Yeni Üyelik
43.
Bölüm
@selinsafak

 

Arca, ofis masasında kumarhanelerden gelen haftalık ciro raporları olduğu halde cep telefonundan Meyil'in amatör klip çekimlerini izlemeye dalıp gitmişti. O gün yaşanan krizin ardından, kızların çektikleri şeyleri montajlamaya vakitleri olmamıştı ve görüntüler ham halde elindeydi. Ece'yi Antalya uçağına bindirmeden önce cihazından ve bulutundan tüm görüntüleri silmesini sağlamıştı. Bunun için sevgilisinin kankasını azıcık tehdit etmek zorunda kalmış olmayı Adanalı yiğitliğine yediremediği için canı sıkılıyordu fakat 19 yaşında kızlar da bazen sınırı çok aşıyordu.

 

Meyil'in verdiği pozlar ise şahaneydi, ekranın parlak pikselleri arasında büyüleyici görünüyordu. Bazı sekanslarda şımarıklık edip abartılı hareketler sergilediğinde bile çok güzeldi, ona her şey yakışıyordu. Rolden role geçişleri öylesine doğaldı ki su gibi akıyordu. Masum bir duruş, mahcup bir yüz eğiş, hafif bir dudak büküş, cilveli bir yan bakış, dünya umurumda değil der gibi gülüş, ne istediğimi biliyorum der gibi kendinden emin bir adım atış...

 

Fotoğraf ve video klipleri tekrar tekrar izlerken işaret parmağının içiyle alt dudağına pıt pıt vurup duruyordu. Dakikalar sonra yutkunarak arkasına yaslandı ve bir kaç saniye gözlerini yumdu. Kendisini zor seçimlerin kararlı adamı sanırdı. Çoğu insanın hayal dahi edemeyeceği infaz kararlarında bile tereddüt etmeden hareket eder ve geriye dönüp bakmaz, pişmanlık duymazdı. İlk kez hayati bir konuda ikilemlerde kıvranıp duruyordu.

 

Meyil albüm yapmak üzereydi ve onu bu yola kendisi sokmasına rağmen kararından emin değildi. Her şey, her ihtimal o kadar yüzde elli- yüzde elli oranda, terazinin kefeleri o kadar ince bir dengede görünüyordu ki gözüne, hayatın matematiğine olan inancı bile ona yardımcı olmuyordu.

 

Meyil, albüm çıkarıyordu.

 

Meyil, ünlü oluyordu.

 

Meyil, İstanbul'da sahneye çıkıyordu.

 

Arca'nın kıskançlıktan kalbi sıkışıyordu.

 

Kıskanmak ne kelime, kıskançlıktan kuduruyordu. Bildiği hiçbir şey içindeki hayvani dürtüye benzemiyordu, sahip olduğu hiçbir şey üzerinde böylesine bir haset hissiyle kavrulmamıştı. Ormandaki bölgesini diğer sürülere karşı işaretleyen bir aslan sürüsünün lideri gibi sabah akşam homurtularla çatacak bela arıyordu. Yüzü gülmüyor, kazandığı milyonları gözü görmüyor, kalbindeki telaş bir türlü dinmiyordu. Bu telaşın belli bir adı ve adresi vardı; onu paylaşmak istemiyordu.

 

Babası söylemişti. Oysa yapabilirim sanmıştı, şimdi tam da eşikte dururken vahşi bir içgüdüyle dişisini başka hiçkimseye göstermek istemiyordu. Son günlerde uykuları kaçmaya ve mide ağrıları nüksetmeye başlayınca kendince bir kaçış yolu buldu.

...

 

Meyil, Holly sahnesindeki ilk provasına kendisini izlemek için yapım şirketinden gelenler olduğunu görünce bir an tadı kaçar gibi olduysa da bozuntuya vermedi. Arkada müzisyen ekibi sound check yaparken o da mikrofonunu kontrol etti.

 

"Ses kontrol, ses kontrol." derken önce mekanı inleyen müthiş bir çınlama ve Meyil'in tüm duvarlarda yankılanan sesi yükseldi. Klavye operatörü beş dakika mola diye işaret ettiyse de Meyil mikrofonu bırakmadı. Aklına bir muziplik yapmak gelmişti. Localardan birinde elinde cep telefonu ile oynayarak oturan ukala menajeri Nurhan'a nispet yapmak için huşu için tenor bir tavır takınarak,

Dori me! diye şakımaya başladı.

İlk cümlenin ardından ortamdaki kalabalık müzisyen ve çalışanlar sus pus kesildi. Sahnenin arkasından birkaç kıkırtı duyuldu.

Interimo, adapare

Dori me

 

Ameno, Ameno

Latire

Latiremo

Dori me

Ameno

 

diye Hristiyan ilahisi tarzında fakat bozuk bir Latince ile hiçbir anlam ifade etmeyen sözlerle yazılmış, Gregorian Chant denilen koro etkisiyle seslendirilmiş o meşhur şarkıyı okudu. Ameno Ameno diye gözleri yumulu bir ifadeyle bağırıp Holly'yi çınlatırken kendisine seslenenlere hiç aldırmadı. Mekanın boşluğuna mikrofonun ayarsız ekosu eklenince tam orijinal klipte olduğu gibi kilise tandansı yakalamıştı. Şarkısını bitirince abartılı hareketlerle istavroz çıkardı ve sağa sola reverans yaptı. O an onu dinleyenler azıcık maneviyatı güçlü kişiler olsalardı içlerinde ruhban sınıfına katılma arzusu oluşabilirdi.

Selamını verdikten sonra Arca'nın sahnenin karşısında kendisine kahkahalarla güldüğünü görünce yaptığı şovdan rahatladı. Nurhan karısına ise dönüp bakmadı. Orkestrada da herkes ona kahkahalarla gülüyordu, prova stresinden herkesi gevşetmekle iyi bir şey yapmıştı.

Arca kollarını açarak seslendi,

"Ulan çarpılacaz gerizekalı, sus!"

Meyil şımarık bir kahkaha atıp sevgilisinin kollarına atladı. Arca kalabalığa aldırmadan kızı en öndeki masalardan birine yatırıp öpmeye başladı. Şehvetli ellerin ve arsız dillerin karıştığı öpüşmeleri epik bir gösteri gibiydi. Heyecan verici ve tehlikeli.

Nurhan onların yiyişmesini izlerken ıslık öttürdü, şöyle bir sahneyi fotoğraflayıp magazine sızdırmak için ölüp bitiyordu ama henüz yapmayacaktı. Yeni starı her bakımdan parlak bir gelecek ve çok para vaadediyordu. Kızı sevmeye başlamıştı. Ondaki ölçüsüz delilik, kadının pazarlamacı iştahını kabartıyordu.

...

Meyil'in gıyabında onun çıkış şarkısı, stili, saç rengi, kostümü, dansı ve hatta yapacağı reklam anlaşmaları ile yer alacağı dizi projeleri hakkında hummalı bir toplantı yapılıyordu. Adı, bir ürün gibi masaya yatırılmış ve o masanın etrafında toplanmış kallavi prodüktör, organizatör, aranjör, menajer, kareograf, yönetmen, stilist gibi bilimum yetkililer kendi fikirlerini öne sürüyordu.

Karşılarındaki ekranda, Holly'nin sahnesinde çekilen prova görüntüleri dönüp duruyor, kimse kızın eşsiz yeteneğinden büyülendiğini gizlemiyor ve fikir üstüne fikir türüyordu. Sahnede, Samanyolu galaksisini aydınlatan güneş gibi parlak bir yıldız vardı fakat cismi orada yokken yörüngesindeki büyük gezegen misali etkisine kapılan bu ünlü insanlar, bu yıldızla ne yapılacağını çok güzel kararlaştırıyordu.

"Harika dans ediyor." Dedi Abel.

Abel'in, genç bir yeteneğe harika sıfatı ile iltifat ettiğini uzun yıllardır kimse duymamıştı, kaşlar şaşkınlıkla kalktı, indi. Dudaklar büküldü, onaylayan başlar aşağı yukarı sallandı. Kimse Abel'in lafı üstüne laf söyleyemezdi fakat doğruyu söylediğinden de şüpheleri yoktu. Meyil, sahnede döktürüyordu. Arkasında çalan darbuka solosunda bir elini zarifçe belinin yanına çatmış, kalçasını kıvıra kıvıra kendi etrafında dönüşü nefes kesiciydi.

"Seksi bir kız!" dedi ünlü menajer Nurhan. Gruptan cevap gelmeyince ekledi, "Böyle bir ateş parçasına fantezi söyletmek yazık olur. Bu uzun bacakları ve güzel kıçı, gümbür gümbür bir pop hit ile dans ettirerek seyircinin gözüne sokarım ben! Şuna bakın. İnanılmaz ateşli."

"Ateşli."

"Cayır cayır..."

"Yeni bir Gülşen vakası olur.

"Hareketli bir hit ile piyasaya çıkaralım. Hadise'nin düm tek'i gibi, Gülşen'in Of Of'u gibi kıvrak ve seksapelitesi olan sözler gerek."

 

"Gülşenden şarkı alacağım var, Meyil'e okutacağım."

"Aranjeyi Ozan yapsın."

"Klibini Cem çekerse olur bu iş. Albüm fotoğraflarını da Mert çekecek. Gelecek ay Los Angeles'tan geliyor."

"Magazin bende! Herkes bu kızı konuşacak."

"Klip çıkar çıkmaz bir magazin bombası patlatmak lazım. Bir Pr aşkı bulalım."

Magazin önemliydi. Hatta en önemli şeydi. Toplantı masasında bir süre suskunluk olurken herkes beyin fırtınası yapıyordu. Bazı ünlüler para karşılığında birkaç aylığına reklam ilişkisi için anlaşıyor, bu arada anlaştığı kişiyle isterse gerçek ilişki yaşıyor isterse sadece kameralara poz veriyordu. Parayı menajerlik şirketi, reklam adı altında anlaşmayı talep eden taraftan alıyordu. Pr ilişkisi için anlaşma isteyen taraf genellikle piyasaya yeni atılan veya eski ününü kaybedenler oluyordu, bazen de herhangi bir nedenle adı skandala karışıp itibar düşüşü yaşayan ünlüler bu işe bulaşıyordu. Yaygın olsa da çok gizli bir yöntemdi ve menajerler ile avukatlar aracılığıyla bağlanan kiralık sevgililik durumu, gizlilik sözleşmeleri ile güvence altına alınıyordu. Abelinki gibi büyük yapım şirketlerinin elinde, bu işe gönüllü olan ünlülerin bir listesi vardı ve herkes ağzı sıkı şekilde çalışıyordu. Bazı durumlarda eskiden yapılmış bu anlaşmalar, ünlüler aleyhine şantaj malzemesi olarak prodüktörlerinin elinde oyuncak oluyordu.

"Lezbiyen olduğunu yayalım? Hiç lezbiyen popçumuz olmamıştı, bence büyük patlar. Klipte de kadın dansçılardan biriyle öpüşürse kıyamet kopar."

"Rtük anında yasaklar Dero!"

"Canım, reklamın iyisi kötüsü olmaz."

"Lezbiyen popçu fikrini ben başkası için saklıyorum. Meyil'i erkekler için arzu nesnesi olarak tanıtacağım."

"Şu Adanalı kabadayı, kızı veya bizi vurmaz inşallah?"

Gülüştüler.

"Ha şu mesele... Sözleşmeye katı kurallar koyuyor aklı sıra.

"E imzalama?"

"İmzaladık ama siktir et onu. Klibi çeker, sonra montaj kazası deriz. Ne yapabilir ki? Çok kıskanıyorsa sevgilisini sahneye çıkarmayacak küçük maçomuz. Kızın yetenekli olduğu muhakkak ama elimde ünlü olmak için yalvaran daha ne yetenekler var, kimsenin kaprisi ile uğraşamam. Anlayacaklar!"

"O ikisi duman tütüyor, aslında yıllardır aradığım magazin bombası olacaklar ama henüz değil. Önce kızı patlatalım. Sıra Arca'ya da gelecek."

"Dikkatli ol Nurhan, anası olacak cadıyı gözardı etme."

"Kim, Arzu mu? Ben onu çoktan kafaladım Abelcim, o iş bende!"

Yine kahkahalarla gülüştüler.

"Muratla düet yaptırma fikrim de hala geçerli. Samimi bir klip yayınlar, arkadan magazine yakalanma pozu verir, sevgili olduklarını yayar ve rüzgarı arkamıza alırız."

"Murat iyice söndü yahu." dedi masanın arkalarından birisi.

"Ben de tekrar parlatayım diyorum? Hem çoktandır bekar.

"Daha genç biriyle olmalı Meyil."

"Kim mesela?

"Şu arabesk rapçilerden biriyle."

"Popçu kadınların rapçilerle düet yapması baydı artık. Magazin ortamında kadınlarla erkeklerin ilişkileri aynı tepkiyi almıyor. Mesela Sefo'nun sevgilisiyle gözükmesi kadın hayranlarını küstürür, erkek hayranlarını ise kıskandırır. Ama Meyil'in sevgilisiyle gözükmesini halk talep eder, onu magazin programlarında başrol yapar."

"Piyasa kısır döngüden bayat balık koktu artık. Amerikalı yıldızların hayatına bakın. Bize yeni bir bomba lazım. Meyil rapçi kızlardan biriyle sevgili olsun işte, lezbiyen vaybı verelim diyorum!"

"Biz Amerika mıyız yahu? Daha ekmeğini yemeden tutuklatamam hatunu. Bana lazım."

"Birkaç demo kaydı için bana gelecek. Stüdyoya girince sizi ararım Habil Bey."

"Orada olacağım Emre."

"Holly'nin biletleri karaborsaya düşecek. Meyil'in çıktığı geceler full çekecek. Tüm gücünüzle bana bunu sağlayacaksınız. Gelecek yazın tüm festivallerine girecek. Listelere şimdiden yeni starımı yazdırın."

"Yaza kadar en az üç şarkı çıkarmamız gerekiyor."

"Yetişmez."

"Şu çıkış single'ından sonrası kolay. İkinci single'ı belki bir cover olur."

"Elimde birkaç iyi aranje var patron."

"En iyisini Meyil'e ayır."

"İmaj için görüşünüz nedir hocam?" diyerek sanat yönetmeni, ünlü imaj danışmanına döndü.

Kara kuru bir dal parçası gibi sönük görünse de parlak bir deha olan kareograf, dudak bükerek İngiliz aksanlı Türkçesiyle ağır ağır mırıldandı.

"Şarkıyı bekliyorum aslında... Ön hazırlık olarak sorarsanız, ben bu cevheri elmas gibi parlatırım. Turkish Taylor imajı çizeceğim. Sarı saçlar, mavi gözler, pembe beyaz cilt, uzun bacaklar ve güçlü sahne hakimiyeti bana Taylor'ı hatırlatıyor."

"Güzel güzel..."

"Birkaç yeni çizim karaladım, sadece taslak ama bakın. Tamamen parlak mini bir tuvalet ve uzun çizmeler, kabarık kıvırcık saçlar, cat eyes make up..."

Gençlerden biri, adamın sözünü kesme cüreti gösterdi. "Aklıma bir fikir geldi, bizim gibi profesyonelleri bu kadar etkileyen şu sahne şovu yok mu? İlk klibi, Holly sahnesinde çekelim? Hatta canlı şovundan partları montajlayalım. Bu kızın yeri sahne. Başka bir mekanda onu hayal edemiyorum."

"Ben yatakta hayal ediyorum!

Tezahüratı andıran uğultular ve kahkahalar yükseldi.

"Ben de!" Dedi yaşı geçkin kadınlardan biri ve daha çok güldüler.

"Aleyna'nın çıkış klibi de çok ses getirmişti."

"Meyil, lolita imajını yutturamayacağımız kadar seksi. Ve on dokuz yaşında. Bu yaş, Orta Doğu'da lolita yaşı için geç sayılır."

"Aşırı seksi. Bu yüzden kostüm ve sahne ışıklarıyla daha fazla seksapelite pompalamak ters teper. Daha yaratıcı bir klip istiyorum. Yapılmamış bir şey yapın bana. Subliminal mesajlar olsun, 25. kare olsun, sansasyonel olsun ancak açık olmasın, frikik, öpüşme ve sevişme olmasın."

"Zaten kabadayı sevgilisi izin vermiyor."

"90'lar popun konulu klipleri gibi olsun. Yolculuk hikayesi veya kısa film tadında senaryolu bir iş, Kenan Doğulu'nun eski işlerine bakın. Zamanında eleştirdiklerimize şimdi hasret kaldık."

"Doğulu kardeşler klip ve aranje işinde çok iyidir."

"Ben de beğenirim hocam."

"Sıla'nın çıkış klibi de çok ses getirmişti."

"Meyil Hanımı Mısır piramitlerine mi götürelim?"

"Siz yolculuk teması deyince aklıma geldi, üniversiteden bir sanat yönetmeni arkadaşımın böyle bir treatmanı vardı, harika bir fikirdi, Ebru'ya verecekti sonra anlaşamadılar. O işi bir inceleyin."

"Getir, üstünden geçelim."

Toplantı bitmeden, Meyil için şan ve piyano hocası, dans hocası tutulmasına karar verildi. Ünlü ithal kareografın önerisiyle Amerikadan ünlü bir dans eğitmeni getirilmesi konusunda anlaştılar. Dans hocası en büyük dünya starlarını eğiten müthiş disiplinli ve yetenekli, çalıştığı şarkıcılara çağ atlatan biriydi.

Meyil'i çok çalışacağı, inanılmaz yorulacağı, törpüleneceği, yontulacağı, baştan yaratılacağı, cevherinin parlatılacağı ve bu sürede yapım şirketinin kölesi gibi gecesinin gündüzünün birbirine karışıp soluk almadan, dinlenmeden, sorgulamadan ve itiraz hakkı olmadan mesai yapacağı günler bekliyordu.

...

 

İzmit Körfez'de, Muradiye Mahallesinin çarşıya çıkan dar ara sokaklarından birindeki Şanzelize Bayan kuaföründe işler kesattı. İkinci eşi Muarrem'den boşandığı ilk aylarda, meraklı mahalle kadınları Sibel'in ağzından birazcık laf almak için saçlarındaki kırıkları veya kaşlarını aldırma bahanesiyle dükkana akın etmişlerdi fakat sonrasında çoğunun ayağı kesilmişti. Bunda yalnız yaşamasının, arkadaşlarıyla özgürce gece gezmelerine çıkmasının, saçını makyajını ve giyim kuşamını değiştirmesinin payı vardı. Radikal bir kararla boşanmasının ertesi günü doğal açık kumral saçlarını ateş kızılına boyamıştı.

Mutaassıp mahalleli kadınlar, Sibel'in artık 'o yolun yolcusu' olduğunu fısıldaşıyorlardı. İşte haftada bir gün ancak kucağına düşen saç boyası müşterilerinden biri aynanın önündeki koltukta oturuyordu. Eski müşterilerinden kendisi gibi dul bir takı dükkanı sahibinin saçlarını tutamlara ayırmış dip röflesini yapıyordu.

Kırkını aşkın çoğu hemcinsinin dertten kederden dolayı erkenden beyazlamış saçlarını kamufle etmek için yaptırdığı gibi tutamları en açık platin rengine boyatması tek çaresiydi. Sibel, becerikli elleriyle paketleme işlemini tamamlayınca ağzındaki kocaman sakızı çıkarıp önlüğünün cebindeki sigara paketini eline aldı. Aynadan müşterisine işaret edip göz kırptı.

"Gel bitanem tutmasını beklerken sigara kahve içelim."

Önündeki kadın nazlı nazlı yerinden kalkarken Sibel kalfasına seslendi.

"Ebru, şurayı toparla, bize iki orta kahve yap canısı!"

Genç kalfa önce temizlik bezlerine doğru yönelince Sibel sabırsızca ekledi, "Önce kahve sonra temizlik Ebruşum."

Biraz bön bakışlı, safçana genç kız onaylama ifadesi göstermese de elindeki bezi bırakıp mutfak tezgahına yöneldi. Sibel elleri belinde gözlerini devirerek baktı. Şu gelen paçoz müşterisi de dahil, kadınların çoğunun aptal ve sünepe olduğunu düşünüyor ve artık çoğuna tahammül edemiyordu. Meyil gittikten sonra yanına çırak almak zorunda kalmıştı ve bu altıncıydı. İki ayda bir çırak değiştiriyordu. Gelenler iş bilmiyor, emir almıyor, söz dinlemiyordu; elleri de ayakları da yavaştı, ustalık öğrenmeye hiç niyetleri yoktu, gözleri ve kulakları cep telefonu ekranından başka bir şeye odaklanmıyor, habire izin istiyor, işten kaytarıyor, bir de yevmiye beğenmiyorlardı. Neredeydi o kendi zamanının çakı gibi çırakları, ustalarının önünde pervane oluşları, bir dediğini iki etmeden önünde arkasında gezip işi öğrenme hevesleri... Yeni nesilden hiçbir halt olmazdı.

Meyil'in peşine takılıp İstanbul'a gitmemekle iyi etmemişti ancak Körfezde bir sevgilisi vardı. Daha Muarremle boşanmadan önce görüşmeye başladığı kuaför Caner, Sibel'in her türlü ihtiyacını tamam ediyordu. Caner'in uzatmalı nişanlısı Sibel'in de arkadaşıydı ve adamla kızın arasında dert dinleyerek ara bulmaya çalışma işi çok uzun sürmüş ve Caner'in nişanlısından ayrılıp Sibel'i seçmesiyle son bulmuştu. Kız bir süredir Sibel'i mesajlarıyla taciz ediyor, hakkını haram ederek beddualar yuvarlıyordu. Sibel, o da evlenmeden olmaz diye kafa sikmeseydi de güzelim çocuğu elinde tutsaydı diyerek öbür kızı umursamıyordu. Caner ayrıca ona ortak dükkan işletmeyi de teklif ediyordu ama o kadar uzun boylu değildi. Ekonomik özgürlüğünü yeniden bir erkeğin eline verecek kadar akılsız değildi, işte asıl bu evlenmeden olmazdı! Evlenmeye değecek kadar ise sevmiyordu Caner'i.

Yaşadığı onca sıkıntıya rağmen Sibel hala aşka inanıyordu ve yüreği hala ilk aşkı Şevket'in hasretiyle kavruluyordu.

Balkonunda bacak bacak üstüne atmış sigarasıyla kahvesini sırayla yudumlarken Arca ile yaptığı görüşmeyi hatırladı. 'Acaba, dedi, yapabilir mi dediğini? Çıkarabilir mi Şevkoyu mapustan? Yırtar mıyız bu işten temelli? Hadi be Adanalı, göreyim seni!'

Sonra bir an umutsuzluğa kapıldı. Şevket döner miydi Sibel'e? Yediği nanelerden elbet haberdar olacaktı. Muradiye Mahallesindeki kahvehaneye adımını attığı an, hacı hoca geçinen esnaf tayfa kulağına, Sibel'in erkeklerle gezip tozmalarını fısıldayacaktı. Şevket tutucu bir adamdı, delirecekti. Amaan, atardı kendini ayaklarının dibine, kapanırdı dizlerine, inkar ederdi, iftira derdi, beni kıskanıyorlar diye yemin ederdi, tek sevdiğim sensin diye ağlardı, tövbe ederdi! Başka çaresi mi vardı sanki Şevket'in, Sibelden iyisini mi bulacaktı? Hem, birbirlerinin ilkiydiler, çocuğunun anasıydı, bunca yıl içeride her ihtiyacını Sibel görmüş, harçlığını bile eksik etmemişti ya, Şevket ona kıyamazdı. Hele bir kere koynuna alsa gerisi kolaydı. Tövbesi tamam olur, yine birbirlerine yar olurlardı.

Yanında Şevket olsundu, kızcağızı babacığına kavuşsundu hele! O zaman evinin hanımı olacak, bu sefil mahalle karılarının mısır püskülü saçlarıyla uğraşmayacak, ağız kokularını çekmeyecekti. Mutfağında kocasıyla kızına güzel yemekler pişirecek, evinin her köşesini bal dök yala kıvamında silip süpürürken radyoda çalan şarkıya eşlik edip göbek bile atacaktı. O zaman gece gezmelerine de yapmacık arkadaşlara da ihtiyaç duymayacaktı, çıkarcı hovardaları da ebediyen unutacaktı. Zaten can sıkıntısından kendini gezmeye ve müzikli lokallerin yollarına vuruyordu. Her şeyden hevesini almış hatta tiksinmişti. Şevket yanında olsaydı zaten böyle olmazdı, Sibel belki üçüncü çocuğunu doğurmuş evinde kendi yağında kavrulmamın huzurunu yaşıyor olurdu. Ailesini depremde kaybettiği günden beri kalabalık bir aile kurmayı hayal etmişti, nasip olmamıştı. Kendi suçu değildi, kısmetsizdi.

Şevket döndüğü zaman bu boktan Şanzelize kuaförün kapısına kilit vururdu ve giderlerdi İstanbul'a. Kızlarıyla yeni bir hayat kurarlardı. Sibel'in dağıttığı ne varsa yine Şevket toparlardı. Hem de öyle bir toparlardı ki, alem delikanlı görsündü, adam görsündü, baba görsündü o vakit. Meyil'in yetimliğini de hasretini de üç günde sarıverirdi Şevket. Ne güzel adamdı. Ne güzel geçinip giderlerdi...

Meyil hukuk fakültesinden mezun olur, annesiyle babası diploma töreninde göğsünü kabartır, avukat kızlarıyla övünür, Meyil'i kendisi gibi dürüst bir avukat oğlanla telli duvaklı evlendirirlerdi. Tabii Meyil salak değilse, okulundan varlıklı bir damat getirirdi, boşuna mı özel üniversiteye gidiyordu? Sibel, Meyil nasılsa çalışır diye torun bakacağını da düşünüyordu, nasıl da genç ve kafa dengi bir anneanne olurdu. Değmesindi o zaman keyfine...

...

Yapım şirketinin toplantısından çıkan menajer Nurhan, Arca ile görüşmek için verdiği otel adresine gitti. Bu genç adamı küçümsemekle hata ettiğini anlamıştı, onu Körfezde ilk gördüğünde Kurtlar Vadisi Polat tripleriyle racon kesen kıro bir yeniyetme olduğunu düşünmüştü.

 

Yeniyetmelik konusunda fikri değişmemişti, adam çok gençti, Nurhan ve Abel gibi sektörün gediklilerine göre daha çocuk sayılırdı. Kaç yaşındaydı, 24 mü, ateş olsa cürmü kadar yer yakardı! Bu yaşlarda henüz ergenlik küstahlığından sıyrılmamış erkeklerle zıtlaşmamayı ve sensin ağam paşam deyip parmağında oynatmayı iyi bilirdi. Doğrusu yıllardır böyle züppelerin huyuna gitmekten, ara bulmaktan, dünkü çocukların kaprislerini idare etmekten de bir hayli yorulmuştu. Yine de yaptığı işten vazgeçemiyordu. Bulunduğu konuma gelmek için her şeyini vermişti. Bu yüzden ünlü, zengin ve kalıcı olmak isteyen bu çoluk çocuğa en başta belletiği şey bu olurdu: Sizden her şeyinizi alacağım!

Bir de Arca Giray Beyin kaale alınmasını ve Abel gibilerin muhatabı sayılmasını destekleyen Arzu Mercan faktörü vardı ki, o kadını hiç düşünmek bile istemiyordu. O kadında her şeyini vererek bulunduğu konuma gelenlerden bile daha keskin bir zalimlik vardı. Nurhan'ın gözünde Arzu, ruhunu şeytana satanlardan da öte, şeytanın ciğerini söküp şiş kebap yapıp kahvaltı niyetine mideye indirenlerdendi.

Bundan 18 yıl kadar önce, Arzu'nun gazino piyasasında papaz olduğu büyük bir organizatörle aralarında silahlı çatışmalar çıkmıştı. Birkaç sanatçı bile az daha kurşunlara hedef oluyordu, birisi şarkı söylemeyi bırakıp yurtdışına kaçmış ve münzevi bir hayat sürmüştü. Nurhan o zaman, organizatör ile Arzu'nun ücreti nedeniyle kanlı bıçaklı olduğu assolistlerinden birinin ikinci menajerliğini yapıyordu.

Assolist, Arzu'nun haracını kaldırdığı mekanlarda baş solist olarak sahneye çıkmakla ününe ün, parasına para katarken öbür yandan organizatör ile yatıyordu. İkisi de evli ve çocukluydu üstelik, assolist hem kocasını, hem organizatörünü, hem Arzu'yu idare ediyordu. Bu kaşar karı yüzünden kavga iyice kızıştığında Arzu Mercan, silahlı adamlarla organizatörün evini basmış,

"Kendini çok mu gözü pek sanıyorsun? Senin gibileri kahvaltıda yerim!" dedikten sonra adamı karısı ve çocuklarının gözü önünde çıplak elleriyle boğarak infaz etmişti.

Nurhan, bu zalim kancığın, burnu havada piçinin kapısında sırf inat için bekletileceğini düşünürken, gelir gelmez diksiyonu düzgün bir sekreter tarafından saygıyla ofise buyur edildi. Demek şu Adanalı Arca Bey, randevu saatlerine sadıktı; kadını ayakta karşılayıp saygılı ve kendinden emin bir tavırla tokalaştı, elini tutuşu sıkıydı, geniş ofis masasının karşısındaki kanepeleri işaret etti ve onunla eşit mesafeye, karşısına oturdu.

İşte bu tavırlar kadını işkillendirdi. Beklediği gibi olsaydı daha iyiydi. Sırf ego kasmak için kapının dışında bir süre bekletilmek, içeride masasının arkasında umursamaz tavırlarla karşılanmak, kabadayı jestler ve tehditkar bakışlar beklemişti. Küstah, havalı bir züppeyle oynamak daha kolay olurdu, öylelerini iyi tanırdı ve adamın duymak istediği tondan birkaç küçük pohpohlamayla avucuna alırdı. Ancak karşısındaki genç adam, dışarıdan göründüğü gibi mafyatik tripler takınmıyordu, gayet nazik ve tatlıydı. Çekici ve sevimli yüzü bir yana, gülüşündeki belli belirsiz utangaçlık bir yana moda dergisinden fırlamışçasına yakışıklıydı.

Annesini andıran hoş gülüşünde herhalde yaşından olsa gerek henüz pek de zalimlik göze çarpmıyordu, aksine gülümser ve hal hatır sorarken kadından duyduğu iltifatlarla kirpikleri eğiliyor ve çocuksu ince yüzü, mahcup bir edayla süzülüyordu. Çook hoş çocuktu! Nurhan gençliğinde görseydi onu yatağa atmak için her şeyi yapardı. Çok geç sayılır mıydı? Bazıları olgun kadınlardan özellikşe hoşlanırdı. Hem, ne diye uğraşıyordu silahlı milahlı işlerle, gidip oyuncu falan olsaydı ya, yaşı da oyunculuğa başlamaya çok müsaitti. Kızlar bunun gibisine bayılırdı, alev alev bir karizması vardı, uzun ve inceydi, geniş omuzlu, atletik ve sağlam yapılıydı. Esmer pürüzsüz teni çok hoştu, kestane rengi iri gözleri masalsı güzellikte ve gülüşü çok çekiciydi.

Nurhan havadan sudan, genel ülke gündeminden bahsettikleri girizgâh konuşmasında Arca'yı ölçüp tartmaya devam etti. Sırım gibi bedenine göre dikilmiş çok koyu gri renkli bir takım elbise giymişti, beyaz gömleğinin yakaları elbette üstten üç düğmesi aralık şekilde bırakılmıştı ve kravat takmamıştı. Açık düğmelerin dekoltesinden güzel dövmeler gözüne çarpıyordu. Oğlan küpeli, gözlüklü, temiz tıraşlıydı, az kalsın illegal bir yeniyetmenin değil de Avrupa'da üniversite okumuş yeni mezun bir mimarın ofisinde olduğunu zannedecekti. Onu Körfezde ilk gördüğünden daha stil sahibiydi, diksiyonunu düzeltmişti, büyümüş ve karizması sağlamlaşmıştı, altın zincir takılı bir boyun ve kıllı bir döş görmediği için onu, mafyatik hırbolardan ayrı tuttu. Anadoludan İstanbul'a, piyasanın amına koymak için akın akın gelen o hırbolardan çektiğini, zamanında İngiliz işgalcilerden bile çekmemişti bu şehir...

Nurhan sade kahvesini yudumladı. İlk kez baş başa görüşüyorlardı ve bu görüşme, elindeki ham cevheri, kuyumcu atölyesinde tezgaha yatırmadan önceki son ve en önemli dönemeçti.

Nurhan, işinin ehli bir menajer olarak önce teknik süreci, Meyil ile nasıl bir iletişim kuracağını, hayatına ne kadar ve nasıl dahil olacağını, nelerini kısıtlayıp nelerini geliştireceğini anlattı. Kolaydan zora doğru giderek daha ikna edici bir pazarlama stratejisi uyguluyordu. Sonra sıra magazinel kısma geldi. İmaj yönetimi, itibar inşaası, magazinsel vizyon, sosyal medya yönetimi, özel hayat gizliliği, reklam, halkla ilişkiler gibi daha incelikli ve kendisinin uzmanı olduğu kısımlarda konuştu.

Arca dikkatlice dinliyor, sakin ve anlayışlı bir ifadeyle başını sallıyor, çok az konuşuyor, ara sıra çok mantıklı bir soru veya tespit ile lafa katılıyordu. Nurhan, konuşma uzadıkça daha açık, daha net ve daha dürüst olması gerektiğini anladı. Arca onu açık olmaya zorlamamış veya hiçbir şekilde tehdit etmemişti ancak kadın, aralarındaki dürüstlük nişanı daha en başında oluşmazsa daha sonra başının fena halde derde gireceğini anlamıştı. Kısaca fakat net bir şekilde, Meyil adına tasarlanan pr ilişkisinin magazinel boyutta gerekliliğine değindi ancak zorunlu olmadığını ekledi.

Arca, profesyonel bir edayla anlayışlı anlayışlı başını sallamakla yetindi. Bunu sonra konuşuruz, diyerek kendisi için tatsız olan bu kısmı tehir etti.

Kadının dikkati genç adamın fevkalade çekiciliğinden konuşma üslubuna kaydıkça, dağdan inme bir şehir eşkıyası, kokainman bir mafya özentisi, müptezel, yeniyetme bir kekoyla birlikte olmadığını tamamen idrak etmişti. Ya da genç adam, karanlık taraflarını saklamayı iyi beceriyordu. İkisi de aynı kapıya çıkardı: zeki bir adamdı!

Nurhan kendi şeytanlık becerileriyle övünürdü ancak Arca daha ilk görüşmede dişi şeytanın ciğerini avucunun içine alıvermişti. Her detaya ilişkin merakla yanıp tutuşan zeki gözler, tatlılık veya mahcupluk kisvesiyle perdelenen gülüşünün arasından diş gösteren zalimlik, beden dilindeki doğal eril enerji, etki altına alan dozunda karizma; Nurhan için beklenmedik fakat bulduğuna sevinilecek şeylerdi.

"Sen düşün ve bana son kararını bildir Arcacığım, tabii dediğim gibi Abel'in oluşturduğu bu planlama illa olacak değil, istediğin şekilde değişiklik yapabilirsin. Ben elçiyim biliyorsun canım, bana yapım şirketinin büyük toplantısında ortak akıl ile alınan bu stratejiyi sizin tarafınıza iletmem söylendi."

Abel vurgusu, yapım şirketinin ortak aklı... Arca gözlerini yumarak hafifçe başıyla onayladı. Alt metindeki imaları okumakla meşgul zihni bir cevap vermeye gerek duymadı.

Nurhan her zamanki tatlı ve şefkatli gülüşüyle sordu, lafı değiştiriyordu, "Keşke Meyil de bizimle olsaydı sahi, dimi? Okulda mı?"

"Meyil Hanım, tüm süreci bana bırakıyor." dedi sıradan bir şeyden bahsedermiş gibi.

Söylenen sözlerin altında yatan belirli imalar, konuşmanın sonunda iki tarafın son vuruşlarıydı.

"Haa tabi, tabii çok güzel. Sen zeki ve cömert bir adamsın, hakkını vereceğinden şüphesi yoktur. Akıl küpü kızçem zaten hukuk okuyor, yaş tahtaya basmaz." Nurhan göz kırpıp bir kahkaha attı.

Aba altından gösterilen bir sopa daha. 'Akıllı ol, Meyil'i sana yedirmeyiz.'

Arca dudakları kapalı yarım bir tebessümle kadına yol gösterdi, ölçülü jestleri artık git demekten öte saygı çerçevesinde bir uğurlama niteliğindeydi. Yine de kendisine ister aba altından ister kafa üstünden gösterilsin, her türlü sopayı sahibinin bir tarafına sokacağını, bir akrebin kendi zehrinin tadına bakmaktan hoşlanması kadar seviyordu. Zamanı gelince...

Kadının izin istemeksizin Bey'den ismiyle seslenmeye oradan çabucak canım cicime kayan hitabı, son düzlükte daha şefkatli ve sahiplenici bir ifadeye büründü.

"Tamam oğluşum, sen bana kararını bildirirsin. Çok uzatmadan Cuma'ya kadar netleşiriz diyelim mi? İstersen ben gelirim, istersen bu kez sen ofisime gel."

"Pazartesi Nurhan'cım." dedi Arca.

Başından beri olduğu gibi kısa ve net. Altta kalmayan ama üstten de bakmayan zekice ölçülmüş ifadeler, tam onun tarzıydı.

El sıkışıp ayrılırken Arca, kadını asansöre kadar geçirdi.

...

Arca o sıkıntılı görüşmeden sonra hafta içi olmasına rağmen kendi koyduğu kuralları esneterek Meyil'in evine gitti. Saat 20:30 gibi zile bastığında Meyil'in onun geleceğinden haberi yoktu ve onu görmeyi hiç ummuyordu. Kim o diye seslendikten sonra diafonda Arca'nın sesini duyunca önce eski püskü pijamalı ev haliyle ona görünmekten telaşa düştü, fakat apartmanın girişinden üç kat yukarıya geldiğinde sevinçle boynuna atladı. Arca onu kucaklayıp dudaklarını derhal boynuna gömünce nazlı nazlı geri çekildi.

"Aşkım, duş almadım, uzak dur!"

"Niye?"

"Hadi gel. Ihlamur demlemiştim. Şuradan ev terliği al. Pazardan senin için 45 numara terlik almıştım. Gerçi bana pek gelmiyorsun."

Arca girişin yanındaki kırık dökük portmantoya deri ceketini asıp ev terliklerini aranırken

"Bu evi beğenmedim." diye homurdandı.

Meyil koridorda, "Hemen duş alıp geliyorum, bugün bütün gün yürüdüm o yüzden leş gibiyim. Bu arada evime saygısızlık etme!" diye şakıdı.

Arca iç geçirerek oturma odasına yürüdü. Eski model, koyu ahşap rengi dört dolap ve küçücük bir tezgahtan oluşan açık mutfağa geçti ve Meyil'in tek banyosu ve tuvaleti olduğu için mutfak lavabosunda ellerini yıkadı. Kızın eşyalı olarak kiraladığı bu eski evin iç karartıcı oturma odasına neredeyse tiksintiyle baktı. Tiksindiği şey pislik veya dağınıklık değildi, Meyil her zamanki gibi temiz ve derli topluydu ancak ev ve eşyalar o kadar eski, o kadar birbirinden uyumsuz ve bakımsızdı ki tertip düzen bile manzarayı kurtarmıyordu. Ona bu evi tutmamasını baştan söylemeliydi. Ancak fikrini soran olmamıştı.

Kolçakları krem rengi suni deri kaplamalı bordo üzerine minik altın rengi çiçek desenli tek kanepeye ilişirken duyduğu gıcırtıdan da hoşlanmadı. Kolçaklardaki kedi tırmığı izlerinden de. Cep telefonunu çıkarıp Nedim'e mesaj yazdı.

<Meyil için uygun bir ev bul.>

'Uygun' tanımının yeterince anlaşılır olduğunu varsayıyordu. En azından Körfezde kaldığı orta halli dubleks ev kadar bir şey olmalıydı. Hatta daha iyisi... Yakında ünlü bir popstar olacaktı ve kirasını kendisi ödeyebilirdi, bu konuda ısrar edeceğini biliyordu, bari sürekli taşınmakla uğraşmasındı. Meyil'in yüksek sesle şarkı söyleyerek banyo yapması sürerken can sıkıntısından Nedim'e bir mesaj daha attı.

<Hemen, yarın. Ev büyük, lüks, güvenlikli ve Sarıyer'de olsun.>

Nedimden saniyesinde cevap geldi.

<Hallediyorum.>

Meyil az sonra ıslak saçlarını omuzlarına dökmüş, üzerine incecik viskon kumaştan askılı bir elbise giymiş, yanakları sıcak suyla pembeleşmiş en doğal ve en nefes kesici haliyle yanına geldi. Kanepede yanına oturup kollarını boynuna doladı.

"Şimdi öpücüğümü alayım!"

Arca, kolunu onun beline sarıp diğer eliyle çenesinden kavrayarak dudaklarına uzandı ve uzun uzun öptü. Sürpriz ziyaretini daha da tatlı kılan sıcak öpücükleri Meyil'in nemli boynuna indi, hafifçe inleyerek öptü, kokladı.

"Ahh çok güzel kokuyorsun çiçeğim."

Meyil gözlerinin içi parlayarak gülümsedi.

"Sen bana gelmezdin, hayır olsun?"

"Özledim."

"Yoksa beni kontrol mü ediyorsun?"

"Kontrol etmek için onca yolu gelmeme gerek olduğunu mu sanıyorsun? Kapında adamım olmadığını sana düşündüren ne?"

"Var mı?" Derken Meyil yerinden zıplayıp cama koştu, perdeyi aralayıp sokağa baktı. Dar sokakta tek yönde park halindeki arabaların hiçbiri tanıdık değildi.

Arca gülerek, "Her zaman." diye tehditkar bir tavırla meydan okudu.

Meyil ellerini belinin iki yanına çatarak kavga etmeye hazırlandıysa da harıl harıl kanun ezberlemekten beyninin sulandığı anda sevgilisinin gelişiyle öyle keyiflenmişti ki söylenmeyi yarına bıraktı.

"Öff yapma şunu!"

"Ihlamur demiştin?"

"Ha evet."

Meyil banyoda başladığı şarkının devamını mırıldanıp sekerek ocağa gitti, semt pazarından yeni aldığı en güzel porselen fincanlarına birer ıhlamur çayı döktü ve tepsiye koymadan, dikkatli adımlarla elinde getirdi.

Biraz havadan sudan, Arca'nın işlerinden ve Meyil'in okulundan sohbet ettiler. Meyil tatlı bir ev sahibesi gibi uysal olmaya çalışırken Arca kavga etmeye gelmiş gibi sivri dilliydi.

Tekrar, "Bu evi sevmiyorum. Buradan taşınıyorsun."

"Paramı idareli kullanmak istiyorum. Hem bana karışamazsın."

"Yarın görürsün."

"Nee?"

"Görürsün dedim. Bu izbenin deprem yönetmeliğine uygun olduğunu bile sanmıyorum. Muhit güvenli değil. Her şey çok eski, şu hale bak! Halinden memnun olduğunu söyleme çünkü bu eşyalar felaket!"

"Of Arca niye akşam akşam sinirimi bozuyorsun! Kontrol manyağı mısın nesin?"

"Seni düzgün bir eve taşıyoruz dedim ve konu kapandı. Sahi ceketimi getir."

Meyil gözlerini devirdiyse de yerinden kalktı. Ev sahibi terbiyesini bozmasına az kalmıştı ama içinden ya sabır çekiyordu. Arca seslendi,

"Veya ceket askıda kalsın, elini sol cebe at ve oradaki şeyi al."

Meyil kaşlarını çatarak fakat üzerinde fazla düşünmeden, adamın herhalde sigara pakedini istediğini düşünerek elini sol cebe daldırdı. Oradaki araba anahtarını çıkardı. Üzerindeki ambleme bakıp içeri seslendi,

"Audi anahtarı var!"

"Onu al."

Meyil omuz silkerek odaya döndü ve kumanda anahtarı Arca'ya uzattı. Arca başını muzipçe sağa sola salladı.

"Şimdi cama çıkıp kumandadan arabayı aç."

"Ne istiyorsun Arca? Kendin yapsana!" diye söylendiyse de Meyil yine kendisine söyleneni yaptı.

Arca, genç kız kumandanın düğmesine bastığı anda, kıs kıs gülerek, "Senin arabanın kapılarını niye ben açayım?" diyordu.

Meyil ışıkları yanıp sönerek kaldırım kenarından kendisine selam veren beyaz jipi görünce çığlık attı. Muhtemelen son model, sıfır bir arabaydı ve bunu hiç beklemiyordu. Ehliyet kursuna yazılma isteği konusunda Arca ona, kursa gitmene gerek yok ben sana öğretirim, direkt sınava girersin demişti. Erkek direksiyon hocasıyla birlikte araba sürmesini istemediğini de kati olarak eklemişti. Meyil çığlık atarak kumandaya birkaç kez daha çocukça bastı. Arabanın ışıkları yandı söndü, yandı söndü.

"Benim miii? Bana mııı? Hadi canııım! İyi de ben sürmeyi bilmiyorum ki! Bana araba mı aldın? Kırmızı değil ama yaa!"

"Kırmızı klişe olurdu." diyerek Arca arkasından sokulup yanağına bir öpücük kondurdu.

"İlk dersini yapmak ister misin?"

"Şimdi mii?"

Meyil adeta konuşma yeteneğini kaybetmişti, sonu uzayan sesli harflerle aptalca sorular sıralayıp duruyordu.

Arca onun sırtını okşayarak

"Hadi üstünü değiştir." dedi.

Meyil neşeyle el çırparak yerinde zıpladı ve boynuna atladı, Arca'yı öpücüklere boğdu.

Arca isteksizce ondan bir adım geriye çekilip "Şimdi fikrimi değiştirecem ha!" diye tehdit edince kız üzerini değişmek için koşarak yatak odasına gitti.

Meyil, az sonra kaldırımın kenarında duran bembeyaz, gıcır gıcır Audi Q8 Quattro'nun yanında utangaç bir çocuk gibi pembeleşmiş fakat mahcup hevesiyle olduğu yerde duramaz halde konuşup duruyordu.

"Bu canavar şimdi benim mi? Deli misin bu çok fazla! Kim bilir kaç milyon? Çok güzeeeel. Çok büyük ben bunu park edemem ki! Yaa ben bunu kabul edemem. Arca bu çok fazla! Çok güzel ama kabul edemem."

"Sana soran yok güzelim."

"Saçmalama böyle pahalı hediyeler istemiyorum! Delirdin herhalde şuna bak! Koca jip! Sanki kolye alıp gelmiş deli şey."

"Kolye mi istiyorsun?"

"Arca kes şunu. Hadi beni gezdir sonra da aldığın yere geri ver."

"Hediye geri çevrilmez."

"Böyle hediye mi olur! Çüş! Çok pahalıdır."

"Evet ama çok param var. Bin hadi, tatlı yemeye giderken yolda konuşalım."

Arca şoför koltuğuna geçti, Meyil de yanına oturdu ve sokaktan ayrılırken kıza,

"İlk sürüş deneyimin için trafiğe kapalı bir yere gidecez ama tatlı yedikten ve anlaştıktan sonra."

"Direksiyon dersine varım ama arabayı kabul etmiyorum."

"Yarın notere gidiyoruz, sabah sana randevu saati mesaj olarak gelir. Kabul etmiyorum diye bir daha söylersen seni çok fena yaparım Meyil! Duydun mu? Senin için para saçmak istiyorum. Daha bu ne ki. Gör bak sana neler neler alacağım."

Meyil kıkır kıkır gülerek, "Delirmiş bu!" diye söylendi.

Bilindik bir pastahanede birer tatlı yerken Arca, arabanın albüm hediyesi olduğuna Meyil'i ikna etti ve araya, yarınki noter randevusundan sonra yeni evini görmeye götüreceğini de sıkıştırdı. Meyil'in pahalı hediyeler istemediği hakkındaki itirazlarını duymazdan geldi ve emrivaki bir tavırla konuyu kapattı.

Trafiğe kapalı bir sürüş parkurunda bir saat kadar Meyil'e direksiyon dersi verdi. Meyil çok bilgisiz ve acemi olsa da çok yeteneksiz sayılmazdı, refleksleri kuvvetliydi ve hızlı öğreniyordu. İstanbul trafiğindeki toplu taşıma çilesinden kısa sürede illallah ettiği için fazlasıyla hevesliydi. Birlikte eğlenceli bir sürüş dersinden dönerken Arca yine şoför koltuğuna geçmişti.

Meyil "Bari daha küçük daha ucuz bir şey alsaydın..." diye sitem ediyordu.

"Bu güvenli bir araba. Trafiğe çıktığında bütün İstanbul'u boşaltmak isterdim ama mümkün olmadığına göre F segmentinde bir şey süreceksin."

"F segmenti hımm..."

"Ayrıca kumarhane için bir özür. Otelin otoparkında gördüğün o arabalar için de bir özür."

"Evet özür dileyecek şeylerin birikti! Beni o kırmızı Ferrari ile gezdireceksin!"

"O arabalar benim değildi. Yani o gün değildi. Artık bana aitler."

"O ne demek öyle?"

Arca, sevgilisi artık onun lüks bir kumarhane patronu olduğunu öğrendiğine göre rahatça cevap verebilirdi. Omuz silkti.

"Rehin tutuyordum."

"Ahh, her neyse... Anlatma, bilmek istemiyorum. Tam da sen gelmeden önce ceza hukukuna çalışıyordum. Hayatım çelişkiler yumağı oldu!"

Arca güldü, "Siktir et ceza hukukunu! Gecenin kalanında ödül hukukuna çalışacağız bebeğim."

Meyil de gülerek başını sağa sola salladı. Arca sağ eliyle kızın iki elini birden avucuna alıp sıkıca tuttu. Meyil elleriyle onun kemikli, güçlü elini sıkıca sardı. Sesli bir iç geçirmeyle genç adamın yakıcı güzellikteki profiline baktı. Onun ellerine tutunmak hayata tutunmaktı.

 

 

*****

Loading...
0%