Yeni Üyelik
31.
Bölüm
@selinsafak

Rusya

 

Arca, Karadeniz sahillerinde günler süren tekne yolculuğu ile Moskova'ya, annesinin ikinci kocası Vladimir Volvokov'a ait saray gibi malikaneye vardığında oldukça bitkindi. Günlerdir denizde olmaktan, uğradıkları limanlarda hangara saklanıp rutubet solumaktan midesi alt üst gelmiş, doğru düzgün beslenemekten ve uykusuzluktan yüzü gözü çökmüştü. Bir haftada Sochi limanına, oradan da iki günlük kara yolculuğu ile ancak Moskova'ya varabilmişti. Dokuz gün ve sekiz gecedir durmadan yolculuk yapıyordu.

 

Onu karşılayan malikanenin sahibi otuzlu yaşlardaki, oldukça uzun boyuna rağmen bir dal gibi incecik, zayıflıktan yüzünün avurtları çıkmış, kaş kemikleri adeta gözlerinin üzerinde yumru gibi beliren tilki suratlı sarışın adam, kollarını açıp dostça sarıldı.

 

"Qardeşim."

 

"Alex..." dedi her an yıkılacak gibi bitkince ve adamın zayıf gövdesine rağmen demir gibi güçlü kollarına tutundu.

 

"Necesen qardeşliq? Otur beleki."

 

Aleksey Vulvakov, iyi derecede Türkçe biliyordu ancak Arzu'dan önceki üvey annesi ve dadılarının hepsi Azerbaycanlı olduğu için Türkçesi, Azeri lehçesine sahipti. Babasının ölümünü, üvey kardeşi Arca ile birlikte planlayabilmesi de Türkçe biliyor oluşu sayesindeydi. Babası Vladimir, Arzu ve iki oğlu yanında konuşurken tek kelime bile anlamamasının kurbanı olmuştu.

 

Bir akşam yemeği masasında adamın gözünün içine baka baka, Alex ve Arca adamın ortadan kaldırılmasını kararlaştırdıktan bir kaç saat sonra, iki oğlan da işkencecilerinden kurtulmuştu. Arca henüz 18 yaşındaydı. 16 yaşında bıçaklayıp ıslahevine düşmesine neden olan babalığıyla, bir buçuk yıl sonra adamı uykusunda boğarak temelli vedalaşmıştı. İstanbul'da yarım bıraktığı işi Moskova'da, bu evde tamamlamıştı.

 

Aleksey Volvokov, saçı sakalı birbirine karışmış, yüzünün rengi küle dönmüş ve kocaman gözlerinin altı, kestane balı rengi irislerinden daha koyu renkte halkalarla gölgelenmiş genç adamı muayene etmesi için aile doktorunu malikaneye çağırdı ve Arca'yı odasına yerleştirdiler. Arzu ile aralarında Rusça bir şeyler konuştular. Aleksey, Arca'nın Türkiye'den kaçmasına neden olan olayların sonuncusunu biliyordu ve kaçırılmasına yardım etmişti.

 

Arzu, "Mide ülseri var, iki ay önce ameliyat oldu, iyileşmişti ama deniz yolculuğu yaramadı demekki. Ah be güzel oğlum... Uçağa yetişseydin..." diye hayıflandı.

 

Serum bağlanıp uyku ilacı verildikten 13 saat sonra Arca ancak uyanıp biraz kendine gelebildi. Körfez'deki kanlı hesaplaşmanın üzerinden geçen onuncu günde zaman mefhumunu yitirmişti. On dakika da geçmiş olabilirdi, on yıl da... İdrakı yamulmuş, hoşafının yağı kesilmiş, son günlerde ebesi çok üzülmüş, dokuz feleğinden onu şaşmıştı.

 

Ağır ağır duş alıp biraz kendine geldikten sonra hizmetçilere üvey ağabeyini sordu, hepsi Rus olan çalışanların dilini anlamıyordu ancak işaret dili diye de evrensel bir şey vardı, adamın bahçede olduğunu el kol hareketleriyle anlattılar. Malikanenin bahçesine indi.

 

Aleksey, onu nihayet biraz toparlanmış halde görünce karşısına oturmasını işaret etti.

"Necesen Arca, iyi oldun mu?"

 

"İyiyim iyiyim Alex, sağ olasın. Annem nerde?"

 

"O çıktı. İki saatde döneceyini iletdi."

 

Arca dirseklerini dizlerine yaslayıp hala kaskatı hissettiği başını ovuşturdu. Gözleri kan çanağı gibiydi.

 

Alex sordu,

"Senin kızı getireyim. İsteyirsen?"

 

Arca başını olumsuz şekilde sağa sola salladı ve bir sigara yaktı, derin bir nefes çekti, genzinde tuttu.

"Bitti o iş." deyip dumanı üfledi.

 

"Sen bitti deyirsen, eledir."

 

"Ben ne yapacam burda Alex? Getirdin beni yine Rus memleketine, dil bilmem yol bilmem."

 

"Eylencene bak, işlemeq gerekmez. Çox pulun var."

 

"O para senin."

 

"Annen ve senin de, Volvokov mirası üstünde payı var. Üstelik ben sana hayatımı borçlu. Ne isteyirse onu edirsen. Rusya gözeldir, soyuğa öyrəşirsən."

 

"Sağ ol. Bir şeyler yapmadan duramam. Çalışmam lazım, oyalanmam lazım. Bana iş ver. Ee yok mu çatapat, savaş mavaş? Biraz kafa göz patlatak, eğlenek?"

 

"Olur, menim Türk adamlarla al, sen iş yönet. İş çox! Casino, hotel, night club... Hansı isteyirse? Rus kızlar, Ukraynalı kızlar, Gürcü kızlar... Hepsi gözeldir!"

 

"Çivi çiviyi söker diyorsun. Eyvallah birader ama biraz zamanı var."

 

"Üreyin qırıldı ha?"

 

"Kalbim de kırık, ciğerim de delik deşik, öyle bir tongaya düştüm ki belam sikildi."

 

"Sen çok genç... K chertu! (siktir et)"

 

"Bu sefer temelli kalabilirim Alex, sen bana bir Rusça hocası bir de tercüman ayarla. Yoksa kafayı tırlatırım ben burada. Yalnız bana öyle janti işler bulma birader, sokağa koy beni! Bi memleketi tanımak için en iyi arka sokaklardan başlarsın. Siyaset tırıvırısı çok gerdi beni, özüme dönmem lazım, çatapat aşeriyürüm anlıyün mü? Hava iyi yalnız, hava süper, buz gibi! Bakele! Ne içiyorsun sen, votka mı?"

 

"Sana yok, Arzu ve doktor yasak dedi."

 

"Hay sikeyim..."

 

"Hastaneye gidip senin mide bakılacak. Yarın sabah 10:00'da."

 

"Bakarık ona."

 

"Bakmayacak, gidecek. Sonra sen çata pata yapabilecek."

 

Arca, bu emrivaki tavırdan hiç hoşlanmasa da adamla gelir gelmez dalaşmak istemiyordu. Sözlerini, ilgili bir ağabeylik rolüne bürünme çabasına yordu. Aleksey evvelden de böyleydi, anne ve babasından öz kardeşi olmamıştı ve Arca'yı hep sahiplenmek istemişti. Ancak Arca dilini bile bilmediği bu üvey ağabeye karşı hep mesafeli davranmıştı. Birlikte beş yılını geçirdiği üvey abisinden ne hoşlanıyor ne hoşlanmıyordu. Hiçbir zaman çok yakın olmamışlardı, aralarında sekiz yaş olduğu için Arca bu eve henüz çocukken geldiğinde Aleksey yetişkindi ve babası hayattayken elbette Aleksey'i kayırıyordu, gerçi Arca o tarz bir kayırılma istemezdi. Vladimir oğluna düşkünlüğünü, onu istediği gibi yetiştirmek adına çok sert bir disiplinle gösteren gerçek bir psikopattı. Aleksey'in de o cani babanın elinde akıl sağlığını tamamen koruyabildiği ve çok mantıklı biri olduğu söylenemezdi.

 

Aleksey'in aile hayatı karmakarışıktı. Babasının, kendisini şoförüyle aldatan annesini çocukken gözünün önünde infaz ettiğini biliyordu, sonra da üç tane üvey anne ve bir sürü metresle birlikte yaşamıştı. Arzu gelene kadar babasının türlü kadınlarla sapkın ve şiddet dolu ilişkilerini görerek büyümüştü. Arzu'nun yanında on yaşındaki cin gibi oğluyla malikaneye gelişi ise Aleksey'in hayatını kökten değiştirmişti. Arzu, ne yapıp ne ettiyse babasının tüm metreslerini def etmiş ve Vlad'ın üzerinde hakimiyet kurmuştu. Şiddet devam ediyordu ancak daha öncekilere göre nispeten hafiflemişti, sapıkça eylemlerini artık çocukların gözü önünde sergilemiyordu, üstelik bazen şiddetin hedefi Vladimir de oluyordu! Sadist manyak nihayet her türlü zevkine ayak uyduran kendisi gibi bir sadist bulduğuna memnun görünüyordu.

 

Bunun yanı sıra Aleksey'in daha önce görmediği aile sofraları, Arzu'nun onu annesi gibi sahiplenişi, kollayışı ve kendisine kocaman kara gözlerini dikip çakmak çakmak bakan yeni erkek kardeşin varlığı işleri kolaylaştırıyordu. Arca'yı görür görmez sevmişti. Onu görene kadar bir kardeşi olmasını istediğini hiç bilmiyordu ama ona eski oyuncak arabalarını ve silahlarını verdiğinde, küçük oğlanın da bacağının boyuna bakmadan kendisini sahiplendiğini anlamıştı.

 

Ona ağabey demişti, biz birbirimizi hep kollayalım. Öyle de olmuştu. Babasının ölümünden sonra da Aleksey daima Arzu ile aynı evde yaşamaya devam etmiş ve üvey annesi olmasından ziyade ev arkadaşı, sırdaş ve iş ortağı olmuşlardı. Arzu'nun zekasını da, hiddetini de merhametini de, soylu kadınlara has birleştiriciliğini de seviyordu. Ancak kendi özel hayatı babası gibi pek yolunda gitmemişti. İlk nişanlısı Rustu, kendisini aldattığı için kadını döverek sokağa atmıştı. Sonra Tatar bir kızla evlenmiş ve ondan iki oğlu olmuştu. Hala evliydi. Ayrıca Özbek bir metresi vardı. Karısına saygı duyuyor ve onu servetiyle ihya ediyor, metresini seviyor, diğer Rus, Türk, Azeri, İngiliz sevgilileriyle ise eğleniyordu.

 

Sakin ve uzlaşmacı görünüşünün altında uluslararası terör eylemlerini organize eden, siyasetçileri rüşvet ve şantajla sindiren, sinsi ve şımarık bir mirasyedi, kanlı bir silah baronu yatıyordu. Aslında hiç sahip olmadığı bir öz ağabeyin yerini doldurmak istese, Aleksey, hiç fena bir figür değildi. Güç, servet, asil kan, cüretkarlık, sinsilik, zalimlik... Arca'nın hayatta arzu ettiği her şey bu adamda vardı.

 

"Kusura bakma biraz uzanacam birader." Deyip malikanenin bahçesindeki köşe koltukta bir yastığı devirip uzandı, baş ağrısı hiç geçmemişti, midesi ise ufak ufak sancılarla kendini hatırlatıyordu. Aleksey ona keyfine bakmasını söyleyip eve girdi. Arca içki sorarken sigara bile içecek hali olmadığını anladı. Serin havada biraz açılıp düşündü. Türkiye'deki adamlarıyla telefonla bile görüşemiyordu. Meyilden haber almak için Arzu'nun eve gelmesini bekledi.

 

Arzu gelir gelmez ona Meyil'i sorunca kadın çıkıştı,

"Sana getirebilirim dedim, sen istemedin. Şimdi ne bu halin? Kendine gel Aco!"

 

"Benden ayrıldı. Beni istemeyeni ben niye peşime takacak mışım?"

 

"Orası öyle! E topla madem şu sıfatını."

 

"Toplarık evelallah ama dur biraz... Şimdi... Kalbim ağrıyor."

 

"Kızı getirteyim o halde? Zorla güzellik olmaz diyen halt etmiş, bak nasıl..."

 

Arca kadının sözünü kesti, "İstemiyorum."

 

"Çok sevmişsin. Acı çekmene dayanamam, istersen ben konuşayım?"

 

"Hayır ana, zaman ver bana. Meyil'e de... Her şey sarpa sardı."

 

"Zaman tabii de... Seni böyle görmek istemiyorum oğlum. Yeni bir hayata başlayacaksın, alışacaksın, unutacaksın! Zaten en başından beri olman gereken yer benim yanımdı. Alex seni kardeş biliyor, her şeyini vermeye hazır. Burada bizimle kalacaksın, Adanadaki hayatının ne kadar boktan olduğunu anlayacaksın."

 

"Tamam çok uzun konuşma şimdi, zaten dinlemiyorum. Meyil nerede? Polis sorguya almadı dimi?"

 

"Kulüpte çalışan herkesi tek tek dolaşmışlar, kapıdan uğrayıp ayaküstü birkaç soru sormuşlar."

 

"Meyil ne demiş?"

 

"Seni satıp satmadığını mı soruyorsun?"

 

"Ne demiş dedim, yorum katma."

 

"Hiçbir şey bilmediğini söylemiş. Annemle evimizdeydik demiş. Annesi de aynısını söylemiş. Polis, kızın sevgilin olduğunu bilmiyor. Bilmeyecek. Kulüp çalışanlarını önceden tembihlemen iyi olmuş. Herkes çok korkmuş, adamların çok üzgün. Kimse polise konuşmadı."

 

"Nedim nerede?"

 

"Nedim, gözaltında. Savcı onu çok yıpratacak seni ortaya çıkarmak için ellerinde tek o var. Avukat, üç kere uzatılan ek gözaltı kararına itiraz edip tutuksuz yargılama talep edecek.

 

"Suçu üstlenmese bari."

 

"Gazeteler feci! Bu Ferman denen piçin kendi gazetesi olduğunu baştan söyleseydin haber yayılmadan müdahale ederdim. İlk sabah girdikleri haber, tüm ulusal basına yayıldı, bir gecede meşhur oldun. Tebrik ederim artık Arca Giray Kızılkan adı, iki siyasi cinayetin faili olarak anılıyor. Susurluk ve Sinan Alaş davalarından sonra bu iş... Unutulmaz bir kaos! Bozok'u bile yerinde hoplattın."

 

"Meyil'i evden çıkarmasalardı işler bu noktaya gelmeyecekti. Tuzağa düştüm."

 

"Sen düşmedin, sevgilin sana ihanet etti, bunu o kalın kafana sok! O akılsız kız, o gece, o evden çıkmasaydı sen şimdi Körfez Beyiydin!"

 

"Kim takar Körfez'i! Gidecektim zaten... İstanbul'a..."

 

Arca kaybettiklerini değil kazandıklarını düşünüyordu. Bir söz vardı, nerede okuduğunu bilmiyordu ama gördüğü gün aklına kazınmıştı: 'Ceza görmemiş ilk suçtan daha cesaret verici bir şey yoktur.' ***

 

Kimin söylediğini de bilmiyordu ve önemli değildi, kendi hayat düsturunu özetliyordu. Köyde çocukken yaptığı haytalıklar sayılmazsa anayasal düzlemdeki ilk suçunu işlediğinde 11 yaşındaydı. Adam yaralama ve gasp.

 

Kimsesiz sokak çocuklarını fuhuşa sürükleyen bir pezevengi tenhada sıkıştırıp baldırına sustalı çakıyı saplamış, sivri çeliğin ete ve kasa nasıl zorlanarak girdiğini ve eline akan kanın ılık, yoğun hissini, adamın böğürmesini hiç unutmamıştı.

 

Sokakların Robin Hood'u olduğundan değil ama o sapığa karşı bir şey yapması gerektiğinden, gerekeni yapmıştı. Yalnız değildi, çetesindeki diğer üç arkadaşı ve elbette Serkanla birlikte pezevengi lime lime etmişler ve kasasında ne var ne yoksa çökmüşlerdi.

 

O gün ceza sistemi ona göre olması gerektiği gibi İlahi adaletin tecellisi şeklinde vuku bulmuş, insani hukuk mercilerine hiç geçmemişti. Yaşları 10 ile 14 arasında değişen dört Kozanlı yeniyetme, ilk suçunu işleyip üstelik çeteci ağabeylerden aferin işittikten sonra hep daha fazlasına cesaret etmiş ve cezasız kalan bu ilk suç, Arca'nın hayatında bir mihenk taşı olmuştu. O zamanki harçlıklarının on misli parayı cebe indirmeleri de ilk yasadışı ödülüydü.

 

Ferman ve Mehmet'in ortadan kaldırılmasıyla Amerikalı şirkete kalan inşaat piyasası ona 400 milyon kazandırmıştı. Tek seferde ödenen tertemiz nakit 400 milyon! İşte ceza ve ödül kavramını zihninde kodladığı çarpık denklem, hiç şaşmamıştı. Ortalık biraz durulunca bu parayla kendine İstanbul'da beş yıldızlı bir otel satın alacaktı. Geri döndüğünde ise gereken zemini hazırladıktan sonra otelin balo salonunda Vip bir casino açacaktı.

 

Sakince sordu, "Sence ne zaman dönebilirim?"

 

"Belki hiç dönemezsin. Sabret bakalım, şu savcıyı iyice bir araştıralım, iddianameyi görelim, davaya hangi hakim atanacak bir el atmaya çalışalım. O akşam başka bir yerde olduğunu söyleyecek şahidin ve kanıtın var mı?"

 

"Var bir şeyler..."

 

"Dosya savcıdan çıksın hele, bakarız. Burada kalman işime gelse de Türkiye'de yakalaman olmasını istemiyorum."

 

"Yapacak çok işim vardı."

 

"Kimseyle haberleşmeye kalkma da! Telefonları teknik takibe alırlar muhtemelen."

 

"Çocuk muyum ben! Neyse yatmaya gidiyorum."

 

"Bir çorba iç öyle yat."

 

"Odaya gönderirsin."

...

 

 

Rüya bitti. Rüya, masal, hayal ne derse diyeydi. Her güzel şey gibi miadı dolunca pılısını pırtısını toplayıp hem de şakkadanak! Hiç sevmemiş ve sevilmemiş, hiç öpmemiş ve sevişmemiş, hiç koklamamış ve hiç özlememiş gibi... Şimdi diplerden sonlardan depresyonlardan seç beğen al der gibi... Arabesk şarkı sözlerinde terennüm eden bağrı yanık notalar kalmıştı geriye.

 

Önce kalp sızısını bastırmasa da kısa bir parasetamol, ibuprofen ve antibiyotik molası ile günde onaltı saat uyutan dolayısıyla aşk acısına hafiften posta koyup sıranı bekle diyen ateşli mateşli bir grip geçirmişti. O meyus geceye dair hatırladığı en belirgin his ne korku ne acı değil, çok üşüdüğüydü. Etiyle kemiğiyle ruhuyla üşümüştü ve o üşüyen yerleri günlerce sızlayıp durmuştu. Meyil yatak döşek yatıp ateşler içinde sayıklamış ve serumlarla iğnelerle yarı koma vaziyette inleyip ağlayıp durmuştu. Burnu ve gözleri ise hiç durmamıştı. İçtiği bütün sıvıyı, gözyaşı ve mukus olarak akıtsa da içinin iltihabını kurutamamıştı.

 

Sonra ağır ağır gripten arınmış ve uykudan uyanmıştı. Sibel, o geldiğinden beri dükkanını açmıyor, başından ayrılmıyordu ama o sabah bir aralık markete kahvaltılık yiyecek almaya gittiğinde Muarrem odasının kapısında dikiliverdi. Meyil, günlerdir ayak sesini, homurtusunu duyduğu adamı ilk kez görüyordu, yatağının içinde irkildi.

 

Muarrem uzun uzun baktı, limon suyu emmiş gibi ekşi yüz ifadesiyle cık cıkladı. Meyil bir şey demeden bekledi. Ayakucundan battaniyesini göğsüne çekip içinde büzüştü, hasta görünmeye çabaladı.

 

Muarrem nihayet iki adımla odaya girdi, yatağın karşısında kıza boka bakar gibi bakıp sivri çenesini öne uzattı, sağ kaşı sol gözünün içine batıp çıktı.

 

"Yazık! Yazık ettin gençliğine! Namusunu kaybettin. Şimdi kim karı diye alır seni? Yarın öbürgün evleneceğin adama bakireyim diye yalanlar atarsın gerçi. Sonra da Allah bilir getirir kapıma atarlar seni. Cık cık cık. Kız dediğin edepli namuslu olacak, kendini kocasına saklayacak! Ne oldu o kabadayıya kaçtın da? Nikahsız yaşadın da? Bu yaşında mafyaya kapatma oldun da! Adın çıktı! Kullandı attı seni. Oku da bari iş güç sahibi ol, daha çok mundar olma. İzmitten başka yere git, burada kimsenin kapısına sığmazsın artık."

 

Meyil çığlık atmayı hatta yatağından fırlayıp adamın üstüne atlamayı, onu parçalamayı düşündüyse de hala gücünü toplayamamıştı. Dayak yiyeceğinden de daha kötü şeyler olacağından da korktu. Gık bile diyemedi. Baktı, baktı... Kurşun yemiş gibi öldü, dirildi...

 

İntikamını sonraya saklayıp battaniyenin içinde tortop vaziyette saklandı. Uzaklaşan hantal adımları dinledi.

 

Sibel gelince odadan çıkıp onunla sakince konuştu. Muarrem'in sözlerini nakletti. Sibel eline telefonunu alıp

"Şimdi o orospu çocuğunun ağzına sıçmazsam bana da Sibel demesinler!" diye avaz avaz şarlamaya başladı.

 

"Anne? Yeniden sizin kavgalarınızı çekemicem. Bir lafa bakarım laf mı diye, bir söyleyene bakarım Muarrem ayısı mı diye! Bırak şunu! Ben gidiyorum."

 

Sibel söylendi söylendi, ağladı dövündü fakat susmadı. Meyil ise kadının öfkesinin kendisini daha çok yorduğunu düşündü. O evde kalan son eşyalarını da çabucak toparladı.

 

"Bana destek olmak istiyorsan şu hayvandan boşan ve benimle gel. Gidip kendimize küçücük bir daire tutalım. Geçici. Ben üniversiteyi kazanana kadar. Buradan Arca'nın tuttuğu eve gidelim, oradaki eşyalarımı da alalım. Bir emlakçıya gidelim. Birikmiş dört yüz bin liram var. On ay sıkarız dişimizi. Sonrası Allah Kerim." dedi.

 

...

 

Arca, Meyil'in on gündür işe gelmediğini ve evden de ayrıldığını duyunca Zoom üzerinden görüntülü görüşme yapmak için kıza mesaj attı. Meyil ona ancak iki saat sonra cevap yazdı.

 

Arca elinde bir kadeh viski ile Türkiye'ye bağlanmayı beklerken içtiği diğer üç kadeh sayesinde biraz sakinleşmişti. Yine de kızın güzel yüzünü görünce göğüs kafesinde güm diye vuran nabzının şiddetinden bir an öleceğini sandı, yutkunamadı, saniyelerce ekrana baktı, kıpırdayamadı, konuşamadı. Sarı renkli çiçeklerin en güzeli, en sadesi, en mağruru, menekşe gözlerini sevdiği, ömrünün güneşi ve gençliğinin güzel sesli baharının hasretiyle vuruldu.

 

Ekrana uzanmak için çırpınan parmaklarını güçlükle zaptetti, -sureti orada, kendisi değil ulan kırılası parmaklarım! Durun hele! Ayrılığın acı içkisini güçlükle yutkunarak dudaklarını birbirine bastırdı.

 

Meyil bu görüşmeye çok zor ikna olmuştu, Arca'yı görüp sesini duyunca ayrılık kararının arkasında duramayacağına emindi. Genç adamın yüzüne tek bir bakış attıktan sonra gözlerini yüzünden kaçırdı, dudakları titreyerek sessizce ağlamaya başladı. İçini çeke çeke gözyaşlarına boğuldu. Kahrolası yine ne kadar hoş görünüyordu. Can alıcı derecede berbat fakat kusursuz halini burnunun direği sızlayarak gözlerine nakşetti. Kim olduğunu ve neler yaptığını gizleyen o yakışıklı suret, yine beni sev diyordu, ben zararsızım diyordu, acemi kalbini çelmek için pusuda bekliyordu.

 

Saniyeler hatta dakikalar, aralarındaki mesafeyi katlayarak ve ağırlaşarak aktı. İlk konuşan Arca oldu.

 

"Meyil? İyi misin?"

 

Kız burnunu bir peçeteye silip ona sen ne yaptın der gibi sitemli gözlerle baktı ve başını iki yana ağır ağır salladı. Uzansa dokunabilir miydi?

 

"Meyil? Ağlama."

 

Meyil biraz su içti ve gözlerini tekrar kuruladı, derin bir nefes alıp duruşunu dikleştirdi.

"Ne istiyorsun?"

 

"İyi misin?"

 

"Değilim Allah'ın cezası değilim! Ne yaşadık biz? Ben, annemin kaderini mi yaşayacaktım seninle? Bu yaşımda elim böğrümde mi kalacaktım? Naaptın sen?"

 

"Beni babanla karıştırma! Benim başıma, benim sonunu hesap etmediğim hiçbir şey gelmedi! Sen naaptın asıl? Evden çıkmayacaktın. Senin bu işe karışmanı ben istemedim. Yaptığın çok büyük bir hataydı!"

 

"Şimdi de ben mi hatalı oldum? Senin yaptığın ne peki? Cinayet, katliam? Se-sen? Nasıl bir adamsın..."

 

"Hak edene hak ettiğini verdim. Gerekeni yaptım, pişman değilim. Ben yapmasam onlar bana yapardı, sana yapardı! Az daha..." deyip dudaklarını ısırarak sustu Arca.

 

Meyil öfkelenmeye başladı, titreyen parmağını ekrana doğrulttu. "Kes sesini! Haberleri gördüm! Katliam yapman ne için gerekiyordu pardon? Nasıl hak vermemi beklersin? Bu kadarını kabul edemem! Beni arama, sorma, bana haber gönderme! Her şey bitti!"

 

Vurma ulan öldük öldük... Bittik... Mezarımızı bari tekmeleme! derken biber değmiş gibi yanan gözlerini bir daha kaçırdı. Yutkundu. Bir daha yutkundu. Kupkuru boğazını kanatan cam kırıklarını acı acı yutkundu. Aralarına mesafe koyan bir ses tonuyla fakat sakince konuştu,

"Orasını anladık. Ben başka bir şey diyeceğim Meyil, dinle hele."

 

"Ya neyi dinleyeceğim? Bırak da hayatıma döneyim! Rahat bırak beni! Bırak da unutayım!"

 

Arca unutmak sözüyle ciğeri dağlanmış gibi gövdesinin ortasındaki sızıyla kahroldu. Bu mezarını tekmelemek filan değildi, ölüsünü ters çevirip bir de sırtından vurup bir daha gömmekti artık... Cehennem azabının da örekesiydi artık!

 

"Meyil? Evden ayrılmışsın? İşe de gitmiyormuşsun? Yapma bunu kendine. Kulübü devrettim, artık Fahir Ustanın damadı işletecek. Evin de işin de temiz, her şey kitabına uygun, bir daha kimse sana ilişemez, geri dön. Buğra da orada."

 

"Ben senden ayrıldıktan sonra kirasını senin ödediğin bir evde kalacak ve senin kulübünde çalışacak kadar gurursuz biri değilim. Ben her şeyi sen varsın diye kabul ettim. Sen yoksan hiçbir şeyin anlamı yok. İstemiyorum. Bırak beni."

 

"Ne yapacaksın peki?"

 

"Başımın çaresine bakacağım. Sözleşmeyi de fesh edelim, lütfen Arca."

 

"O kadar uzun boylu değil. Bakele! Ben seninle o sözleşmeyi sevgili olmadan önce yaptım, manitalık başka ticaret başka. Ben sana sadaka vermiyorum, sen bana para kazandırıyorsun. Senin sahneye çıktığın üç gecede kulüp bana iki üç milyon getiriyor zaten. Gurur yapacak bir şey yok, işine de, o evde kalmaya da devam et. Profesyonel düşün."

 

"Arca yapamam."

 

"Meyil! Bu bir iş anlaşması, ben kazanıyorum, sen kazanıyorsun. Bir yıllık kiran ödendi, şirket hesabından ödendi, emlakçı beni tanımıyor, adımı bile bilmiyor, tüm hesapları muhasebecim yaptı. Beni kafana takıyorsan takma. Ben yokum. İstemiyorsan yokum."

 

"Evde kalamıyorum. Kalamam. Anla beni..." kız hıçkırdı. "Ben sen varsın diye... Senin için..."

 

"Meyil, benden sen ayrıldın!"

 

"Ya ayrılmayıp ne yapacaktım Allah aşkına, sen ne yaptığının farkında değil misin? Ya sen! Sen..."

 

"Şşşşt, tamam... Sus. Kapa çeneni!"

 

"Ya yoksun, yoksun! Niye yoksun! Tutuklanmadın diye sevinmem mi gerekiyor? Neredesin? Kaçaksın! Allah kahretsin!"

 

"Başka çarem yoktu."

 

"Bana nerede olduğunu söyleyebilir misin? Ne zaman döneceğini? Ha, söyleyebilir misin?"

 

"Söyleyemem. Ama istersen seni yanıma aldırırım. Gelince görürsün nerede olduğumu. Tabi geri dönüşü olmaz, herkesi her şeyi unutursun, bir ben olurum hayatında. Evleniriz."

 

"Siktir git Arca!"

 

"Uzaktan uzağa höt höt konuşuyorsun tabi Meyil Hanım! Orada olsaydım ben senin o sesini kesmesini bilirdim." Peş peşe söndürüp yenisini yaktığı üçüncü sigarasını sol eliyle dudaklarına götürüp derin bir nefes çekip dumanı burnundan üfleyerek sinirli bir gülüş attı, sağ eliyle düşünür gibi alnını ovaladı,

"Dinle beni! Sözleşmeyi falan vermiyorum! Seni ben keşfettim, sana yatırım yaptım ve bir iş anlaşması yaptık! Benimle olursun olmazsın o ayrı konu... Ve inan, senin için daha iyi teklif sunacak kimseyi bulamazsın. Zaten izin vermem..."

 

Meyil dişlerini sıkarak gacırdattı, ne saçmalıyordu bu? Kan çanağına dönmüş gözlerini kocaman açarak ekrana dikti, "Mahkemelik mi olalım? İlla bir avukat mı bulayım? Sözleşmeyi imzaladığımda annem vasim gözüküyordu, istersem iptal ettiririm. Güzellikle fesh et."

 

"Beni tehdit etme, sen zararlı çıkarsın! Bakele benim alnımda amcık mı yazıyor?"

 

Ha bir de parmak sallama, el kol falan mafyasal jestler mimikler... Daha nelerdi! Derin bir nefes alıp derdini anlatmaya çalıştı.

"Arca, yapmak istemiyorum. Bak... Çok üzgünüm... Evet kim olduğunu biliyordum ve sana her şeyi bilerek geldim ama olanlardan sonra çok dağıldım! Görmezken davulun sesi uzaktan hoş geliyordu. Çok acı çekiyorum, kalbim ağrıyor. O evi görmek dahi istemiyorum! Sahneye çıkınca nefesim kesiliyor. Devam edecek ruh halinde değilim."

 

Arca arkasına yaslandı, yutkuna yutkuna,

"Geçer. Atlatırsın. Kendin için yap. Muarrem'in evine dönme, kendine yeni bir hayat kurmak için sabret. Sık dişini. İstediğin okulu kazan, sonrasına o zaman bakarız." dedi.

 

Meyil bir süre sessizce gözyaşı döktü ve mantığına isyan eden duygularına kahretti, lanet etti. Bilgisayar ekranında genç adamın yüzü, gözleri, dudakları, bakışları öyle uzak ve donuktu ki kalbi çok acıyordu. Onu çok özlüyordu. Aşkım deyip sarılmak ve yine ona sığınmak, her şeyi unutmak istiyordu. O geceden önce her şey nasılsa yine öyle olsun istiyordu. Birkaç dakika sonra saçlarını elleriyle yüzünden geriye atıp tekrar genç adama döndü, bu kez daha kararlı bir tonda konuştu,

 

"Kendime yeni bir daire kiralayacağım. Beni düşünme! Zaten beni düşünmen de ayrıca canımı yakıyor! Bana güçlü olmamı söylerken bile kendimi sana bağımlı hissettiriyorsun. Ben sana muhtaç değilim. Sevdiğim için sana sığındım hepsi bu. Şimdi ayrıldık diye sakın

çaresizliğimi yüzüme vurmaya kalkma! Çünkü ben çaresiz değilim!"

 

Üç gündür sığıntı gibi Ecelerde kaldığından tabii bahsetmedi. Onu hiç ilgilendirmezdi! Gerçi zaten bilmiyorduysa... Herhalde Ali, Meyil'i bir şekilde hala takip edip Arca'ya rapor veriyordu. Buğra da hala kulüpteki işine devam ediyordu ve onun artık kimin tarafında olduğunu kestiremiyordu. Aşağılık, en yakın arkadaşını bile çalmıştı!

 

"Öyle bir şey yapmadım." diye çıkıştı Arca. "Dramatize etmene gerek yok! Ayrıldık bitti! Bu bir iş! Artık bana değil şirkete bağlısın, şirketler çalışanlarına araç tahsis eder, ev tutar... Böyle düşün."

 

"Hah! Dimi? İş... Yere batsın işin de paran da! Madem kulüpten haftada milyonlar kazanıyordun niye yetinmedin ki? Niye o boktan işe bulaştın?"

 

"Kulüpten kazandığım para benim için çerez parası, ben memur çocuğu değilim, yetinmeyi bilmem. Hep daha fazlası için savaşırım! Su testisi su yolunda kırılır yavrum, çok da sorgulama. Benim hayatım bu. Ayrıca canım öyle istedi."

 

"Canının da Allah belasını versin! Kahrol!"

 

"Lan!"

 

"Arca! Nefes alamıyorum! Allah seni kahretsin! Beni arama, beni düşünme, beni rahat bırak dedim neyini anlamıyorsun? Bırak, unutayım..."

 

"Unut... Dönmeyeceğim. Beni bir daha görmeyeceksin. İşine devam edeceksin ve zamanı geldiğinde albüm sözleşmesi yaparken de avukatımla muhatap olacaksın."

 

"Söz ver? Bir daha karşıma çıkmayacaksan, işe devam etmeyi düşünürüm. Senin için çerez parası olan o paraya bazılarımızın hala ihtiyacı var. Ama evi boşaltıyorum."

 

"Yaptığınla söylediğin birbirini hiç tutmuyor. Ama kabahat bende! Eyvallah... Ee anlat hele, o gece Batuhan Karadeniz sana ne söyledi de güvenliği atlatıp bahçe duvarından kaçtın? Sonra neler oldu?"

 

"Babası Batuhan'ı dövüp bir yere hapsetmiş ve onun ağzından bana yardım et diye mesaj yazmış. Senin kaçırdığını söyledi. Korktum. Ona bir şey yaparsın, senin de başın belaya girer diye."

 

"Ben onu alsam elinde telefon mu bırakırım? Adam kaçıran cep telefonunu almaz mı? Kaçırılan, dövülen adam polis yerine seni mi arar? Ne salakça bir şey!"

 

"Yedek telefonum vardı, adamlar bulamadı yazmış."

 

"E sana yazacağına polisi aramasını söyleseydin? Hiç olmadı dayısını amcasını arar! Nasıl inandın?"

 

"Bilmiyorum Arca korktum işte! Sen sürekli sıkıntılı durumlardan bahsediyordun, Batuhan'ı öyle görünce... Yüzü gözü mosmordu! Senin yaptığını söyledi. Hem polisi ara deseydim sana..."

 

"Kıyamadın? İkimize de ama en çok eski sevgiline!"

 

"Sana da Nedim'e de ulaşamayınca... Bilmiyorum işte! İnandım! Korktum. Hem... Beni Mehmet Karadeniz'in adamlarından Batuhan kurtardı. Öldürtecekmiş beni."

 

"Öyle miymiş? İyi ki gebertmişim piçi! Bide bana kızıyorsun, dünyadan bir pislik temizlendi."

 

"Her neyse... Sorgulaman bitti mi?"

 

Arca kıza özledim diyemediği, affet diyemediği, bana gel diyemediği için öfkeden kudurarak hiç aklında olmayan zırıltılar sayıklamaya başladı. Sigaranın birini söndürüp birini yakıyor, dumanı içmiyor adeta izmariti yiyordu.

 

"Batuhan'a dönmen için de mis gibi fırsat! Bence bunu bekliyordun! Cehennem zebanisinin gider ayak attığı kazığa bakhele! Sevgilimin gözünde ben cani oldum, oğlu kahraman! Kusura kalma da adamın götünden kan alırım!"

 

"Salak salak konuşma be! Ben çocuğu gebertme diye gittim. Hem düşük bütçeli Tv dizisi mi çekiyoruz da ben senden ona, ondan sana top gibi sekecem? Sizin ortada sıçanınız mıyım ben? Dünyada başka erkek mi yok? Ben seni sevdiğimi söylediğim gün Batu bende çoktan bitmişti, bir daha da asla dönüşü yok!"

 

"Bana, beni sevdiğini söylediğin gün, ben de sana ne boktan bir herif olduğumu söylemiştim! Sana güvenmiyorum demiştim, keşke beni haksız çıkarsaydın. Ulan ben katilim de sen nesin, yalancısın, hainsin! Ulan anam avradım olsun senin onunla birlikte olduğunu duyarsam, ki duyarım! Babasının mezarını açar o piçi diri diri üstüne gömerim. Sur üflenene kadar ben ne bok yedim diye hasbihal ederler!"

 

"Kes şunu, midemi bulandırma, ayrılmamızın Batuhanla alakası yok Arca! Önce sen ne halt ettiğine bak!"

 

"Ulan ben ne halt ettiğimi bilmiyor muyum? Seni kırmızı mumla mı çağırdım? Sen bana geldin, sana belalıyım demedim mi, her şeyi kabul etmedin mi? Aşığım dedin, koynuma girdin, hayatıma girdin, aileme kadar girdin! Kim olduğumu bilmiyor muydun? Ne bu şimdi? Senin benim haysiyetimle oynamaya ne hakkın var? Belamı siktin, dağıttın beni Meyil."

 

"Yalan söylüyorsun, asıl yalancı sensin! Ben sana gelmeden önce sen benim Batuhanla çıktığımı bilmiyor muydun? Beni o yüzden işe almadın mı? Amacın, o adamı köşeye sıkıştırmak değil miydi? Sizin kavganızın ortasındaymışım meğer..."

 

"Öyleydi. Ama ben seni o kavgadan çıkardım! Yine de ben sana kahrol demem. Sen hep iyi ol. Canın sağ olsun. Alacağın olsun."

 

Meyil günlerdir sadece kendi kalp ağrısı ile yakınen müşerref olurken adamın ne hissettiğini hiç düşünmediğini, onun da acı çekebileceğini hiç hesaba katmadığını anladı. Bir kez de onun acısıyla, öfkesiyle sarsıldı. Biraz daha ağladı. Az sonra yeniden konuştu.

 

"Hediyelerini de Ali'ye verdim. Ne aldıysan, hepsini..."

 

"Çocuklaşma Meyil, onlar senin. Hala ne diyor! Delirtme beni!"

 

"Senden hiçbir iz kalsın istemiyorum. Bana aldığın o yüzük, bileklik, hediyeler... Benim kendi kazancımla karşılayamayacağım değerde. Senden ayrılmışken bedelini senin ödediğin hiçbir şeye tenezzül etmiycem!"

 

Arca bir an nefes alamadı, Meyil'in karşısında kendini koyvermemek için çok dirense de eliyle hava alabilmek ister gibi gömleğinin yakalarını çekiştirdi ve ağzını açıp boynunu gererek soluklanmaya çalıştı. Kadehin dibinde bekleyen bir parmak viskiyi başına dikti. Hemen toparlanıp alev ateş bakışlarla ekrana yaklaştı, bir sigara yaktı, dumanını yuttu ve dişlerinin arasından tıslar gibi konuştu,

 

"Öyle mi? Hediyeleri gönderince benden iz kalmayacağına eminsin yani? Ben iz bıraktığıma eminim de, senin meşrebin ne kadar geniş onu görecez. Ulan... Çok gururlusun ama sadece para konuşuyoruz. Aşkına ne oldu?"

 

"Adileşme, ölüyorum diyorum anlamıyor musun? Ben senden keyfe keder ayrılmadım! Sen yoksan parasını da sikeyim evini de diyorum sana! Hala iş diyen sözleşme diyen sensin domuz!"

 

"Niye diyorum acaba benim aptal küçüğüm? Nereye gideceksin? Söyle bana nereye? Ne halt edeceksin kız başına?"

 

Kavga fevkalade kızışmıştı. Yan yana olsalar ya kulüpte indirmedik cam çerçeve bırakmazlar ya da şiddetli bir sevişmeyle birbirlerine dolanıp tüm bu saçmalığa ateşli bir nokta koyarlardı. Ancak böyle tutkulu aşıklar için mesafe en büyük ziyandı.

 

Meyil çığlık çığlığa bağırdı, "Ya sana ne, sana ne!" Elleriyle kulaklarını kapattı ve gözlerini sıkı sıkıya yumup Arca'da balistik füze etkisi yaratacak bir şey yaptı ve şarkı söylemeye başladı.

 

Bu aşkı burada sen noktaladın

Artık ne duamsın ne de bedduam

 

Kendini meçhule sen uğurladın

Artık ne duamsın ne de bedduam

Kendini meçhule sen uğurladın

Artık ne duamsın ne de bedduam

 

Arca onu susturmak için bağırdı, seslendi. Dayanamıyordu. Her şey sarpa sarmasaydı o hafta The Gulf sahnesinde Meyil, Bülent Ersoy Şarkılarını okuyacaktı. Provada Meyil abartılı gırtlak nağmeleri ve diva tavırları ile herkesi güldürürken iyiydi. Şimdi nasıl da o şarkıların arasından bir nakarat çekip idam ilmiğini boynuna dolayıvermişti!

 

"Meyil! Me-yiiiil suuus! Sana sus dedim!"

 

Meyil ona gözlerini devirerek alaylı bir bakış attı. Hem ağlıyor hem gülüyordu. Darmadağın oluşuna karşılık yalnız başına dağılmadığına memnundu, böylesi en azından gururunu korumaya yeterdi.

 

Arca ekrana eğildi, bakışlarındaki öfke göğsünden yükselen ateşi açığa vuruyor, hızlı ve hiddetle soluyordu.

"Ne halin varsa gör ama şunu bil, ödediğim her kuruşa değdi. Değdin! Hadi selametle..."

 

Arca bilgisayar ekranını yumruklayarak çat diye kapatırken kırdı ve tekrar tekrar yumruklamaya, cihaz paramparça olana kadar eliyle ezmeye devam etti. Eli aletin kıymıklarıyla kesilip yumruğundan kanlar süzülmeye başladı, etleri kesiklerle doldu, kendini kaybetmişçesine aleti unufak edene kadar hırsla vurdu, vurdu, vurdu...

 

Meyil ekran kararırken bir çığlık koparıp yüksek sesle ağlamaya başladı, o kadar çok ağladı ki başını masaya kapattığı yerde ağlarken baygınlık geçirdi.

 

Kendine geldiğinde Firdevs Hanımın önünde dizleri üstüne çöküp ölüyorum anlasana diye ağlayan Bihter gibi hıçkırarak Sibel'e yalvardı.

 

"Anne nefes alamıyorum. Bir şey yap nolur geçsin, gitsin, sökülsün içimden anne dayanamıyorum... Canım çok acıyor anne nolur bir şey söyle. Yardım et, ölüyorum! Ahhh çok acıyor, anne çok özlüyorum, dayanamıyorum! Şuram sızlıyor. Kalbim ağrıyor! Anne ne zaman geçecek?"

 

Telefonuna sarıldı, arayacağım diye tutturdu, Sibel aramayacaksın diye güçlükle zaptetti, telefonu elinden aldı.

 

*****

 

*** Marquis de Sade

 

 

 

 

 

Loading...
0%