Yeni Üyelik
29.
Bölüm
@selinsafak

 

Körfez, 'Buradan Dönüş Yok'

~~~^~~~

 

Tarık ve Sude, Körfez'e geldiğinde Meyil cuma akşamı sahneye, Sibel Can şarkılarını söylemek için çıkmak üzereydi. Arca onun kulisine gelip elinden tuttu ve misafirlerine ayırdığı masaya götürdü.

 

"Tanıştırayım, nişanlım Meyil, çocukluk arkadaşım Tarık ve sözlüsü Sude."

 

Tanışıp el sıkışırlarken daha Meyil, Sude'nin üstten bakışlarından ve çok soğuk tavrından rahatsız oldu. Kıza sarılmak için kollarını uzatacakken mesafeli duruşuyla aralarında tokalaşmak için uzanan eli, Meyil'in sıcak karşılamasını böldü. Meyil, Arca'nın bu mühim misafirleri ile tanışıp kaynaşacağını sanırken bu çiftin kendi kafa dengi olmadığını hemen anladıysa da üstünde durmadı. Şıkır şıkır parlayan sahne elbisesiyle sunması gereken zorlu bir performans onu bekliyordu.

 

Arca ayaküstü, "Sizi daha erken bekliyorduk." diye muhabbet ederken Meyil'in beline sarılıp kızı kendi gövdesine çekmişti.

 

Meyil, sevgilisine her zamanki gibi sokularak dalgın bakışlarını yeni gelenlerin üzerinde gezdirmeye başladı. Tarık, aksayan işleri ve İstanbul trafiği hakkında açıklamalar yaparken iki genç kadın tek kelime bile konuşmadılar. Ancak kadınların sessiz iletişim dünyasında keskin sezgilerle anlayabileceği tonda bir ölçüp tartma, rekabet ve kıyaslama yüklü kaçamak bakışlar sahnenin görünmeyen kısmıydı.

 

Sude, Meyil'in varlığından Körfez'e gelmeden en az iki ay önce yani daha Tarık ile görüşmeye başlamadan haberdar olmuştu. Dedesinin, kendisini Arca Giray Kızılkan isimli genç Kozan Beyi ile evlendirmek istediğini pekala biliyordu. Dedesinin çiftliğinde çalışan genç kalfalardan biri, Sude'nin evdeki ajanıydı ve Adana'da olan biteni o genç kadından haber alıyordu. Elbette tanımadığı bilmediği biriyle evlenmeye meraklı değildi ancak Arca hakkında duydukları, genç kadını bu görücü usulü izdivaca karşı daha ılımlı düşünmeye sevk etmişti.

 

Yıllardır İzmir'de okuyor ve tek başına yaşıyordu, Adana'daki ailesinin ataerkil saçmalıklarından ve geleneklerinden hem fikir hem mesafe olarak çok uzaktaydı. Ancak dedesinin kendisine uygun gördüğü Arca denen genç adam, hiç yabana atılır cinsten değildi. Gözü karalığı, çalışkanlığı, kendi kendine edindiği konumu ve zekasıyla olduğu kadar bütün Adana Beylerinin kızlarını reddetmesiyle ünlüydü. Dedesinin tüm kudretine rağmen kendisi de reddedilenler kervanına katılmış olmakla biraz öfkeliydi.

 

Fotoğraflarını görmüş ve Arca'yı epey beğenmişti, genç adam anlatıldığı kadar vardı, o ne boy pos, o ne yakışıklılık, o ne karizmaydı öyle? Karşısında kanlı canlı görünce fotoğraflarından daha çekici olduğunu ancak yine de bu oğlanın kendisine bakmayacağını, baksa da onu istemeyeceğini anladı. Adamın ancak beline geliyorum diye düşündü üstelik çok yakışıklı erkeklerden hoşlanmazdı, idare etmesi zor oluyordu.

 

Yaz başında, Arca'nın Adana'ya yanında İzmitten getirdiği sarışın bir kızla geldiği, kızı nişanlım diye herkese tanıştırdığını da duymuştu. Aile çevresinde haberler çok çabuk yayılıyordu. Arca Giray Kızılkan, gönlünü Adanalı ve kendi cemiyetinden olmayan bir kıza kaptırmıştı. İşte o sarışın afet karşısındaydı! Meyil Akyüz, güzel olduğu kadar yetenekliydi demek? Şarkıcı parçası diye küçümseyecek olduysa da, Arca'nın sıradan birine kapılmayacak kadar farklı biri olduğunu da anlıyordu. Kendisine Tarık'ı ayarlamasına ayrıca gıcık olmuştu ve bu iki zamparaya hayatının dersini vermeye niyet etmişti. Fakat mantıklı düşündüğünde Tarık'ın ailesi kendi ailesine denklik konusunda daha uygundu. Tarık, Arca kadar çekici olmasa da gözde bir bekardı ve çok daha zengindi.

 

Karşısındaki rönesans tablosu gibi çifte gıpta etmekten kendini alamadı. Arca ve Meyil birbirine çok yakışıyordu ve kendi nişanlısıyla aralarında olmayan elektrik yüklü bulutlar havada herkes tarafından fark ediliyordu. Birbirlerine bakışları, beden dilleri, jestleri ve küçük dokunuşları bile alev alevdi. Her genç kadın gibi tam arzu ettiği tutkulu bir çift görmekten biraz kıskançlığa düşmüştü. Genç kızın uzun boyu, sütun gibi ince bacakları, sarı saçları, mavi gözleri, ışıl ışıl cildi ve fevkalade gülüşü her erkeği hatta her kadını çarpacak cinstendi.

 

Meyil, uzun ve gergin dakikalar boyunca Sude'nin bakışlarıyla yiyip bitirilmekten rahatsız oldu. Özellikle nişanlısının yanında Arca'ya dimdik bakışları, yanlış anlaşılmaya müsaitti. Kendisinden epey kısa boylu, üst bedeni oldukça ince olsa da geniş basenli ve kalın bacaklı, esmer, sıradan, gösterişsiz bir kızdı Sude. Böyle sıradan bir kadının kendisine baktığında neler hissettiğini düşünmek her zaman canının sıkılmasına neden oluyordu. Beğenilmeye ve kıskanılmaya bir türlü alışamamıştı. Onun güzelliğiyle ve yetenekleriyle övünecek vakti hiç olmamıştı, aile sorunları, maddi sıkıntıları genetik şansını hep örtbas etmişti. Gıpta edilecek biri olduğunu zannetmiyordu ve kadınlar arasındaki haset duygusunu hiç anlayamıyordu.

 

Orkestradan çağırılınca, "Memnun oldum, size iyi akşamlar." deyip Arca'ya baktı, tıka basa dolu mekanda tüm bakışların kendilerinin üzerinde olduğunu bile bile kollarını genç adamın boynuna sardı. Hevesli bir soluk alıp dalgın bakışlarını gözlerine dikti.

 

"Şans öpücüğümü alayım." diye fısıldadı.

 

Arca, çarpık seksi bir gülüş atıp onun yüzüne eğildi, dudaklarının köşesine minik ama sıcacık bir öpücük kondurdu ve geri çekilirken kızı kokladı. Meyil kırıtarak sahneye yürürken saniyelerce kızın arkasından baktı.

 

Tarık gülerek arkadaşına takıldı, "Otur otur! Aktın gittin..."

 

Arca şef garsona bir el işareti yapıp misafirlerinin yanına oturdu. Meyil, mikrofonu elinde sahnenin önüne gelip seyirciye hoş geldiniz dedi ve hareketli bir Sibel Can şarkısı ile programına başladı. Sevilen bir Tarkan bestesi olan Çakmak Çakmak şarkısını hafifçe dans ederek okudu.

 

Arca, ilk şarkının sonuna dek gözünü ondan ayırmadı, misafirleri bu arada yemeklerini sipariş ettiler. Tarık, ona

"Gözlerini güzel sevgilinden ayırabilirsen bize dön kardeş." diyene kadar sahneye kilitlenmişti.

 

Masaya döndüğünde, bir an Sude ile göz göze geldiler. Arkadaşının nişanlısı olmasa bile dünya ahiret bacısı olmaktan öte geçemeyeceğini böylelikle bir kez daha anlamış olmasını umuyordu. Öyleydi, Peyami'nin torunu Arca ile çok farklı dünyaların insanları olduğunu kendi gözleriyle görüyordu. Genç adam, geldiği keşmekeş dolu sokakların ve karanlık dünyanın aksine spot ışıkları vaadeden bir tavır taşıyordu. Hani bir bakışta anlardı insan, onun kafası herkesten başka türlü çalışıyor ve bedeniyle durduğu kaba sığmıyor denen cinstendi.

 

Tarık, ikisinin arasındaki gerginliğin farkındaydı, huzursuz bir yutkunmayla kadehine uzandı,

"Şerefine canım." diyerek Sude'ye döndü, gülüşüp kadeh kaldırdılar.

 

Arca bakışlarını yine sahneye çevirdi. İç geçirerek sevgilisini izlerken Tarık'ı çok şaşırtan bir şey yaptı.

 

"Çok aşığım! Saç diplerinden ayak tırnaklarına kadar seviyorum, tapıyorum, yanıyorum! O benim güneşim..." diye sarhoşça sayıklar gibi konuştu.

 

Tarık bir kahkaha attı, "Allah mesut etsin kardeşim, maşallah. Yengenin sesi muhteşem! Bülent Ersoy'un dediği gibi fevkaladenin fevkinde! Allah ayırmasın. E biz de boş değilik canım yani! Dimi sevgilim? Biz de kalpsiz değilik, biz de aşığız." diye katılarak Sude'ye iltifat etti.

 

Genç kadın gülümsedi, içkisini yudumladı.

"Mersi canım. Ee Arca? Bulmuşsun ay parçası gibi kızı, taparsın tabi! Çok güzel, sesi de harika. Bayıldım! Çok zevklisin gerçekten. Hatunun bacak uzunluğu benim boyum kadar, çatladım!"

 

"Benim kardaşım da güzel adam şimdi canım, neyse oğlan bizim kız bizimdir ha Aco'm? Düğününüzü görürüz inşallah?"

 

"Kısmetse... Eee siz anlatın bakalım, nişan hazırlıkları nasıl gidiyor? "

...

 

Meyil, programının sonunda kulisine gitti, elini yüzünü yıkayıp biraz soluklanmak için aynalı makyaj masasına oturdu. Çekmecesinden cep telefonunu çıkarmak için eğildiği sırada masanın yanında, yere bırakılmış kocaman çiçek buketini farketti. Cam vazo içinde rengarenk çiçekler vardı. Arca'nın sürpriz yaptığını düşünüp sevinçle mırıldanarak yerdeki vazoyu kucakladı ve masanın üzerine koydu. Birkaç defa haricinde müşterilerinden çiçek geldiği olmamıştı, ancak özel günlerde istek şarkıları çalınan bazı müşteriler böyle jestlerde bulunuyordu ama o da çok nadirdi. Henüz Meyil'in ünü de Körfez ahalisinin görgüsü de assolist muamelesi görmesine yetmiyordu.

 

Çiçek buketinin içindeki pembe tomurcuk güllerden birini koklarken "Ayy ne güzelsin sen." diye mırıldandı ve buketin kurdelesine iliştirilmiş zarfı eline aldı. Bildiği çiçek zarflarından değil, mektup zarfı ebatında büyük beyaz bir zarftı, içinden katlı bir kağıt ve bir de not çıktı. Katlı dikdörtgen kağıdı araladığında bunun bir banka çeki olduğunu, isim ve imza taşımadığını ve tüm hanelerin boş bırakıldığını görünce "Aşko neyin peşindesin yine?" deyip güldü ve hevesle notu okudu.

 

<Körfez'in güzeller güzeli sanatçısı Meyil Hanım'a layık değil ama hayranlığımın bir nişanesi olarak kabul buyurmanızı rica ederim. Sizinle tek bir gece için her şeyini vermeye hazır kulunuzum. Zarftaki çek, emrinize amade, teklifimi kabul ederseniz ne dilerseniz dileyin benden. Sevgiler saygılar.

Telefon numarası>

 

Meyil anlayamamıştı, bir daha bir daha okudu. Ne demek istiyordu? Açık bir çek ve tek gecelik teklif hani şu dizilerde olan türden ahlaksız bir teklif miydi yani? Kanı çekilmiş vaziyette boş boş karşısındaki zevksiz, karmakarışık, her telden çalan bukete bakarken notu elinden düşürdü. Sertçe yutkundu. Hem öfkelendi hem üzüldü, kısa bir an kendisini tezgahta satılan basit ve ucuz bir malmış gibi hissettiyse de bu duygudan hemen silkindi. Kötü söz sahibinindir düsturuyla düşünerek kendini bu sahneden soyutladı.

 

Bu saçmalık neyin nesiydi, kulisine bu ahlaksızlığı sokan hayvan kimin nesiydi bilmek istemiyordu. Hemen aklına Arca'nın bunu görünce öfkeden kuduracağı geldi ve panikle sağa sola döndü, notu ve zarfı ellerinin arasında buruşturup çöpe attı. Yoksa klozete mi atsaydı? Çiçeği ne yapacaktı? Kocaman şeyi nasıl yok ederdi? Ama bu densiz ahlaksız her kimse, ya bir daha denerseydi? Ya ileri gitmeye kalkarsaydı?

 

Terlemiş, üşümüş, kızarmış, bozarmış telaşlı halde odada dönüp dururken Arca yanında Nedimle birlikte geldi. Her zamanki tatlı sözlerle kızı tebrik etti, Tarık ve Sude'nin gittiğini ve kendilerinin de on beş dakika sonra çıkabileceğini söyledi, karnın aç mı diye sordu.

 

Meyil hortlak görmüş gibi bir sevgilisine bir Nedim'in yüzüne kaçamak bakışlar atarken Arca sokuldu, beline sarıldı.

 

"Ne oldu canım, yoruldun mu?"

 

Genç kız başını salladı. "Hıı."

 

"Çıkarız hemen, dışarısı rüzgarlı üstüne bir hırka al."

 

"Ya? Tamam."

 

"Hırkan var mı? Ceketimi vereyim."

 

"Yok! Versene."

 

Arca ceketini çıkarıp Meyil'in omzuna sardı. O sırada buketi başıyla işaret edip Nedim'e döndü.

 

"Bu ne aga?"

 

"Bilmem, sen göndermedin mi?"

 

"Yok ben göndermedim. Kim göndermiş? Not var mı Meyil, baktın mı sen?"

 

Meyil şimdi titremeye başlamıştı ve gözleri her an çağlamaya hazır bir pınar gibi ıslaktı. Bir şey diyemeden korkuyla büyümüş gözlerle iki adama baktı. Arca derhal bir terslik olduğunu anladı, çiçeği inceledi, kurdelenin üzerindeki zımba telini parmaklarının arasına alıp kıza uzattı,

 

"Notu nerede?"

 

Meyil ağlıyordu, titrek bir omuz silkmesiyle karşılık verdi. Arca, Nedim'e odadan çıkmasını işaret ederken

"Kapıdaki elamanı al ofisime geçin." diye buyurdu. Nedim odadan çıkınca Meyil'in karşısına geçip omuzlarından tuttu.

 

"Neyin var güzelim? Niye ağlıyorsun? Ne bu? Not var mıydı söyle bakayım? Yoksa o Batuhan piçinden mi? Söyle kızmayacam?"

 

Meyil kaskatı bir şekilde başını sağa sola sallayıp çöpü işaret etti. "Hayır hayır ondan değil! O, o yapmaz! Be-ben... Ne yapacağımı... Bi-bilemedim."

 

Arca kaşlarını çatarak makyaj masasının altındaki çöpe eğilip buruşuk kağıtları eline aldı. Çeki görür görmez beyninden vurulmuşa döndü, yüzü kızardı, bir elini başının üstüne koyup ağzı açık halde yazıyı okudu. İçinden küfürler ettiyse de ilk anda sesi bile çıkmadı, şoka girmişti. Saniyelerce Meyil ile bakıştılar.

 

Nedim dışarıdan kapıyı tıklatıp seslenince Arca kendine geldi. Meyil'e döndü,

"Bu kahpe doğurduğunu bulucam! Anasının amından çıktığına pişman edecem! Sen arabaya geç, geliyorum." deyip Nedimle birlikte ofisine geçti, kapıdaki güvenlik görevlisi ve diğer korumaları ile görüştü. Çiçeğin kurye tarafından teslim edildiğini söylediler. Nottaki telefon numarası ise cevap vermiyordu.

 

Arca, on dakika bekleyip numarayı bu kez Meyil'in telefonundan aradı bu kez telefon açıldı ancak karşı taraf ses vermedi, Arca ana avrat küfretti ve telefon yüzüne kapandıktan sonra komple hattı kapandı. İsimsiz çeki çekmecesine kilitleyip pazartesi günü ait olduğu bankaya gidip seri numarasını sorgulamak için sakladı. Buketi getiren kuryeyi de güvenlik kamerası görüntülerinden tespit edip fotoğrafını çekti ve ertesi gün gidip çiçekçiyi ziyaret etmeyi kararlaştırdı. İçinden bir ses bunun kart, kodaman bir sapığın işi olduğunu fısıldarken diğer bir ses ise Batuhan Karadeniz'in sırf pislik olsun diye bunu yaptığını söylüyordu.

 

Arabasına binmeden önce Nedim'e, "Buluruz evelallah demi Aga? Bu iş sende! Çok sürmesin." diye tembihledi.

 

Nedim'in soğuk, duygusuz, her daim infaz kararı veren tekinsiz bakışları arabanın içinde oturan Meyil'den genç adamın yüzüne gitti geldi. "Buluruz." diye gönülsüzce homurdanırken bir tahmini hatta tahminden öte kesinlik taşıyan bir fikri vardı.

 

Kıza açık çek göndermek falan Batuhan serserisinin yapacağı iş değildi. Yazım tarzı da ona bir tek Ferman'ı hatırlatıyordu. Istanbul'daki düğünde ettiği densizliği Arca'ya söylememişti ancak bu kadar ileri gideceğini de hep aklının bir köşesinde tutmuştu. Arca bu pisliğin peşini bırakmazdı ve öğrendiğinde, adamın çek defterini de amel defterini de pekala dürerdi.

 

Arca kulüpten ayrıldıktan sonra Nedim, çalışanları evlerine gönderip içerideki odasında bir koltuğa uzandı ve telefonundan bir yurtdışı araması yaptı. Birkaç çalıştan sonra cevap veren uykulu veya sarhoş kadın sesi çatallıydı.

 

"Arzu?" dedi bezgince.

 

"Hayrola Nedim? Arca'ya bir şey mi oldu?"

 

"Yok, oğlun iyi. Lakin boktan bir mesele var. Şu kızla ilgili. Bela açacak demiştim sana..."

 

...

 

Gecenin sonunda Tarık ve Sude'yi Ferman'ın evine uğurladılar ve ertesi gün Arca'nın evinde toplaşmak için sözleştiler. Yola çıkınca Meyil sırf konuşma başlatmak için ve tam aksini hissettiği halde yalan söyledi.

 

"Yarın da bize gelmeleri ne iyi olur. Çok tatlı bir kız bence."

 

Arca başını salladı, aklı hala o lanet çekteydi. O pisliği üstünde taşımaması, kasasına kilitlemesi iyi olmuştu, yoksa gördükçe yerinde duramayabilirdi. Arabanın içindeki hava o kadar ağır ve ikisi de o kadar gergindi ki, Arca sesli bir soluk alarak camları araladı. Teybi bile açmayı düşünmemişlerdi. İkisi de bu olaydan kendisini sorumlu tutuyordu. Arca, sevdiği kızı sahneye çıkarmakla hiç iyi bir iş yapmadığını, daha bunların başlangıç olduğunu, kimlerin kimlerin kızın peşine düşeceğini, daha ne teklifler geleceğini düşünüyordu. Meyil ise acaba elbiselerim mi fazla abartılı, yoksa sahnede oynamam mı erkeklerin ilgisini çekiyor veyahut farkında olmadan müşterilerden birinin gözünün içine mi baktım diye kendi kendini sorguluyordu.

 

Meyil çekinerek, "Ee bulabilecek misin?" diye sordu.

 

"Bulacam."

 

"Bana söyleme nolur? Kim olduğunu da, senin ne yaptığını da bilmek istemiyorum."

 

"Öyle olacak güzelim. Unut bunu. Kapat şu konuyu! Eve gidip sevişelim."

 

"Ahh! Kesinlikle. Ben seninim, sadece senin!"

 

Arca, oturduğu siteye varmadan önceki son kavşakta trafik ışıklarında beklerken gecenin bir yarısı sağının solunun boş olmasıyla yanına dönüp Meyil'in yüzüne uzandı, beyni seks moduna geçer geçmez teni sabırsızlıkla heyecanlanmaya başlamış, ateşi yükselmişti. Eve yaklaştıkça kanına karışmakta olan şehvet zerrecikleri, cildini son derece hassas bir hale getirmişti. Meyil'in uzun, serin parmaklarıyla yüzünü ve boynunu kavrayıp dudakların ucuyla temas bulan minik bir öpüşten fazlası için onu kendine bastırmasıyla tüm bedeni tırmanan cinsel haz için sertleşmeye, kasları gerilmeye başladı.

 

Kırmızı ışıktaki 80 saniyelik sayaç, onların en ön sevişmesinin hararetini dindirmeye yetmedi. Gecenin 01:30 dolaylarında dağ başındaki o lüks siteye giden tenha yolda yanlarından kimse gelip geçmedi. Belki birkaç sokak köpeği siyah arabanın bir türlü kavşaktan çıkmayışının farkındaydı belki değildi...

 

Dudakları ancak 110. Saniye dolaylarında birbirinin üstünden aralanırken Meyil avuçlarını sevgilisinin omuzlarında gezdirerek "Araba seksi? Ne dersin, Adana dönüşünü hatırlıyor musun?"

 

"Unutmak mümkün mü yavrum? Ama hayır... Şimdi değil, şimdi yetmez!."

 

"A-aaa?" diye tiz bir çığlıkla karışık kahkaha attı Meyil ve işaret parmağının ucunu ısırdı.

 

Arca onun eline uzanıp parmağını tuttu ve ıslak ucunu ağzına sokup emdi. Aslında misafirleriyle keyifli geçen bir geceydi ancak sonu iyi bitmemişti. Bedeni çok gergindi ve nabzı hala anormal çarpıyordu. İkisi de son olaydan epey sarsılmıştı ve başka nasıl avunacaklarını bilmiyordu. İyi bir sekse duydukları ihtiyaç günlük arzu dozundan epey fazlaydı.

 

Arca, eve daha kapıdan girer girmez kızın sırtını duvara yaslayıp soluksuz öpmeye başladı. Meyil her zamanki gibi onunla bir olmaya çoktan razıydı, yol boyunca provakatif bakışlarıyla sevgilisini tahrik etmişti, boynuna atılıp öpücüklerine karşılık verdi, dilli dişli bir öpüşmeyle kapının arkasında birbirlerine dolanıp üç günlük özlemlerini dindirecek ayaküstü sevişme için giysilerini telaşla soyup yerlere attılar.

 

Genç adam, o anda şefkat ve ilkel içgüdüleri arasında iki zıt yöne çekiliyordu, kızı memnun etmek için işleri yavaş ve duygusal tutması gerektiğini biliyor fakat onu tamamen zaptetmek için de deliriyordu. Kendi fiziksel açlığı o kadar baskın haldeydi ki sevgilisinin ne istediğine odaklanmakta bir an güçlük çekti.

 

Neyse ki Meyil, ortamdaki yoğunluğun yükseldiğini hissediyor ve onun tüm isteklerine gönüllü rıza gösterdiğini ona elleriyle, inlemeleriyle, tırnaklarıyla ve dişleriyle anlatıyordu. Bir aslan terbiyecisi gibi cesur ve kararlı dokunuşlarla, Arca'nın o deli divane tutkusunu kaybetmemesi için onu kışkırtıyordu. Adamın beline ateşten bir kemer gibi dolanmış, ıslaklığı ile onu kabule hazırdı. Arca onu kucağında birkaç adım ileriye taşıdı, sırtını boş bir duvara yaslayıp kızı kucağında yükseltti, parmaklarını içine ittirdi, hassas noktalarında parmaklarını çevirerek oynadı, göğüslerine yumulduğu anda zevk dalgaları bu bölgeden Meyil'in tüm vücuduna yayıldı. İhtiyaçla inleyip yalvarmaya başladı. Öyle sabırsızlandı ki ağzından birkaç küfür de fırlatmış olabilirdi, Arca gülerek dudaklarını dişlediğinde birazcık utandı.

 

"Hadi ama oynama benimle!"

 

"Bak nasıl oynayacam seninle!"

 

Erkeğin fiziksel üstünlüğünün ve kol kuvvetinin imkan verdiği ayaküstü pozisyonda çok derin bir birleşmeyle bedenleri çarpışmaya başladı. Çok güzel, tam istedikleri sertlikte ve hayli doyurucu olsa da bu halde ikisi de patlama anına çok fazla direnemeyecekti. Kızı kucağından indirip arkasını çevirdi ve beliyle kalçasını aynı derin git geller için hizalayıp birleşmeye devam etti. Fiziksel olarak her an ayrı bir kaos içinde bulunduğundan Arca, onunla farklı sürtünmeler, ritimler için büyük bir açlık duyuyor, değişen hız ve pozisyonlar sayesinde ikisinin de aldığı zevki uzatıp kendisini daha kolay kontrol ediyordu.

 

Meyil'in üstüne eğilip saçlarını ensesinden sıyırıp diliyle ter damlalarını sıyırdı, "Hadi güzelim, dayanamıyorum."

 

Meyil, derinlerindeki tüm duvarların ezildiğini, uyuştuğunu, bedeninin ve ruhunun parçalandığını, zerrelere ayrıldığını veya su gibi eriyip aktığını sanıyordu, "Bekle biraz... Ahhh..."

 

Ağlamak üzereydi fakat sebebini bilmiyordu, bazen sona yaklaşırken aklı da duyguları da bedeni de pelteleşiyordu. Arca'nın sıcak ellerini bedenine sarıp sırtını gövdesine yaslamasıyla biraz sakinleşti, iç içe geçmiş halde biraz soluklanıp beklemesini istedi, o sıcak ve sert elleri üst bedeninde yönlendirdi, dokunmasını istediği yerlerine sürükledi, boynunu gererek kulağının altında can veren kavurucu öpüşleri gözlerini sımsıkı yumarak dinledi. Az önce vahşi bir gösteri halini alan o çarpışma sona ermiş, geriye tutkudan kavrulan ve nefis bir seksin uzatma anlarının tadını çıkaran iki sabırsız aşığın ızdırabı kalmıştı. Meyil bu ızdıraba daha fazla katlanamadı ve Arca içinde tükenmeden hemen önce bütün vücudunun sertleştiğini hissederken usul usul kendini bıraktı. Tam merkezinde biriken enerjiyi erkeğin gücünün etrafında çözdü, tatlı iniltilerle kendini adama ittirip sona geldiğini gösterdi. Arca 0.8 saniye aralıklarla dört ya da beş kasılmanın ardından güçlü bir yüklenmeyle hareketsiz kaldı.

 

Kapının ardında duvara nazır başlayan, tüketici cayır cayır sevişmenin ardından, salon halısının üstünde kenetlenip ciğerlerinden taşan sesli soluklar alıp vererek gözlerini tavana dikip dinlendiler. Arca'nın evin girişinde, granit zemindeki ceketinin cebinde titremeye başlayan telefonunun zırıltısını duymadılar. Telefon uzun uzun çalarken son çizgide olan şarjı bitip kapandı.

 

Tatmin anının göğüslerinde bıraktığı çarpıntı dinene kadar kucak kucağa kalıp soluklanırken Arca, kızın kulağının dibinde hafifçe güldü. Meyil, parmaklarını onun saçlarına geçirdi.

 

"Ahh! Bu neydi? Huhh, bittim... Ölüyorum!"

 

"Senin için yaşıyorum, ölüyorum sevgilim. Bayılıyorum sana. Kanıma girdin deli kız, çıldırtıyorsun beni! Tadına doyamıyorum."

 

"O yüzden mi kaç akşamdır evimin yolunu bulamıyorsun?"

 

"Özle diye. Mmm... Özleyince daha tatlı oluyorsun, şuraya bak! Dünyanın en güzel kızı benim, benim, benim! Güneşim..." burnunu saçlarına kapatıp derin bir nefes aldı, "Çok güzel kokuyorsun."

 

"Hayır, terledim! Yapma, koklayıp durma."çö

 

"Hayır gül bahçesi gibi kokuyorsun."

 

"Üstümden iner misin artık? Ah! Geberdim! Çıkıp duş alıp uyuyacağım, çok yoruldum!"

 

"Uyumak yok, ben yorulmadım."

 

"Bütün gün oturduğun yerden etrafa emirler yağdırmak yorucu olmasa gerek tabi! Ya in dedim!"

 

Arca gülerek kendini yana devirdi.

"Havuza girelim. Uykunu açarım orada."

 

"İstemiyorum."

 

"Ne demek istemiyorum?"

 

"Sen de beni duvardan duvara çarparak şansını fazla zorlamasaydın!"

 

Arca bir kahkaha attı ve Meyil'i göğsüne yatırdı, saçlarını parmaklarıyla tarayıp öptü. "Az önce öyle demiyordun!"

 

"Çünkü!" Derken dirsekleri üzeirnde doğrulup sevgilisinin yüzüne döndü Meyil, Arca'nın ince sakallarını hafifçe okşadı. "Çünkü çok aşığım! Senin için yanıyorum, her an, her dakika seni düşünüyorum, seni istiyorum! Her yerimde ellerini hayal ediyorum."

 

"Havuz fantezisi iptal! Yürü bakalım yatağa!"

 

"Yaa hemen az diye söylemiyorum. Bil diye."

 

Arca kızın avcunu dudaklarına bastırıp öptü. "Biliyorum. Meyil? Bakele."

 

Genç kız tekrar başını onun göğsünden kaldırıp doğruldu. "Hı?"

 

"Ne yaparsam yapayım beni sever misin? Benimle kalır mısın?"

 

"Aa?" Genç kız afalladı, Arca'dan böyle bir soruyu hiç beklemiyordu.

"Anlamadım."

 

"Benden hiç vazgeçme. Ben seni ölsem bırakmam. Hep seni seveceğim, tek seni seveceğim. Ömrüm senin. Her şeyim senin. Beni bırakma."

 

"Yaa saçmalama ne bırakması!" Der demez Meyil'in ince yüzü tekrar gözyaşlarıyla ıslandı.

 

"Menekşe gözlüm, ağlama... Gel buraya. Seni kaybetmekten korkuyorum. Sınavın biter bitmez evlenelim. Yanıma taşın, karım ol, her şeyim oldun madem yanımda ol. Benimki hüsnü kuruntu, zaten benimlesin! Ne olabilir ki? Ben bazı kararlar verdim. Bazı eski hesapları kapatıp, düze çıkıcam. İşleri toparlayacam. Bu akşamki rezilliği de bir daha asla yaşamayacaksın! Allahıma kitabıma yemin ederim, seni kimse rahatsız etmeyecek."

 

Meyil gözlerinde mutluluk yaşları ve dudaklarında şahane bir tebessümle Arca'yı hayran hayran dinledi, başını salladı. "Tamam! Süper olur aşko! Ben bunu senden daha çok istiyorum biliyorsun. Ölene kadar birlikte olalım. Çok aşığım be Adanalı! Nefesimsin!"

...

 

Yirmi gün sonra

 

Seçim akşamı tüm Türkiye nefeslerini tutmuş televizyondan ve internetten yerel seçimin sandıktan çıkaracağı yeni belediye başkanlarını öğrenmeyi bekliyordu. Körfez'de yarışa katılan altı partinin adayları ve bir bağımsız aday, seçim ofislerinde bilgisayar başında, okullardan gelen tutanakları kendi veri tabanlarına işlerken telefonlar susmuyordu. Yerel basının da büyük ilgi gösterdiği oy sayma sürecinde bazı mahallelerdeki okullarda partililer arasında gerginlikler ve itirazlar yaşandı. Özellikle en güçlü üç adayın oy sayılarının birbirine çok yakın gittiği mahallelerin sandık görevlileri gece boyu zor anlar yaşadı. Polisler vatandaşı sakinleştirmeye çalışırken arbedeye karışan partililerin avukatları araya girdi ve bir bölge hariç olaylar bastırıldı. Her seçimde olduğu gibi Körfez'in kaderini belirleyen yoğun nüfusun yaşadığı ve karışık demografik dağılıma sahip olan toplu konut bölgesinde silahlar ateşlendi, birkaç yaralı hastaneye kaldırıldı. Türkiye, yine bir gecesinde kana bulandı.

 

Fakat bu henüz başlangıçtı. Körfez sandıklarından çıkan belediye başkanı bağımsız aday olarak giren, halkın çok sevdiği genç bir kadın avukat oldu. Seçim çalışmaları boyunca halka iç içe olan, muhalif duruşu, sivri dili, dürüstlüğü, gerçekçi projeleri, kadınlar ve çocuklar için yaptığı çalışmalar, adının daha önce hiçbir yolsuzluğa karışmamış olması ve zengin bir aileden gelmemesi, seçilmesinde önemli etkenlerdi.

 

Yıllar önce Körfez'de bir fabrikada yaşanan feci iş kazasında şehit olan bir ustabaşının kızı olan Gözde Doğruel, en güçlü rakipleri Mehmet Karadeniz ve Ferman Tanrıöver'e beklenmedik bir fark atarak yeni belediye başkanı seçildi. İnsanlar artık yedi göbek zengin, nüfuslu, dediğim dedik, astığım astık kodamanlarım iktidarından da onların doymak bilmeyen hırslarından da, millet aç yatarken görgüsüzce para saçan keş çocuklarından da, bozuk uçkurlarından da, din kisvesi altında perdeledikleri ahlaksızlıklarından ve yolsuzluklarından da bıkmış usanmıştı. İnsanlar, siyasette temiz yüzler görmeye hasretti.

 

Genç avukat, gece yarısı seçmenleriyle belediye meydanında buluşup kutlamalara coşkuyla katıldı, sahnede kadın yoldaşlarıyla halk oyunları oynayıp tüm Körfez halkını kucaklayan duygulu bir konuşma yaptı. Kimseye koyduk mu minvalinde abuk söylemlerle nispet yapmadan, kalp kırmadan, kimsenin gururunu incitmeden, seçmenini diğerlerinden üstün tutmadan, şiddet eylemlerini körüklemeden kendi zaferini türküler ve kucaklaşmalarla kutlayıp yalnızca işine bakacağını söyledi.

 

O sırada Ağva'da, Karadeniz'e nazır bir balıkçı restoranında rakı balık eşliğinde haberleri izleyen Arca ve Meyil de, Körfez halkının çoğunluğu gibi neşeliydi. Gözde Doğruel şerefine kadeh kaldırdılar. Meyil, kadın başkanın içten konuşmasını dinlerken ağlamaya başlamıştı.

 

"Şuna bak! Ne kadar şık, ne kadar zarif! Pembe takım giymiş ya resmen gözüm gönlüm açıldı! Çiçek gibi maşallah! Nasıl da oynuyor! Allah utandırmasın..."

 

Arca, "Bitti bu iş." diyordu.

 

Meyil, onun Ferman ile ortak ve hemşeri olduğu halde adamı hiç sevmediğini biliyordu, hin bir gülüş attı.

"Şimdi ne olacak?"

 

"Millet kazandı, dinozorlar kaybetti."

 

"Güzel oldu."

 

"Çok güzel oldu."

 

"Gözde Hanım örnek bir kadın. Ben ona oy verdim."

 

"Benim ikametim Kozan'da, oy kullanamadım. Ama Adana'yı yine Zeydan Başkan aldı, şükür."

 

Meyil gülerek ellerini kaldırdı ve zarifçe kıvırarak bir şarkı mırıldandı,

 

Bu devirde kimse sultan değil hükümdar değil bezirgan değil

Bu kadar güvenme hiç kendine

Kimse şah değil, padişah değil!

 

Gülüştüler.

 

Geceleri havaların soğumaya başladığı artık iyiden iyiye kendini hissetirirken mevsim dönüyordu. Meyil iç geçirerek Ağva koyundaki deniz fenerinin yakamozlarla aydınlattığı muhteşem manzaraya baktı. Hep deniz manzarasına baksaydı, bir hayal bulutunun içinde peri kanatlarıyla uçtuğunu sanırdı. Ancak kara tarafında, restoranın giriş kapısının sağında ve solunda iki silahlı koruma haydut görüntüleriyle dikilip geceye ve yakamoza gölge düşürüyordu. Adana'dan yeni yeğenler, mahalle delikanlıları, köylüler gelmişti.

 

Hepsi aynı torna tezgahından çıkmışçasına atletik yapılı, çevik, silah kullanmakta becerikli, uyanık gençlerdi. Arca artık ne kendisi yalnız dolaşıyor, ne Meyil'i korumasız kapı dışarı bırakıyordu. Kulüpte, bu memleketlilerin özel güvenlik şirketi üzerinden güya kiralanan, burası şaibeliydi, kulaklıklı, yakın koruma eğitimi almış uzman versiyonlarından birkaç tane daha vardı ki evlere şenlikti! Meyil, sağım solum önüm arkam sobe, saklanmayan ebe tekerlemesindeki gibi kendini bir saklambaç oyunundaki kör ebeye benzetiyordu. İnsanın gözleri kapalıyken diğer duyuları nasıl keskinleşiyorsa öyle güçlü sezgilerle havada meçhul bir tehlikenin yaklaştığının kokusunu alıyor, teni ürperiyordu.

 

Günler çok acayip geçiyordu. Olmak istediği yerde miydi yoksa olmaktan korktuğu yerde mi bulmuştu sonbahar rüzgarında sürüklenen kuru bir yaprak misali gövdesini? Mevsim dönüyordu. Eylül, yazın sıcak neşesini süpürüp tüm kızıl renkleriyle çökmüştü. Hava ayaza dönüyor, geceler üşütüyordu. Yaz kızı, hazanı ve kışı sevmiyordu, ona hüzünlü şarkılardaki gibi hep biraz yaralı ve yalnız geliyordu.

 

Meyil son zamanlarda astrolojiye merak salmıştı. Arca ile uyumlarını analiz etmek ve ilişkinin dinamiklerini çözmek için bol bol burç yorumu okuyordu. Doğum ayları pek uyumlu sayılmazdı, astrolojik verilere göre onları zor bir ilişki bekliyordu. Anaç, evcimen, fedakar, sevgi dolu Yengeç kadını olarak nadir bir deniz kabuğu kadar hassastı.

 

Karşısındaki Koç erkeği cesur, egosantrik, lider ruhlu, inatçı, hırslı, intikamcı, enerjik ve ateşliydi. Üstelik olabilecek en kötü bileşimle yükseleni Aslandı. Huyunu suyunu anlamaktan ziyade onun gibilerin üzerine benzin döküp yakmak ve koşarak uzaklaşmak lazımdı. Kraliyet ailesi burçlarından biri olarak nadir görülen bir komboydu ve illaki yönetici pozisyonda bulunuyorlardı, yükseleni Aslan olan bir Koç erkeğinin şansa ihtiyacı yoktu, onlar şansını kendisi yaratmakta ustaydı. Güçlü ve törpülenmesi imkansız dik başlılığına rağmen eğlenceli, korumacı ve ihtiraslıydı.

 

Şimdi ne olacak sorusunun cevabı, Arca'yı Körfez'e gönderen Yasindeydi. Geldiği Mayıs ayından bugüne kadar beş ayda çok şey değişmişti. Öyle ki Yasin bile ağabeyini desteklemekten vazgeçmiş ve derin devlet tarafından kalemi kırılan Ferman'ın, katline onay vermişti. Ferman, seçim hırsıyla aile şirketini de devleti de dolandırmıştı.

 

Ferman ve Mehmet gibi adamların iktidarı gelir geçerdi, onların faaliyetlerine göz yuman devlet ise her zaman baki kalırdı. İkisinin de ortadan kaldırılması işini ise yine devlet öngörmüştü ancak bunu kendi askerine yaptırmayacak her zamanki gibi ateşe maşayla dokunacaktı. Arca'nın ise bu işte maşa olmak için yeterli sebebi vardı. Yasin'den gelen emrin asıl arkasındaki derin devlet gücünü sezse de, bu infazların bir mafya hesaplaşması gibi gösterilmesi gerektiğini anlıyordu. Derin devlet bazen böyle yapardı, meydanı boş bırakmış gibi görünürdü ki beklerdi çakallar kurtlar birbirini boğazlasın, ortalık temizlensin. Ne şiş yansın ne kebap...

 

İki işadamı ile özel bir toplantı yapmak için sözleştiler. Seçim hezimetinin üzerine konuşup aralarındaki husumeti bitirmek ve eskiden olduğu gibi kendi ticaretlerine bakmak konusunda yüz yüze görüşmeyi iki taraf da istiyordu ancak ikisi de gururundan ödün vermemek için bir türlü ilk teklifi yapan taraf olamıyordu. Böylece buluşma teklifini, elçiye zeval olmaz diyerek Arca iletti.

 

Çarşının göbeğinde yer alan ve büyük arazisiyle tüm yarırımcıların iştahını kabartan Hızır Bey İş hanı, kalabalık mirasçıları arasındaki yıllar süren mahkemelerin karara bağlanmasının ardından ihaleyle satışa çıkıyordu. Ferman ve Mehmet'in şirketleri yıllardır bu binayı satın almak için sahipleriyle defalarca görüşmüş, davalık olan mirasçıları uzlaştırmaya dahi çabalamış ve nihayet sona eren izaleyi şuyu davasının ardından çıkacak ihaleye adını yazdırmıştı. Ancak ihaleye günler kala iki ezeli rakibin tadını büsbütün kaçıran başka bir şirketin varlığını öğrendiler.

 

Büyük şehirlerde yaptıkları gökdelenler ve rezidanslarla bilinen bir Amerikan şirketi de ihaleye katılıyordu. Bu kez rakip çok dişliydi ve ne siyasetle ne de rüşvetle Amerikalıları ihaleden el çektirecek durumda olduklarını anladılar. Yeni peyda olan rakip, tüm dengeleri bozmak üzereydi. Sadece Hızır Bey iş hanının yıkım ve yeniden yapım sürecinde değil, Körfezde tekelleştikleri bütün piyasaya bodoslama dalarak başka yatırımlarının da önüne geçme tehdidi yaratıyordu.

 

Ferman Tanrıöver ve Mehmet Karadeniz'in ikisi de bu çok kârlı yatırımı kendisine istiyordu aslında ancak şehrin önde gelen emlak uzmanlarının hepsi onlara ihaleye ortak girmelerini öneriyordu. Daha önce de kar ortaklığı yaptıkları bazı işleri olmuştu, neden tekrar olmasındı? Ortada büyük bir pasta varsa bunu yerli yatırımcılar paylaşmalı, yatırım içeride kalmalıydı.

 

Amerikalı şirkete karşı güçlerini nasıl birleştirebileceklerini ve ihalede en çok hangi rakama kadar çıkarlarsa projeden kar edebileceklerini enine boyuna görüşmeleri gerekiyordu. Mimarlar ve inşaat mühendisleri olmadan önce şifahen kendi aralarında görüşmek ve seçim sürecinde yaşanan tatsızlıklara bir sünger çekmek için Arca aracılığıyla gizli bir toplantıda buluşmak üzere sözleştiler.

...

 

İki gün sonra

 

Toplantı, herkes için uygun olan pazar akşamı saat 22:00'de, Mehmet Karadeniz'in şart koştuğu yerde yapılacaktı. 'Siz iki Adanalı, ben tek. Benim istediğim yerde buluşuruz ya da anlaşmayı unutun.' diyerek daha önce Arca ile görüştüğü kır lokantasını adres verdi. Ayrıca emniyette önemli işlerini çözdürdüğü be yıllardır beslediği bir komiser de o gece sadece gözcü olarak yanlarında bulunacak, toplantıyı dinlemeyecek ve köşedeki bir masada, toplantı masasına sırtı dönük vaziyette oturup bekleyecekti. Mekanda bir polisin varlığının, silah çekilmemesi için teminat mektubu sayılacağını öne sürüyordu.

 

Celil isimli komiser, boğazına kadar yasadışı işlere bulaşmış ve yurtdışındaki gizli hesaplarında milyonlarca rüşvet parası biriktirmiş olsa da, polis polisti ve kimse, ne kadar gözü kara olsa da bir devlet adamının yanında çatışmaya girmeye cüret edemezdi. Adamın şartını kabul etmeden önce Arca da gündüzden adamlarını mekana yollayıp her yeri dedektörlerle aratacağını bildirdi. Mehmet kabul etti.

 

Ormanlık alan içindeki gizli buluşma yerinde dikkat çekmemek için herkes sadece şoförü ve iki korumasıyla gelecekti, adamlar silahlı olacaktı ancak elbette silah kullanmaya kimse gerek duymayacak, iki tarafın da çıkarına olacak bir ticaret anlaşmasından dostane şekilde ayrılacaklardı. Mekandaki güvenlik kameraları o gece kayıt almayacak ve başka hiçbir kayıt cihazının kullanılmaması için Arca güçlü bir sinyal bozucu yerleştirecekti.

 

Arca yanına Nedim'i ve en güvendiği iki adamını almış ve içine kurşun geçirmez yelek giymeyi de ihmal etmemişti. Üzeri aranacağı için silahsızdı ancak pantolon kemerinin altındaki gizli bölmeye incecik bir çakı gizlemişti. Yolda giderken Ferman ile telefonla son kez konuştular.

 

Arca hala ısrarla,

"Şu Celil Komiserin gelmesi hiç iyi olmadı. Kabul etmeyecektin Beyim." diyordu.

 

Arca'nın söylenmelerinden içten içe keyiflenen Ferman ise, "Celil ağzı sıkı bir adamdır, birlikte çok iş yaptık, beni satmaz." diyordu.

 

Ama ben seni delikli beş kuruşa satarım, demedi tabii. "Adamlarına söyle bir taşkınlık yapmasınlar." diyerek kendi arabuluculuğunu korumak istediğini ima etti.

 

Ferman, o gece yanında gelen şoförünün ve korumasının, aslen kardeşi Yasin'den emir alarak çift taraflı çalıştıklarını bilmiyordu. Telefonu kapatınca, şoförünün yanında oturan Adanalı yeğeninin omzuna dokundu.

 

"Şu kızı evinden kaldırdılar mı? Ara sor bakayım, Arca mekana önden gidip jammer kurdu, telefonunun sinyali kesildi, en az dört saat adamlarıyla irtibat kuramayacak. Benim de kendimi güvenceye almam lazım."

 

Yeğen, bir arama daha yapıp Meyil'in oturduğu siteye giren adamlarıyla görüştü.

 

"Kız, evde değilmiş Beyim."

 

"Siktir, kızı ortadan kaybetti tabi küçük çakal!"

 

"Yok Beyim öyle değil, evin tüm ışıkları ve kapıları açıkmış, Arca'nın adamlarından da kimse yokmuş."

 

Ferman, kır lokantasına vardığında Mehmet ondan önce gelmiş, girişteki kameriyenin altında ayakta bekliyordu. Keyifli bir sırıtmayla ellerini açtı.

 

"Ooo Ferman kardeşim! Hoş geldin."

 

"Hoş bulduk Mehmet."

 

Güçlü el sıkışmalarla birbirlerinin yüzüne, gözlerine baktılar. Mehmet, bir eliyle hala sıkmaya devam ettiği elini avcundan bırakmadan öbür eliyle adamın koluna dokunup kulağına uzandı.

 

"Kozanlı kuduz köpeğin içeride, onun küçük sürtüğünü arıyorsan... O da bende! Boşuna arama. Ben sizin gibi kabadayılara pabuç bırakmadım, bırakmam. Haa bu arada, hemşerine olan güvenin gözümü yaşarttı Ferman! Şimdi içeriye geç, uslu uslu otur." diye fısıldadı.

 

...

Bir saat önce

 

Meyil, Eylül başından itibaren ders yoğunluğu sebebiyle sahnesini iki geceye, Cuma ve Cumartesi akşamlarına çekmişti. Hafta içi dört gün Ayt ve Tyt hazırlığı için dershaneye gidiyor, etütlere kalıyor ve akşamları evde test çözüyordu. Rehber öğretmeni ile oluşturduğu ders programına sadık kalarak deneme sınavlarında istediği puanları aldığı, iyi bir başlangıç yapmıştı. Şan ve piyano özel dersleri ile sahne programı dışında neredeyse evinden çıkmaz olmuştu. Hem yoruluyor hem de kendi kendine kurduğu rutininden memnuniyet duyuyordu.

 

Arkadaşları her gün okula gidip gelirken bazen okulu özleyip özlemediğini sorgulasa da hiç özlemediğine emindi. Annesinden zar zor alabildiği elli lira harçlığın otuz lirasını minibüse verdikten sonra kendisine kalan yirmi lirayla arkadaşlarının yanında ezik kalmayı, bazen canı onlarla hamburgerciye gitmek istediği halde ben sevmem diye yalan söylemeyi, hele hele uyuz Muarrem'in evindeki zorbalığını asla özlemiyordu. Kendine yüksek duvarlarla örülü bir masal şatosu inşa etmişti.

 

Pazar gecesi pijamasıyla lap topunun başında oturmuş, YouTube'dan ders anlatımını beğendiği bir öğretmenin Fizik dersini dinliyordu. Öğretmenleri neredeyse zorla sayısal seçtirdiği için öfkelendiği anlardan biriydi. Bazı konularda çok zorlanıyordu. Ne vardı sanki Türkçe-Matematik seçseydi zaten hukuk okumak istiyordu! Fakat sayısalcılar hariç herkesi gerizekalı statüsüne sokan şahane eğitim sistemimiz sağ olsun, bir balıktan daha ağaca tırmanmasını bekliyordu. Ekranda konuyu örneklerle uzun uzun anlatan öğretmenin görüntüsünü durdurup kendine bitki çayı almak için mutfağına yürüdü.

 

Ders çalışırken dikkatinin dağılmaması için kendi kendine birer saatlik molasız ve telefonsuz zamanlar koymuştu. Telefon masasında durduğunda gelen bildirimlere illaki gözü kayıyor ve ekran onu kendine çekiyordu, bu yüzden sessize alıp mutfak tezgahına bırakıyor ve saat başı verdiği molada kendine çay kahve alırken on dakika göz gezdiriyordu. İlk günlerde telefonsuz kalmaktan epey zorlanmıştı çünkü tuvalete bile telefonuyla giren, cepsiz eşofmanlarına bile telefon uğruna cep diken biriydi, yani bağımlıydı. Ancak birkaç gün geçince ekransız kalmaya alıştığını hatta sosyal medyadaki hızlı akışın artık eskisi kadar ilgisini çekmediğini, her şeyin saçma ve yavan geldiğini hatta başını döndürdüğünü hissetmeye başladı.

 

O gece ise bildirimlerinde kendisini ölümcül bir durum bekliyordu. Batuhan... Tam on dakika önce nereden bulduysa yeni numarasından whatsappına üç tane mesaj ve bir fotoğraf göndermişti. Önce fotoğrafı açma gafletine düştüğü için korkuyla yerinden sıçradı. Sonra hızlı hızlı mesajları okudu. Aynı anda ekranına bir de ses kaydı düştü.

 

Çocuğun ağzı yüzü kaymış, yüzü yara bere içindeydi ve çok karanlık bir odanın köşesinde kirli bir duvarın önünde ayaklarından bağlı olduğu halde zar zor çektiği kendi resmini kıza atmıştı. Mesajında,

 

<Meyil! Yardım et! Beni senden başkası kurtaramaz! Arca beni kaçırdı, babamla ne hesapları var bilmiyorjm ama ona şantaj yapmakl için bir dpoya kitledi, bu benim yedek yelefonum, asıl telefnu aldılar, bunu adamalrı bulamadı, ara onj bisy yap beni bılsn.>

 

Yazıyordu.

 

Meyil saniyelerce ekrandaki fotoğrafa bakakaldı, Arca'nın dikkatli olması, kimseyle görüşmemesi, habersiz bir yere çıkmaması konusundaki tembihlerini hatırladı ve

"Allah seni kahretsin!" diye söylendi.

 

Ses kaydında Batuhan ağlıyor ve fısıltıyla kesik kesik yalvarıyordu. Babasıyla Arca'nın o gece Ferman Tanrıöver ile bir toplantıda olduğunu, o geceden kimsenin sağ çıkamayacağını söylüyor, polisi karıştırmadan kendisini kurtarmasını isterken bir de adres veriyordu.

 

<Bizim fabrikaya git, güvenlikteki abiye söyle, sana attığım konuma gelin.>

 

Meyil titremeye başlayan bacaklarına hakim olmak için elleriyle bastırdı ve yere çöktü. Başını ellerinin arasına alıp alnını iki yandan sıkarak ne yapacağını düşündü.

 

Arca'yı aradı, telefonu kapalıydı.

 

Nedim'i aradı, onun da telefonu kapalıydı.

 

Ali'yi aradı, adam telefonu açımca nabız yoklamak için normal bir sesle konuştu, yemek siparişi verdiğini söyledi.

 

Ali, "Ben sitenin önündeyim Meyil Hanım, siparişi alır size getiririm." dedi.

 

Teşekkür edip telefonu kapattı. Ne yaptığını kendisi de bilmiyordu ama bir şeyler yaptıkça ağzından çıkıveren cümleler herhalde ona bir yol gösterecekti.

 

Evin içinde deli deli bir aşağı bir yukarı gezinirken telefonu elinde adeta ateş kesilmişti, elini yakıyordu, o fotoğraf ve mesajlar canını yakıyordu. Nefesini tutup Batuhan'ı aradı. Telefon birkaç çalıştan sonra sinyal kesildi, tekrar aradığında hat kapanmıştı. Mesajına cevap olarak soru işareti koyup gönderdi, mesajın teslim edilmediğini görünce iyice panikledi. Herhalde onu o hale getirenler telefonu elinden almıştı. Belki de daha fena işkence görüyordu.

 

Az sonra Ali'yi tekrar aradı.

 

"Ali Abi siparişim sipariş saati geçmiş, arayıp kendiniz gelip alın dediler. Off ya ben akşam yemeği de yemedim, evde de hiçbir şey yok! Arca aradı, birazdan geliyormuş, karnım çok aç dedi. Şeyapsana şu kuryenin numarasını vereyim bir de sen ara. Akşam akşam herifle muhatap olmayayım. Ya da yok, getirmezler şimdi. Sen gidip alsan olur mu? Yakın zaten. Şu yeni açılan dönerci var ya? Off çok salak adamlar kaç oldu aynı şey... Sana da zahmet veriyorum kusura bakma?"

 

Ali, yanındaki elemanı yollayıp ne isterse aldıracağını söyledi. Meyil tekrar teşekkür edip kapatırken adamların kapıda iki kişi olduklarını anladı ve vakit kaybettiği için hayıflandı. Nerden çıkmıştı yemek siparişi filan? Başka bir çare düşünmeliydi.

 

Ali'yi üçüncü kez aradı, bu kez çok mahcup bir sesle önce özürler diledi, beni salak sanmayın test çözmekten beynim sulandı dedi.

"Dondurucuda hazır pizza varmış, şimdi fırına atıyorum. Arca da on beş dakikaya geliyor zaten." Deyip yemek konusunu kapattı.

 

Ali ve yanındaki izbandut her kimse, sitenin güvenlik kulübesinin önünde bir araba içinde nöbet tutuyorlardı. Sitede oturmayan hiç kimse güvenlik barikatından geçemiyordu, misafirliğe gelenler ancak ev sahipleri telefonla aranıp onayı alındıktan sonra bahçeye girebiliyordu, her yerde de güvenlik kameraları vardı.

 

Düşünürken aklına iki sene önce bir yaz Ecelerde kaldığı bir gece, sırf asilik olsun diye Ece'nin annesi uyurken evden kaçtıkları geldi. Ece, ben daha önce de yaptım, bak güvenliğe görünmeden girip çıkmanın bir yolu var, demişti. Salakça kıkırdayıp birbirlerine gaz vererek kaçmışlardı da ne olmuştu? Dondurma yemiş, belediyenin parkında beşiklerde sallanmış ve geri gelirken bir de sokak köpekleri tarafından kovalanmışlardı.

 

Kararını verdi, çabucak üzerini değiştirip çantasını koluna taktı ve mutfak balkonundan önce kendi küçük çimenliğine, çimenliği çevreleyen çit bitkilerinin üzerinden atlayıp da sitenin bahçesine geçti. Site sınırındaki binaların arkasından sakin adımlarla yürümeye başladı, güvenlik kameralarının görüş açısından binalar sayesinde saklanırken birkaç komşusunun bahçelerinde oturduğunu gördü. İnsanları görünce Ecelerin binasına doğru döndü, ona gittiğini düşünmelerini umdu. Az ileride tekrar telle çevrili duvarların olduğu arka yola saptı.

 

Çocuk parkında oynayan birkaç velede aldırmadan Eceyle daha önce atladıkları çitin önüne geldi. Sağa sola bakındı. Kum parkının ortasındaki ahşap çocuk evini Eceyle karşılıklı tutup sürükleyerek duvarın yanına taşımış ve ahşap evin üstüne tırmanıp 1.70 yüksekliğindeki çesan çitinin üstünden atlamışlardı.

 

6-7 yaşlarındaki iki veledin şaşkın bakışları önünde, çocuk evini kumun üzerinde sürümeye başladı. Hafifti, daha ağır olduğunu zannetmişti ama birkaç dakikada oyuncağı duvara yaslayıverdi. 1.20lik oyuncak çatının üstüne çıktığında aşması gereken 50 santimi de uzun bacağını kaldırarak kolayca aşıyordu. Sağ bacağını çiitn üzerinden aşırdı, çitin birleşim yerindeki otuz santimlik beton baba direkteki bir oluğa sağ ayağının ucunu yerleştirdi ve sıkıca tutunarak sol bacağını kaldırdı fakat korkudan titremeye başlamıştı, sol bacağını tele taktırdı ve fena halde derisini yardı. Iııhhhh edip, dudaklarını ısırdı ve çığlığını yutup kanayan sol bacağını da çitin üstünden geçirdi. Baba direğe sardığı kollarının gücü kesilince yere baktı, sararmış ot yığınını görünce kendini aşağı bıraktı.

 

Otluğun ortasına bir süre dudaklarını ısırarak ağladı, dizinden baldırına doğru ters hilal şeklinde derin bir yarık açılmıştı ve oluk oluk kanı akıyordu, acıyla inleyerek avcunu yaraya bastırdı. Tüm bacağı ve ayakkabısı kanına bulanmıştı. Yerinden kalkıp seke seke yol kenarına indi, çantasından ıslak mendil çıkarıp biraz temizlendi, üzerindeki ince hırkayı çıkarıp yaranın etrafına sıkıca bağladı ve caddeye yürümeye başladı. Şansına hiç taksi geçmiyordu. Beş dakika kadar topallayarak yürüdü ve yakındaki durağa vardı.

 

Halini görünce öne atılan babacan bir taksici,

"Hastaneye mi hanım abla?" diye soruyordu.

 

Meyil başını salladı. "Yok, şeye... MKD Tekstil... Şeyde, Derince yolunda. Acil lütfen. O-orada abim karşılayacak."

 

Yolda taksicinin verdiği ıslak mendille bacağından süzülen kanı biraz daha temizledi ve neredeyse fabrikaya varmak üzereyken aklına annesini aramak geldi. Kadının soru sormasına fırsat vermeden her şeyi özet geçti, "Batuhan'a ulaşmam lazım yoksa çocuğu öldürebilirler. Konumu iletiyorum. Gelebiliyorsan gel ama polisi arama sakın." deyip Sibel'i de dehşet halinde bırakıp telefonu kadının yüzüne kapattı.

 

...

 

Mehmet, içeride Arca'yı Celil Komiser ile ayakta karşılıklı sigara içerken buldu. Ferman, onun yüzünün polis tarafından görülmemesi için onca laf ettikten sonra adamla ne halt ettiğini anlamak için kaşlarını çatarak baktı. Mehmet ise iki adamın yanına gidip neşeli bir tavırla,

 

"Tanıştınız demek?" dedi.

 

Arca denen deli fişek delikanlının, bir şekilde Ferman'ın yerini alması için gönderildiğini anlamaya başlıyordu.

 

"Çakmağımı unutmuşum da komiserimden ateş istedim. Sağ olsun!" diye gülerek yanan sigarasını gösterdi Arca.

 

Mehmet, Arca'nın gülümseyerek bakan yüzüne aynı şekilde karşılık verdi. İçinden 'Gül bakalım piç kurusu, son gülen iyi güler, sen bana posta koyup gittin ama burası Adana değil, İzmit! Ve burada benim borum öter!' diye geçirerek sevgilisini alıkoyduğu için keyifleniyordu. Nihayet salak oğlu, başına açtığı onca beladan çıkış yolunda bir işe yaramayı başarmıştı. İsteyerek değil belki ama zamanla istemeyi de, oyunu kurallarına göre oynamayı da öğrenecekti.

 

Yuvarlak masanın etrafındaki üç sandalyeye Mehmet, Ferman ve Arca oturdular. Celil Komiser konuşulanları duymayacağı mesafedeki bir masaya ilerleyip onlara sırtı dönük vaziyette oturdu. Her biri, toplantıya gelmeden önce kendi mali müşavirleri ve avukatlarıyla görüşüp anlaşma şartlarını belirlemişti. Depremde risk altında olan kırk yıllık eski binanın yıkım masraflarından, çıkacak hafriyatın kaldırılmasına ve hurda demirin satışından elde edilecek kazanca, yeni rezidans inşaatı için mimari çizim aşamasından, belediyenin imar müdürlüğüne verilecek rüşvete, bakanlıktan alınacak izinlerden inşaat maliyetlerine, işçi ve inşaat giderlerinden yeni işyerleri ve dairelerin sayısına ve yüzde kaç ile paylaşılacağına kadar her detay masaya yatırıldı.

 

"Siz üst katların otel yapılmasını istiyorsunuz, ben 1+1 daire olarak yatırım yapılmasından yanayım. Otelcilik benim iş kolum değil. Yine de ısrar ediyorsanız iş yerlerini ben alayım, tüm daireleri otel olarak işletmek üzere siz alın." dedi Ferman.

 

Mehmet alnını kırıştırarak dudak büktü. "Arazi çarşının göbeğinde ve dört cepheden cadde üzerinde, yani iş yerleri dairelerden çok daha değerli. İş yerlerini de daireleri de dik yarı bölüşmemiz gerekir."

 

"Bendeki projede kırk daireye karşılık, on altı iş yeri var. Tüm daireleri veririm diyorum. Teras da dahil. Bakın terasta helikopter pisti olacak."

 

"Valilik şehrin göbeğinde helikopter iniş kalkışına izin vermedikten sonra! O pist yerine havuz yapmak daha işlevsel olur."

 

"İzin işini ben hallederim."

 

"Orası muamma. Benim projemi alıp mimarlarınızla değerlendirin. Daha kârlı bir yatırım olduğunu size anlatırlar. Terasta açık havuzlu lüks restoran, kırk iki standart ve sekiz suit odalı bir otel."

 

"Oteliniz sizin olsun, iş yerleri benim."

 

"Üzerine nakit almam gerekir o halde."

 

"Benim bir teklifim olabilir aslında."

 

Bu kez yeni inşaatın bodrumdaki kapalı otopark ve zemin kat ile ikinci kattaki iş yerleri haricindeki iş yerlerinin tamamının hissesini Ferman'ın alması için üzerine Mehmet'e ödemesinin uygun olacağı nakit miktarı üzerinde konuşmaya başladılar. Milyonlar ortada dolaşırken Arca sükunetle anlaşmanın imzalanmasını bekliyordu.

...

 

Meyil fabrikanın önünde taksicinin parasını ödeyip indi. Güvenlik kulübesine yürüdü ancak etrafta kimseler gözükmüyordu. Batuhan'ın telefonunu aradı, hala ulaşılamıyordu. Arca'yı aradı ona da ulaşılamadı. Sağa sola bakınırken onu karşılayan Mehmet'in adamlarından biri kızı belinden yakalayıp sürükleyerek karanlığın içine çektiğinde kendi ayaklarıyla tuzağa düştüğünü anladıysa da artık çok geçti.

 

Bağırdı, adamı iterek çırpındı fakat çok sert kollar tarafından sıkıştırılıp ağzı kapatıldı ve adeta sürüklenerek fabrikanın içinde aceleci adımlarla bir depoya götürüldü. Kendisini yakalayan adam, bir başkasıyla konuştu.

 

"Rıfat'ı ara, kız geldi!"

 

"Harbi mi lan? Salağa bak geldi harbiden ha!"

 

"Telefonları kapalı."

 

Zalim gülüşmeler... Yine itiş kakış, cebelleşmeye çalışma, geceyi yırtan birkaç nafile çığlık, suratının ortasına inen çok sert bir tokat ve deponun kapısından içeriye savurularak yere, yüzünün üstüne daha da sert bir iniş... Gözlerinin kararması...

 

Ne kadar zaman sonra olduğunu bilmeden hıçkırarak gözlerini güçlükle gözlerini araladığında başucunda ağlayarak özür dileyen bir çift mavi gözle, göz göze geldi.

 

Batuhan salya sümük ağlayarak, o fotoğraftaki perişan haliyle ellerine sarılmış özür diliyordu.

 

"Ben istemedim özür dilerim, Meyil özür dilerim! O telefon benim değil, bende değil. Dövdü beni! O çekti! O attı! Kızı buraya ancak sen getirirsin dedi! Meyil? Ahh aşkım, özür dilerim... Beni de buraya kilitledi! Nerdeler hiç bilmiyorum! Keşke polisi arasaydın! Ah be kızım niye geldin niye niye? Niye polisi aramıyorsun sen salak mısın? Meyil, ben istemedim... Dövdü beni, zorla resmimi çekti! Bende senin numaran bile yok be kızım! Se-sen niye tek başına geliyorsun?"

 

Meyil dehşet ve acıdan bir yumak olmuş halde yerinde doğrulup dizlerini karnına çekti, ürkek gözlerle etrafa bakındı. Batuhan ile kumaş toplarından yığınlar üzerinde, keskin bir kimyasal kokusunun inde yalnızdılar. Çığlık atarak kapıya koştu, kapı üzerlerine kilitliydi. Hıçkırarak Batuhan'a döndü, göğsünü yumruklayarak geç adamı itti.

 

"Bu ne be? Bir şey yap! Beni niye getirdiniz? Neresi burası? Si-siz kafayı mı yediniz? Annemin haberi var! Annem buraya geliyor! İmdaaat!"

 

Tekrar kapıya koşup var gücüyle yumruklamaya başladı.

 

"İmdaaaat! Çıkarın beni burdan! Heeeey! Annemin burada olduğumdan haberi var! Polisle geliyor! Size dediiiim! Çıkarıııın!"

 

Hiç durmadan bağırmaya, onu aramaya gelen olursa sesini duyurmaya çalıştı. Batuhan da ona katılıp bağırarak kapıyı yumrukladı ve kendileri çıkarmaları için dışarıda bekleyen babasının adamlarına küfürler ve tehditler savurdu. Arada Meyil'i avutmak için kekeleyerek bir şeyler söylemeye çalıştı.

 

"Korkma! Sana bir şey olmayacak! Ben varım! Ben oğluyum. Seni kendisini garantiye almak için alıkoydu, zarar vermez. Bitecek. Az kaldı. Geçecek. Çıkıcaz buradan."

 

...

 

Nedim, kapının dışında kaskatı halde dikilmiş sigara içerken biri arkasından sokuldu. Dönüp baktı, Mehmet'in adamı Rıfattı gelen. Aynı sahibi gibi tekinsiz yüzünde pis bir sırıtışla,

"Nedim Bey?" dedi. "Gel az öteye, sana diyeceklerim var."

 

Yıkık dökük eski lokantanın önündeki ahşap sundurmanın altında birkaç adımla diğer adamlardan uzaklaştılar.

"O içerideki kardeşine söyle, sakın bir halt etmeye kalkışmasın. Sevgilisi elimizde. Mehmet Bey buradan evine gittiği an, kızı serbest bırakacak. Aksi takdirde kız ölür, cesedini bile bulamaz."

 

Nedim, belirgin adem elması aşağı yukarı zıplayarak sertçe yutkundu.

"Nasıl?"

 

"Eee orası da bana kalsın! Arca'yı, şu komiserle konuşurken gördüm, komiserin masasının altındaki silahtan da haberim var. Fermanla ne yaparsanız yapın, işimize gelir ancak Mehmet Bey buradan yürüyerek çıkacak. Anladın mı?"

 

Nedim kaskatı halde başını salladı ve adamın Meyil hakkında doğruyu söyleyip söylemediğinden emin olmak için sinyal bozucunun mesafesinden dışarıya, karanlıkta ormanın içine yürüdü. Kızın şoförü Ali ile konuştu. Ali de iki saattir ona ulaşmaya çalışıyor ve gidebileceği her yerde kızı arıyordu. Sibel ortalığı ayağa kaldırmıştı, karakola gitmesin diye kadını zaptetmek de Ali'ye düşmüştü ve acilen yardım istiyordu.

 

"Ulan ufacık kızı nasıl kaçırdın elinden gerzek?"

 

"Abi balkondan atlayıp kaçmış. Güvenlik kapısından da geçmemiş, ne bileyim siteden nasıl çıktı! Cıva gibi zilli!"

 

"Aco'ya anlatırsın koçum! Sibel'i zaptet, başka bir şey yapma!" deyip telefonu Ali'nin yüzüne kapattı.

 

Lokantaya döndüğünde adamlar el sıkışmış, imzalar atılıyordu. Arca, az sonra infaz için işaret verecekti. Fakat Meyil? Ali'ye kalırsa kız evden kendisi kaçmıştı ancak belli ki birisi kızı kimse görmeden o evden çıkarmayı becermişti. Acaba şu eski manitasının parmağı mı vardı? Öyleyse Arca'yı riske atmaya değer miydi? Nedim düşündü...

 

Onun önceliği Arca'yı o gece oradan çıkarmaktı. Bunun koşulu ise iki adamın da o gece orada infaz edilmesiydi. Başka hiçbir koşulda anlaşma tamam olmayacak, Amerikalı şirketten o kırk milyon alınamayacak ve Arca güvende olmayacaktı. Arca'dan haberi saklamaya karar verdi.

...

 

Ferman ve Mehmet arasında, Hızır Bey iş hanının ihalesini kazanır kazanmaz başlayacakları inşaatın ön protokol anlaşmasının ilk taslağı imzalandı. Adamlar artık kazançlarını düşünerek gevşemiş, karşılıklı komplimanlarla yeni yatırımlarını kutluyorlardı. Onlar tekrar tekrar el sıkışıp gülüşürken Arca, Nedim'e eliyle bir işaret verdi. Nedim, şoförü ve koruması dışarıdaki Mehmet'in adamlarını boğazlarken Ferman'ın adamları da Arca'nın tarafına geçecek ve Ferman'ın katlini seyredecekti. Emri bizzat Yasin'den almışlardı.

 

İçeride ise Arca ikisinin de icabına bakacaktı. Daha kimse ne olduğunu anlamadan önce Mehmet'e arkasından sokuldu, belinden çıkardığı çakıyı kaldırıp kolunu boynuna ilmik yaparak sivri çeliği tek hamlede adamın gırtlağına gömdü. Mehmet eceliyle buluştuğunu dahi anlamazken dışarıda susturucu tabancaların ilki, Nedim'in kurşunuyla Rıfat'ı alnının ortasından vurdu, Rıfat kof bir et yığını halinde yere düştü.

 

Ferman'ın korkuyla büyüyen bakışları önünde Arca, Mehmet'in gırtlağından yükselen gurk sesiyle hafif bir gülüş attı, katil gülüşündeki çelikten keskin ifade, sıra sende demenin bir biçimiydi! Mehmet'in sarsılan gövdesini önünde tutmaya devam ederken kendine o iri gövdeyi siper etmişti ve adam kollarında ölene kadar çakıyı gırtlağının içindeki kıkırdak ve damar ağının içinde çevirdi. Artık eli kandan yapış yapış olmuş, adam can verirken kasılan uzuvları hafiflemeye başlamıştı. Kesik gırtlaktan fışkıran kanlar, karşısında donup kalmış Ferman'ın benzini sarartmış, ayaklarını yere çakmıştı. Adam kusmak üzereydi ki bir an can korkusuyla komiser Celil'e baktı. Haykırdı,

 

"Celil! Senin benden aldığın rüşvet iki milyonu geçti ulan it! Sattın mı beni? Bana dokunamazsınız! Hepsi belgeli!"

 

Celil, ortadaki kıyımı elleri belinde rahat rahat izlerken Arca'dan alacağı dört milyonun hayaliyle sırıtıyordu. Bu paranın çeyreği için babasını bile satardı.

 

"Benim hesabıma yatan her kuruş, istihbaratın takibinde. Yani yasal görevimdeyim. Ulan verdin de sadaka mı verdin hayvan? Ben senin kadar pinti bir domuz daha görmedim! Geber Ferman!"

 

Ferman sağa sola adımladı. Dışarıdaki adamları az önce Mehmet'in adamlarını Nedim ile birlikte katletmiş şimdi kapının önünde etten bir duvar olmuş hiç kıpırdamadan bekliyorlardı. Adamlarının da ihanetini anladı. Ellerini aralarında siper etmek ister gibi kaldırdı,

"Arca yapma! Yapma! Neyim varsa veririm! Aco'm! Gardaşım delirdin mi? Yasin seni sağ komaz!"

 

Arca kanlı elini ve bıçağını Mehmet'in çok şık ceketinin temiz bir köşesine sildi ve bir bıçağın keskin ucuna baktı, bir altına işemek üzere olan Ferman'a. Dişlerinin arasından cık, sesi çıkardı. Çakıyı kapıya doğru fırlattı, Nedim icabına bakardı.

 

"Seni o kadar kolay gebertmeyecem ulan orrrospu dölü!"

 

Nedim ve silahlı koruması Faruk içeri geldiler, Arca'nın işaretiyle Ferman'ı kıskıvrak kollarından yakalayıp yere çöktürene kadar omuzlarından bastırdılar. Arca'ya bir silah verdiler. Arca ellerindeki kanlı eldivenle silahı adama doğrulttu.

 

"Yasin'in haberi var, adamların sana nasıl sırt çevirdi sanıyorsun göt?"

 

"Arca yapma yalvarırım! Ne istersen veriririm! Bokunu yiyim, köpeğin olurum! Çoluğum çocuğum var!"

 

"Benim nişanlıma tek gece için açık çek gönderirken çoluğunu çocuğunu düşündün mü ulan sik kırığı? Kendi sülaleni dolandırırken düşündün mü ulan göt lalesi? Sen! Tanıdığım en kahpe, en şerefsiz, onursuz, cibilliyetsiz adamsın! Adam bile değilsin, döl israfısın!"

 

Celil kapının oradan seslendi, "Uzatma birader haydi! Sıkacaksan sık, gidek burdan!"

 

Arca adama hak verdi, Ferman'ı önce sağlı sollu yumrukladı, apış arasına çok sert bir tekme geçirdi ve saçlarına asılıp yüzüne eğildi,

"Son gördüğün yüz benimki olacak ve son hissettiğin şey..." derken ilk kurşunu adamın taşaklarına sıktı ve domuz gibi böğürmesini duymamak için ikinci kurşunu ağzının içine, üçüncü kurşunu geberdiğinden emin olmak için beynine ve dördüncüyü de sırf zevk için kalbine sıktı.

 

Silahı ve kana bulanan deri eldivenlerini imha etmesi in Nedim'e verdi ve gayet rahat adımlarla Celil ile arabalarına yürüdüler. Polise bir çanta dolusu nakit ödemesini yapıp el sıkıştı ve arkalarında bıraktıkları kan gölünden de, pazar tezgahından yere düşen ezik büzük sebzeler gibi yerlerde yatan cesetlerden de ayrıldılar.

 

Arca ormanlık alandan ana yola çıktığında dikiz aynasında gecenin lacivertini yırtan kıpkırmızı alev bulutunu gördü. Tüm kır lokantası ve çevresi yüksek tahrip gücü olan nitrik asit dökülerek yıkanmış ve uzaktan ateşlenen bir düzenekle gecenin tüm izleri, cesetlerin kemik tozları dahi kalmayacak şekilde havaya uçurulmuştu.

 

Arca, dikiz aynasından bakarken arabanın teybini sevdiği bir türkü için ayarladı ve yangının ormana sıçramadan söndürülmesini umdu. Sonra kendi iyi niyetiyle gururlandı. İnsanları sevmiyorsa doğayı da sevmiyor değildi ya! Bitkilerle hayvanlara çok değer veriyordu, onlar adama kaşmerlik yapmazdı.

 

Yan koltukta bekleyen telefonuna uzanıp Meyil'i aradı. Kıza, bir kaç günlüğüne Adana'ya gitmesi gerektiğini söyleyecekti ve kendisini bekleyen uçağa binene kadar güzel sesinden birkaç türkü okumasını isteyecekti. Aslında gidişi ne birkaç günlüktü ne de istikameti Adanaya idi. Ortalık durulana kadar saklanmak için Rusya'ya, annesinin yanına kaçıyordu. Meyil'e veda edememişti, şimdi de etmeyecekti. Tatlı tatlı konuşup birkaç gün sonra geleceğim, diyecekti. Böylesi yalanın nasılsa affı olurdu. Fakat kızı iki, üç, dört kez aramasına rağmen telefonu çalıyor çalıyor, açılmıyordu.

 

Herhalde uyuyakaldı diye düşündü ve şoförü Ali'yi aradı. Ali de onun aramasını bekliyordu. Yanında iki saattir ağlayıp feryat figan eden Sibel'i zaptetmeye çalışmaktan artık bitap düşmüş, hem Arca'nın korkusundan hem Meyil'e bir şey olacak üzüntüsünden deliye dönmüştü. Titreyen sesiyle,

 

"Aco'm... Affet. Elimden kaçırdım. Meyil yok. Gitti, kaçıp gitti..." diyordu.

 

Arca öyle aniden frene asıldı ki, emniyet kemeri takılı olmadığı için arabanın sarsıntısında göğsünü direksiyona çarptı. Ancak kalbinin içinden gelen gümleme kadar canını yalan bir darbe değildi. Torpidodaki diğer telefonuna uzandı, Nedim'i aradı.

 

"Nedim?"

 

"Geliyorum Aco."

 

"Meyil'i almışlar ulan!"

 

"Aco'm! Ben hallederim, sen uçağına bin, git! Beni duydun mu hemen havalanına git ve o uçağa bin! Meyil'i ben bulurum."

 

Arca alnını direksiyona vurdu,

"Hangisi yaptı bunu? Ulan geberttik herifleri! Çanına ot tıkadık ulan şimdi verirler mi kızı? Hangisi? Ferman mı? Mehmet mi? Ferman olsa söylerdi... Ahh Allah beni kahretsin! Mehmet'in kızı rehin aldığını söyleyecek vakti olmadı! Sen biliyor muydun?"

 

Nedim cevap vermedi. Bir aralık ağaçların arasında gözden kaybolmuştu.

 

"Nediiiiiiiiiiiiim!"

 

Arca telefonun ucundan avaz avaz bağırdı, küfürler ve tehditlerle karmakarışık acıyla haykırdı, Meyil'e bir şey olursa onu elleriyle parçalayacağını söyledi. Nedim telefonu kapatmadan önce hala,

 

"O uçağa bin! Git! Kaç! Hemen kaç! Annen ve Alex seni bekliyor, Aco'm kaç!" diyordu.

 

Arca, tekrar gaza basıp havaalanına giden yoldan çıktı, Ali ile konuşup yanındaki Sibel'den Meyil ile en son konuşmalarını öğrendi ve Mehmet'in Derince yolundaki fabrikasına doğru sürdü. Adamları, Mehmet'in katledildiğini haber aldıysa olabilecekleri düşünmek istemiyordu. Gaz pedalını kökleyip kulaklarında kendi için çalan polis sirenlerinin uğultularıyla, içine içine ağlayarak sürdü.

...

 

Arca daha yola çıkmadan, Meyil'in kaçırıldığının ya da kaçtığının ve alıkonulduğunun, tam olarak kestiremeiyordu, haberini almadan Batuhan babasının ölüm haberini o depoda almıştı. Kapıyı açan babasının adamları silahlarını genç kıza çevirmişti.

 

"Mehmet Bey öldürüldü. Rıfat da... Kız buradan çıkmayacak. Sen git Batuhan."

 

Batuhan dizlerinin üstüne çökerken Meyil bir çığlık kopardı. Yüzüne dönen silahlar tüm kaslarını dondurmuş, hangi habere daha çok üzüleceğine şaşırmış, dehşetten şoka girmişti.

 

Batuhan, "Babam..." diye sayıklayarak boşluğa bakıp anlamsız sesler çıkarıyordu. İki silahlı adam odaya girip Meyil'i kolundan tuttu ve kızın çığlıklarına aldırmadan sürüklemeye başladı. Meyil ayak direyerek adamların ellerine yüzlerine tırnaklarını geçirdi.

 

"Batuuuuu! Batuuuuu! İmdaaaaaaaaat! Anneeeee! Arcaaaaaaa! Ahhh bıraaaaaak! Batuuuuuuu! Bir şey yap!"

 

Gözyaşları ve dehşetten aptallaşmış oğlan arkalarından bakıyor, görmüyor, duymuyor, hiçbir şey anlamıyordu. Baban öldü demişlerdi. Ona az önce babasının öldüğünü söylemişlerdi.

 

Neden kıpırdayamıyordu? Neden düşünemiyordu? Eli kolu ayağı neyseydi de hisleri de mi felce uğramıştı? O bağıran kimdi? O gece mevsim nasıl birden ayaza kesmişti, nasıl böyle üşüyordu? Titriyordu? Nefes alamıyordu, göğsünün üzerindeki ağırlıktan ciğerleri ağrıyordu.

 

****

 

 

 

 

 

Loading...
0%