@selinsafak
|
Arca, İstanbul'daki yeni hayatında artık çok dikkatli hareket ediyordu. Tamamen yeraltına inip gölgeler içinde bir hayalet gibi yaşamaya başladı. Herhangi bir açık verip kanun adamlarının radarına yakalanıp tutuklanmamak ve rakiplerinin kurşunlarına hedef olmamak için özel bir çaba gösteriyordu. Kumarhaneyi devraldığından beri tüm güvenlik işlerinin kontrolünü emekli bir polise bırakmıştı. Yeraltı dünyasında hüküm süren adamlar genellikle güvenlik işini, kanunları ve polis teşkilatını iyi bilen bir profesyonele teslim ediyordu. Kendisini koruyan altı kişilik güvenlik ekibi gece gündüz onunla beraberdi. Bu ekibin tamamı eski sabıkalı ve bitirim hemşerilerinden oluşuyordu ve Arca'nın etrafında etten duvar örerek onu sıkı sıkıya koruyorlardı. Oteli ve kulübü arasındaki güzergahın dışına zorunlu olmadıkça çıkmamaya özen gösteriyordu. Tüm bu önlemlerin en tepesinde ise her zamanki gibi Nedim vardı ve ona göre hiçbir tedbir, hiçbir zaman yeterli olmuyordu. Elinden gelse Arca'yı bir çelik kasaya kapatır ve kimseye göstermezdi. Nedim, yıllarca güneydoğuda görev yapmış, disiplinli, sert, zalim ve sıkı bir eski subaydı. Doğduğu dağ köyünde okul olmadığı için altı yaşından itibaren yatılı okullarda okumuş, Kara Harp okulunu dereceyle bitirmiş, çelik gibi iradesiyle özel tim lideri bir teğmen olarak sınır karakollarında çalışmıştı. Yüzbaşılığa yükseldiği ilk yılında, terör örgütüyle yaşanan bir çatışmada üstlerinin emrine itaat etmemiş ve öfkesine yenilip kovalamacayı kişiselleştirerek bazı siyasetçilerin tekerine çomak sokacak işler yapmıştı. Sağ ele geçirilmesi gereken bir lideri infaz etmiş ve hem askerlikten atılmış hem hapis cezası almıştı. Askeri hapishanede geçirdiği iki yılın ardından sivil hayata döndüğünde adapte olamamış ve birkaç suça daha karışıp tekrar cezaevine düşmüştü. Mersin cezaevinde Bozok ile tanışmış ve içerideki çete kavgalarından onun sayesinde sağ kurtulmuştu. Kimi kimsesi yoktu, hiç evlenmemişti ve yalnız yaşayan biriydi. Konuşmayı, kalabalığı, insanları özellikle kadınları pek sevmezdi.
Hapisten çıkınca Bozok'un himayesinde Adana'ya yerleşmiş ve Kızılkan ailesine katılmıştı. Islahevinden çıkınca Adana'ya dönen küçük beyiyle tanıştığı yıllarda, on yıldır Bozok'un dışarıdaki işlerini yönetiyordu. Bozok, oğlunu Nedim'e emanet ederken ona sadece korumalık değil hayat boyu ağabeylik hatta babalık yapmasını buyurmuştu. Nedim, askerlikten atıldığından beri kaybettiği yaşam amacını, Arca'yı ilk gördüğü gün yeniden bulmuş, onunla yeniden doğmuş, oğlanın zalim ve deli bakışlarında kendi gençliğini yaşamıştı.
Yeni güvenlik ekiplerinin oluşturulmasında da tüm yetki Nedim'e aitti. Kendinden başka kimseye güvenmeyecek kadar paranoyak ve kontrol manyağı olmasına rağmen işlerin büyüdüğünü anlıyordu. Arca'nın, Adana'dan toplayıp getirdiği bir minibüs dolusu eski sabıkalı, bağımlı, çeteci delikanlıyı tek tek sınava sokup aralarından işine yarayacak olanları seçmiş ve kapasitelerine göre pozisyonlara yerleştirmişti. En akıllı ve becerikli olanları Arca'nın özel koruması olarak atamıştı.
Kendisi Arca'nın sağ kolu olarak emrindeki onlarca adamın üstünde bulunuyordu. Askeri nizamda düşünürse yüzbaşılıktan binbaşılığa terfi etmiş sayılırdı. Otel, kumarhane, sevkıyatlar derken Holly kulüp işleri, yüzlerce personel çalıştırmalarını gerektiriyordu. Çok kısa sürede çok fazla büyümüşlerdi ve Nedim, kendi katı mantık standartlarına göre bu büyümenin sağlamlığından emin olamıyordu.
Bir de ekibe yeni katılan ve kendisinin asıl işini elinden alan şu emekli komiser vardı! Arca, Aytekin isimli bu tecrübeli polis amirinin, Nedim'in emrinde olacağını söylediyse de Nedim bu dik kafalı heriften hoşlanmamıştı. Kurt benizli bu gaddar herif, güvenlik müdürü olması için tavsiye üzerine işe alınmıştı. Arca hariç kimseden emir alacak bir tipe benzemiyordu, kendisinden 13 yaş yaşlıydı. Organize suçlar masasının her biriminde, İstanbul'un her semtinde fazlasıyla tecrübeliydi, çeteler arasında müthiş bağlantıları vardı, emekliye ayrıldığından beri bazı özel dedektiflik ve babaların koruma müdürlüğü işlerini yapmış ve iyice kaşarlanmıştı.
Altmışlı yaşların ortasında kendi krallığını kuracak kadar taşaklı bir herifin, Arca gibi adı bilinmeyen 24 yaşında bir delikanlının emrine neden girdiğine bir türlü anlam veremiyordu. Çuval dolusu maaş alması, yeterli motivasyon sayılır mıydı? Nedim, hiçbir zaman parayla ve servetle haşır neşir biri olmadığı için, Aytekin'in Arca'dan aldığı eşşek yüküyle paranın da hükmüne inanmıyordu.
Aytekin'i, polis veya MİT muhbiri olabileceği şüphesiyle defalarca sorgulamış, yem atmış ve adamı sınamıştı. Adam dürüst ve sadıktı, Nedim'in amacını anlıyor ve seviyesini koruyarak ona hak verdiğini söylüyordu. Önemli kumar geceleri öncesinde ve sonrasında Nedim'e detaylı rapor veriyordu. Birkaç bıçak sırtı organizasyonda dikkati ve kurnazlığı sayesinde Arca'yı savcıyla hemhal olmaktan kurtarmıştı. Kendisini kanıtlamıştı ancak Nedim yine de heriften rahatsızdı. ... Arca, açılışa az bir zaman kala tadilatı süren Holly Kulüpteki ofisine akvaryum yaptırmıştı, karşısına çektiği tekerlekli sandalyesinde arkasına yaslanmış huşu içinde akvaryumda nazlı nazlı süzülen piranalarını izliyordu. O güne değin kapısının önünde beslediği sokak köpekleri hariç hiç hayvan sahiplenmemişti. Bin litrelik akvaryumun maliyetine bakılırsa hayvan sahiplenmek sınıfsal bir işti. Eh, sınıf atlamıştı. Yakında bir köpek almayı kararlaştırdı. Elbette vahşi bir ırk olacaktı. Doggi Arjantin veya Doberman cinsi olabilirdi, onlarla iyi anlaşırlardı.
Kırmızı karınlı vahşi piranalarının doğasını dalgın dalgın ve içini kaplayan yoğun düşüncelerle seyrederken ofisin kapısı çalınmadan içeriye paldır küldür giren yeni korumalarından birini fena şekilde tokat manyağı yapacaktı ki içinden sabır çekti. Kozan'dan yeni gelen oğlanların yontulmamış kalaslığı ile ilgilenmesi için önce Nedim'i ikaz etmeyi daha uygun buldu.
"Ne oldu la hoşşik? Babağan bağları mı yandı, ne deye kapı çalmadan giriyürsün?" "Ağam kusura kalma, biri geldi, seni soruyür." "Kimseye randevu vermedim. Allahın dağlısı ne anlasındı randevu falan? Ağam değil, beyim diyeceksin diye on kere söylemişti üstelik. Artık dayak Allahın emri olmuştu, bu ayılar şehir dili ve edebiyatından anlamıyordu.
"Ağam şeymiş, buraların reisiymiş. Açılışı duymuş haraç istiyürmüş. Nedim Ağam yok, dedim sen görürsün."
Arca kaşlarını çatıp koltuğundan ağır ağır kalkarken yüzü öyle inanamaz bir ifadeyle çarpılmıştı ki, yeni koruması Metin korkup iki adım geri çekildi.
Kozanlı Metin, birazdan elçiye zeval olacağına adı kadar emin olduğu için getirdiği haberin ağırlığından utana sıkıla ekledi, "Ağam, sık de sıkayım..."
Arca vestiyere astığı ceketini giyerken dişleriyle cık sesi çıkardı, Metin'in yanına yürüyüp kolunu omzuna attı. "Meto?" "Buyur Ağam?" "Sen mal mısın oğlum?" "Nasıl emredersen ağam." "Lan dızzo, ağam değil, bey diyeceksin, Arca Beyim, anladın mı?" "Emredersin Ağ-Beyim!" Arca hapisten yeni çıkan delikanlının omzuna iki kere vurdu. "Silahın var mı Meto?" Meto hemen beline davrandı, tek eliyle otomatik silahını çıkardı ve erkeksi seri hareketlerle emniyeti açacakken Arca gözlerini devirdi. "Sok lan sok! Bakele, öyle güpegündüz sıkmıyok anlıyün mü? İstanbul'un göbeğinde, kendi mekanımızda sıkmak felan yok koçum. Bir daha mahpusa düşmek istemezsin demi?" "Sen nasıl buyurursan Beyim." "Aferin, gel bakak kimmiş o yürek reis... Ayık ol, bey nasıl olunur öğren." Ağır, bey adımlarıyla, yeni gelen korumalara kasıla kasıla girişte kendisini bekleyen akreplere doğru seğirtti. Kısa bir selamlaşma faslından sonra Holly isimli ciks mekana çöken yeniyetme Kozanlı kabadayıdan, mekanın güvenliğine karşılık, ki bu güvenliği tehdit eden onlardan başka unsur yoktu, haraç isteyen Reis, kıvrak jargonuyla isteğini açıkladı. Her pazar akşamı siyah bir çanta içinde elden teslim edilecek nakit 100 bin. Arca sevimli bir gülüşle ağır ağır başını sallayıp dururken Meto ve yeni korumalar, dehşetül vahşet ifadeleriyle kafa göz patlatmaya hazır ve nazırdı. Arca tatlı bir sesle, "100 bin." Diye tekrar etti. Reis, "Dolar." Diye ekledi. "Ha tabi dolar! Te-le değer kaybediyür demi? İstersen Euro verek gardaş, zarar etmeyesin?" "Daş-şak mı geçiyon ulan?" "Estağfurullah Reyiz başkan. Şimdi ben ilk ödemeyi sana elden yapayım, boş gitme. Hem dostluğumuz pekişsin. Gel hele." deyip geldiği koridora döndü ve yürümeye başladı. Baktı arkasından gelen yok, döndü ve tekrar etti, "Gel hele gel. Kasamda her daim nakit bulundururum. Birlik ve beraberliğe çok ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde insanın ne zaman haraç ödeyeceği belli olmuyür." Reis, iki izbandutuyla beraber genç işletmecinin peşine takılırken bu işin bu kadar kolay oluşundan şaşkın ve biraz şüpheliydi ancak kendi namına güveniyordu. Herhalde namı kendisinden önce gelmişti ve bu dövmeli küpeli müpeli züppe oğlan, bir dalavere çevirmeye kalkışmazdı. Neyse adamları da kendisi de boş değildi. Ofise gittiler. Arca masanın arkasındaki duvarda duran ahşap konsoldan bir dolap kapağını açtı, şifreli kasayı araladı, nakit balyalarını masanın üzerine yüksek sesle sayarak sıralamaya başladı. Reis elleri belindeki silahlarının kabzasında teyakkuz halinde bekleşen adamlarına sıkıntı yok anlamında bir kaş işareti çaktı. Arca para sayması bitince adamlara döndü, "Gel reyiz başkan, sen de say." Reis masaya yürüdü. Tam paralara elini uzattığı anda Arca adamın bileğini çevik bir hareketle yakalayıp, kendi etrafında çevirerek ayağına çelme takıp kucağına düşürdü ve tuttuğu bileği bırakmadan konsolun üzerindeki dev akvaryumun içine adamın elini daldırdı.
Reis denen haraççı çakal avaz avaz bağırırken susturuculu silahlar ateşlendi, ofisin girişinde bam güm, çatır patır bir arbede yaşandı. Reisin derdest edilen adamları yerlerde kıvranırken, Arca adamın saçlarına asıldı, akvaryumdaki aç piranalar tarafından sağ eli saniyeler içinde derisi yüzülmüş bir et ve kemik lapasına çevirmişti, çok değil on beş saniye içinde kolundan tutup elini sudan çıkardığında adam kuduz bir hayvan gibi böğürüyordu. Adamı ters çelmeyle yere yıkıp üzerine eğildi ve haşat olan sağ elini ilgiyle incelemeye başladı.
"Oo, hımm. Cık cık cık." Diye sesler çıkardı ve bir adım geri çekilip iç geçirdi.
"Bakele, benim parama el uzatana ben ne yaparım gördün mü gazoz ağacı? Şimdi dağıl git, bir daha kapımın önünden geçme! Seni bir daha görürsem dişlerini söker kendime tesbih yaparım!" ... The Eclat Hotelin çatı katındaki beş yıldızlı restoranında, başarılı şef aşçının onlar için özel olarak hazırladığı akşam yemeğini keyifle yudumluyorlardı. Arca, İstanbul'daki yeni ve zengin hayatında, görgüsünü geliştirmek ve gerçek bir zengin gibi yaşamayı öğrenmek için sürekli bir şeylere merak salıyordu. Romantik türdeki dizi ve kitaplarda olduğu gibi insanlar görgü ve kültür denen şeyi doğuştan getirmiyordu ve bir sabah yutabilecekleri hapı da yoktu. Bu işler hep eğitim istiyordu. Ağzında gümüş kaşıkla doğanların bu işe kafa yormasına gerek olmuyordu, onlar aileden, özel hocalardan, okudukları kolejlerden ve gezdikleri ülkelerle tanıdıkları insanlardan öğreniyorlardı. Yirmi yaşından sonra hala üç beş kelime İngilizce öğrenmek veya birkaç sanat eseri ezberlemek için kıçlarını yırtmak yerine, keyiflerine bakıyorlardı. Onun gibi gettoda büyüyenler ise yarışa her daim geç başlamış oluyordu.
Asıl amacı öyle kültürlü centilmen bir mafya olmak falan değildi. O sadece zenginlerin hayatına imreniyordu. Onun da çok parası vardı ve bu parayla ne yapılır bilmiyordu. Habire gayrımenkul ve lüks arabalar satın alacaksa bu kendisini değil mirasçılarını zengin yaşatmaya yarardı. O, zengin gibi yaşamak, düşünmek, iş dünyasının dinamiklerini anlamak, para parayı çeker motivasyonunu kavramak istiyordu. Elbette daha çok para kazanması ve daha çok yatırım yapması gerekiyordu, yolun başındaydı ama annesinin ve Aleksey'in kara para dünyasında fark yaratma üzerine çektiği nutukları şimdi anlamaya başlamıştı. Para kazanmak onun için kolaydı, geriye onu doğru kullanmak kalıyordu. İşte bu vizyon meselesiydi.
Her şeyden bir tutam deneyecekti. Geçen günlerde dövüş sporlarına merak salmıştı ve kendisine özel antrenör tutmuştu. Çocukluğunda Adana sokaklarında edindiği doğal dövüş becerilerini ve kendi öz yeteneğini geliştirmeye karar vermişti. Kendine güzel bir tekne bakmaya başlamıştı. Sonra yabancı dil öğrenmeye karar vermişti, Rusçayı epey sökmüştü, İngilizce öğrenmek de iyi olurdu. O akşamki yeni hevesi ise şaraplar üzerineydi ve masanın başına diktiği şarap garsonu ile sohbet ederek, belli başlı şaraplar üzerine bir şeyler öğrenmeye çalışıyordu.
Sekiz kişilik yuvarlak masada sadece Meyil ve Arca oturduğu için beyaz saten masa örtüsünün üzeri çoğunlukla boştu ve buraya farklı boy ve stillerde kadehler dizilmişti. Garson ikisine birden nazikçe bilgi veriyordu.
"Efendim, Kırmızı, beyaz ve köpüklü şaraplar için üç farklı kadeh çeşidi mevcuttur. Ayrıca standart tadım kadehleri vardır. Kırmızı şaraplar için kullanılan kadehler, beyazlar veya rozeler için kullanılan kadehlerden daha büyük olur. Beyazlar ve rozeler için biraz daha küçük kadeh kullanırız çünkü bunları soğuk içmemiz gerekir. Kırmızı şaraplardan hangisi olursa olsun kadehe döküldükten sonra biraz oksijenle temasa ihtiyaç vardır. O sebeple daha geniş yüzey alanına sahip kadehler tercih edilir.
Bordeaux (Bordo) tipi yani balon denilen büyük ve geniş kadehler; taneni yüksek, asidi orta düzeyde şaraplar içindir. Şarabı dilin ortasına yönlendirerek meyve, tanen ve asit dengesini sağlar. Cabernet Sauvignon, Merlot, Boğazkere, Öküzgözü-Boğazkere, Bordeaux şarapları, en bilinen kırmızı şaraplardır, bunların isimleri üretildiği üzümlerden veya yörelerden gelir. Bourgogne (Burgonya) tip kadehler; asidi yüksek, taneni orta düzeyde şaraplar içindir. Şarabı dilin ucuna yönlendirerek meyvemsiliği vurgular, asidi dengeler. Pinot Noir, Kalecik Karası, Narince gibi beyaz ve rozeler için kullanılır. Kesik ağız, şarabın dilin üzerine rahatça akmasını sağlarken; yuvarlatılmış ağız, şarabın dilin üzerine akışını engelleyerek şarabın asiditesini vurgular ve sertlik verir. Köpüren şaraplar, yani şampanyalarda flüt kadeh olarak tabir ettiğimiz dar kadehler kullanılır. Genel olarak Kırmızı şarap 22 derece, beyaz şarap 12 derecede içilir ancak yine de bazı kırmızı şaraplar serin hatta soğuk servis edilmelidir. Beyaz şarap gibi tanenleri güçsüz, fıçı yüzü görmemiş, maserasyon süresi kısa tutulmuş kırmızılar, oda sıcaklığına göre daha serin servis edilmelidir. Aslına bakarsanız, ülkemizdeki kırmızıların yüzde 50'sinden fazlası serin içilmeli, kesinlikle buz atılmamalıdır."
Meyil pür dikkat dinlediği bilgileri tek seferde ezber etmişti. Arca'nın son zamanlarda edindiği bu genel kültür veya adabı muaşeret merakıyla için için alay etse de, aslında hak veriyordu, aileden gelmeyen bazı genel kültür meseleleri sonradan edinilmeliydi ve artık lüks restoranlarda yemek yemeye alışmalı, menü okumayı ve şarap isimlerini de öğrenmeliydi.
Arca ise bunca karmaşık bilginin ardından homurtuyla yeter bu kadar diyerek garsonu gönderdi. Meyil'e döndü, "Bi bok anlamadım ulan. Sen anladın mı bari?" "Ben ezberledim aşko, sana da öğretirim. Ukala demek istemem ama çok uzattı. Boş ver, hadi şerefe!" Gülüşerek kadeh kaldırdılar. Meyil sevgilisine sataştı, "Bana bak Arca, öyle kibarlık budalası ukala bir züppeye dönüşürsen senden ayrılırım anladın mı? Ben dark maço ve bol acılı Adanalı Beyimi seviyorum."
Arca bir kahkaha attı, "Sevdiğimden değil yavrum, ben kebapla rakı adamıyım ama bazı resmi yemekler falan oluyor, malamat olmayak." Meyil bu sözler üzerine hem güldü hem eridi bitti, az önceki sataşması şaka değildi, Arca'daki maçoluğa bayılıyordu. "Sen çizgini bozma aşko. Resmi yemeklerde de, tavuk veya deniz ürünleri gibi beyaz etlerle beyaz şarap veya şampanya istersin. Kırmızı etle, kırmızı şarap, bu kadar basit. İsimlerini ezberlemeye gerek yok, şefin tavsiyesine bırakırsın." Arca kızın koyu mavi gözlerindeki zeki pırıltılara hayranlıkla bakarak iç geçirdi, sigarasını kül tabağına bastırıp aniden ayağa kalktı. "Hadi gel sana araba sürdüreyim."
Meyil neşeyle yerinden fırlayıp onun koluna girdi, asansöre biner binmez ise teşekkürünü belli eden sıcacık bir öpücükle dudaklarına yapıştı. Asansör zemine oturana dek birbirlerine dolanıp sanki ayaküstü ve asansörde değil de yataktaymış gibi yoğun bir öpüşmeye dalmışlardı. Otomatik kapı aralanınca sevgilisinin dudaklarından usulca ayrılan Meyil göz süzerek sordu, "Neymiş o resmi yemekler filan, hı? Sosyeteye girdin de haberim mi yok? Sen hayırdır?" "Yav yürü hadi..."
Meyil o gece yaramazlık yapmaya niyeti olduğunu daha kapalı otoparktan çıkmadan belli etti. Sıra sıra dizili duran üç spor arabadan ortadaki, kıpkırmızı Ferrarinin kaputuna yaslandı. İşaret parmağıyla gösterip "Bununla gezmek istiyorum." Dedi. Arca kızı ikiletmeden direkt kapıyı yokladı, yarım saat önce şoförüne tembihlediği gibi anahtarlar üstündeydi. Eliyle Meyil'e yan koltuğa geçmesini işaret etti ve kendisi de direksiyona geçip kontağı çevirdi. Alçak spor araba, güçlü motorundan yükselen kükremeyle çalıştı. Meyil, "Ah sese bak, canavar gibi! Bana sürdürecek misin? Lütfen? Azıcık deneyeyim nolur? Trafiğe kapalı alana gideriz." Meyil'in gözbebeklerinden teninin her santimine, sesinin işveli tınısından vücut diline yansıyan yaramazlık yapma arzusu, Arca'yı çoktan tesiri altına almıştı. Otoparktan çıkarken başıyla onayladı.
"Sürersin. Ama kapalı alanda değil. Madem çıtayı yükselttin, öyleyse..." dedi ve hin bir gülüş attı. Saat 21:45 gibi nispeten tenhalaşan İstanbul trafiğinde, gazı kökleyerek Beşiktaş- Sarıyer arasını on beş dakikada, tüm araçlara makas ata ata bir adrenalin şovuna çevirerek kat ettiler. Meyil alçak spor arabanın koltuğuna yapışmış tiz çığlıklar atarak çok eğleniyordu. Arca çok iyi şofördü ve altındaki canavar gibi makinenin hakkını vererek bezgin İstanbulluların gecesine renk katıyordu. İkinci köprüden önceki son çıkışta Ferrari ile Kavacık durağında durdular. Meyil hevesle irileşen gözbebeklerinde korkuyla karışık bir arzuyla Arca'ya ağzı açık bakakaldı.
"Kö-köprüye mi? Ben mi süreyim?" "Hadi gel." "Yook yapamam! Makine jet gibi uçuyor, tırstım. Sen sür aşko." "Aşkolsun aşko!" diye alayla kızı taklit etti ve yeni bir çözüm buldu Arca. Sağ dizine vurarak kıza kucağını işaret etti ve koltuğunu geriye sürdü. Meyil'in kafası karıştı, beden dilini kullanmak yerine insan gibi konuşsaydı ne iyi olmaz mıydı? Müneccim miydi o, şu koltuğu geriye çekip kucağını işaret etme jestleri aklına Adanadan dönüş yolculuğunda yaptıkları araba fantezisini getirmişti. Etrafa bakındı, hızla geçen arabalar dışında her yer karanlık ve tenhaydı. Otuz metre kadar ileride bir İETT durağı vardı. "Burda mı?" Arca yine bir kahkaha attı, "Sevgilim aklına ne geldi bilmiyorum ama hayır, burada sevişmeyeceğiz. Kucağıma gel, sana araba sürmeyi detaylı anlatayım."
Meyil yanaklarına hücum eden sıcak kanın verdiği karıncalaşma hissiyle kıpkırmızı kesildiğini anlayıp utandı. O ikinci kadeh kırmızı şarabı kafaya dikmeyecekti! Kapısını açıp havalı hareketlerle indi ve arabanın önünden dolaşıp şoför koltuğuna geldi, Arca kapıyı açmış onu bekliyordu.
"Sığacak mı- yı-z, sen-ce? Aa!"
Arca onu kolundan tutup çekiverdi. Sığdılar. Arca koltuğu ve direksiyonu ikisi için iyice ayarladı ve Meyil'in sağ baldırına uzanıp ayak bileğinden tuttu, biraz yukarı kaldırdı ve ayağından ayakkabısının tekini çıkarıp gaz pedalının üzerindeki kendi sağ ayağının üzerine nazikçe yasladı. Meyil, onun da ayaklarının çıplak olduğu bu sahneden fena halde tahrik oldu ve sertçe yutkundu. Az önceki ihtimal şuan çok da mantıksız gelmiyordu.
Arca'nın kucağında, kollarının arasında, ayakları pedalları kavrayan çıplak ayaklarının üzerindeydi. Arca, kızı uygun sürüş pozisyonu için oyuncak bebek gibi yerleştirirken kulağının arkasında fısır fısır konuşuyordu. Belki biraz da kokluyor veya sakallarıyla tenine küçük temaslar bırakıyordu.
Nereden bakılırsa bakılsın, teknik bir sürüş deneyiminden çok, seksi bir sahneydi. Meyil'in eteği uyluklarına dek sıyırılmış ve Arca'nın kot pantolonunun sert kumaşıyla temas eden bacaklarının arkasındaki cildi sanki komple kamaşmıştı. Bir sıcaklık dalgası karnının ortasına yayılırken nabzı hızlandı. Adamın sıcak gövdesi, sırtını ve omuzlarını tamamen kavrıyor, kaslı kollarının arasında kolları onun uzantısıymış gibi duruyordu.
"Aman Tanrım! Bu delilik!" Diye mırıldanan Meyil dilinin, ağzının içinde kupkuru olduğunu hissetti ve dudaklarını yaladı.
Arca, onun sağ elini avucunun içine almış, arabanın direksiyonundaki joy stickin nasıl kullanıldığını gösteriyordu. Birkaç düğmeyi ve temel bilgileri verip "Hazır mısın?" Diye sordu.
Meyil dimdik vaziyette yola baktı, direksiyonu sıktı. Avuçları şimdiden terlemeye başlamıştı. Şeytan diyordu, dön yüzüne, yapış şu şapşala, ver coşkuyu...
Kulağının arkasından fısıldayan öz hakiki şeytanı, dizini okşayarak bacağını sıkıca kavrayıp, "Gazı hisset!" derken pedalı onunla birlikte birkaç kez ileri geri iterek motorun gümbürtüsünü işaret ediyordu. Meyil daha önce bindiği hiçbir arabanınkine benzemeyen o kükremeyi andıran sesin etkisiyle iyice gerildi. "Bunun... İyi, bi-bir.. Fikir olduğunu... San-mı-yo..." "Yola bak ve arabayı dinle. Bu kadar." "Ölmeyiz dimi?" "En kötü köprüden Boğaz'a uçarız!" Deyip el frenini indirdi ve vitesi ileri alıp gaza bastı Arca. Meyil çığlık atarak direksiyonu koparmak ister gibi kavradı, Arca boynunun üzerinden yola bakarken aslında tüm hakimiyet ondaydı ancak Meyil sanki tek başına sürüyormuş gibi paniklemişti. Paniğinin kaynağının yarısı aslında içinde bulunduğu huzursuz pozisyondan kaynaklıydı. Araba ne sarsılıyor ne titriyor ne de yan yatıyordu ancak su gibi akıp giden hızı muhteşemdi, hızın verdiği adrenalin damarlarında gümbürdüyordu. Birkaç saniye içinde köprü trafiğine katıldılar. Meyil tuttuğu nefesi verdi. "Dikkat et, dikkat ediyorsun dimi? Bana güvenme!" "Nasıl yaptığımı hissediyor musun?" "Ahh hissetmez miyim? Neler neler hissediyorum bi bilsen! Kamyona dikkaaa-tt! Aaayy!" "Terledin mi aşkım?" Deyip kıkırtıyla güldü ve gaz pedalını biraz daha ittirdi. "Makas atmasak da olur bence." "Peki, kendini yola ve bana ver o halde. Kasılma. Direksiyon sende bebeğim." Meyil "Hık!" diye hıçkırdı.
Arca güldü ve kızı kollarındaki kafesinde küçük bir kuklaymış gibi yönlendirerek arabayı köprü üzerinde onunla birlikte sürdü. Çenesini Meyil'in omzuna yaslamış, küçük direktifler veriyordu. Meyil tam sürüşe alıştığı ve sakinleştiği anda Arca'nın önündeki bir aracı aniden direksiyon kırarak sollamasıyla sarsılıyor ve yapma diye çığlık atıyordu.
Arca sıkıntılı bir sesle, onu kucağında hafifçe sola oynattı, "Sen de! Kendini bana itip durma! Ezdin, çocuğum olmayacak ha!" diye söylendi. "Ah kusura bakma, ikinci köprüden aşağı uçmamak birinci önceliğim şuanda! Senin takımlarını düşünemicem! Bizi bir koltukta iki karpuz oynamaz deyimine özne yapmadan önce cinsel sağlığını..." "O deyim öyle değildi." "Bil-miyorum! Aaaayyy!" "Şaka yaptım şikayetçi değilim, güç arka tekerlerde o yüzden bastıkça seni arkaya yaslıyor. Bak böyle."
Hıııınnnn, vıızzz... Gaza bastıkça insanın başını ve tüm üst gövdesini koltuğa mıhlayan arkadan çekiş gücü, boynunu kıracak gibi geliyordu. Bir sollama, bir sağa kırma ve makas daha... Ayağı gazda iken vites büyüttüğünde, Ferrari'nin sesi ateş ediyordu. Derken köprüden çıktılar. Meyil'in çığlıklar atarak dur diye bağırmaya başlamasına kahkahalarla gülen Arca onu kucağında sıkıştırıp boynundan öptü.
"Aklını benden alamıyorsun benim tatlı ilahem. Bana değil arabaya odaklanman gerekiyordu. Bu sürüş sayende amacından saptı." "Sayende derken?" "Çok fena azdığına eminim ve kanıtlayacağım. Suyun pantolonumu ıslatıyor. Seni acilen bir soteye götürmem lazım bebeğim." dedi ve bakışları ilerideki bir noktaya kilitlenince Meyil'in ellerini direksiyondan söktü, "Ssik-tir!" Meyil de aynı anda ilerideki polis çevirmesini gördü. Arca, "Koltuğuna geç, çabuk ol! Siktir EDS'ler!"
Meyil o an araba giderken nasıl olacak diye düşündüyse de korkuyla küçülmüş gibi derhal yan koltuğa, yerine atladı ve emniyet kemerini taktı.
Tırnaklarını kemirerek sayıklar gibi, "TCK madde 179/ 2. Bent; Kara, deniz, hava veya demiryolu ulaşım araçlarını kişilerin hayat, sağlık veya malvarlığı açısından tehlikeli olabilecek şekilde sevk ve idare eden kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. 3. Bent; Alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle ya da başka bir nedenle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek halde olmasına rağmen araç kullanan kişi yukarıdaki fıkra hükmüne göre cezalandırılır." Diye trans halinde takır takır ezberden saydı.
Arca, gözünü az ileride yanıp sönen mavi kırmızı ışıklardan ayırmadan, "Senin ehliyetin yok, ben de alkollüyüm." diye ekledi. Meyil'e dönüp göz kırptı, "Benimle ilk suçunu işlemeye hazır mısın yavrum?" dedi ve kız, "Yokuuum, yokum!" diye çığlık atarken onu dinlemeden aniden direksiyonu en sola, emniyet şeridine kırıp gazı kökleyerek polis kontrol noktasını da sollayıp geçti. 800 beygirin üzerinde motor gücüne sahip muhteşem spor araba, asfaltta yağ gibi kaydı. Beykoz tabelalarını geçip ormanlık yokuş arazide izini kaybettirmek için en dar ve karanlık yollara girip çıkmaya, labirent gibi şaşırtmacalı ani dönüşlerle ana caddelerden uzakta sürmeye başladı. Arca aynadan, Meyil ise arkasına dönerek geride kendilerini takip eden olup olmadığına bakıyordu. On beş dakika kadar Beykoz'un gür ormanlık arazilerinde daireler çizip izlerini kaybettirdiler.
Nihayet bir tepenin üstünde arabayı durduran Arca, "Arabayı bırakıp yaya devam edelim." Deyip torpidoya uzandı ve silahını alıp beline taktı, Meyil'in ayakkabılarını kucağına verdi, "Acele et, ileride giyersin." dedi.
Tenha bir bayırın üzerindeki ağaçların altında Ferrari'yi terke dip koşarak sokak aralarına saptılar. Meyil ilk köşeyi dönünce durup soluklandı ve topuklu ayakkabılarını giydi. "Allah kahretsin, aklım çıktı! Deliiii! Ne düşünüyordun? Tutuklanabilirdik!" "Eğlenceliydi." Meyil sinirli bir kahkaha attı, "Sence plakadan bizi bulamazlar mı? Peşimize düşerler mi?" "Arabayı henüz sahibinden üstüme almadım." "Araba kimindi?" "Bir futbolcunun. Sabah ifade vermeye o çağırılır artık!" "Ya seni ispiyonlarsa?" "Kumar borcunun tamamını bu arabayla ödemiş olsaydı belki. Korkma bir şey olmaz." "Avukatını ara." "Sabah ararım. Hadi gel korkmaa. Heyecanlı değil miydi?" "Kameralardan yüzümüzü tanıyabilirler mi?" "Saçmalama avukat hanım, sanki bombalı eylem yapmışık ha, daha neler!" Az sonra müstakil evlerden oluşan bir mahalle arasında yokuş aşağı yürürken kahkahalarla gülme krizine girmişlerdi. Dakikalarca el ele yürüdükten sonra sahile vardılar. Küçük, ıssız bir balıkçı koyuydu. Birkaç kulübenin etrafına serpiştirilmiş ağlar ve tekne kalıntılarından başka bir şey ve kimseler görünmüyordu. Dinlenip ne yapacaklarına karar vermek için kumlara oturdular. Meyil ayakkabılarını çıkarıp ayaklarını ovuşturdu.
"Çıkacağımızı söyleseydin rahat bir şeyler giyerdim." "Ben de bilmiyordum, bir anda esti." derken Arca kızın ayak bileğine uzandı ve ince beyaz ayağını kucağına alıp ovmaya başladı. Meyil hafifçe inleyerek gövdesini geriye attı ve yere uzandı.
"Şoförü çağırdın mı?" "Hayır." "Nedim'i ara bari canım." "Daha gece bitmedi gülüm, takılıyoruz işte." "Aşkım neresi burası?" "Beykoz'dayız, Küçüksu civarı." "Buraları biliyor musun?" "Bilmiyorum." Bir süre gözlerini yumup olanları hazmetmek ve dinlenmek için bekledi Meyil. Arca bu sırada yanında kuma bağdaş kurarak oturmuş, ayaklarına masaj yapıyordu. Yorgun ve uykulu zihnine meydan okuyan o dokunuşlar, Meyil'e arabayı onun kucağında sürerken yaşadığı o inanılmaz tahriki hatırlattı ve hafifçe inledi.
"Sen nasıl bir adamsın..." diye mırıldandı. Arca cevap olarak eğilip diz kapaklarından öptü. "Beni fena halde tahrik ediyorsun Arca. Ahh, yapma." Arca onun eteğini hafifçe sıyırıp sıcak öpücüklerini ve dilinin ucunu uyluklarının içinde gezdirdi. "Beni istediğini biliyorum aşkım." Deyip direnmemesi için Meyil'in bileklerini tuttu. Meyil kesik kesik soludu. "Eve gidelim." "Gidecez." "Şunu yapmaya devam edersen gidene kadar sabredemeyeceğim. Ay!" Arca parmağının içiyle külotunu hafifçe yana sıyırıp orasını avuçlamıştı. Meyil yattığı kumun üzerinde sarsıldı, "Ahh çok kötüsün! Yapma dedim!" "Sırılsıklamsın bebeğim. Seni hemen becermek istiyorum. Burada, şimdi." Arca iki parmağını Meyil'in ıslak girişinde daireler çizerek dolaştırıp baş parmağıyla klitorisiyle oynamaya başladı, yanında dirseğinin üzerinde yükselip diğer eliyle çenesini kavrayıp dilini, aşağıda, girişinde hareket eden parmaklarıyla aynı anda ağzına soktu. Dili ve parmakları ince ve derin bir ritimle Meyil'i çığırından çıkarmaya başladı, birkaç dakika içinde saçlarına asılmış, birleşmek için sabırsızca yalvarır haldeydi. Arca da bu ıssız sahilde niyeti tamamen bozmuş ve otele dönmeyi beklemeyecek kadar yükselmişti, kot pantolonunun düğmelerini aralarken son bir kontrol ihtiyacıyla etrafa kulak kabarttı. Kemerini ve düğmelerini yeniden ilikledi.
"Kalk, sesler var." dedi ve Meyil'i yerden kaldırdı. Sahilin üzerindeki çok eski beton basamaklara doğru yürürken balıkçıların sesi yaklaştı ve az sonra iki yaşlı adam yanlarından geçti. Geldikleri sokaktan geri yürüyüp mahalle aralarında dolaştılar ve az sonra mahalle aralarında kaybolduklarını ve aynı yerden iki defa geçtiklerini fark ettiler. Meyil saatin gece yarısını geçtiğini görünce huzursuzlandı. Cidden korkmaya başladı üstelik çok yürümekten yorulmuştu. Cinsel gerginliğin doruğunda yarım kalmaktan fena halde hırpalanmış ve istediğini hala alamamıştı. Arca'nın boynuna sarılıp dudaklarının etrafında aranır gibi soluklandı, "Aşkım bir taksiye binip eve gidelim. Acilen sevişmek istiyorum." "Ben de!" diye hırladı Arca ve kızın elini tutup adeta nereye gittiğini bilir adımlarla iki sokak daha sürükledi. Meyil, taksi bulmak için caddeye çıkacaklarını sanırken daha tenha bir sokağın sonuna gelmişlerdi. Bu muhit hep böyle ağaçlık, bayırlık ve bahçeli müstakil evlerin seyrek halde bulunduğu tenha bir mahalleye benziyordu ve etrafta in cin top oynarken Arca kızı çekiştirerek evlerden birinin bahçesine soktu. Nefes nefese demir bahçe kapısını aşıp kendilerini kayrak taşı döşeli bir yürüyüş yolunda buldular. Yetmişlerde başlayan modern mimari akımının hoş bir deneysel türü olan üç katlı villa, uzun yıllardır kimse uğramıyormuş gibi görünüyordu. Panjurların hepsi kapalıydı, etrafta ne köpek vardı ne bir ışık, ne de bahçesi burada yaşayanların varlığını kanıtlayacak kadar düzenlenmişti. Aksine güzelim beyaz binanın geniş bahçesi, insansızlıktan cangıla dönmüştü.
Arca, Meyil'in soru sormasına veya itiraz etmesine fırsat vermeden, kalçasının altından kucaklayıp dudaklarını dudaklarıyla kapattı. Evin iç giriş kapısının sol tarafında bir çardak olduğunu görmüştü. Yüksek çam ağaçlarıyla çevrili bahçede onları kimse göremezdi. Yasak bir şey, aslında bir sürü şey yapmaktan adrenalini tavan yapmış vücutları tamamen kızışmış halde birbirine dolandı. Öpüşmeye ara vermeden sarsak adımlarla sarmaş dolaş o çardağın altına yürüdüler.
Nefes nefese kesik heceler arasında Arca, Meyil'i yiyip bitirmek ister gibi öperken Meyil o gece bir kez daha yarım kalmak istemediğinden çabucak onun kemerine uzandı, düğmelerini çözdü. "Çabuk ol burası cin düğünü yapılacak kadar ıssız." Arca, Meyil'i kucaklayıp çardağın altındaki eski ve tozlu banka yatırdı, dudaklarının hararetinden dişleri çarpıştı, birbirlerini soyan elleri karıştı, biri pantolon düğmelerinden diğeri eteğinin altındaki dantel külottan kurtulur kurtulmaz birleştiler. Meyil, hayatının en zor bekleyişi şimdi nihayete ermiş gibi coşkuyla erkeğinin içini esneten, dolduran, git gelleriyle talan eden sahip oluşuyla kendini usul usul beklediği rahatlama için gevşetti. Arca'nın üzerinde dolaşan sert ellerini göğüslerine daha da bastırıp belini tozlu banktan kaldırarak kısık inlemelerle üzerindeki devinimine katıldı.
Arca hiddetini ve hızını arttırdı, Meyil'i "Hadi." Diyerek boşalması için gazladı. Keyif yapmayı, onu evirip çevirmeyi çok isterdi ama ortam uygun değildi. Meyil'in sona çok yaklaştığı anda kulak memesini hafifçe dişleyerek tekrar "Bu kadar çabuk bitmesini istemiyorum aşkım ama yemin ederim... Devam edeceğiz. Şimdi... Hadi gel." diye fısıldadı. Meyil aralarındaki gel gitleri daha da derinleştirmek için bacaklarını kaldırıp ayak bileklerini Arca'nın omuzlarına yasladı, parmaklarını parmaklarının arasından geçirerek ellerine tutundu. Yemek masasında başlayıp, Ferrarinin ön koltuğunda devam eden, sahilde deli cesareti kuşanmışçasına arşa çıkıp nihayet kendilerini buldukları bu bilinmez ıssız bahçenin ayazında tutkunun esiri olmaktan kaçamamışlardı. Meyil inliyor, evet diye söyleniyor ve darbelerin hızıyla sarsıldıkça bedeninin iç duvarlarında tırmanan zevkle coşuyordu. Göz göze, nefes nefese, yanıp tutuşarak birkaç sert vuruşla ikisi birden doruğa ulaştı. Meyil haykırdı, Arca boğazından çıkan keyifli homurtuyla kendini onun üstüne bıraktı. Birkaç saniye bekleyip her yanlarında zonklayan nabız atışlarının keyfini çıkardılar. Arca usulca geri çekilip toparlanırken, "Ünlü olmadan önce özgürlüğün tadını çıkar güzel kadınım. Bir daha bu kadar rahat olamayacaksın." deyip kızın göbeğinin üstüne bir öpücük kondurdu ve doğrulup külodunu giymesine yardım etti. Meyil ah, ıh ederek az önce çivilenir gibi düzülmekten hiç şikayet etmediği eski bankın sert zeminine otururken altındaki sızıdan rahatsız oldu. Arca'nın ona pür dikkat bakışlarla hin bir gülüş attığını görünce omzuna yumruk attı. "Ahh çok fenayım, gülme gebertirim!" Arca onu kucaklayıp, boynundan, saçlarından koklayarak öptü. "Kimse beni senin kadar feci azdırmamıştı. Şimdi bile seni yatağa atmak istiyorum." Meyil kırıtarak göz süzdü. "Kalan libidonu sabaha sakla aşkım, yoruldum. Artık eve dönelim." "Aytekin'e konum atayım." Arca da banka, Meyil'in yanına tırmanıp bir sigara yaktı. Meyil uzanıp onun elinden sigarasını aldı, Arca kendisine bir tane daha yaktı. Ahşap bankın üzerinde tüneyip öylece beklemeye başladılar. Meyil boş ve karanlık eve göz gezdirdi. "Kim bilir kimin? Baksana bayağı da büyükmüş, olanda çok var tabi." "Ne?" "Yani biz bir tanesini bulamazken parası olan sağda solda villalarını unutuyor. Böyle bir evin olacak ve içinde yaşamayacaksın. O zaman daha iyisinde yaşıyorsun demektir. Vay anasını! Beykoz zengin muhiti, bu ev denizi de görüyordur kesin. Kaç milyon eder acaba..."
Meyil öylesine konuşuyordu. Ay ışığından başka bir ışığın olmadığı bu yer ona harabe gibi gelmeye başlamıştı ve korkusu çenesine vurmuştu. Arca kızın o gece epey korktuğunu fark etmişse de hiç oralı değilmiş gibi davranıyordu. Meyil'in kendisine karşı takındığı cesur, çok bilmiş, asi ve umursamaz pozlarını tek hamlede yerle bir etmişti fakat yüzüne vurmayacaktı. Nihayetinde o küçük bir kızdı, Arca gibi bir zebaniyle aşık atamazdı, attığını zannederdi. Arca'nın hiçbir şeyden korkusu yoktu, bu belki genetik bir tür bozukluktu ama ne trafikte kaza yapmak, ne Boğaz köprüsünden atlamak, ne karanlık ıssızlarda dolaşmak onu tedirgin bile etmiyordu, bilakis eğleniyordu. Eğlencesine dünya güzeli bir eşlikçisi de vardı, daha ne olsundu. Meyil'in Nedim ve Aytekin hakkındaki sorularını duymazdan gelip binaya bakmaya başladı. Eğlenceyi biraz daha ileriye taşıyacaktı.
"Kamera yok, alarm yok. Kapıyı açacam." "Saçmalama!" "Üşüdün güzelim, şoför gelene kadar içeride bekleriz. Gel." "Arca saç-ma-la... A-Arca ciddi misin, ciddi-sin! Elalemin evine nasıl... Hay Allahın delisi!" "Söylenmeee. Hiç yapmadığım şey değil, korkma. Birisinin geleceğine inansam seni riske atar mıyım?" "Ne bileyim manyağın tekisin! Ay adam ciddi ciddi hırsız gibi... Aaa şuna bak, ne o kredi kartı mı? Soygunculuk kariyerin olduğunu bilmiyordum! Yuhh! Açıldı! Ay girmem ben... Perili köşk gibi..." Cüzdanından çıkardığı bir kartla tek hareketle evin kapısını açan Arca, girişteki elektrik panosunu bulup şalteri de kaldırdı ve ıssız villayı ışığa boğarak muhteşem bir malikaneye çevirdi. Meyil'e sırıttı.
"Hadi gel biraz eğlenek." "Ohaa be eve bak!" Holü geçip geniş salona süzüldüler. Duvarlardaki orijinal yağlı boya tablolar, klasik tarzda büst ve heykelcikler ile tavandan sarkan iki metre çapındaki devasa kristal avize, ilk göze çarpanlardı. Dışarıdan bakımsız ve solgun gözüken ev şimdi bir sanat galerisi gibi önlerinde uzanıyordu. Arca salonda ilerlerken antik Yunan heykellerinden adını bilmediği bir Olymposluya ait olan yarı çıplak ve kaslı erkeğin ensesine şaplak attı. Meyil onun çocukça sataşmasına güldü.
"Işığı gören olursa..." "Söndüreyim mi?" "Yok yok, iyi böyle."
Arca eski model ceviz rengi, cam kapaklı büfenin önüne dikilip içindeki şişelere uzandı. Hepsi yabancı alfabeyle etiketliydi. Viski olduğunu tahmin ettiği birini alıp açtı, kokladı, başına dikti ve büyük bir yudum aldı. Ağzında bekletip, "Mmm." dedi. "Yıllanmış viski, nefis."
Meyil bir koltuğa ilişip bacaklarını karnına çekti. "Aytekin abi ne zaman gelir?" "Gelmek üzere." Arca elinde viskiyle evin içinde dolaşıp Meyil'in üzerini örtmek için bir battaniye buldu ve geri geldi. Kızı kanepenin üzerinde battaniyeyle sarıp sarmaladı. Az sonra korku ve endişeden içi düğüm düğüm olan Meyil, onu daha fazla delilik yapmaması için durdurma isteğiyle yanına çekti, kollarını boynuna sarıp yüzünü yüzüne yasladı. "Öp beni. Her yerimi öp. Sahilde başladığın şeye devam et." "Ben de ne zaman söylersin diyordum!" Kanepeye uzanıp bu kez usul usul, birbirlerini soyup öpücükler kondurarak, tatlı tatlı dokunuşlarla birbirlerinin doyamadıkları teninde gezinerek nefis bir sevişmeye daldılar. Uzun uzun öpüşmeli, oynaşmalı, emmeli, elleşmeli, evirip çevirmeli, bilimum pozisyonlarla çılgına dönmeli daha keskin bir tatminin hemen ardından Meyil uyuyakaldı.
Arca, kapıdaki adamına beklemesini mesaj atıp kızı kucaklayarak ikinci kattaki yatak odasına taşıdı ve ona sarılıp rahat rahat uyudu. Sabah olunca Meyil bu evde uyumasına izin verdiği için çok kızdı, yataktan fırlayıp kavga çıkardı, eline geçirdiği bir kırlentle Arca'ya bağırıp vurmaya başladı. Arca onun bileklerini tutup yüzünü duvara yasladı ve saçlarına asılıp kulağına eğildi,
"Bir daha mı istiyorsun Meyil?" "Aaah hayvan!" "Sabah s*kişi... Severim." "Yapma!" "Yapıcam. Kıpırdama yoksa seni bağlarım."
Aralarındaki boğuşmanın ve bu tehditlerin ateşiyle nefesi kesilen Meyil bileklerini kurtarmaya çalışarak meydan okudu. Akşam korku ve yoğun zevkin ardından pelteye dönen bedeni dinlenmiş ve yeniden zevke bulanmak için istekliydi. Arca'nın kollarının mengenesinde teni ısınıyor ve derinlerinde peyda olan kamaşma, gövdesinin ortasından tüm vücuduna yayılıyordu. Arca, onu duvarla kendi sert ve sıcak gövdesi arasında sıkıştırmış parmaklarını bacaklarının arasındaki hassas noktaya yerleştirip kızı en sevdiği hafif ritimle okşuyor ve karşı koymamasını söylüyordu.
Meyil, dudaklarına uzanan sevgilisini ısırarak alt dudağını kanattı ve, "Bağla!" dedi. Arca, "Kör istemiş bir göz..." diye hırlayıp "Burada kıpırdamadan bekle yoksa seni çok fena pataklarım." Deyip kızı, iki metre yükseklikte asılı duran duvar apliğinin ferforje demirden gövdesine ellerinden asmak için ip gibi bir şey aramaya başladı. Meyil, duvara yasladığı çırılçıplak gövdesiyle dans eder gibi kırıttı, kalçasını kıvırdı.
"Hastasın oğlum sen! Sapıksın. Yine de senin için deliriyorum." "Deliliğinin bedelini ödeyeceksin güzelim. O güzel kıçını parçalayacağım. Kırıtıp durma karşımda. Ya da devam et... Benden günah gitti." deyip Arca banyo dolabında bulduğu bornoz kuşağı ile Meyil'in iki bileğini bağlayıp başının üstünde kaldırarak kızı ancak parmak uçları yere temas edecek şekilde demire astı.
Islık öttürerek kızı aç bakışlarla seyretti. Onu dün gece iki kez dolu dizgin becermemiş de ilk kez görüyormuş gibi hatta hayatında ilk kez bir kadın görüyormuş gibi şehvetten gözü karararak seyretti. Kolları yukarıya bağlı halde kurbanlık gibi asılı duran Meyil, o halde zarif görünemeyeceğini biliyordu ama Arca'nın alev alan bakışları ve hızlanan solukları, zerafetten daha iyi şeyler ifade ettiğini kanıtlıyordu. Parmaklarının tersini tüy gibi bir okşamayla omuriliğinin üzerinde aşağıdan yukarıya doğru gezdirirken şehvetin sesine kattığı cızırtılı fısıldamayla,
"Cildin çok güzel aşkım. Vücudun şahane. Tadın nefis. Her şeyine bayılıyorum. Aklımı başımdan alıyorsun Meyil. Beni çıldırtıyorsun." dedi. "Orada durup bana şiir mi okuyacaksın aşkım?"
Arca gülerek sokuldu ve Meyil'i ellerindeki bağın ekseni etrafında çevirdi. Gözlerine çektiği ziyafetin ardından elleri o pürüzsüz kaymak gibi cilde dokunmak için yanıyordu. Boynunu kavradı, onu öpmeden önce baş parmağının içiyle dudaklarını okşadı.
Bir kez daha... Deliler gibi, sabahı yırtan çığlıklar, tehditler ve vaatler arasında çılgınca birleşip hazla yıkandılar. Bedenin tüm sınırlarını zorlayan zevk anlarından sonra yumak olmuş halde yatağın ayak ucunda sarılmış ve bir saatten daha fazla süredir uyuklarken alt kattan kapı açılıp kapanması, erkek sesleri ve ayak sesleri duyuldu. Arca hemen kapıya koşup kendilerini içeriye kilitlerken telefonundan adamını aradı. "Ha siktir!" deyip kapattı. "Çabuk toparlan, basıldık yavrum. Ev sahibi gelmiş."
*****
(Eyvah basıldık! Hadi bakalım yorumları bekliyorum, ben 45.bölümü yazarken siz de deli çiftime yorum atın millet🔥 Bölüm sayısıyla ilgili bir derdim yok, bu kitabı bastırmayı veya yeni bir kurgu yazmayı henüz düşünmüyorum. O yüzden ağırdan alarak, Arca ve Meyil’in tüm deneyimlerini, büyümelerini, değişimlerini detaylı şekilde anlatarak ilerliyorum. Kafamdakilerin hepsini yazarsam muhtemelen 90 bölüm filan olur😎 Zaman sıçramaları, yeni karakterler ve şaşaalı bir hayata karşın derin çatışmalar bizi bekliyor. Öpüldünüz😘) |
0% |