Yeni Üyelik
36.
Bölüm
@selinsafak

 

 

 

Avukatın ofisinden çıktığında hem amacına hem de babasına bir adım daha yaklaşabildiği için çok hafiflemişti. Büyük bir adım atmıştı ve devamını getirebileceğine şüphesi yoktu. İki yıl önceki ümitsizliğine göre geldiği yer, onu Şevket'e biraz daha yaklaştırmıştı. Babalar kızlarını fiziksel olarak büyütür, kızlar ise babalarını manevi olarak gözlerinde daima bir dağ gibi büyütür ve yüceltirdi. Çocukluğundan beri tüm sorunlarının çözümü olarak gördüğü babasına artık kavuşmak istiyordu. Kendi kendine koyduğu mühlet buraya kadardı. Reşit olacak, hukuk okuyacak ve babasını hapisten kurtaracak.

 

Son cezaevi görüşünde babası onunla gurur duyduğunu söyleyip sıkı sıkı sarılmıştı ve dünyalar o an Meyil'in ayaklarına serilmişti. Fakat görüşmenin ondan sonrası yine beklediği gibi gitmemişti. Bu sefer Şevket ahlaki öğütler vererek başını şişirmemişti. Başka bir şey. Lisedeyken avukatlık hayallerini babasına anlattığında adam sevinçle desteklerdi. Şimdiyse tek cümleyle her şeyi allak bullak etmişti.

 

"Benim davamı açmayacaksın. Kendi yoluna bakacaksın. İyi bir avukat olup kendi hayatını kuracaksın. Benim yedi senem kaldı, genel seçim öncesi bir af çıkar, iyi halden salıverilirim. Sen, bu davayı kurcalamayacaksın."

 

Hobaa! O zaman neydi bütün o yıllar boyunca kurduğu hayaller, dershane parası bulmak için onca çırpınması, şarkıcılıktan vazgeçmesi, müziğe sırtını dönmesi? Bunun anlamı neydi?

 

Sen benimle dalga mı geçiyorsun diye haykırmak istedi? Türkiye derecesini ben senin için yaptım! O zengin okuluna ben senin için kapak attım! Hiç ilgimi çekmeyen kanun kitaplarına senin için gömüldüm. Ben... Senin özgürlüğün için kendi sesimi kıstım... Müziğe sırtımı döndüm. Can damarımı kestim...

 

Elbette kendisine söylenenlerin tam aksini yapmakla övündüğü aklı ve fikri, onu İstanbul'un en iyi Ağır ceza avukatının ofisine götürmüştü. Adamın saatlik ilk görüşme ücreti bile Meyil'in on günlük harçlığından fazlaydı ve randevuyu okuldan bir hocası aracılığıyla ancak bir ay sonraya alabilmişti.

 

Avukatın ofisinden çıktığında ise elinde kocaman bir ümide karşılık devasa bir yokluk vardı. Şevket'in davası tekrar görülebilirdi. Meyilden aldığı bilgilerle avukat, olay yeri bulgularının eksik ve tanık ifadelerinin çelişkili olduğunu söylüyordu. Emsal davalarda yüzde yüz başarı elde etmiş ve birçok kişiyi, bunların arasında organize suç liderleri de vardı, müebbetten kurtarmıştı. Fakat ücreti astronomik derecede yüksekti. Meyil, ücreti duyduğunda küçük dilini yutacağını sanmıştı.

 

"Ben... Ücreti ayarlamak için biraz süre istesem? Size yeniden ulaşabilir miyim?"

 

Avukat cevap olarak kıza gülmüş ve isterse okulu birince yanında staja başlayabileceğini hatta davayı o zaman kendisinin yürütebileceğini söylemişti! Dört yıl sonra? Meyil o kadar bekleyemezdi. Bir yandan nam salmış avukatların dava başına bu kadar yüksek meblağlar kazandığını duymak da, çiçeği burnunda hukukçu egosunu okşamıştı.

 

O zamana kadar yapacağı şey belliydi. Derhal iş ilanlarına bakmaya başladı. Lisedeki tecrübelerine göre bir öğrencinin part time çalışabileceği garsonluk, tezgâhtarlık, stant görevlisi gibi işlerden o avukatın ücretini on senede bile kazanamayacağını biliyordu. Her zaman kilitli duran hazine sandığının kapağını yeniden aralamaya karar verdi. Şarkıcılık yapacaktı!

 

Öyle YouTube kanalına video yüklemek gibi işler değil. O iş pek ilerlememişti. İnternet öyle sandığı gibi biranda sizi meşhur ve zengin etmiyordu. Ya kimsenin aklına gelmeyecek kadar şaşırtıcı ve absürt olmanız ya da gerçekten yapılmamış dâhice bir fikir ortaya koymamız gerekiyordu fark edilmek için. Oysa dümdüz şarkı söylemişti. Oturduğu yerden... Ekipmansız, enstrümansız, doğaçlama...

 

Şimdi oturduğu yerden ayağa kalkmanın zamanıydı. Nereden başlayacağını bilmiyordu. İnternetten ilanlara baktı fakat müzik sektörü kapalı devre bir sisteme sahipti. Her şey kendi camiası içinde ağızdan ağıza iletişim, tavsiye, torpil çerçevesinde yürüyordu. Ülkedeki çoğu sektör böyleydi aslında, ne kadar yetenekli ve yetkin olursan ol, liyakat yoktu. Belli çevrelere sahip değilsen, geçmişten gelen bir portföyün veya tanıdığın yoksa seni uzaylı görmüş gibi karşılıyorlardı.

 

Sahne almak için ne yapacaktı? Barların kulüplerin kapısına gidip -ben geldim, sesim şahane bir dinlesenize mi diyecekti? Papaz ancak bir kez pilav yerdi ve Körfezde başına konan talih kuşunu, İstanbul piyasasında daha havalanmadan vururlardı. Ünlü ve zengin olmak için illaki birilerinin projesi, metresi, gözbebeği olmak gerekiyordu. Batılı anlamda ilk Britney Spears denemesinin kendisi olması, bir ütopyadan ibaretti. Sonu da iyi bitmiyordu üstelik.

 

Okuldaki müzik kulübüne daha ilk haftadan üye olmuştu. Oradaki müziğe ilgili öğrenciler arasında vakit geçirerek şansını denedi. Son sınıf öğrencileri ile sohbeti ilerletip maddi sıkıntıları nedeniyle iş aradığını söyledi. Biraz da ajitasyon ekledi. Annesinin dolandırıldığını filan zırvaladı, yoksa maddi durumu iyiydi ama annesine destek olmak istiyordu. Hafta sonları sahneye çıkabilse ne iyi olurdu? Taksim'de filan tanıdıkları var mıydı? Meyil'e hiç değilse açılış solisti olarak sahneye çıkaracak küçük bir bar olsa da olurdu.

 

Müzik kulübündeki herkes hobi olarak gitar, piyano çalan tiplerdi. Meyil'e Çince konuşuyormuş gibi baktılar. Birkaçı alay edip güldü. Unkapanı'na gitmesini söyleyenler oldu. Ebru Gündeş'in hayat hikâyesini örnek verdiler. Sen çok mu Yeşilçam filmi izledin dediler. Acun'un O Ses Türkiye yarışmasına katıl dediler.

 

Üçüncü sınıf hukuk öğrencisi kızlardan biri, kendisini anlamış gibi sokuldu. "Bu zengin bebelerine takılma, tok açın halinden ne anlar? Benim bir fikrim var." Diyordu. Meyil, uzun zamandır aradığı dert ortağını bulmuş olmaktan sevinçle Dilara'ya sarıldı. Ders çıkışında birbirlerinin yurt odasına gidip gelerek arkadaşlığı ilerlettiler, Dilara tecrübelerinden bahsetti, birbirlerine hikâyelerini anlattılar. Güzeller güzeli Dilara'nın sesi de kendisi de fevkalade güzeldi, Meyil 'den bile daha deli dolu, yırtık, ne istediğini bilen cevval bir kızdı. Meyil, yeni arkadaşının büyüsüne kapılmış ve onunla birlikte şeytanın bacağını kırabileceklerine olan inancı yükselmişti.

 

Meyil yalnız kaldığında yurttaki odasında internetten ünlü şarkıcıların nasıl ünlü olduklarını araştırmaya başladı. Hikâyelerin hepsi 1960-1970'lerin gazinolar dönemini anlatıyordu. Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Emel Sayın, Sibel Can en son Ebru Gündeş... Son yıllarda nasıl ünlü olunurdu hiçbir fikir edinemedi. Sanki o Bengü, Sıla, Hadise, Melike Şahin, Melek Mosso, Simge hep bir gecede bir single patlatarak ortaya çıkıvermişti.

 

Adını bildiği büyük yapım şirketlerinin adreslerini not etti. Elinde somut birer adresle aklında hiçbir soyut fikir olmadan düşündü. Ne diye gidilirdi?

-Merhaba ben geldim. Sesim çok güzeldir bir dinleseniz?

 

Sonra müzik kulübünde duyduğu bir muhabbeti hatırladı. Demo göndermek? Ünlü rejisörlere, yapım şirketlerine demo kaydı gönderip haber beklemek... Ama nasıl? Orijinal, güçlü bir şarkı bulması, o şarkıyı kaydedecek stüdyo, orkestra, ekipman, düzeltmeler için rejisör... Bunlara da para ve çevre lazımdı.

 

Başa döndü... Sahneye çıkmak tek çözüm gibi görünüyordu. Ona acilen nakit lazımdı, albüm çıkarmak şart değildi. İyi bir sahne ücretiyle bir yıla para biriktirirdi. Ya da davadan vazgeçerdi. Ya da bir milyonluk kartviziti olan ünlü avukattan vazgeçip sıradan bir avukatla anlaşıp işi şansa bırakırdı. Babasının davasını yeniden açmak için hukuk fakültesini bitirmeyi beklemeyeceği kesindi. Şevket'in kurcalama ihtarı Meyil'i daha da hırslandırmıştı.

 ...

 

Etiler, The Eclat Otel, 2022

 

Beşiktaş'taki yirmi yıllık meşhur Sipahi Otel'ini devralır almaz, egoist biri olduğu için adını değiştirdi. İşletme müdürü ve danışmanlarının yapmayın etmeyin, bu isimle tanınır demesine hiç aldırış etmedi. Hayatta her zaman kendi fikirleriyle ilerlediği için başkasının kurduğu işletme ne kadar köklü olursa olsun, o kökleri söküp atar ve en derinden başlamayı onur meselesi sayardı.

 

1998'te çıkan kumarhanelerin kapatılması kanunuyla Türkiye'deki tüm yasal kumarhaneler ya yurtdışına çıkmış ya da yeraltına inmişti. Kumarhanelerin yasal olduğu dönemlerde adını baronlar listesine yazdırmış ünlü kumarhane zinciri patronlarının çoğu ise artık piyasadan silinmiş yerlerini yeni kumarhanecilere bırakmıştı.

 

Arca, anne tarafından bu eski baronlardan birinin torunu olarak hem genetik kodlarının hem yetişme koşullarının ekmeğini yiyecek yeni kumarhane patronlarından biri olmaya adaydı. Fakat bu illegal ortamda var olmak ve bu sahte ışıltılı, yüksek kazançlı işin içine girmek göründüğü kadar kolay değildi. İstanbul'un yeraltı dünyasında henüz adı sanı duyulmamış 23 yaşındaki bir Adanalı için hiç kolay değildi. Bu yüzden büyükbabasının Adana'daki kumarhanecilik yıllarından hatırlı dostu olan ve hala bu âlemde sözü geçen, Kıbrıs ve Batum'da mekânları olan en büyük kumar baronlarından Nesim Çubuk'un kanatları altında başladı.

 

Yetmişli yaşlardaki ultra milyoner işadamı Nesim Çubuk'un sahibi olduğu Çubuk Holding'in genel merkezi İstanbul'daydı ancak ülke genelinde ofisleri, Monaco, Kuzey Kıbrıs, Güney Kıbrıs, İstanbul, Antalya, Ankara, Bodrum, İzmir, Adana, Batum, Sofya, Bulgaristan'da otelleri ve casinoları vardı. Arca, askere gitmeden önce kısa bir süre, Antalya'daki yeraltı casinosunda canlı oyun bölümünde pit boss yani operasyonu yöneten birinci seviye kritik yönetici olarak çalışmıştı. Casinolardaki rulet, poker, blackjack gibi oyunları barındıran live game departmanındaki bu yöneticiler, casino âleminde günah keçisi olarak bilinirdi, kritik bir pozisyon olduğu için üst yönetim kadrosundan direkt azarı ilk bunlar işitirdi. Arca'nın fıtratı elbette bu hiyerarşik sistemin en kritik pozisyonunda uzun vadede kalmaya uygun değildi, hayali kendi kumarhaneler zincirini kurmak olan deli fişek Kozanlı, sikerim işini deyip istifayı bastı ve Adana'ya döndü. Orada bir süre İl beyinin casinosunda güvenlik müdürü olarak çalıştı ve askerden döner dönmez kaçakçılık sektörüne girdi. Kısa sürede biriktirdiği parayla önce küçük zar ve poker oyunları oynatılan bir kahvehane işletmesini devraldı, gelecek yıl ise ilk kumarhanesini açtı.

 

Şimdi devraldığı beş yıldızlı otelinin en lüks süitinde yaşıyor, sıradan insanların tersine sabaha kadar kumarhanedeki ofisinde çalışıp gündüzleri uyuyarak baykuş gibi bir hayat yaşıyordu. Olmak istediği zirveye bir adım daha yaklaştığı yerde halinden memnun olsa da genç yaşında hızlı yükseliş yaşadığı bu ışıltılı dünyanın keyfini sürmekten çok uzaktı. Bu dünyanın en büyük handikabı illegal oluşuydu. İllegal yaşamakla bir sorunu olmasa da bıçak sırtında yürümenin stresini her daim uyanık olmakla sırtında taşıyordu. Oysa kumar oynamak ve oynatmak çok ağır bir suç olmadığı için çok sayıda kişi Kuzey Kıbrıs'a gitmek daha masraflı olduğundan İstanbul'da ceza ödemeyi tercih ediyordu. Bu hem kumar oynayan hem de oynatanlar için geçerliydi...

 

Kazandığı paranın büyüklüğü onun gibi soğukkanlı ve hırslı bir adamın bile matematiğini şaşırtmıştı. Adana kumarhaneleri hala işliyordu ve oluk oluk para kazanıyordu ancak İstanbul başkaydı. Daha ilk haftada çok büyük kumarbazlarla müşerref oldu. Cankıt denilen aracılar, kumarbaz portföyleriyle çeşitli şehirler hatta ülkelerden kumarhanelere müşteri sağlıyordu. Bunlardan kulağı delik olan birisiyle anlaşmış ve otelin yenilenen casinosundan haberdar edilmelerini sağlamıştı.

 

Cankıt, ulaştığı isimlere oteli tanıtıyor ve her hafta değişen parolalarla, "Kebap yaptık, canlı müzik de var. Sizi yemeğe bekliyoruz." diyordu. Bazen de, "Rakı balık partisi var, herkes olacak. Sizi de bekliyoruz" sözleriyle davet gönderiyordu. Telefonun diğer ucundaki kumarbaz, konuştuğu sesi ve yaptığı işi iyi bildiği için hemen "Okey" verip, adres ve saat istiyordu. Belirlenen adres ve saatte tüm kumarbazlar toplanıyor. Parola verildikten sonra müşteriler içeri alınıyor ve krupiyeler zarı atmaya başlıyordu... Parolayı bilmeyenler ve âlemde tanınmayanlar içeriye alınmıyordu.

 

Partiye gidenler önce yanında getirdiği paralarla oynuyor, bu para bitince de bunlara kredi imkânı tanınıyordu. Yüksek faizle kredi veriliyor ve senet imzalatılıyordu. Paralar daha sonra ya söz verildiği gibi ödeniyor ya da mafyöz yöntemlerle ama illaki tahsil ediliyor, kasa hiçbir zaman kaybetmiyordu.

 

Özellikle hafta sonları, havaalanında lüks jipler ve Mercedes Maybach'lerle karşılanan elit kumarbazlar oteldeki en büyük süitlere yerleştiriliyor ve krallar gibi ağırlanıyorlardı. Bunların arasında multi milyoner işadamları, Avrupa kraliyet ailesi mensupları, bakanlar, siyasetçiler, mafya liderleri, ünlü sanatçılar gibi her türden zengin kumarbaz bulunuyordu. Kimi sadece eğlence için kimisi de kumar tutkusu yüzünden sabahlara kadar casino ortamının renk cümbüşüne katılıyordu. Büyük kumarbazların hepsi otelin muhteşem dünya mutfağıyla, terasında bulunan yüzme havuzuyla, beş yıldızlı hizmetiyle, seksle, içkiyle hiç işi olmayan tiplerdi. Otele varır varmaz süitlerine eşyalarını bırakıp duş alıp tuvalete bile gitmeden soluğu casinoda alıyor ve kaldıkları üç gün üç gece boyunca kesintisiz kumar oynuyorlardı. Kaybettikleri milyon dolarlar ise Arca'nın servetine servet katıyordu.

 

Yıllık kazancı 2-4 milyon dolar arasındaydı. Bunun içinde yüzde otuzluk bir kısım büyük işletme giderlerine harcanıyordu. Sadece kumarhanede 300 personel çalışıyordu. Arca burada kurulu bir düzene gelmiş ve iyi yetişmiş hazır bir ekip bulmuş olsa da bunca çalışanın varlığı onun uykularını kaçırıyordu. Kendini her an hırsızlık ve hileye karşı tetikte kalmaya zorlarken daha az alkol alıp daha düzenli ve sağlıklı beslenmeye başlamıştı, bu işin iyi yanıydı.

 

Aylar boyunca otelinden dışarıya adım atmadan yaşadığı için personelin tamamını hiç kimseyle yüz göz olmasa da yakından tanımıştı. Hiçbir işini şansa ve güvene bırakmazdı. Aynı dikkati özel hayatı için de sürdürüyordu. Her zamankinden daha işkolik olduğu için kadınlarla pek işi olmuyordu. Ancak bazen fiziki ihtiyaçlarının bünyesini ve psikolojik dayanıklılığını zorladığı durumlarda hep aynı eskort aracısını arıyordu. Kendisine gönderilen kızlar konuşmayan, soru sormayan, ağzı sıkı, güvenlik taramalarından geçirilmiş ve sert tarzına uyum sağlayacak uslu kızlar oluyordu. Sarışın, uzun boylu, ince fizikli, güzel yüzlü olmaları ise tek zevkiydi.

 

...

 

İş arayışları sonuç vermiyordu. Öncelikle okulunun konumu İstanbul'un merkezi sayılan muhitlere o kadar uzaktı ki bu mesafeyi hiç hesaba katmadığı için çok pişman oldu. Keşke dağ başındaki Koç Üniversitesi yerine Beyazıt'taki İstanbul Üniversitesini tercih etseydim diye düşünmeye başladı. Beyazıt-Taksim arası tek otobüsle yarım saat sürüyordu, taksiyle 15dakika, istese tramvayla bile gelebilirdi. Geçiş yapmayı bile düşündü. Avukat parası için olmasa bile kendi geçimini sağlamak için çalışmak zorundaydı ve kampüsü gerçekten şehrin en ucundaydı, üstelik muhitin zenginliği nedeniyle toplu taşıma çok nadir geçiyordu. Ehliyet ve araba almayı da yapılacaklar listesine ekledi.

 

Sıkıntıdan patladığı bir hafta sonunda Körfez'e annesini görmeye gitti. Ona düşüncelerinden bahsetti. Sibel sakince dinleyip sıkıntılı halde başını salladı, sustu, sigara içti, biraz ağladı.

 

"Ne bileyim kızım. Aklım durdu. O avukatın ücreti imkânsız yani. Onu geç. Kendi harçlığını düşün. Zaten baban da af çıkacak demiş..." diyordu.

 

Meyil biraz kafa dağıtmak için Körfez'de kalan tek sınıf arkadaşı Buğra ile The Gulf'te buluştu. Akşam yemeği yiyip biraz sohbet ettiler, Meyil'in iş arayışına çözüm bulmak için kafa yordular. Meyil, sahnedeki canlı müzik grubuna kıskançlıkla baktı, iç geçirdi. Etrafta ne Nedim ne Arca vardı, yabancıladı, neredeyse tamamı değişen yeni kadroya gıcık oldu, mana buldu, söylendi.

 

Buğra ona "Ben de birkaç ay sonra yokum. Sensiz ve patronsuz buranın tadı kalmadı." diyordu.

 

Gecenin sonuna doğru ikili dertli dertli oturmuş biralarını yudumlarken kapıda bir hareketlilik oldu. Buğra ayağa fırladı, Meyil kapıya dönüp baktı. Onu gördü. Hollywood mafya filmlerinden araklanmış gibi görünen adeta ağır çekimle adımları müziğin ritmiyle yankılanır gibi ceketini savurarak giren Arca'dan başkası değildi. Buğra derhal hazır ola geçip genç adamı selamladı.

 

Meyil bu karşılaşmanın yaşanması için kalbinin en gizli köşelerinde dualar etmiş olsa da gecenin ilerleyen saatinde tüm umudunu kaybetmişken onu karşısında görünce sarsıldı. Dualarının kaynağı olan göğüs kafesinde kalp atışları tekledi, bakışları karşılaştığında dili tutuldu.

 

Arca ona kısa bir bakış atıp tek kaşıyla belli belirsiz selam verip önünden geçip gitti. Ardından bakakaldı. Elbette genç adam onun burada olduğunu biliyordu, o yüzden ne şaşkın ne hevesliydi. Kendisine bir kez daha neden burada olduğunu hatırlattı ve aniden sandalyesini iterek yerinden kalkıp Arca'nın peşinden gitti. Ofisine çıkan merdivenlerde arkasından seslendi.

 

"Arca?"

 

Arca duraksadı fakat dönüp bakmadı.

 

"A-Arca bi bakar mısın?"

 

Genç adam sinek kovar gibi bir hareketle elini sallayıp hızlı adımlarla merdivenleri çıkmaya devam etti. Meyil çığlık atacaktı ki ağzı bir karış açık ardından baktı. Buğra ile bakıştılar. Buğra üzgünce omuz silkti.

 

"Sana taksi çağırayım istersen?"

 

"Hayır! Onunla konuşmam gerek!"

 

Merdivenlere yöneldi fakat tanımadığı bir siyah takım elbiseli genç adam tarafından yolu kesildi.

 

"Noluyor be çekil!"

 

"Arca Beyin emri."

 

"Bana mı? Emri neymiş Arca Beyin? Çekil dedim!"

 

"Kusura bakmayın, patron rahatsız edilmek istemiyor."

 

"Bağırırım! O beni görmek zorunda! Bir anlaşmamız var! Söyle ona..."

 

"Sizi dışarı atmamı istemiyorsanız, güzellikle uzaklaşın bayan!"

 

"Bayan ne be kıro, sen benim kim olduğumu biliyor musun? Bu ne böyle? Paşam bana da mı yok çekiyor? Arcaaaaa?"

 

Diye bağırmaya başladığı anda Arca'nın koruması kolundan tutarak dışarı iteklemeye başladı. Meyil çırpındı.

 

Buğra araya girdi,

"Mustafa Abi yapmasana, Meyil yabancı değil. Aco abiye bi şeyetsek belki görüşür-dü. Sen bırak kızı, bak çok kızacak..."

 

Onlar tartışırken arkadan Nedim gelip, Mustafa'dan dışarı çıkmasını istedi. Meyil'in karşısına dikildi.

 

"Ne istiyorsun küçük hanım? Bana söyle."

 

Meyil ağlamaklı gözlerini hızlı hızlı kırpıştırdı. Nefes nefese bir adım geri çekildi.

 

"Hiç! Hiçbir şey istemiyorum. Allah kahretsin sizi, o piçe söyle! Bana imzalattığı o sözleşme var ya! Onunla mahkemede görüşeceğiz! Madem beni yanına bile sokmuyor..."

 

"Ayıp ediyorsun Meyil Hanım."

 

"Ben mi ayıp ediyorum? Beni yaka paça atmaya mı layık görüyor o zalim? Aşağılık! Ben size ne yaptım? İnsan bir merhaba der? Bu mu? Bu kadar mı?"

 

Anlamlı ve mantıklı cümleler kuramayacak kadar sarsılmıştı ve bağıra çağıra mekânın camını çerçevesini indirmek ve sonra gidip ağlamak istiyordu. Geri geri adımlarla kapıya doğru giderken ayağı takıldı, herkes ona bakıyordu, iyice rezil olduğunu düşündü. Kendini nefes nefese dışarı attı. Biraz soluklandı. Dışarıdaki güvenlik kameralarına bakıp Arca görsün diye el hareketi çekti. Telefonunu çıkarıp taksi durağını aradı ve onu buraya getiren ayaklarına lanet etti. Tek ayağını rap rap yere vurarak taksi beklerken Arca geldi.

 

Meyil hırsla başını öte yana çevirdi. Arca arkasında dikildi ve sakince bir sigara yaktı.

 

"Ne var Meyil?"

 

"Sana da merhaba Arca."

 

"Sen son sözünü söyledin, ben de anladım. Seni yeni hayatında rahat bıraktım. Ne istiyorsun?"

 

Meyil saçlarını savurarak genç adama döndü, menekşe gözleri nefret ve öfke doluydu. İşaret parmağını genç adamın göğsüne doğrulttu.

 

"O kadar da rahat bırakmadın. Sözleşmemi ver."

 

"Neden?"

 

"Ne demek neden? Ayrıldık biz."

 

"Aşk başka iş başka. Vermiyorum. Mahkeme falan demişsin, buyur elinden geleni ardına koyma."

 

"Arca? Tüm yayın haklarımı gasp ettin! Bu şekilde çalışamam! Amacın ne, beni süründürmek mi? Asıl sen ne istiyorsun?"

 

"Ben, keşfettiğim, eğittiğim, yatırım yaptığım solistim değerlenirse kar ortağı olmak istiyorum. Henüz değerlendiğin falan da yok. Sana albüm teklifi geldi de ben mi duymadım? Sen avukat olmayacak mıydın, ne oldu?"

 

"Benim çalışmam lazım."

 

"Bursun mu kesildi?"

 

"Saçmalama! Sanki bilmiyorsun?"

 

"Borç veririm. Ne kadar lazım? 1 milyon? Çek yazayım."

 

Meyil dişlerini sıktı. Bir milyonun anlamını düşündü. O avukatla görüştüğünü biliyordu demek, içinden kahretsin diye söylendi ve dudaklarını kemirdi. Arca'nın çok değiştiğini, o sıcak enerjisinin buz tuttuğunu düşündü.

 

"Adileşme! Senden borç istemedim!"

 

"İş mi istedin? Duyamadım?"

 

"Beni neyle cezalandırıyorsun? Komik mi sence? Eğleniyor musun?"

 

"Sen beni sensizlikle cezalandırıyorsun ya! Benim senin kararına saygı duymaktan başka bir şey yaptığım yok."

 

"Sen beni değil, benim özgürlüğümü istiyorsun! Sen, benim sana muhtaç olmamı istiyorsun! Sen, sana bağımlı bir zavallı istiyorsun! Sana bu şekilde dönmem."

 

"Ne şekilde dönersin?"

 

Meyil iki adımla genç adamın yüzüne sokuldu, Arca zaten başından beri çok yakınında duruyordu, burun buruna gelecek kadar sokulup bakışlarını gecenin kör vakti gibi karanlık gözlerinden aşağı dudaklarına kaydırdı. Bakalım o kadar da değişmiş miydi? Öpecek kadar yakınından fısıldadı.

 

"Ne istiyorsun Arca? Bana doğruyu söyle?"

 

Arca âdemelması belirginleşerek sertçe yutkunurken Meyil'in kokusundan ve cildinin berrak ışıltısından başı dönüyordu. Kızı bileğinden yakaladı.

 

"Seni geri istiyorum!" Diye hırladı.

 

Meyil diş sıkan bir gülüşle Arca'nın dudaklarına doğru bir nefes verdi. İnce bileği sanki adamın lav parçası gibi avuçlarında eriyordu.

 

"Ben satılık değilim. Hak etmen lazım. Beni geri istediğini böyle mi söylüyorsun? Ben buraya gelmeseydim, işe ve paraya ihtiyacım olmasaydı, sürünseydim, o zaman kendinle gurur duyacak mıydın?"

 

Arca, burnundan duman duman tüten kesif bir şehvetle dişlerinin arasından fısıldadı,

"Ben sana geldim Meyil. Senin için her şeyi yaparım."

 

Meyil göğsünü şişiren derin bir nefes alıp nefesini tuttu, Arca'nın kaya gibi sert ve kor gibi sıcak göğsüne tutunup kendini zevkten bayılana kadar onun kollarına bırakmak için dayanılmaz bir istek duysa da artık büyümüştü. Sadece kör hisleriyle yürüyen o saf kız değildi ve ona bir kez daha kapılmayacaktı. Kahretsin çok hoş görünüyordu, küçük imaj değişiklikleri adamı her zamankinden daha çekici ve yakışıklı hale getirmişti. Böyle amasız bir karizmanın karşısında erimemek çok zordu. Dişlerinin arasından fısıldadı,

 

"Yap o zaman."

 

Arca, bu buluşmanın şimdi bir kavuşmayla sonuçlanmayacağını anlamıştı, her ne kadar damarlarında kaynayan kanıyla Meyil'i o an oracıkta öpücüklere boğmak istiyorsa da, gururu Meyil'i tamamen ikna etmeden ona dokunmamaya kararlıydı. Bir kez dokunursa duramaz, onu kendinden uzak tutamazdı. Güçlükle bir adım geri çekildi.

 

"Bensiz yürümeyeceksin. Haber bekle."

Deyip arkasını döndü.

 

Hızlı adımlarla ofisine girip kendini içeriye kilitledi. Çalışma masasının üzerinde ne var ne yoksa iki darbede her şeyi yere döktü, sağı solu yumrukladı, hırsından masaya kafa attı. Çok derinden kırılan kalbinin üstüne vurdu, vurdu. Elli kiloluk bir kız çocuğu uğruna çektiği acılara lanet etti, kendi kendine küfürler yağdırdı hatta silahını başına dayayıp kendini vurmayı düşündü.

 

Meyil dakikalardır tutmakta olduğu diyafram nefesini boşaltıp rahat bir soluk verdi. Dizlerinden aşağısının bağı kesilmiş, Arca'nın karşısında bulunduğu ilk andan itibaren hissettiği gibi tüm uzuvları pelteye dönüşmüştü. Onun fiziksel çekiminin baş döndüren etkisiyle her defasında hayrete düşüyordu. Buz gibi karizması ve kavuran enerjisinde kızı sersem ediyor, tepeden tırnağa yakıyordu. Meyil, hiçbir erkeğin karşısında düşünmediği en ilkel arzularla kor ateş kesiliyordu.

 

Dakikalardır kendisini bekleyen taksiye binip sarhoş gibi sendeleyen adımlarla evine gitti. Annesine başının ağrıdığını söyleyip odasına kapandı ve yorganının altında Arca'yla çekilmiş fotoğraflarına bakarak uzun zaman sonra yeniden gözyaşı döktü. Birlikte çok güzel günler geçirmişler, uzun uzun konuşup dertleşmişler, çok gülüp eğlenmişlerdi. İlk kez bir erkeğe kendini ve tüm hayatını teslim edecek kadar güvenmişti. Onda tattığı tüm duygular öyle güçlüydü ki yoğunluğu hala nefesini kesiyordu. Kalbi hala sızlıyor, elleri hala onu çok özlüyordu. Onu hala deli gibi seviyordu. O gittiğinden beri başını yastığa yalnız başına koyduğu her geceden nefret ediyordu. Uykularından da rüyalarından da kaçmak istiyordu. Fantastik sevişmeleri aklına düştüğü an deliye dönüyor, sabahlara kadar sakinleşemiyordu.

 

İşte oradaydı. Seni geri istiyorum demişti. Ah, onu nasıl istiyordu bir bilseydi. Ardından akıttığı gözyaşlarıyla Adana'ya yeniden deniz getirebilirdi. Onunla Adana ziyaretlerindeki ve Kıbrıs tatillerindeki her sabah, öğlen, akşam ve gece burnunda tütüyordu. Onu tekrar görürse karşısında kayıtsız kalmaya daha ne kadar devam edebilirdi, kendisine hiç güvenmiyordu. En iyisi görmemekti...

 

Fakat ertesi sabah evin kapısı çalındı ve dün gece kendisini kulüpten dışarı atmaya çalışan Mustafa, bir zarf verip gitti.

 

Meyil hevesle zarfı açtı. Arca'nın imana gelip sözleşmeyi gönderdiğini umuyordu. Oysa yeni bir sözleşme ve pilot kalem vardı. Okudu. İmzaladı ve dışarıda bekleyen adamla geri gönderdi.

 

Bu nasıl bir oyunsa ne kazandığı da ne kaybettiği de hiç belli değildi. Ruhunu şeytana satmış gibi, tekinsiz bir sokakta gece yarısı tek başına yürür gibi veya bir karabasandan kan ter içinde uyanmış gibi hissediyordu. Fakat sabahın ilk ışıklarını gördüğü kesindi.

 

İstanbul'a döner dönmez yurda eşyalarını bırakıp üzerini değiştirdi, güzel bir elbise giyip süslendi ve Arca'nın yeni şirket adresine gitmek için taksiye bindi. Bu kez daha sakin, daha mantıklı ve profesyonel davranmaya kararlıydı. Yeni sözleşmesi kendisi için kazançlı vaatler içeriyordu ve Arca'ya eli mahkûmdu. Gönlü de hala mahkûmdu ama o meseleyi idare edebiliyordu. Eğer özür dilerse iş ortağı olarak seviyeli bir ilişkiye bile başlayabilirlerdi. Ancak ofisine girer girmez hiç ummadığı bir şeyle karşılaştı. Arca kapının içinde onu ayakta bekliyordu. Tek kelime etmeden onu kollarına alıp öptü.

 

Meyil bunu o kadar beklemiyordu ki nefesi kesildi. Bir an akşam olanları anımsayıp hırsla adamı tokatlamayı düşündüyse de mengene gibi kolların sıcaklığı hırslarına baskın geldi. Kesik bir soluk alınca burnuna genç adamın ferah erkek parfümüyle tatlı tütün kokusu doldu, ağzının içini zapt eden dilinin kıvraklığıyla iki göğsünün arasına bir kor düştü, kolları yavaşça ikisinin gergin bedenleri arasında kalktı ve Arca'nın göğsüne tutundu, dudakları saf bir arzuyla o sert öpüşe karşılık verdi.

 

Arca kızın öpüşüyle hafifçe hırlayıp Meyil'in ince bedenini daha sıkı sardı, sert tutuşlarla belini kavradı, kollarında kızı yükseltti, nefessiz aç öpücüklerle Meyil'i kucakladı.

 

Meyil arzudan başını döndüren öpüşmenin arasında kollarıyla Arca'nın boynuna dolanıp hafifçe inledi. Dudaklarını dişleyişindeki vahşi ton, canını yakıyordu fakat bacaklarının arasında feci bir sızı peyda olmasına engel değildi. Arca elbisesinin eteklerini pençelerken Meyil tek bacağını da adamın gövdesine sardı. Öpüşe sarıla odayı geri geri adımlayıp büyük masaya kadar geldiler. Meyil, dudakları boynunu öpmek için dudaklarından ayrılan adamın tutkulu saldırısına karşı koyamayacak kadar kendini kaybetmişti. Arca'yla hemen oracıkta deliler gibi sevişmek için yanıyordu fakat bir anlığına Körfezdeki o uğursuz geceyi hatırladı, teni soğudu.

 

"Arca yapma." Diyebildi.

 

"Konuşma!"

 

"Hani benim kararlarıma- ahh... Arca? Saygı... Duyacak-tın?"

 

Sırtı masayla buluştuğunda göğsü körük gibi şiddetle inip kalkıyordu, kızarmış ve terlemişti. Nefes nefese ellerini adamın gövdesinden çekip onu göğsünden ittirdi.

 

"Öldüm hasretinden, sus. Sensiz nefes alamıyorum. Sus... Ne istersen yaparım. Deliye döndüm, sus."

 

Meyil duygu yoğunluğundan büsbütün sersemlemiş halde yüzünde aptal bir sırıtış ve gözünde bir damla yaşla yalvardı.

 

"Yapma nolur. Sana karşı koyamıyorum. Devam edersek... Ben... Tükeneceğim."

 

Arca da o sözlerle buz kesti, Meyil'i çoktan yere bırakmıştı ve ellerini teslim olur gibi kaldırıp iki adımla ondan geriye çekildi. Yakışıklı yüzünü mahzun ve kırgın bir ifadeyle yere eğişi ve dudaklarını acıyla ısırışındaki tavır, Meyil'i kahretti, daha şiddetle ağlamaya başladı.

 

"Kusura bakma." Deyince daha da kahroldu.

 

Hıçkırarak, "Özür dilerim. Seni... Seni nasıl istediğimi bilemezsin Arca! Kahretsin ölüyorum! Seni nasıl özlediğimi..."

 

"Sus Allah aşkına Meyil."

 

"Bir kez daha dokunursan sözümün arkasında duramam. Sana ihtiyacım olduğunda yoktun, şimdi gelme! Ya da gel, her şeyimi al. Ama ben, sana yeniden teslim olursam ben olarak kalmam."

 

"Seni hiç anlamıyorum. Kapa çeneni. Zorla değil, anladık. Sana bir daha uzanırsam elim kırılsın. Tamam mı? Otur şuraya iş konuşacağız. Elimi yüzümü yıkayıp geleceğim, bir yere gitme!"

 

Meyil az önce yaslandıkları masaya utanç dolu bir bakış atıp gözyaşlarını parmaklarına sildi ve biraz soluklandı. Hayatının en zor anlarını bu şekilde bir ikilemde yaşamaktan nefret ediyordu. Etrafa bakıp kendini haklı çıkaracak deliller bulmayı umdu. Bu lüks semtteki ofisi ne için tutmuştu? Ne iş yapıyordu, eskisinden daha mı zengindi? Hala birilerini mi öldürüyordu yoksa başka kirli işler mi çeviriyordu?

 

Gerçi en sevdiği ders olan Anayasa Hukuku hocası ilk gün, "Avukat, müvekkillerinin çıkarlarını hasmının zararlarını gözetmeden, sert bir biçimde savunmak zorundadır. Çünkü meslek ödevi bunu gerektirir." Demişti. Ama o, Arca'yı bir türlü aklayamıyordu.

 

Arca az önce ayaküstü sevişmek üzere değillermiş gibi kaskatı, ruhsuz bir ifadeyle geri gelip çalışma masasının arkasındaki koltuğuna oturdu. Meyil ona bakmaya cesaret edemezken o dimdik bakışlarını hala titreyen kıza dikip sakince konuştu.

 

"Eski sevgilimle dost kalmaya ya da iş ortağı işte neyse! Pek alışkın değilim. Bir daha olmaz, affedersin. Sözleşmeye dönelim. Ne içersin?"

 

"Su."

 

Arca masanın üzerindeki telefonu kaldırıp birer su söyledi. Çekmecesinden bir evrak tomarı çıkarıp Meyil'e doğrulttu.

 

"Okudun mu?"

 

"Okudum."

 

"İmzalamana sevindim. Bu yolu beraber yürüyeceğiz. Sana çok iyi fırsatlar bulabilirim. Bağlantılarım var. Üstelik müzik piyasasında hırpalanmanı istemem."

 

"Yeni bir şirket mi kurdun?"

 

"Devraldım."

 

"Hayırlı olsun. Ben, albüm çıkarmayı değilse de belki bir yerlerde sahne almayı düşünüyordum. Albümü görünce şaşırdım. Annemle konuştuk ve yapmaya karar verdim. Okulla aynı anda yürütebilirim. Paraya ihtiyacım var. Fazlası beni bozmaz."

 

"Fazla para kimseyi bozmaz. Ya da bozar!" Deyip arkasına yaslanarak güldü Arca. Bir sigara yaktı, kıza ikram etti.

 

Meyil içmediğini söyledi. Bacak bacak üstüne attığı deri koltukta huzursuzca kıpırdandı ve hala Arca'nın yüzüne hiç bakamadığını düşününce biraz kızardı. Perçemlerinin altından o zalim surete kaçamak bir bakış attı. Böyle hiçbir şey olmamış gibi maske takınarak devam edemeyeceğini anlayıp boğazını temizledi ve başını kaldırdı.

 

"Arca? Affedersin. Hislerinle oynamak gibi bir niyetim yok. Ben de zorlanıyorum."

 

"Orası belli. Sırılsıklam olduğuna eminim ve de kanıtlayabilirim."

 

"Ah! Pis mafya şimdi de müneccim mi oldun?"

 

"Konuşarak aşabileceğini mi sanıyorsun? Benim daha iyi bir fikrim var."

 

"Seninle yatmayacağım!"

 

"Sen kaybedersin."

 

"Tek kaybeden ben olmam! Kes şunu! Lütfen?"

 

"İş konuşuyorduk, sen lafı değiştirdin."

 

Meyil bu konuşma esnasında tamamen sırılsıklam olduğunu ve nabzının neredeyse boğazından dışarı çıkacağını hissediyordu. Onunla bu şekilde konuşmaya cüret edişinden tiksiniyordu ama tüm uzuvları felce uğramışçasına kamaşmıştı. Adi herif onu fena halde azdırıyordu. Mart kedisi, şu halini tarife az kalırdı. Çiftleşme dönemi gelmiş bir dişi aslan gibiydi.

 

Soluk soluğa kaldığını belli etmemek için başını öte yana çevirdi. Kupkuru olan dudaklarını yaladı, biraz su içti. Yerinden kalkıp bulduğu ilk sert cisimle adamın kafasını yarmak veya kucağına atlamak arasında Araf'taydı. Bacak bacak üstüne atarken sımsıkı kilitlediği bacakları kaskatıydı. Yerinden kalkmaya gücü yoktu. Yerdeki granit karolara bakarak biraz oyalandı.

 

"Meyil neden bir otele gitmiyoruz? Neden yeniden başlamıyoruz? Bize bunu yapma! Ateşle barut gibiyiz ve tutuşmadan normale dönemeyeceğiz."

 

"Kendi adına konuş! Hem sen kaç ay naptın Rusya'da? Yok muydu hararetini alacak ilik gibi Rus hatunlar? Bana mı kaldın?"

 

"Sen güneşimdin. Sen yokken kör oldum. Kim yerini tutabilir?"

 

"Ha denedin yani?"

 

"Sen de denedin."

 

"Böyle bir yere varamayacağız. En iyisi ben kendime bir menajer bulayım, seninle o muhatap olsun!"

 

"Ya da eve gidelim?"

 

"Arca yeter!"

 

Arca tam yerinden kalkıp kızın önünde diz çökmek için niyetlenirken Meyil'in aksi tavrıyla yine öfkelendi, masanın üstünde sinirli sinirli ritim tutmaya başladı. Döner koltuğuyla kendini geriye çevirdi, pencereden dışarıya İstanbul manzarasına baktı.

 

"Zorlanıyormuş da, hislerimle oynamıyormuş da! Külahıma anlat... İstediğin her şey bende var! Sen o sümüklü ergenlerle, o züppe okulunda, o boktan yurtta, o sefil öğrenci hayatını yaşayacak kadın değilsin! Seni iliklerine kadar tanıyorum! Seni senden iyi tanıyorum ulan! Sen, daha ilk günden en büyük hayalim dediğin o üniversiteden hevesi geçmiş, ukala, bencil, şımarık, hırslı bir sürtüksün! Güç ve para için bana geldin! Elde ettiğin zaman benden yine sıkılacaksın çünkü şıpsevdisin! Ne istediğini bilmiyorsun! Çocuksun sen! Ruhunu şeytana satmış aptal bir çocuksun! Ve senin şeytanın benim... Bana geldin çünkü aklamaya çalıştığın çürük vicdanındaki karanlığı bilen tek benim."

 

Meyil öfkeyle burnundan soluyarak ayağa fırladı, hiddetten titreyerek bir çığlık attı.

"Yeter! Narsist psikopat! Beni bu şekilde manipüle edemezsin! Ben aptal da değilim, çocuk da değilim, şımarık hiç değilim! Sadece kendi ayaklarımın üstünde durmaya çalışıyorum ve bunu sesimle yapacağım! Sen beni keşfetmiş olabilirsin ama üstümde bu şekilde tahakküm kuramazsın!"

 

"İstesem üstünde öyle bir tahakküm kurarım ki bir hafta o güzel kıçının üstüne oturamazsın! Net ol artık Meyil! Mert ol ulan! Bana kelime oyunu yapma!"

 

"Sen bana bir dünya hakaret et sonra... Aaaayy! Yeter be! Ben gidiyorum! Seninle kavga etmeye gelmedim. Atılacak başka imza varsa söyle, yoksa ben gidiyorum."

 

"Git ulan!"

 

"Stüdyoda görüşürüz sevgili yapımcım! Ha sözleşmede iban numaram var, bi zahmet avans alayım?"

 

"Avans senin köpeğin olsun! Siktin belamı, defol git elimden kaza çıkmadan! Sana karşı bir daha bu kadar sabırlı olmayacağım!"

 

"Kudur Arca! Hatta ne yap biliyor musun, elini yüzünü yıkamak seni kesmediyse git bir banyo yap, sağ elinle beni düşünerek ağla!"

 

"Ben solağım yalnız!"

 

"İyi, dikkat et abdesti de tersten almayasın. Domuz!"

 

"Şımarık!"

 

Meyil geldiği gibi hızla çıkıp gitti. Sokağa çıktığında minik çantasında metroya binmek için İstanbul kartını ararken kendi kendine gülüyordu. İyi bir sekse ihtiyacı olduğu doğruydu ama iyi bir kavga da en az seks kadar tatmin ediciydi.

 

*****

 

 

 

 

 

Loading...
0%