Yeni Üyelik
42.
Bölüm
@selinsafak

 

Meyil, yapım şirketinin kendisinden istediği demo kaydı için Arca’nın kiraladığı profesyonel müzik stüdyosuna girdi ve bir Yıldız Tilbe şarkısı okudu. Demo için söyleyeceği şarkıyı Arca seçmişti. Neredeyse iki yıl önce The Gulf’te onu işe almasına yarayan Küçücüğüm şarkısıydı. Kayıt kusursuz bir şekilde hazırdı, bir de küçük klibe ihtiyaçları vardı.

 

Klip çekimi için Arca ona bekle, dediyse de Meyil ve Ece, Ece’nin YouTube kamerası ve ışığıyla kendileri amatör bir klip çekmeye karar verdiler. İstanbul’da gezip tozacak çoğu yeri bitirmiş ve yeni macera peşindeydiler, klip çekme fikri ikisine de çok havalı bir işmiş gibi geliyordu. Çekim için Arca’nın oteline gittiler, bir oda kiraladılar ve resepsiyona Arca’nın çekim yapmak için izni olduğunu söylediler. Yanlarında getirdikleri valiz dolusu kostümü giyip çıkarıp farklı makyaj ve kostümlerle sahneler planladılar. Otelin havuzunda, terasta, lobide, merdivenlerde, odada, banyoda bir sürü sahne kurgulayıp kendi kendilerine eğlenerek çekim yaptılar. Ece montajı halledeceğini söylüyor, Meyil’i kılıktan kılığa sokarak bir sanat yönetmeni edasıyla direktifler veriyordu.

 

Arca o sırada günübirlik bir iş için Adana’da bulunuyordu, Nedim olanları anlatmak için onu arayıp üstü kapalı bir sıkıntıyla kızları şikayet etti, Arca cep telefonuna yüklü kameralardan otelin açık alanlarını izleyip sevgilisine güldü ve Nedim’e, -bırak eğlensin nasılsa yayınlamayacak, dedi. Oysa o amatör klibin yayınlanmasından daha büyük bir sorunu vardı.

Meyil, otelin içinde güzel sahneler yakalamak için binanın altı katını köşe bucak gezerlerken her nasılsa aklına Arca’nın suitini kullanmak geldi. Üzerinde pul payetli minicik bir elbiseyle otelin kapalı otoparkındaki Arca’ya ait üç lüks arabanın üstünde bazı sahneler çekmişlerdi.

Ece, “Kanka arabalardan biri açık olsaydı bari, böyle önünde amele gibi oldun!” diye takıldı.

Meyil hak vererek düşündü, Arca’dan anahtarları istese herhalde verirdi. Sadece Lamborghini’nin ön koltuğunda birkaç poz vermek istiyordu, ne olacaktı ki? Arca’yı aradı fakat adam telefona cevap vermedi. Araba anahtarlarının, odasındaki konsolun üzerinde asılı olduğunu hatırladı, sahi o dehşetengiz spor arabaları niye hiç kullanmamıştı, insan sevgilisine Boğaz Köprüsünde gıcır gıcır kırmızı Ferrarisi veya çelik grisi Lamborghinisi ile bir tur attırmaz mıydı? Bunun hesabını soracaktı. Daha önce defalarca kez gelip kaldığı odaya otoparktan direkt çıkış yapan bir asansör olduğunu da biliyordu.

 

Ece’ye, “Anahtarlar Aco’nun suitinde, hem odanın manzarası çok güzel, birkaç sahne alırız, gel.” dedi.

“Kızmasın?”

“Yok canım bana kızmaz.”

“Ne bileyim özel eşyası falan vardır?”

“Gel sen gel, benden özeli olamaz onun! Yalnız lobiye kadar yürümeyelim, şurada bir asansör vardı, şifresini biliyorum.”

 

Arca’nın onu otele her getirdiğinde otoparktan suitine çıkmak için direkt kullandığı şifreli özel asansör, otoparkın içindeki gizli bir bölmeyle ayrılmıştı. Ece etrafa bakınırken bu işte bir gariplik olduğunu sezdi, yasak olan bir şeyi yapmanın suçluluğu ve endişesiyle,

“Hiç böyle bir sistem görmemiştim. Bu ne kızım ya?” diye mırıldandı.

“Hayatında kaç tane beş yıldızlı otel gördün sanki!”

“Senden daha çok gördüğüm kesin. Bu asansör niye şifreli ki?”

“Sadece Arca’ya ait o yüzden.”

“Peki o niye herkesle aynı asansörü kullanmıyor?”

“Çünkü asosyal! Üstelik işime geliyor.” Deyip Meyil kıs kıs güldü.

Ece onun gülüşünden ve yüzündeki pembelikten bu asansörde bazı fantezilerin yaşandığını anlayıp arkadaşına şakayla bir çimdik attı.

“Kaşar karı!”

Meyil asansör aynasına yüzünü yaslayıp kalçasını geriye kıvırıp şuh bir poz verdi,

“Böyle çek beni.”

Ece birkaç poz aldı. Meyil, Arca’nın odasına çıkan altıncı numaraya basacakken duraksadı,

“Eksi iki’de ne var merak ettim.” Dedi ve çat diye altı numara yerine bulundukları eksi birinci katın altındaki eksi iki düğmesine bastı.

Ece iyice huzursuzlandı, “Kanka depo falandır, ay karanlıktır, korkarım ben! Napıyon salak!” Diyerek düğmelere uzanıp altı numaraya bastı.

Ancak asansör yazılım gereği önce aşağıya doğru hareket etti, Meyil arkadaşına bakıp sırıttı, asansör zemine oturdu ve otomatik kapı önlerinde hiç tahmin etmedikleri ışıltılı bir dünyaya aralandı. İki genç kız çeneleri düşecekmişçesine ağızları açık, gözleri yuvalarından fırlayacakmışçasına dehşet içinde bakakaldılar. Karanlık, izbe bir depo beklerken önlerinde uzanan kırmızı, sarmaşık desenli halı, ışıl ışıl bolca aydınlatmayla göz kamaştıran, şık, lüks ve müzikli bir kumarhaneye yol gösteriyordu.

Ece nefes nefese yutkundu, “Ha sik-tirr!”

Meyil ilk şoku atlatamamış olsa da arkadaşını bileğinden tuttuğu gibi önünde beliren gökkuşaklı, müzikal ahenkli ve hoş rayihalar içinde uzanan kumarhanenin girişine çekiverdi. Adeta bindikleri asansör değil, düştükleri uzay-zaman düzlemindeki bir solucan deliğiydi ve kendilerini başka bir boyuta ışınlayıvermişti.

Onları ilk farkeden kumarhanenin siyah takım elbise giyimli, izbandut kılıklı, silahlı özel güvenliği oldu ve seri adımlarla karşılarına dikildi.

“Hoş geldiniz.” Deyişinde nazik bir karşılamadan daha çok, tehditkar bir soru ifadesi vardı. Bu iki genç kız kimdi ve buraya nasıl gelmişlerdi? Burası Kıbrıs değildi ve davetsiz misafire yer yoktu. Gelecek olan herkes, önceden tüm ekibe bildirilirdi.

Meyil gördüğü inanılmaz manzaradan bakışlarını ayırmadan kesik kesik konuştu,

“Biz… Arca Beyin özel misafiriyiz. Ben Meyil Akyüz. A-Arca’nın sevgilisiyim. Haberi var!”

Güvenlik görevlisi öyle dimdik bakıyor ve önlerinde adeta etten bir duvar gibi dikiliyordu ki Meyil, biran kendine olan güvenini kaybetti, dudaklarını ısırıp sustu.

Güvenlik görevlisi kulağındaki bluetooth kulaklıktan,

“Faruk Bey 0 numaralı asansör girişine bakar mısınız?” Diye konuştuktan sonra genç kızlara dönüp saygılı fakat delip geçen bir ifadeyle yol gösterdi,

“Buyrun efendim, sizi şöyle alalım.”

Kumarhanenin az önce 0 numaralı asansörü olduğunu anladıkları girişinden güvenliği takip ederek giriş bankolarının bulunduğu kısma geldiler. Burada şık masalar ardında mekandan ve her şeyden daha da şık karşılama görevlisi iki hostes bekliyordu. Meyil, kadınların güzelliğinden, giyim kuşamından, makyajından, alımlı tavırlarından iyice dehşete düştü. Cennet önizlemesi daha da sahici olmaya başlamıştı. Daracık yelekli ve mini etekli bordo renkli takım elbiseleri içinde biri sarışın biri esmer iki afet kendilerine gülümseyerek kimliklerini ve cep telefonlarını rica ediyordu.

Ayağını sabırsızca yerde ritim tutturarak,

“Ben Arca’nın sevgilisiyim dedim, anlamadınız galiba!” diye çıkıştı.

Dudakları en az dört milim dolgu enjeksiyonu ile şişirildiği halde iki milim de dudak kalemi marifetiyle büyütülmüş, çıkık elmacık kemikli seksi esmer, bembeyaz dişlerini sergileyen kusursuz diksiyonu ile yapay zekaya sahip bir robot gibi gülümsedi.

“Çok memnun oldum hanımefendi. Kimliklerinizi oyun kaydınız için, cep telefonlarınızı ise güvenlik için rica ediyorum. Prosedür özel konuklarımız için de geçerli efendim.”

Ece, korkudan bembeyaz kesilmiş, Meyil’e “Gidelim.” Diye fısıldayıp duruyordu.

Meyil ise öfkeden taşa dönmek üzereydi. Hangi yana çatacağını bilemiyordu ama kafasında bazı savaş sahneleri belirmeye başlamıştı.

O sırada Nedim, yanında kumarhane müdürü Faruk ile birlikte geldi. Meyil’i sertçe kolundan yakalayıp bir odaya çekiştirdi ve kapıyı üzerlerine kapattı.

“Sen ne baş belası şeysin be! Otur şuraya, Arca gelene kadar sesini çıkarma!”

Meyil çocukça bir şaşkınlıkla, “Kumarhane burası! Baya bildiğin kumarhane! Napıyorsunuz burada? Ben mi baş belasıyım? Ulan adamın yeraltında kaçak kumarhanesi çıktı! Yuh be yuhh! Ben de diyorum nerden geliyor bu değirmenin suyu? Yok akıllanmış da, yok yasal işler yapıyormuş da! Beyimiz Las Vegas’ı ayağımıza getirmiş meğer! Biz de klip çekelim derken az daha Ocean’s Eleven çekiyormuşuz! Ara şunu gelsin! Ah benim salak kafam… Yine güvendim o piç kurusuna!”

Nedim, “Keşke tekrar karşısına çıkmasaydın.” diye homurdandı.

Ece az sonra sakinleşmiş halde hevesle sordu,

“Ee Arca gelene kadar biraz takılsaydık Nedim Abi, olmaz mı? Kart şeyetsene bize? Slot falan… Ayy ilk kez casino görüyorum, aynı filmlerdeki gibi!”

“Ya sabır, la havle!”

Arca uçakta olduğu için telefonuna kimse ulaşamıyordu, Nedim de kızlarla ne yapacağını bilemez halde güvenlik müdürünün odasında öylece bekliyordu. Müdürünü bu zaafiyetinden ötürü gebertmeyi düşündüyse de boşunaydı! Kıza gizli asansörü öğretip şifresini veren de koca otelde şımarıkça video klip çekmesine izin veren de Arca’nın ta kendisiydi. Muhtemelen geldiğinde kızlara sınırsız kredi verip oyun masalarına da oturtacaktı.

 

Nedim’in tahmin ettiği gibi oldu. Kızlar gece yarısı kumarhanedeki özel çekiliş için bedava biletler ve Arca’nın kendilerine açtığı onar bin liralık krediler ile mekanda özel konuk olarak ağırlandı. Fakat öncesinde bazı kavgalar edilmiş, ayrılık sözleri havada uçmuş, tehditler savurulmuş, cam çerçeveler inmiş hatta Arca’nın yeni Lamborghini’si Meyil tarafından ağır hasarlı duruma getirilmişti.

 

Arca’yı lobide bekleyen Meyil, açtı ağzını yumdu gözünü ve onu böyle korkunç illegal bir işe nasıl karıştığı yönünde suçlamaya başladı. Yakalanırsa ne olacaktı, delirmiş miydi, kumar oynatmak yasaktı, yasağı delmek ne kelime alt katta Casino Royal seti kurulmuştu, o ne biçim adamdı, kendini James Bond mu sanıyordu, hiç mi düzgün iş yapamazdı?

Bağırış, çağırış, gözyaşları, itiş kakış esnasında Meyil eline ne geçirdiyse sağa sola fırlattı, lobideki camekanların bazıları kızın hışmına uğradı, kavga otoparkta devam edince eline geçirdiği demir çubukla Arca’nın yeni arabasının camlarına saldırdı ve hırsını atana kadar vurdu, avazı çıktığı kadar bağırdı.

“Senden nefret ediyorum domuz! Pislik! Sen adam olmazsın Aco! Geber de kurtulayım adi herif! Pis mafya! Bana verdiğin para buradan mı geliyordu ha adi şerefsiz! Ne için, bu araba için mi? Al sana araba! Al sana otel! Al sana Meyil!

“Aşkım ben kendimi sağlama aldım merak etme. Kumarhane olmasa ben bu kadar kısa sürede o milyonları nasıl kazanayım? Benim Adana’da da kumarhanelerim var, ne yapayım baba mesleği, istesem de koparmıyorum Allah’ıma kitabıma sevdiğimden değil! Hem ben asla kumar oynamam.”

“Şuna bak özrü kabahatinden büyük! İğrenç bir insansın Arca! İflah olmazsın! Dejenere herif! Yürüyen sabıka dosyası! Ultra premium mafya! Kötülük abidesi! Nefret ediyorum senden! Ayrılıyorum senden tamam mı bitti bu iş! Bir daha yüzümü bile göremeyeceksin!”

“Gülüm yapma gözünü sevdiğim, işim bu, hayatım bu, her şey ikimizin geleceği için.”

“Ne geleceği be? Kumardan gelecek mi olur bay kriminal denyo? Yakalansan kaç sene yatarsın biliyor musun? Ben de ne güzel sevgilim işadamı oldu diye seviniyorum, kendini düzelttin sanıyorum. Yalancı ahlaksız! O hostes kızlara ne demeli? Allah bilir hepsiyle yatıyorsundur!”

“Tövbe haşa, gülüm ne yatması? Hadi benim günahımı aldın, namusuyla çalışan hanımlara dil uzatmak sana yakışıyor mu?”

“Siktir ordan! Onlar niye o kadar güzel? Öyle minicik giyiniyorlar, bir dünya makyajla parfümle salınıyorlar ve sen yan bile bakmıyorsun öyle mi? Külahıma anlat şeytanın Adana şubesi!”

“Abooo! Sen şimdi benim kumarhane işletmeme değil de krupiyer kızların güzelliğine mi takıldın? Yem onlar kızım yem! Kumar camiasında köstek denir. Kumarbaz avlamak için…”

“Hani namusluydular, alçak! O kızlardan herhangi biriyle yattın mı yatmadın mı, babanın üzerine yemin et!”

“Allah kitap çarpsın ki elimi bile sürmedim! Babamın ölüsünü öpeyim ulan! Adamda mecal bırakıyorsun sanki, tövbe estağfurullah!”

Meyil ağlayarak yere bağdaş kurmuş saçını başını yoluyor ve hakaret küfür beddua ağzına geleni söylemeye devam ederken hıçkırıklara boğuluyordu.

Arca onun yanına çöktü, ellerine uzandı, ladınların üzerinde müthiş etkileyici olan o tatlı hüzünlü gülümsemesi ile,

“Gülüm bakele, nefsi tok olan adamı başka kadınların güzelliği de çıplaklığı da cezbetmez! Aç nefis uçkuruna, tok nefis gönlüne yatana bakar! Anladın? Gel ben sana bir türkü okuyayım bak, sakinleşirsin.”

Meyil onu kendinden uzaklaştırmak için ittirdi, Arca uzaklaşmadı bilakis kolunu kızın beline sardı, boynuna sokuldu.

“Aşkım affet. Sana baştan söylemem gerekirdi. Şok oldun tabi. Anlamanı beklemiyorum ama böyle, gördüğün gibi. Benim dünyamda ya yükselir ya ölürsün. Düzgün iş tutmak diye bir ihtimal yok. Aile mirasım bu. Sakladığım için affet. Gel buraya.”

Meyil artık bağırmaktan yorulmuştu, ince ince hıçkırarak içini çekti. Arca onu kucaklayıp asansöre bindirirken kulağına bir türkü mırıldanmaya başladı. Meyil onun sesinin çok güzel olduğunu biliyordu ama ne kadar ısrar etse de Arca hiç söylemiyor, saz çalmıyordu. Bu üçüncü defa söyleyişiydi.

Arca, kızı bam telinden nasıl vuracağını biliyordu. Şarkı söyleme kozunu zor günler için saklamış ve böylece daha etkili hale getirmiş oluşundan memnun oldu. Birbirlerini neden bu kadar çok sevdiklerini, nasıl böyle tastamam iki ruh olduklarını notalarda buluştuklarında daha iyi anlıyorlardı fakat bu bilişsel bir anlayış, zihin düzeyinde bir işlem değildi. Kalpten kalbe elektrik iletimleri gibi maddi boyutların üzerinde bir hisler yumağı, metafizik bir buluşmaydı.

Arca odasında sazını eline alıp, Neşet Ertaş’tan ‘Sen Benimsin, Ben Seninim’ türküsünü okurken Meyil eridi bitti. Nakarat kısmında aklını unutup ta ciğerinden okurken Arca meftun bakışlarını Meyil’in ıslak gözlerinden ayırmadan sazın tellerine vurdu. Meyil bir kez daha, ölesiye, kahrolasıya, sonu nereye varırsa varasıya çarpılır, mıhlanır, erir, delice kapılırken genç adamdaki sesin bir ses değil ancak bir avaz olduğunu düşündü. Bu yüzden her zaman türkü okumuyordu. Yaralı insanlar çok iyi bilirdi ki o avaz ancak insanın yüreği patlamak üzereyken çıkardı o boğazdan.

 

Beni eller kimi görme

Sen benimsin ben seninim

Gel seni benden ayırma

Gel seni benden ayırma

Sen benimsin ben seninim

Sen benimsin ben seninim

 

Senin kalbin benim Kalbim

Sana malumdur benim halım

Kaçma benden nazlı gülüm

Kaçma benden nazlı gülüm

Sen benimsin ben seninim

Sen benimsin ben seninim

 

Kalpten kalbe bir yol vardır

Gözünen görünmez sırdır

İkimizin kalbi birdir

İkimizin kalbi birdir

Sen benimsin ben seninim

Sen benimsin ben seninim

 

Kalbimi kalbinde duyan

Halım değil midir ayan

Garibi bu hala koyan

Garibi bu hala koyan

Sen benimsin ben seninim

Sen benimsin ben seninim

 

Sen benimsin ben seninim

Sen benimsin ben seninim

Neşet Ertaş

 

Kırık kalbi yerinden çıkar gibi titredi, yutkundu, gözyaşları süzüldü. Arca göz süzerek gülümsedi ve son nakaratta eşlik etmesini işaret etti. Meyil inatçı bir çocuk gibi omuz silkerek katılmadı. Hazır yakalamış ve kıskıvrak kıstırmışken Arca’nın hayır diyemeyeceğini bildiği için bir türkü daha istedi. Arca eyvallah dedi ve güzel gözlerini tavana dikerek biraz düşündü.

 

Meyil bu sırada aklına gelen bir kaç türküyü sıraladı, Arca hepsine başını olumsuz yönde salladı ve Meyil ondan duygulu bir sevda türküsü daha beklerken o, Aşık Hüdai’den Gönül Çalamazsın Aşkın Sazını türküsünü, büyük hayranı olduğu Hasret Gültekin’in yorumuyla çalıp söyledi.

 

Sabaha karşı kumarhanede biraz oyun oynayıp aslında kumarın iradeli insanlar için kırk yılın başında icra edilecek eğlencelik bir iş olabileceğini düşünerek oteldeki odalarına döndüler. Neyse ki Ece yaşadığı bu ekstrem deneyimin heyecanıyla ağzını sıkı tutacağına yemin etmişti.

Meyil ve Arca, yorgun odanın terli yatağında, anadan üryan ve zevkten bitap halde kıskanç tavana bakarlarken açık kalan Tv’de dönen siyah beyaz Yeşilçam filmine dalmışlardı. Türkan Şoray, Cüneyt Arkın ve Ekrem Bora nın başrolünde oynadığı Sürtük filmi Meyil için çok ilham vericiydi. Onu hayatının filmi seçmişti. Ben olsam Ekrem’i seçerdim demiş ve eklemişti,

“Bence bu film Selvi Boylum Al Yazmalıma da ilham kaynağı olmuş baksana. Sevgi neydi, sevgi emekti…”

Arca sigara tablasından sarma bir cigara çıkarıp yaktı, koyu, kesif ve aromatik dumanı havayı kaplarken kendi kendine güldü,

“Yeşilçam’da niye böyle müzikli filmler çekmişler biliyor musun?”

“Aa niye?”

“Eskiden gazinolar sadece büyük şehirlerde varmış, millet ünlü şarkıcıları göremiyormuş o yüzden müzikli filmlerle Anadolu insanına ulaşmışlar.”

“Çok mantıklı! Anan gazino patroniçesiymiş, sen iyi bilirsin tabi illegal puşt!”

“Lan anamı karıştırma!”

“Ben de böyle bir filmde oynamak isterdim. Düşünsene mesela Sürtük filminin güncel versiyonu yeniden çekilse, ben oynasam. Cüneyt’i Çağatay Ulusoy oynasa! Ayy Ekrem’i de Kenan İmirzalıoğlu oynar ha offf…”

“Sikecem kuracağın hayali ha!”

“Öptürmem canım korkma! Türkan kuralları koyarım ben de!”

“Laaan!”

Meyil kahkahalarla gülerek yatakta ayağa kalktı, elinde mikrofon varmış gibi Demet Akalın’ın Türkan şarkısını bağıra bağıra söylemeye başladı, Arca okkalı küfürler savurunca akşamüzerinden kalan hırsıyla Arca’nın üstüne atıldı, elleriyle boğazına sarılıp sıkmaya başladı.

“Üçte biri Adanasız dark maço birey başladın yine! O diline acı biber sürecem!”

Arca, Meyil’i kucaklayıp öptü, “Lan gülüm, ben bu hayatta iki şey için can alır can veririm, biri al bayrak, biri de sen.”

Meyil az önce boğazını sıktığı sevgilisinin boynuna sarılarak omzundaki dövmelerden birinin üzerine tatlı bir öpücük kondurdu. Sonra eliyle öptüğü noktayı okşadı. Tam orada eğri ve çift ağızlı bir Zülfikar dövmesi vardı.

“Aşkım bütün Adanalılar senin gibi bipolar mı yoksa bu da mı sizin aile mirası?” deyip kıkırdadı.

Arca bir kahkaha attı, “Bipolar ney bilmem ama Julius Sezar’ı kaçırıp 38 gün esir edip fidye isteyenler Adanalıydı gülüm. Bakele?”

Meyil, Arca’nın kollarında yüzünü ona doğru döndü, tam burun buruna geldikleri mesafeden birbirlerinin gözlerine dalgın ve derin bir tutkuyla bakmaya başladılar. Arca tatlı tatlı gülümseyip kızın saçlarını avcunun içinde hapseder gibi okşadı.

Sarı saçlarını garip gönlüme

Bağlamışım çözülmüyor Mihriban…

 

Diye akustik bir tonda mırıldandı. Meyil katı halden sıvı hale geçmek üzereymiş gibi esnedi.

 

“İyi bari hem suçlu hem güçlü değilsin, kabahatli olunca nasıl da tatlılaşıyorsun.”

Arca şarkılı türkülü takılmayı bırakıp ciddileşti, “Bir daha ayrılıktan söz etme.” dedi.

Sabahın kör saatinde göğün alacakaranlığı kalın perdelerin arasından hafifçe odaya süzülürken Meyil uykusuzluktan bayılmak üzereydi. Gözlerini yumarak Arca’nın göğsüne sokuldu.

“Napıcam ben seninle deli herif?” Diye söylendi.

“Gidemezsin, biliyorsun, yangın olsam da afet olsam da yanmaya, yıkılmaya, mahvolmaya bana geleceksin. Benden gidemezsin. İlk erkeğin benim, sahibin benim, sen benimsin, benim güneşimsin, beni karanlıkta bırakıp hiçbir yere gidemezsin.”

“Marifet ilk değil son olmakta.”

“İlki de sonu da tüm durakların benim. Benden başka istasyon yasak sana. Sen olmazsan yaşamam. Bak, yaşayamam değil, yaşamam. Şu izleri sorup durdun ya neydi diye?” Bileklerinin içindeki kesik izlerini gösterdi.

“Yokluğundu. Beni bir daha terkedersen kafama sıkarım.”

“Kes şunu Arca. Saçmalama.”

“Gidersen ben mahvolurum, kalırsan ikimiz. Ama birlikte güzel mahvoluruz… Düşün hele.”

Meyil tekrar gözyaşı dökmemek için yatakta doğrulup biraz nefeslendi, gözlerini kırpıştırdı. Ayrılık sözlerinin kendi boyundan çok büyük olduğunu biliyordu. İntihar gibi bir iddiası yoktu, bunu yapamayacak kadar korkaktı ama zaten intihardan beter olduğunu daha önce görmüştü. Onsuz yarımdı ve bazen insanın yarımlığı, hiçliğinden vahimdi.

Arca arkasından beline sarılıp ensesine, omuzlarına sıcak öpücükler kondururken yeniden uyarıldı, zaten uykusu da kaçmıştı. Üzerinde dolanan sert ellere sarıldı, hafif bir iniltiyle kendini istekli öpücüklere bırakıp adamın kucağına sokuldu.

 

“Deli gibi sevişelim. Yatakta ölelim, zevkten gebermişler desinler!” dedi.

 

***

 

 

 

Loading...
0%