Yeni Üyelik
3.
Bölüm
@selinsafak

İzmit, Körfez

 

Efkarlıyım başım duman

Sitemim var ey koca çınar

Zor günümde nicesini andım

Muhabbet yetmezmiş bilmedim

 

Dün bugün dedim gönlüm avuttum

Yarın yetmezmiş bilmedim

Dert bir yandan

Sevda bir yandan

 

Derman yetmezmiş bilmedim

Sitem ne çare

Şu dünyanın haline kandım

Ben yalnızmışım bilmedim

 

Gönül için için yanar da

Sabır yetmezmiş bilmedim

Sitem ne çare

Efkarlıyım başım duman

Sitemim var ey koca çınar

 

 

Genç kız okulun tiyatro salonundaki sahnede gözleri kapalı halde şarkı söylüyordu, eski bir Nev şarkısının ruhuna dalıp gitmişti. Şarkıyı YouTube'da gezinirken keşfetmişti, kendi zamanının pop şarkılarından çok 90'lar ve 2000'lerin başında çıkan şarkıları keşfetmeyi ve dinlemeyi severdi. Dinleyicilerinin bam telini titreten sesiyle her zaman olduğu gibi sınıf arkadaşlarından fazlasını salona toplamıştı.

 

Kendinden emin adımlarla sahnenin önünde mikrofonsuz ve enstrümansız çıplak sesiyle verdiği küçük konser, okula yeni atanan genç müzik öğretmeninin kızı radarına almasına yaramıştı. Meyil, havai tavırlarla reverans yapıp arkadaşlarına kırıttı, yeni müzikçinin gözlerindeki hayran bakış, amacına ulaştığını anlamasına yetti. Kendisini bir daha hafife almazdı artık...

 

Hakan öğretmen alkışlayarak "Bravo!" Dedi.

 

Sahneden inerken "Teşekkürler hocam. Beğendiniz mi?"

 

Hakan öğretmen, kızın kırıtışından mı, bakışından mı, beğendiniz mi sorusundaki tuhaf vurgudan mı, yoksa müdür yardımcısının bu kıza dikkat et diye uyarmış olmasından mı bilinmez kısa bir an rahatsızlık duyduysa da hislerini kovuşturdu.

 

"Sesin müthiş Meyil. Çok güçlü hatta büyüleyici. Müzik eğitimi almalısın."

 

"Müzik benim için yalnızca hobi hocam. Ben avukat olacağım."

 

"Yazık olacak öyleyse?"

 

"Avukatlık mı? Hah!" derken Meyil sahnedeki merdivenlerden inmek yerine kendisine uzanan oğlanlardan birinin kollarına atladı ve kuş gibi havalanarak yere indi.

 

Hakan, aldırmadı. Ne de olsa 17-18 yaşında özel okul öğrencisi zamane gençleriydi. Etrafa toplanan hayran kalabalıktan, genç kızın popüler biri olduğu belliydi. Tenneffüs zili çalınca birlikte diğer çocukların önünde yürürken konuşmaya devam ettiler.

 

"Herkes avukat, mühendis, işletmeci olabilir ama herkes sanatçı olamaz. Allah vergisi yeteneğini küçümseme."

 

"Sağ olun ama ben gerçekten hukuk okumak istiyorum. Notlarım da çok iyi, zekamı sanat sepet zırvalığına harcamam asıl bence yazık olurdu. Sanat para etmiyor hocam. Müziğe hobi olarak da devam edebilirim."

 

Sınıf arkadaşları merakla toplanmış arkalarından geliyordu.

 

Hakan inatçıydı. "Bence velinin ağzıyla konuşuyorsun. Ailende avukat olmanı isteyen kim?"

 

Genç kız afalladı. Çok mu belli oluyordu? Oysa bu fikri gayet sahiplenmişti. Üstelik bu yeni yetme müzik hocası, kendisi hakkında hiçbir şey bilmiyordu.

 

Adam ısrar etti, "Hadi söyle, kim istiyor avukat olmanı?"

 

"Babam." Diyebildi. Az önceki hoyrat cesareti kırılmış gözlerine bir hüzün kuşu yerleşmişti.

 

"Kendisi de avukattır muhtemelen? Ya da gençliğinde avukat olmak isteyip olamamış mı? Seni, kendi kararlarını verebilecek bir genç kız sanmıştım Meyil."

 

Meyil dişlerini sıktı. "İlgisi yok hocam! Bizimki farklı bir anlaşma babamla. Vasiyet gibi bir şey..."

 

"Ah! Affedersin babanı kaybettin mi yoksa?"

 

Kızın şarkısını en arka sıralardan da olsa başından sonuna kadar gözünü kırpmadan dinlemiş olan lise son sınıf öğrencisi bir delikanlı artık bu muhabbetin çok uzadığını düşünerek aralarına girdi, yeni öğretmene çıkıştı.

 

"Sana ne hoca? Kariyer zabıtası mı kesildin başımıza, sen işine bak!"

 

"Sen kimsin oğlum?"

 

"Ebenin kör komşusuyum! Meyil avukat olmak istiyorum dediyse avukat olacak! Bilip bilmeden kimsenin hayatına karışma malum yenisin..."

 

"Ben Meyil ile konuşuyorum, sen kimsin? Adın ne senin, kaçıncı sınıftasın?"

 

Hakan Hocanın peş peşe soruları yeni katılanı çok çabuk parlayan bir öfke krizine soktu ve sana ne ulan sana ne diye sesini yükselterek adamın üstüne yürüdü. Meyil ve diğer arkadaşları araya girse de küçük bir itişme yaşandı ve olay derhal idareye taşındı.

 

Batuhan Karadeniz isimli 12.sınıf öğrencisi müdür odasında tavrından hiç pişman olmadan diklenmeyi sürdürdü. Meyil'in erkek arkadaşı olduğunu, müzikçinin kızı herkesin içinde rencide ettiğini, yarasını deştiğini söyleyip özür dilemeyi reddetti, asıl özür dilemesi gerekenin Hakan Hoca olduğunu söyledi.

 

Müdür, yeni öğretmene dönüp bezgin bir tavırla fakat itinayla Batuhan'ın adını vermeden ara buluculuğa girişti.

"Meyil Akyüz iyi bir öğrencimizdir Hakan Bey, üniversite için ondan ümitliyiz. Avukat olmak istemesinin de özel bir sebebi var. Meyil'in babası hükümlü, 15 yıldır cezaevinde."

 

Müzik öğretmeni sustu ve kızın erkek arkadaşı olduğunu söyleyen oğlanın saygısızlığını sineye çekti, hatanın kendisinde olduğunu ve Meyil'den özür dileyeceğini söyleyerek konuyu orada kapattı. Batuhan söylene söylene odadan çıkıp gitti. Söylenmelerinin arasında üstü kapalı tehditler mi vardı neydi? İki eğitimci delikanlının ardından kaşları havada bakakaldılar.

 

Hakan Hoca, müdürün odasından çıkmadan yine uzlaşmacı tavrıyla konuştu.

"İlk günden soruna sebep olduğum için üzgünüm müdür bey. Ben daha önce özel bir okulda hiç çalışmadım, alışmam zaman alacak."

 

"Belli belli, çabuk alışsanız iyi edersiniz."

 

"Şu oğlan kim?"

 

"Kim değil de kimin nesi demek istiyorsunuz, değil mi?"

 

"Eh burada öncelikle çocukların kim olduğunu değil kimin çocuğu olduğunu konuşacağız, anlaşıldı."

 

"Aynen öyle hocam. İşadamı Mehmet Karadeniz'in oğlu, İzmitte yeni olduğunuz için açıklayayım, babası fabrikatör ve aynı zamanda aktif siyasetçi, kendisi belediye meclisinde, önümüzdeki seçimlerde belediye başkanlığına aday olacak. Köklü bir aile."

 

"Anladım, teşekkür ederim."

 

İki eğitimci dalgın, suskun ve kabuğuna çekilmiş tavırlarla ayrıldılar.

 

Okulun arka bahçesinde Meyil, tüm arkadaşlarının içinde sevgilisini itekleyerek avaz avaz bağırdı.

"Ne yapıyorsun be? Sen ne karışıyorsun benim işime?"

 

"Her şeye burnunu sokmak ne demek gösterdim o serseme! Ne yükseliyordu sana? O kim oluyor?"

 

"Sana ne Batuhan?"

 

"Seninle çok ilgileniyordu, gözüm hiç tutmadı. Geldiği yere postalarım onu haberi olsun."

 

"Salak mısın be? Hakan Hoca öyle biri değil üstelik bana iyilik yapmaya çalışıyordu. Kendince yani..."

 

"Başlarım Hakan hocana da, bütün kızların ağzının suyu aktı herife, herifin de sana! Sen erkekleri bilmezsin kızım, hocaymış! Şurda olsa olsa 5-6 yaş var aramızda... Gördü fıstık gibi manitayı tabi..."

 

"Gerizekalısın Batu!"

 

"Neyse senden özür dileyecek. Babanın durumunu söyledim."

 

Kız tam sakinleşecekken bir çığlık attı. "Neee? Nasıl söylersin?"

 

"Neden ki gizli miydi?"

 

"Off! Defol git başımdan Batu, malsın sen! Koca kafalı!"

 

Batuhan, kızın yanından ayrılmadan bir sigara yakıp gebrek gevrek gülerek dumanını ona üfledi ve geri geri adımlarla uzaklaşırken

"Kıskancım kızım ben! Aşığım sana Meyil. Sana benden başka kimse bakamaz." Deyip sigarasını içe içe okulun ön bahçesine dolaşıp sınıfına gitti.

 

Meyil ardından biraz durup soluklandı. En yakın arkadaşları Ece ve Buğra yanında kalıp onu teskin edecek bir şeyler söylediler.

 

"Boş ver iyi oldu." Dedi Ece.

 

Buğra, "Mal hakkaten senin bu sırık sevgilin. Hocayı dövecek sandım."

 

Ece güldü, Meyil ikisine de aksi bakışlar attı.

"Bıktım hepinizden be..." diye söylenerek ikinci zilin sesiyle oturduğu duvardan kalkıp sınıfa yürüdü.

 

Okulun güzeller güzeliydi. O koridorlarda kimseye aldırış etmeden yürüdüğü zaman ardında bir hayranlık rüzgarı estiriyordu. Uzun boylu, ince düzgün fizikli, uzun bacaklı, mini etekli ve mavi menekşe gözlü, çok güzel yüzlü, doğal sarışın bir afetti. Karadeniz asıllı annesinin hırçın fakat vahşi tabiatıyla kuzeyin duru güzelliğini suretinde toplamıştı. 17 yaşın arzu edilen tüm özellikleri adaletsizce Meyil Akyüz adında arzı endam ediyordu.

 

Genç kızların özendiği, genç delikanlıların ise hayallerini süsleyen popüler bir öğrenciydi. Güzelliğinin farkında olduğu üzere epey de havalıydı. Popülerliği, güzelliğinden kaynaklansa da bu popülerliği korumasının küçük bedelleri de yok değildi. O da okulun en zengin ve havalı çocuğu ile çıkmak, kendisiyle uğraşanlara haddini bildirmek, her zaman bakımlı ve neşeli görünmek, hiçbir derdi yokmuş gibi hep caka satmak gündelik dertlerinin sadece birazıydı.

 

Lise son sınıftaki erkek arkadaşı Batuhan, Körfez'in en tanınmış ailelerinden birinin tek çocuğuydu. Babası çok zengin ve siyasetle uğraşan bir işadamı, annesi cemiyet hanımlarından biriydi. Oğlan birkaç ay önce yaşı dolar dolmaz okula kendi arabasıyla gidip gelmeye başlamıştı. Okulun en zengin, en havalı, en kavgacı ve en hoş oğlanlarından biriydi. Basketbol takımının kaptanı ve okul çetesinin başıydı.

 

Okul magazinine göre Batuhan, baba parasıyla hava atan dengesiz ve sorunlu bir tipti, varlıklı bir ailenin tek çocuğu olarak fazla şımartılmıştı, çok zeki veya yetenekli değildi, hocalar ondan yaka silkiyordu. Meyil ise daha fakir bir aileden geliyordu, güzeller güzeli, dobra, zeki adaletli ve tatlıydı. Arkadaşları arasında iyilik meleği olarak anılıyordu ve öğretmenlerin hepsi onu takdir ediyordu. Bu yüzden dedikodu kulislerinde okulun en popüler çifti için yapılan yorumlara göre Batuhan kolpacının teki, Meyil ise harbi delikanlı kızdı.

 

Okul çıkışında kendisini arabayla sahile tur atmaya çağıran sevgilisine siniri hala geçmemişti.

"Siktir git Batu!" Diyerek oğlanı kovdu.

 

Güvenlik kulübesinin yanında Hakan öğretmeni bekledi. Öğleden sonraki tatsız tanışmaları yüzünden öğretmeni ondan, Meyil de öğretmeninden özür diledi.

 

Sonra yanında Ece ve Buğra ile biraz laflamak için okulun iki sokak ötesinde devamlı takıldıkları kafeye gittiler. Meyil daha sipariş ettiği kahveleri gelmeden telefonundan saate bakmaya başlamıştı. Ece onun sıkıntısını anladı.

 

"Bugün Muarrem'in dükkanına işe gitme, bize gel annem nöbette. Yeni makyaj malzemelerimle vlog çekeriz."

 

Meyil, kankasının hevesli fakat kendisi için imkansız hayal dünyasına gözlerini devirdi. Senin tuzun kuru tabi, diyemedi. Üç yıldır çok yakın arkadaş olsalar da Meyil'in, Ece'den bile sakladığı bazı sırları vardı. Zayıf görünmeye tahammülü olmadığı için bazı aile sırlarını yalan söylemeden ancak küçük zararsız değişiklikler yaparak arkadaşlarına bildiriyordu. Nefret ettiği üvey babasını kendisine her istediğini yapıp destekleyen saygıdeğer bir beyefendi, küçümsediği annesini ise çok çalışkan ve asil bir kadın olarak yansıtıyordu.

 

Öz babasının hapiste olduğunu ise lisenin ilk yılında uzun aylar boyunca herkesten saklamıştı. Gerçek ortaya çıktığında babasının suçlu olmadığını, o cinayetin üstüne yıkıldığını, aralarında husumet olan bir şerefsizin Şevket'e kumpas kurduğunu söylemişti. Annesi ve üvey babası hakkında söylediği şeylere hiçbir zaman inanmıyordu ancak son söylediğine kendisi de zamanla inanmış, kendine zırh edinmek için ortaya attığı savı, hayatının gerçeği olmuştu.

 

Ece'nin umurunda değildi, o Meyil'in kankası olarak edindiği popülerliğin keyfini sürüyordu. Buğra, tüm gerçeği için için biliyor fakat arkadaşını incitmemek için bilmezden geliyordu. Kör kütük aşık Batuhan ise Meyil neye inanmak istiyorsa ona inanıyor, kendisini başkalarından daha kolay kandırıyordu. Onlar birbiri için yaratılmıştı. Ölene kadar birlikte olacaklardı, birlikte dünyaya meydan okuyup her şeyi mümkün kılabilirlerdi...

 

Meyil, annesini arayıp Ecelerde matematik sınavına çalışmak için izin istedi ve birlikte arkadaşının evine gittiler. Değil ders çalışmak, okul çantalarının fermuarını bile açmadan Ece'nin odasına kapandılar. Yüksek sesle müzik dinleyip dans ettiler, Ece'nin babasının içkilerinden eksildiği fark edilmeyecek miktarda içip annesinin gece elbiselerini giyerek türlü türlü fotoğraf çekildiler. Biraz çakır keyif olunca Ece'nin odasına tripodunu ve kamerasını kurup birlikte sohbet ederek makyaj videosu çekmeye başladılar. Yarım saatlik bir video için neredeyse iki saat çekim yaptılar. Ece, kendi kanalına yüklemek için Amerikalı bir YouTuberdan gördüğü 'en yakın arkadaşınla itiraf' konseptini kendilerine uyarlamak istemişti.

 

Kayıtları izlerken beğenmedikleri yerleri işaretleyip montaj programında kesmeye karar verdiler. Ece, takipçilerine kankasını ilk kez videolu olarak tanıtmış ve hakkında bazı özel sorular sorarak mini bir röportaj yapmıştı. Meyil, kendisine de kanal açması için her defasında ısrar eden arkadaşını benim vaktim yok diyerek geçiştirdi. Doğrusu ise Ece gibi sürekli yeni pahalı makyaj malzemeleri, ithal parfümler, marka kıyafetlere verecek parasının olmamasıydı. Arkadaşı düzenli içerik üretebilmek için sürekli alışveriş yapıyordu, yeni çıkan ürünleri hemen deneyip yorumlamak zorundaydı ve bu iş yeni başlayan bir influencer adayı için oldukça maliyetliydi.

 

Tüm geceyi evde tek başlarına dilediklerince eğlenerek geçirdiler. Ece'nin yaşadığı ev, Meyil'in kendisini özdeşleştirdiği, hayallerini süsleyen mükemmellikler diyarı; doktor olan babası, hemşire annesi ve aile bağları ise hayallerinden de öte adeta bir cennet tasviriydi. Ece'nin hayatı, Meyil'in eksikliğini duyduğu her şeyle dopdolu, renkli, canlı, zengin ve mutluydu. Ona göre arkadaşı biraz nankör ve şımarıktı gerçi onca imkanına rağmen sürekli şikayet edip depresif takılıyordu. Havuzlu bir sitede muhteşem bir dairede yaşıyordu, insan daha ne isterdi? Anne babası müthiş insanlardı, her yaz ve her kış farklı yerlere tatillere gidiyorlardı, Ece'nin bloğu tatillerinde çektiği yüzlerce fotoğrafla doluydu, kendisinin ise profil resmi bile cool gözükmek adına siyah beyaz ve yarımdı. Hayalleri, ailesi, neşesi gibiydi yani...

 

Buna rağmen Ece kendisine sürekli, "Keşke senin gibi olsaydım, senin her şeyin gerçek, benimkiler sahte, yapmacık. Annemin sürekli nöbetleri olacağına sizinki gibi küçük bir mahalle kuaförü olsaydı, en azından Sibel teyze gibi güler yüzlü tatlı dilli olurdu. Sen üvey babandan şikayet ediyorsun ama o en azından anneni seviyor, bizimkiler birbirlerine tahammül edemiyor, üstelik galiba babam annemi aldatıyor." diye dert yanıyordu.

 

Ece'nin annesi tam da söylediği gibi gece yarısı iki günlük bir nöbetten çok yorgun halde geldiğinde gece yarısı mutfakta bir şeyler atıştırıyorlardı. Ece, annesi içeri girdiğinde nutella sürdüğü ekmeğini yiyip telefonunda izlediği videodan kafasını kaldırmadı.

 

Meyil, "Merhaba Betül Teyze, aç mısın?" Diye sordu.

 

Betül ortalık dağılmış mı, tezgahta bulaşık birikmiş mi diye kontrol etti. Kızların önündeki birer tabak ve bardak hariç her yer bıraktığı gibi derli topluydu, Ece'nin kendi dağınıklığını topladığını sanmıyordu, olsa olsa Meyil toparlamıştı.

 

"Selam Meyil." Dedi ve kızının hiç hoşlanmadığı bu varoş arkadaşının yine evlerinde oluşundan duyduğu memnuniyetsizliği ters bakışlarına yansıtarak kendine bir çay koydu.

 

"Annenin haberi var mı Meyil?"

 

"E, evet tabii."

 

"Babanın?"

Üvey babasını kast ettiğini biliyordu.

 

"Ondan izin almıyorum."

 

"Hah, tabii! Ee ders çalıştınız mı bari?"

 

"Çalıştık, biraz..."

 

"Storylerini izledim Ece, bütün gece instagramdaydınız? Ne ara çalıştınız acaba kızım?"

 

"Telefonla da çalışılıyor anne, kafanı güncelle biraz!"

 

"Oldu küçükhanım. Siz de şu yatılı görüşmelerinizi biraz güncelleyin, bu ara çok sık olmaya başladı. Eve geldiğimde dinlenmek istiyorum. Hastane yine çok yoğun, canım çıktı zaten."

 

Meyil, sertçe yutkundu, Ece kendilerinde kalmaya hiç gelmemişti, öyleyse çok sık olan kendisiydi. Ece annesine nefretle bakıp elindeki bardağın altını sertçe masaya vurdu.

 

"Dinlenmene engel olan var sanki! Bir kere de gıcıklık yapmasan olmaz! Senin hiç arkadaşın yok diye, benimde mi olmasın? Asosyal, huysuz, gıcık!" Deyip kalktı ve hışımla odasına yöneldi.

 

Meyil, olduğu yerde kalakaldı. Betül'ün kendisini her gördüğünde küçümseyen bakışları ve iğneleyici sözleri olduğundan buna artık alışmıştı ama Ece ilk kez yanında annesine böyle karşılık veriyordu. Ne yapacağını şaşırdı. Hemen eve gitmeye karar verdi ancak saat gece yarısını geçmişti, annesini arayıp gelip beni al dese, Sibel ortalığı ayağa kaldırırdı.

 

"Betül Teyze..."

 

"Betül Hanım." Diye düzeltti kadın, yakın gözlüklerinin üstünden aynı aksi ifadeyle kıza dik dik baktı. "Şu mahalle ağzını da sevmiyorum Meyil. Siz demeyi öğren önce."

 

Meyil başıyla onaylarken dişlerini sıktı.

"Beni sevmediğinizi biliyorum, Ece siz nöbetteyken yalnız kalmaktan korkuyor o yüzden gelmem için çok ısrar ediyor. İsterseniz bir daha o bize gelsin. Annem rahatsız olmaz."

 

"Ne münasebet! Asla... Sorma bile. Ece, evinden başka bir yerde kalamaz. Bu devirde bir genç kızı tanımadığı birinin evine yatıya yollamak da ne bileyim, biraz umursamazlık bence."

 

"Bir daha olmaz. İyi geceler." Deyip Ece'nin yanına gitmeden önce durup soluklandı ve dağılan ifadesini toparlamaya çabaladı, Ece'nin yastığına kapanıp ağladığına emindi, muhtemelen saatlerce ağlayıp sızlanacaktı, bir kere başladı mı kolay kolay susmazdı; annesinin son sözlerini ve ithamlarını bilmese daha iyiydi.

 

Kendisi için hiç gocunmuyordu hatta aksi ve suratsız kadına için için hak bile veriyordu. 'Ben olsam kızımı bir katille, adı çıkmış varoş bir zillinin kızıyla hiç de görüştürmezdim, iyi bile sabretti...' diyordu.

 

Her şey, her eksiklik, her hor görülme, her terslik o ikisinin suçuydu.

 

...

 

 

Adana, Seyhan

 

Bazı disiplinler bazı insanlara iyi fikirler verir, bazılarınaysa kötü fikirler... Eğitim elbette zekayı geliştirir ancak karanlık ruhların bu zekayla neler yapacağını kim tahmin edebilir? Askerlik ona sabretmeyi, hiyerarşiyi, kurallara uymayı, adam yönetmeyi, disiplini, gün ışığına göre yaşamayı öğretmişti. Üstelik parlak bir fikir de vermişti.

 

Askerden geldiğinden beri içine doğduğu ve büyüdüğü yeraltı dünyasının keşmekeşinin kelle koltukta verilen onca zahmete değmeyecek sonuçlara götürdüğünü düşünüyordu. Tanıdığı bütün reisler ve beyler, ya vurulmuş ya da hapse düşmüştü, geride kalan oğulları şanslıysa birkaç yıl hüküm sürmüş sonra onlar da babalarının elim akıbetine uğramışlardı.

 

Oysa hepsi dişiyle, tırnağıyla, kanıyla savaşan yiğit adamlardı, ona göre sonları böyle olacaksa savaşmanın anlamı da yoktu. Gemi ancak bir limana varacaksa dalgalara meydan okuyup fırtınalar aşmalıydı, okyanusun en dibini boylayacaksa kürek çekmek beyhudeydi.

 

Çukurova'nın namlı bir kumarheneler beyinin torunu ve ismi ulusal basına çıkmış dehşetengiz bir katilin oğlu olduğu için çetecilik işine en dipten başlamamıştı. Kendi muhitinin zirvelerine ortak olan birkaç adam ve kadın, evet annesi ve teyzesi de sülalenin erkekleri kadar mangal yürekli bilinirdi, sayesinde ilçe beylerinin yanında yöresinde hep bir adım arkasında ve çoğunlukla sağ kolunun hizasında bulunmuştu.

 

Muhitinde tanıdığı reislerin ve beylerin elbette kendi hiyerarşisi vardı ancak bu hiyerarşi Arca'ya göre ancak orman kanunlarına benziyordu. Güçlü olanın zayıf olanı parçaladığı, anlık, ilkel ve her iki tarafı da ziyana sürükleyen öngörü yoksunu, dünyaya kalıcı bir iz bırakmaktan aciz, geçici ve esrik bir düzen hakimdi. Güç, her şeyin başı ve sonuydu fakat güç, sistemli ve gelecek nesline aktarılabilir olsa hiç de fena olmazdı.

 

Askerlik denen şey ona tarihi üç bin yıllık Türk ordularının her zaman şanlı bir isimle varlığını sürdürmesinin ancak hiç değişmeyen ve kişisel hırslara kurban olmayan disiplinine herkesin uymasını sağlayan katı kurallarla mümkün kılındığını anlatmıştı. Herkesin her durumdan kendince fikirler çıkardığı olasılıklar alemi, Arca Giray için yeraltı dünyasında varlığını kalıcı kılmasını garantileyecek bir sistem oluşturma üzerine bir ışık yakmıştı.

 

Eski beyler, nedense yenilik yapma işine kafa yormuyordu. Çukurova bölgesinin dışını pek bilmiyordu ama yöresindeki beyler hala fi devrinden kalma usullerle iş görüyor, racon kesiyor, arkalarından yetişen yeni kuşağın değişen arzularını görmezden geliyordu. Usulleri köklü olsa da bayattı ve bazen işlerinin sonu muallak derecesinde öngörülemezdi. Bazen çok emek verilmiş ve büyük kazanç sağlayacak bir işin son ayağında bir ters bakış, bir mimik, ufak bir saygısızlık; birinin iki yüzlülüğü veya bencil hırsları neticesinde ortalık yok yere kan gölüne dönüyor, kazanç yaban ellere geçiyor, beyler de adamları da hapsi boyluyor veya kaçak düşüyordu.

 

Büyükbabasına ve amcasına da böyle olmamış mıydı? Hepsi pire için yorgan yakmaktan çekinmemiş ve su testisi su yolunda kırılır deyiminin hakkını vermemiş miydi? Onca kavgalar, hesaplar, pazarlıklar, dökülen kanlar ve kesilen başlar neye yaramıştı? Şimdi hepsi neredeydiler?

 

Arca Giray çok kafası çalışan biri değildi, liseyi bitirememişti ancak çok kurnaz ve cin fikirliydi. Islahevi ve cezaevi zamanlarında çok toy, fazlaca deli fişek olduğunu geriye dönüp bakınca pişmanlıkla hatırlıyordu. Daha sabırlı ve planlı hareket etmeliydi. 16 yaşında ilk sabıkasını siciline yazdırması nam salmasına yaramıştı yaramasına fakat nam, başka şekillerde de kazanılırdı. Para ise çok daha başka meseleydi. Yeraltı dünyasına varlık eşittir güç; güç küçük eşittir para denklemi, lise iki terk vasat öğrencilik hayatının dışında, sokaklarda öğrendiği bir kazanımdı.

 

Gözünü diktiği zirvelerdeki büyüklere baktığında çoğunun şans ve cesaret bileşenlerini iyi kullananların o konumlara geldiğini fakat pek azının askeri hiyerarşide olduğu gibi omuzları yıldız tarlasına dönmüş generalleri kendine akıl hocası bellediğini görüyordu. Oysa omuzlarında yıldızlar kakılı bir adam, ister yeraltı dünyasında ister iş camiasında isterse orduda olsun her zaman ayak izleri pusula sayılması gereken bir öğretmendi.

 

17 yaşından beri önce neferi olduğu, kendini kanıtlayıp gözüne girdikten sonra da mahalle reisi olarak emrinde çalıştığı ilçe beyi Arap Halo'yu, indirmeden önce büyüklerine danışmamış olsaydı kendi imha hükmü de verilmiş olacaktı. Arap Halo'nun haraç işinden aldığı payı beğenmeyip daha fazlası için adamlarını korunan bazı esnaf üzerine salması ve halkın tepkisini çeken bazı eylemleri, onu evvela düşünmeye sevketmiş ve ilçe beyini izlemeye almıştı. Bu arada kendi neferlerinden en sadık olanların kulağına kar suyu kaçırmış ve sabırla ağını örmeye başlamıştı. Halo ilk yanlışında indirilecekti.

 

Sürek avı çok sürmemişti. Kendi üstlerini pas geçip İstanbullu beylerle gizli anlaşmalar yaparak usulsüzce payını arttıran adamın sevkiyatını basıp malına ve parasına el koymuş, Halo'nun adamlarını derdest edip gözleri önünde şakağına tek kurşun sıkarak infaz etmişti. Sonra da kaldırdığı malları ve paraları önceden bildirdiği üzere İl Beyi Yasin Tanrıöver'e teslim etmişti.

 

Halo'nun hısımları ve mevkidaşları, bu darbe işine elbette çok bozulmuş ve İl Beyinden, Arca'nın başını istemişlerdi. Yasin Bey, Arca'yı koruyup emri ben verdim demiş ve Halo'nun hırsızlık yaptığının kanıtlarını sunup diğer ilçe beylerine bu hırsızlıktan bihaber oldukları için ince ayar çekmişti. Yasin Bey'e bağlı çalışan ilçe beyleri, bir daha bu tür bir işe kalkışmanın bedelini canları ve mallarıyla ödeyeceklerine emin olunca Arca Giray Kızılkan, Kozan İlçe Beyi olarak tanınmıştı.

 

Sadece Halo'nun devrilmesinde değil yaptığı birçok icraatte keskin zekasını ve iş bitiriciliğini kanıtlamış olan Arca artık Yasin Beyin gözdesi olarak herkesin çekinceyle karışık saygısını kazanmıştı.

 

Yasin Bey'in Seyhan'daki aile konutunun havuz başında serin bir Mart akşamı, tahsilat raporu vermeye gitmişti. Kendisiyle aynı anda çağırılan beş ilçe beyi ile Yasin Bey'in karşısında sırayla rapor verdiler. Herkes elleri ve başları önlerinde, hazır olda dururken; Arca iki eli belinin arkasında bağlı, çakı gibi dimdik duruyordu. Aylık tahsilatların girdi ve çıktıları İl Beyine sunulduktan sonra diğer beş adamı gönderen Yasin Bey, Arca'ya "Sen kal." Dedi.

 

İlçe beylerinin ardından kendi korumalarına da bahçenin dışında beklemelerini emretti. Yalnız kaldıkları an, ast ve üst hiyerarşisini aralarından kaldırıp karşısına oturmasını işaret etti. Arca bu samimiyetle daha önce karşılaştığı için şaşırmadı. Yasin Bey ile onun gözdesi olmadan önce de baş başa verip kısaca sohbet ettikleri olmuştu. Tanıdığı, iş yaptığı beyler ve hasımları arasında kendisinden sonra yaşı en genç olan oydu ve iyi anlaşıyordular.

 

"Anlat hele Aco gardaş, sende ne var ne yok?"

 

"İyidir Yasin Bey, keyfimiz paşada yok Allah'a şükür."

 

Yasin, genç adamın kendisini neşelendiren kıvrak diline güldü, sehpanın üzerindeki viski şişesini işaret etti.

 

"İç."

 

Arca şişeye ve boştaki kadehe uzanıp kendisine bir parmak içki döktü, büyük bir yudum alıp arkasına yaslandı ve bir de sigara yaktı ancak bacak bacak üstüne atmadı. Biraz havadan sudan konuştular, Yasin laf arasında ona ilk kez çocuklarından bahsetti, küçük oğlunun okulda yaptığı bir yaramazlık ve karısının çocuğu bir pedagog desteği almak için İstanbul'a götürmesini, ergenliğe adım atan kızıyla ilişkisinin gün geçtikçe bozulmasını, çocuk yetiştirmenin yüz tane silahlı adama hükmetmekten zor oluşunu... Sakin, tane tane, cevap beklemeden samimiyetle aile hayatından söz edişinin altında ne hikmet olduğunu Arca düşünedursun, Yasin lafı uzatmadan varacağı yere bağladı.

 

"Daha yaşın çok küçük, erken evlenme."

 

"Yok benim babam, ne evliliği..."

 

"Senin potansiyelin yüksek, zeki çocuksun, hırslısın Aco, üstelik herkesin gözü senin üzerinde. Şu Peyami Beyin seni torunuyla nişanlamak istediğini duydum. Bana sorarsan yapma."

 

"Ben de duydum." Deyip sevimli ve fettan bir gülüş attı, kadehinden ikinci yudumu aldı.

 

Yasin, delikanlının gülüşüne bir kahkahayla karşılık verdi. "Kızı tanıyor musun, hiç gördün mü?"

 

"Adını bile bilmiyürüm Beyim ne görmesi, zaten İzmir'de okuyür müymüş neymiş..."

 

"Görme, tanışma. Aman deyim! Kaç yaşındasın sen?"

 

"22'den gün aldım."

 

"Diğerleri senden Halo'yu indirmenden beri kurtulmayı düşünürken bizim yaşlı kurt Peyami, oğlu hapse girince oğlu yerine koyacağı bir deli fişek aramaya koyuldu zannımca. Eh, senden delisi mi var? Ama ne demişler, eşşeğin yoksa damadın da mı yok?"

 

"Güdecek eşşek arıyür, yemezler Beyim."

 

"Aynen öyle Aco gardaş, aynen öyle... Senden çekiniyorlar, doğrusu... Ben de... Halo olayında cesaretini gördük. Kuru kuru cesaret bana işlemezdi ama sen de iş bitiricilik var, kurnazlık var, sonra gözün zirvede biliyorum. Yalnız diyeceğim şu, ister abi nasihatı olarak al cebine koy, ister tehdit say kulak ardı et: Bana ihanet etme..."

 

Arca hiç istifini bozmadı, kadehinde kalan viskiyi başına dikip kadehi masaya koyup hafifçe dalgın dalgın düşünür gibi gözükerek cam sehpanın üzerinde itti.

 

"Sana niye ihanet edeyim Yasin Bey, bir yanlışımızı mı gördün, neye böyle konuşuyürsün?"

 

"Senin kumaşın Çukurova pamuğundan olsa da dikişin İstanbullu. Birkaç yıl sabret, gideceksin."

 

"Af buyur?"

 

Yasin ikinci kez güçlü bir kahkaha attı, kendi kendine gülerek viski şişesine uzanıp bu kez iki kadehi de ilk dublelerden daha fazla sıvıyla doldurdu, içmesini işaret etti ve kadeh kaldırdı.

 

"Büyük işler yapıcaz gardaşım büyük işler, Çukurova'nın semalarına sığmayacak işler... İtaat et ve sabret, sıranı bekle. Ben burada kalacağım, seni benim dengim yapacağım ve İstanbul piyasasına sokacağım. O zamana dek yerini haddini hududunu bil, sakın ha kimseye söz kesme, nişanlanayım deme."

 

Arca başıyla onaylayıp eyvallah dedi. Yasin Tanrıöver, Adana yeraltı dünyasının en büyüğü, ağaların ve beylerin üstünde bulunan güçlü bir armatördü. Onun ticaret gemileri aracılığıyla tüm büyük çetelerin kaçakçılık faaliyetleri transfer ediliyordu. Kara transferinde de etkiliydi fakat Arca, deniz taşımacılığının daha karlı olduğunu Yasin Beyden öğrenmişti. Türkiyenin en büyüğü olan İstanbul Ambarlı Limanı ile Toros Ceyhan Limanı arasındaki ticaretin yasadışı kısmı, onun denetimindeydi. 'Yasin'in dengi olarak İstanbul'a gitmek?' Diye düşündü. Suyundan da koy...

 

Yasin'in genç adamda en beğendiği özellik ise söylenen her sözü dikkatle dinliyor, ölçüyor, tartıyor oluşuydu. Diğerleri gibi sözünü bitirmeden araya girmiyor, söz üstüne söz söylemiyor, her cümle arasında inkara kalkışıp savunmaya geçmiyordu. Arca'nın buz gibi yüz ifadesindeki kan donduran taraf, bu aleme adını yazdıracak her adamda olması gereken şeydi.

 

Bunca iltifattan sonra konuşma sırasının kendisinde olduğunu Yasin arkasına yaslanıp gözlerini ufka dikip uzun uzun sustuğunda anladı. Şimdi değil başka zaman fikirlerini açacak olsa adama yaranmak için çalışıp geldiğini ve kuru sıkı salladığını düşünürdü, öyle ya taş bile yerinde ağırdı.

 

"Beni çözdüğün, ne istediğimi bildiğin baya belli Beyim. İstediğim olur veya olmaz, yol uzun, bakicik ona... Lakin ne istemediğimi de çözdün mü?"

 

Yasin ilgiyle kaşlarını kaldırıp devam etmesini işaret etti.

 

Arca bir sigara yaktı, solak olduğu Yasin'in ilk kez dikkatini çekti, önemli bir şey değildi ama yine de ilginçti. Okumayı çok sevdiği polisiye romanlar, bu tür can alıcı detaylarla doluydu.

 

Arca, "Umarım seninle istediklerimiz kadar istemediklerimiz de birdir." Dedi.

 

"Öyle değilse ne olur?"

 

"Yollar ayrılır desem iş bilmez bir ahmak olurum lakin öyle demeyeceğim, seni ikna ederim bence. Aynı şeyi istememeye! Aynı şeyi herkes ister, oysa istememek, razı gelmemek, isyan? Bak o başka şey..."

 

Yasin kahkahalarla güldü, "Alem çocuksun Aco, eee?"

 

"Eee'si beyim... Ben, eski usüllere göre savaşıp sonunda kelleyi ya mapus damına ya musalla taşına yatıracak adam değilim. Bazı usüller değişecek. İhtiyarlar bize yol verecek, biz de bu alemde kalıcı olacaz."

 

"Bu yeni bir şey değil ki Aco gardaş, bu alemde herkes bunun peşinde, sen nasıl olacağını de hele?"

 

"Önce, alt üst arasında bariyer koyacaz. Sokaktaki neferler, ilçe beyini il beyini bilmeyecek, tanımayacak, görmeyecek. Kulağına elbet bazı şeyler çalınır, tahmin yürütür, zanneder lakin asla bir tetikçi bir beyden direkt emir almaz. İlk kural bu olacak. Beyler, işlerini hukuka uygun götüren işadamları gibi görünecek, alt kademelerden yakalanan olduğunda kimse ondan direkt emir almadığı için Beyin adını veremeyecek. Böylece polisle savcıyla başı belaya girmeyecek."

 

"Güzelmiş de, aradakilerde nerede o zeka be koçum?"

 

"Orası da belli, çeteye herkes alınmayacak. Bugüne kadar akraba, döl döş, konu komşu, köylü emmi, ben geldim diyenin beline silah takıldı, bizdensin denildi, mal kafalı ordu gibi adamlar boşa beslendi. Bunların çoğunun kafası ince işlere basmaz, çoğu lafa gelince mangalda kül bırakmaz ama savcının ilk sorgusunda bülbül gibi şakır. Çetelerden adam elenecek, yeni üyeler yeni şartlara göre alınacak. Ha bir de hısımcılık bırakılacak. Benim adamlarım illa Kozanlı hısım akrabamdan olmayacak, işe yarıyorsa sadıksa esaslıysa Kayserili de olacak, Trakyalı da olacak, Kürt de, Arap da, Ermeni de, şopar da olacak. Ben işime geleni seçeceğim ama her sene çete üyeleri sayılacak, her mahallenin adam kotası olacak, bu sayı aşılmayacak."

 

Yasin dudak bükerek ilgiyle başını salladı.

"Sen yeni bir anayasa istiyorsun koçum, resmen yeni bir hükümet kuruyorsun."

 

"Ülke değil ağabey, ordu kuruyorum."

 

"Başka?"

 

"Her Beyin, yalnız kendine çalışan avukatı ve mali müşaviri olacak, bunlar elçi olarak görülüp dokunulmazlık verilecek. Senin emrinde bir avukat ordusu var bende hiç yok, böyle olmaz. Ben senin adamınsam, ben batarsam sen de batarsın. Beyler, astlarının teşkilatının sağlam olduğundan emin olacak. İşler aksamayacak."

 

"Güzel... Sen bunları ne ara düşündün bakalım?"

 

"Askerde düşündüm."

 

"Alemsin Aco, ben seni askerde ordudan silah kaçırıp okuttun diye duymuştum ama meğer elin işlerken kafan da boş durmamış? Senin gibi üç tane adamım olsa bir ordu gerzek beslemezdim. Bu fikirlerini ilçe beylerine açıklamanı sağlarım, ikna etmen için destek olurum. Ancak dediğim gibi zaman... Sabırla..."

 

"İkna olacak var olmayacak var..."

 

"Zamanı gelince ikna olmayan kaz kafalıları evelallah imha ederiz."

 

Arca selam verip kalktı ve müsaade istedi. Kafasının içinde kımıl kımıl kaynayan zekasıyla 'Sen de dahil...' diye geçirip sürmeli, ok gibi, gür kirpiklerinin altından hin hin baktı. Badem şeklinde çok alımlı, kestane rengi iri gözlerinde ihtiras ateşleri parıldıyordu.

 

Ardından Yasin de genç adam hakkında kendi matematiğine göre bir takım yeni hesaplar yapmaya koyuldu.

 

'Oğlan çok zeki ve kurnaz ama aklı hinliğe çalışıyür, canı fitne çekiyür, içi sikişiyür. Yontulur elbet ama neyle, nasıl? Kuyuya atsan ek iş olarak yılanlık yapar. O fitne fenalık, o entrika, o kuyu kazmalar... Hepsi bunda var. Bir işi öyle bir şeytanlıkla yapıyür ki görenlerin hayreti şaşıyür. Bunu karşısına alanın, evini ocağını söndürür, karşısında durana acırım. Böylesi sonradan olunmaz, anca böyle doğulur. Anası yok, bacısı yok, biraderi yok, nişanlısı yok, tam kopuk uçurtma! Nerden tutup da hizaya sokacan? Kuduz itin tasması eve bağlanmaz...'

 

*****

Loading...
0%