediğin bin cefayla dolmak mı?

Aşk dediğin sevip mutsuz olmak mı?

Yaprağına hüzün serip solmak mı?

Çağlamaktan sel usandı manolya

 

Yaprağına hüzün serip solmak mı?

Çağlamaktan sel usandı manolya

 

Sızılı bir histir aşkın bedeli

Yusufu kul etti, Mecnunu deli

Kerem küle dönüp gittin gideli

Utancımdan sular yandı manolya

 

Çiçeklerin en nazlısı manolya

Sevgilerin kanatlısı manolya

Ben, seni el sürmeden gözümle de severim

Sen üzülme, sakın solma, mahsun olma manolya...

 

Çiçeklerin en nazlısı manolya

Sevgilerin kanatlısı manolya

Ben, seni el sürmeden gözümle de severim

Sen üzülme, sakın solma, mahsun olma manolya...

 

Ece'nin son model ı-phonunun ekranına yapışmış pür dikkat dinlerken gaza gelmiş tepinip tiz çığlıklarla oha vay deyip duruyorlardı. İkinci dinlemede Meyil mırıltıyla vokal yapmaya başladı. Arca onlara masaya gelmelerini işaret etti, adamlarına seslendi,

 

"Şefim şu şarkıyı ses sistemine ver."

Kızlara döndü, "Kızım napıyonuz hele amatör amatör işler. Oturun şuraya! Gel bir de Derviş'in yorumuyla dinle Manolya'yı."

 

Kızlar kısa bir an şaşkınca bakıştı. Arca söylendi,

"Otursanıza basurunuz mu var ulan, merak etmeyin Adanalıların hepsinde var."

 

Buğra barın arkasından "Bende de var ağbiiim!" diye bağırdı.

 

"Sende olması çok normal ulan topitop! Tövbe tövbee..."

 

Genç kızlar ikisine kahkahalarla gülerken Manolya, The Gulf'ün çok pahalı, şahane ses sisteminden gümbür gümbür çalmaya başladı, Meyil resmen elektriğe tutulmuşçasına şarkının esrarına, sözlerin derinliğine ve duygu yoğunluğuna çarpılmıştı.

 

Arca'ya sataştı,

"Bak! Ben sana el sürmeden gözümle de severim diyor! Duy!"

 

Herkes kahkahalarla gülerken Arca az kalsın içtiği çayı püskürtüyordu.

 

"Gel buraya edepsiz!" Deyip elinden tutarak kızı dansa kaldırdı. Beline sıkıca sarılıp kızı sıcak göğsüne çekti. Yüzüne eğildi, uzun kirpiklerini süzerek "El sürmeyeyim mi istiyorsun?" diye fısıltıyla sordu.

 

Meyil yutkundu, bakışları Arca'nın içine işleyen bakışlarından dudaklarına kaydı, kırıtarak "Hayır!" dedi.

 

Ece ve Buğra soğuk biralarını tokuşturdu,

"Heeeyyt bee yandı buralar!" diye nara attılar.

 

Arzu da aynı fikirdeydi, iç geçirerek Nedim ile bakıştı. Uzun yıllardır müzmin bekar hayatı süren ve kendince haklı gerekçelerle sevmeye ve sevilmeye tövbe etmiş kalenderlere has bakışları hoşnutsuzdu.

 

Dansın ardından Meyil, yine telefonundan şarkının sözlerini açtı ve sahnede okumaya başladı. Arzu ve Arca başında dikilip ona birkaç yerde nağmelerini düzeltmesini söylediler. Meyil berrak sesiyle şarkıya yeni fakat duygu yoğunluğunu bozmayan hafif soul tarzında bir yorum kattı, yorumu üzerine birkaç tekrar yaptıktan sonra son şeklini verdiler.

 

Yıldız Tilbe şarkılarıyla coştuğu, coşturduğu ve ününe ün kattığı o perşembe akşamının ertesi akşamını Ömer Danış şarkılarına ayırmaya karar verdiler ve Meyil sanatçının en güzel şarkılarını bir günde ezber etti. Cuma geceki sahnesinde Manolyayı öyle içten öyle güçlü okuyordu ki tüm müşteriler ayakta alkışladı ve bir daha bir daha tezahüratları mekanı inletti.

 

Üzerinde Arzu'nun Rusya'dan hediye getirdiği kırmızı ipek elbisesiyle sahne bir ufuk çizgisi oysa denizi boyayan tan yeri gibiydi. Sesi seyirciler için bir uyuşturucu, Arca için baştan aşağı sihrin kendisiydi. İnce zarif elleriyle sıkı sıkı kavradığı mikrofona eğilip gözlerini yumduğunda ses oluyor, saz oluyor, güfte oluyor, makam oluyor, perde oluyordu. Yer gök müziğe boyanıyor ve uçuşan eteklerinden aşk dolu melodiler havalanıyordu. Arca, onu seyrederken onun seyirciyi olduğu yere mıhlayan büyüsünü kıskanmamayı öğrenmiş hatta kanıksamıştı. Onu durdurmak bir çağlayanın önüne baraj kurmak gibi sefil bir çaba içine girmek ve suyun doğal akışına ihanet etmek demekti. Huşu içinde bıraktı, aksın, çağlasındı...

 

Meyil gecenin sonunda aldığı olumlu tepkiler üzerine bir karar vermişti:

"İlk albümümde bu şarkı mutlaka olacak. Arca ne yap et, bu şarkıyı bana satın al aşko! Hatta şöyle bir fikrim var, erkek rapçilerden biriyle düet yapacağım. Arabesk rap ve pop tarzında çok vurucu bir cover istiyorum. Bak şuralarda rapler girer..."

 

İki dörtlük arasındaki bir kupleyi mırıldandı. "Şurada güçlü baslar ve rock bir sample üstüne isyan dolu rap sözler, aşık bir erkeğin sevgilisine serenadı... Offf harika bir şey olur var yaa! Hatta ikinci klibi buna çekeriz, şöyle koyu pastel renkte kabarık omuzları olan bir 90'lar tarzı bir tuvalet giyerim. Neo 90'lar tarzı yaparız."

 

Arca ve Arzu'nun ikisi de kaşları havaya kalkmış vaziyette memnuniyetle onayladılar.

 

Meyil, Arca'ya sokularak gözünün içine baktı,

"Oldu mu aşko? Okuyabildim mi?"

 

"Olmaz mı, şarkıya isot kattın! Bir de oldu mu diyor, olan yine bize oldu yavrum o nasıl ses?"

 

Meyil zarifçe reverans yaparak sevgilisine teşekkür etti.

 

Arzu, şarkının beste ve güftesinin yayın hakkının kimde olduğunu araştırmaya söz verdi. O gece, program bittikten sonra birkaç saat daha kulüpte oturup sohbet ettiler. Daha çok Arzu anlattı, Meyil hayranlıkla dinledi.

 

"Ömer Danış, Şerefsiz'i çıkardığında Arca bir yaşındaydı. Şarkı o kadar sükse yaptı ki her yerde bangır bangır çalınıyordu! Tabi ben yine aldatılmıştım, bir gece radyoyu aradım, Adana Fm'de en ünlü Dj tabi yeğenim oluyor, şarkıyı istedim, Bozok'a armağan ettim. Bütün tanıdıklar arayıp beni tebrik ettiler."

 

Bu hikayeye ve Arzu'nun çok ciddi bir yüz ifadesiyle anlatışına herkes kahkahalarla gülerken Arca surat asıp gözlerini devirdi. Annesi, babası hakkında atıp tutmaya başlamıştı yine. Kadına karşı çıksa şimdi bebekliğinde nasıl altını temizlediğinden falan dem vurup karizmasını çizebilirdi, o yüzden sustu. Üstelik herkes çakır keyifti, tartışmanın alemi yoktu.

 

Arzu anlatmaya devam etti,

"Sonraları Ömer, benim Adana'daki mekanımda sahneye çıkardı, çok beyefendi, çok düzgün bir adamdı, kıymeti bilinmeyen bir müzisyendi. Ama müzik piyasası yetenekten başka şeylere bakar. Belli klanlara dahil olmazsan silinirsin. Belli kişilerin her dediğine evet demezsen silinirsin. Belli kişilerin bestelerini okumazsan, radyolar seni çalmaz. Belli kişilerin adamı olmazsan organizatörler sana konser verdirmez..."

 

Meyil, "Şimdi internet var." diye itiraz edecek oldu. "Ben kimsenin çetesine filan dahil olmam, tek başıma olmak istiyorum."

 

"İnternet ünlüsü ve tek başına? Bunların ne demek olduğunu öğren, sonra gel konuşalım tatlım..."

...

 

 

Arzu, habersiz ve davetsiz geldiği Körfez'de, korumalarıyla ve asistanıyla birlikte iki gün kendi istediği en pahalı otelde konakladı ve tüm öğleden sonraları ile gecelerini The Gulf'te geçirdi. Meyil, kadının Arca'nın evinde kalacağını veya kalması gerektiğini düşündüyse de anne-oğulun arası hala pek sıcak değildi. Arca, geçirdiği ameliyat nedeniyle kadının yok yere yüz bulduğundan şikayet edip duruyordu ve her an kedi köpek gibi didişiyorlardı. Ancak yine de yan yana geldiklerinde yapboz parçaları gibi tamam oldukları seziliyordu. Arzu, kaldığı iki gün boyunca iğneden ipliğe her şeye kendi sivri diliyle kusur bulduğu gibi akıl da vermişti. Arca kadının bilmiş nutuklarını anlık olarak terslese de aklına yatan şeyleri uygulamaktan da kaçınmıyordu. Meyil, ikisini izlerken ambale olmuştu. Sonunda kafa yormamaya karar verdi.

 

Arzu'nun işe yarar ve hemen uygulamaya konulan tavsiyelerinden birisi, Meyil'in şan dersleri, piyano ve keman dersi alması yönündeydi. En acilinden başlat, diye buyurmuştu hanımefendi! Arca, Meyil'in fikrini aldıktan sonra orkestra şefi olan Fahir Yeşil'den keman dersleri, yine Fahir ustanın önerdiği emekli bir müzik öğretmenininden şan ve piyano eğitimi ayarladı.

 

Fahir Yeşil, kırk yıl boyunca Türkiye'nin en büyük gazinolarının ve ünlü solistlerinin orkestralarında çalmış büyük bir üstat olarak biliniyordu. Artık yetmiş yedi yaşındaydı ve altı yıl önce emekli olup kızlarıyla torunlarının yaşadığı memleketi İzmit'e dönmüştü. Büyük kızı çalıştığı için karısı, torunlarına bakıyordu bu yüzden yaşlı adam artık İzmit'ten ayrılamıyordu. Hatır için ara sıra bazı etkinliklere katıldığı olsa da iş tekliflerini kabul etmiyordu ancak Arca onu bulduğunda ne kadar saat ve kaç gün çalışmak isterse o kadar çalışabileceğini söyleyip yeter ki kabul etsin diye açık çek vermiş ve tatlı dille ikna etmişti. The Gulf sahnesinin ve Meyil'in iyi müzik yapmasında en büyük etken olmuştu.

 

Meyil haftanın dört günü dershane, üç gece sahne ve haftanın iki gününü de müzik eğitimi için ayırmaya başlayınca çok yorulacağımı düşünse de ne yardan ne serden geçecek değildi. Müzik derslerini keyif için kabul etmişti ve nasılsa kimse onu sınava tabii tutmayacaktı. Sahneden para kazanıyordu, dershane ise mecburiydi! Bu arada araba kullanmak için ehliyet kursuna yazılma planını yılbaşına kadar erteledi. Nasılsa şoförü vardı.

 

Arca'nın evindeki havuzda yüzdükleri sıcak bir akşam üstü genç adam kıza, üniversite sınavından sonra konservatuar sınavını da denemesini teklif etti.

 

"Bunu ilk söyleyen sen değilsin. Halk Eğitim Merkezindeki bağlama hocamız da söylemişti, okuldaki müzik öğretmeni de... Ama yok! Ben hukuk fakültesi istiyorum." dedi Meyil. Biraz afallamış hatta irkilmişti.

 

Arca, bu fikri aklına kazımak için tatlı tatlı konuştu,

"Hukuk kazanamazsan konservatuar cepte olsun, bak ben seni yönlendirmiyorum gülüm, yedekte olsun, üniversite garanti olsun diyorum. Sen yine hukuk için çalış ama müzik eğitimini de alıver, fazla bilgi göz çıkarmaz."

 

Meyil, şan derslerini sahnede daha iyi olabilmek ve genel kültür edinmek adıma aldığını fakat konservatuvar düşünmediğini söyleyip konuyu değiştirdi.

 

"Senin evin daha güzel." diyerek birlikte yaşamak için Arca'yı yeniden ikna etmeye çalıştı.

 

Bu kez tadı kaçan Arca oldu. "Durumları biliyorsun, konuştuk bunları..." diye geçiştirdi.

 

Meyil, "E bari yazın sende kalayım? Zaten on beş gün sonra havalar soğuyacak, havuzun tadını çıkaralım. Böyle sürekli elimde çantayla git gel zor oluyor."

 

"Tamam, haftasonu gelirsin, yaz bitene kadar bende kalırsın. Birkaç gün idare et beni, önemli işlerim var."

 

"E sen evde yokken ben de sabah akşam yüzerim işte. Kilo aldım Arca, yüzmek spor oluyor, lütfen?"

 

"Meyil haftasonu dedim. Uzatma!"

 

"Of Arca ne işin var?"

 

"Bir ihale işi."

 

"Hıı. Baksana daha bronzlaşmadım bile. Kıbrıs'ta az bir şey yandım ama geçti, biraz güneşlenmem lazım, benim evdeki balkona çıkmamı da veto ettin."

 

"Böyle daha güzelsin. Bozma cildini, beyaz gül gibisin."

 

Meyil gülerek genç adamı yanaklarından öptü. "Ayy çok tatlısın aşkımm! Biraz odunsun ama yine de tatlısın!"

 

Arca, "Pazar günü arkadaşım kız arkadaşıyla buraya gelecek, seni de tanıştırırım. Belki birkaç gün kalırlar, sosyalleşiriz."

 

"Aa kim?"

 

"Tarık, Adana'dan. Nişan hazırlığı yapıyorlar, İstanbul'a alışverişe gelmişler, Adana'ya dönmeden kulübe davet ettim. Sen de hiç arkadaşımız yok diyordun. Bir tanış bakalım."

 

"Tarık bu şey miydi? Hani düğünlerine gittiğimiz?"

 

"Evet yeğeninin düğününe gitmiştik. Ferman'ın kardeşi."

 

"Ha evet... Aşiret gibi bir şeydiler. Ee kız nerden?"

 

"O da Adanalı."

 

"Of ama yaa üç Adanalıyla ben ne yapıcam!"

 

"Bol bol kebap şalgam rakı partisi, başka ne olacak?"

 

"Sen kızı tanıyor musun? Kafa dengi mi?"

 

"İsmi Sude. Senden büyük. Ama tanımıyorum. Hiç görmedim." Deyip Arca hin bir gülüş attı ve dudaklarını ısırdı.

 

Meyil üstüne gitti, "Noldu sen bir sırıttın, ne var?"

 

"Yok bir şey."

 

"Ay Arca bir şey var, söylesene? Niye öyle sırıttın? Bana mı güldün?"

 

"Yok gülüm, keyiflendim öylesine..."

 

Meyil surat asıp sevgilisine su sıçratmaya başladı,

"Yalancı uyuz! Kim bilir ne şeytanlık geçti aklından!"

 

Arca, Meyil'in yüzüne attığı sulardan kaçınmak için nefesini tutup dibe daldı ve suyun altında kayboldu. Meyil ardından söylene söylene bakakaldı. Meyil çok az yüzme biliyordu ve Kıbrıs'tan beri Arca'nın havuzunda dalmayı ve birkaç farklı stilde yüzmeyi öğrenmeye çalışıyordu. Epey ilerleme kaydetmiş sayılırdı ama adamı kovalayacak kadar değildi. Arca, havuzun karşı başından dışarı çıkınca Meyil ona bir ders vermek istedi.

 

Elini kaldırıp "Geliyorum orda dur!" diye seslendi ve nefesini tutup dibe daldı. Dipten birkaç kulaçla süzüldükten sonra çırpınmaya başladı, suyun yüzüne çıkıp çırpınarak çığlık attı ve kendini sarsak hareketlerle yeniden batırdı.

 

Arca, kızın boğulacağını sandı ve hemen tekrar suya daldı, hızlıca yüzerek Meyil'i suyun içinde kucakladı. Kız onun kollarında yükselince sulu kahkahalar atarak yüzüne sular püskürttü.

 

"Ha-haaa! Kandırdııım! Kandırdım! Şapşal!"

 

"Hay senin yapacağın şakayı! Aptal! Yüz ulan kendi başına! Yok sana ders mers! Numaracı zilli!"

 

Kızı tekrar suya bıraktı ve kontrolden çıkan nabzını sakinleştirmek için havuzun kenarına tutundu.

 

Meyil ona kahkahalarla gülerek karşıdan nispet yaptı.

"Ödün patladı dimi? Hadi aşko itiraf et, bana bir şey olsa yaşayamazsın dimi? Adanalı Beeey, pişt! Baksana! Korktun dimiii? Ho hohooo!"

 

Arca kıza ters bir bakış atmak için başını omzunun üstünden ona çevirdiği sırada dalıp gitti. Bir şey söyleyecek gibi olduysa da boğazı düğümlendi, sustu. Saf, salak! Dedi içinden... Bilseydi...

 

Ölümle burun buruna, kan davalı, bıçak sırtı, uçurum kenarı, can mezadı bir hayat sürenler için korku öyle alelade bir şey değildi. Korku, sırf ölümden sebep değildi. Ölüm, onun gibiler için en vahim son değildi! Tanıdığı bütün kabadayılar tansiyon hastasıydı, kalbi boğazında atan bir yaşam sürmenin ne demek olduğunu ah bir anlasaydı...

 

 

*****

 

 

 

 

 

Loading...
0%