Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Bölüm

@selinsafak

 

(Selamlar canlarım,

Biliyorum merakla Mey&Ar karşılaşmasını bekliyorsunuz ancak arada anlatmam gereken kısımlar var. Karakterler ve geçmişte yaşananlar iyice otursun istiyorum o yüzden bir bölüm daha bekleticem. Büyük karşılaşma 7.bölümde hazır, birkaç gün sonra yayınlarım. Buyursunlar...)

 

•••

Körfez

 

Zorlukla dalabildiği huzursuz, iki saatlik bir uykuyla okula gitti. O gün geometri sınavı olmasaydı gitmezdi fakat okul puanlarını yüksek tutması gerekiyordu. Devamsızlık hakkını da neredeyse doldurmuştu. Özel bir kolejde okuduğu için kayırılan veya masum yaramazlıkları görmezden gelinen bir öğrenci değildi. Bursu kesildiğinden beri özellikle her sene başında annesi idareyle çata çat fiyat pazarlığı yaptığı, okul yönetimini kızımı atarsanız sizi süründürürüm diye tehdit ettiği günden beri hiç değildi. Devlet lisesine gitmediği güne her sabah yeniden lanetler okuyordu. Daha yoğun bir üniversiteye hazırlık eğitimi ve çat pat İngilizce öğrenmiş olması, okulunun tek artısıydı fakat Meyil'in içinde bulunduğu sosyal ortam, onun dünyasında akademik kaygılardan daha acı vericiydi.

 

Günlük olarak fazla makyaj yapan biri değildi, annesi kuaför olmasına ve süse düşkün olmasına rağmen Meyil adeta Sibel'e bir tepki olarak süslenmeyi hiç sevmediğini söylüyordu. O sabah aynaya baktığında yanağında akşam yediği tokadın izlerini gördü. Sol gözünün hemen altında iki parmak izi kızarıp şişmişti ve gözlerinin altı çökmüş, mor halkalara boyanmıştı, menekşe gözlerinin içi de kan çanağı gibiydi.

 

Evden çıkmadan annesinin gelin makyajlarında kullandığı Kryolan marka kapatıcıyı kat kat sürerek izleri kapattı. Okul bahçesine girince konuşmadan kapüşonunu başına çekip sıraya girdi. İstiklal Marşının okunmasının ardından sınıflar sırayla içeri alınırken kıyafet kontrolü ve çanta araması olduğunu görünce tadı hepten kaçtı.

 

Okulun kılık kıyafet ve talim terbiyeden sorumlu müdür yardımcısı, yanında en dişli kadın hocalardan biriyle öğrencileri teker teker kontrol edip içeri alıyor veya çürüğe ayırıyordu. İçinden küfretti. Uzun boylu bir oğlanın arkasına saklanıp başını eğerek fark edilmeden geçmeyi umdu. Tam kapı aralığında o tanıdık sese yakalandı.

 

"Meyil Akyüz! Dur bakalım!"

 

Bezgince soluk vererek durdu. Kadın karşısına dikildi, kapüşonunu indirdi, saçını, yüzünü, gözünü, kılık kıyafetini incelemeye başladı. Buluşuyla övünürcesine yüksek sesle,

 

"Bir karış makyaj yapmışsın! Bu yaşta hiç de utanmıyorsunuz! İhtiyacın var sanki şuna bak. Yürü tuvalete!"

 

"Yapmadım hocam." Diye yalan söyleyerek kadına yalvarır gibi baktı.

 

Kadın öğretmen cebinden bir paket mendil çıkardı, şovunu abartılı hareketlerle herkese göstere göstere

"Yapmadın demek?" Deyip genç kızın yüzüne mendilini hoyratça sürmeye başladı.

"Bu ne bu? Yıka yüzünü!"

 

Meyil aramadan temiz çıkan sırt çantasını alıp kapüşonunu tekrar başına çekerek içeri girdi, öğretmen onu tuvaletlere kadar azarlaya azarlaya takip etti. Meyil lavaboda yüzünü yıkarken kadın,

"İyi yıka!" Diye buyuruyordu.

 

Meyil yüzünü gözünü iyice ovuşturarak yıkadı ve kadına döndü. Kadın öğretmen yüzündeki izleri görünce afalladı.

 

"Ne oldu senin yüzüne gözüne öyle?" Diye bir çığlık attı.

 

Meyil dişlerini sıksa da açık sözlüydü,

"Üvey babam vurdu, gözlerim de ağlamaktan şişmiş olabilir." Dedi.

 

Kadın donup kaldı, Meyil bezgin bir ifadeyle,

"Bittiyse gidebilir miyim?"

 

"Aa... Dur, dur... Belli ki arkadaşların fark etmesin diye izleri kapatmışsın. Ama kızım o kadar yoğun kapatıcı sürmüşsün ki... Hay Allah... İstersen benim fondötenimden sürebilirsin, dur çantamı alıp geleyim, hatta sen benimle öğretmenler tuvaletine gel. Bugünlük seni idare ederim Meyil. Çok üzüldüm."

 

"Boş versene! Allah'ın bildiğini kuldan mı saklicam..." deyip tuvaletten çıktı.

 

Öğretmen peşinden geldi, koluna girdi bu kez şefkatle yaklaştı. "Meyil, rehberlik servisine gidelim ister misin? Hı ne dersin? Yani yardımcı olabileceğimiz bir şey varsa..."

 

Genç kızın sabrı tükenmişti, kolunu kadından hışımla çekti. "Gölge etme yeter!" Diye bağırdı ve sınıfına gitti.

 

İkinci ders zili çalmış olmasına rağmen Batuhan, kendi sınıfı yerine Meyil'in sınıfının kapısında onu bekliyordu. Kontrolde yakalandığını görmüş ve telaşlanmıştı. Meyil başını eğip oğlanı görmezden gelerek yanından geçmeye çalışsa da Batuhan onu kolundan yakaladı.

 

"Bırak!"

 

"Dur bakayım, sen niye ağlıyorsun?" Deyip çenesinden tutarak kızın yüzünü kendine çevirdi.

Meyil'in kıpkırmızı olmuş hala yaşlarla çevrili gözlerine kilitlendi. Kederle dudaklarını ısırdı, gözyaşlarını parmaklarıyla sildi.

 

"Canım?" Diyebildi. Neler olduğunu tahmin edebiliyordu.

 

"Bırak Batu hadi git, hoca gelecek şimdi."

 

"Sana vurdu dimi o it? Öldürücem onu!"

 

"Batu, kapa çeneni! Sessiz ol, lütfen?"

 

"O Nazan cadısına ne demeli? Şu haline bak ne hale getirmiş seni, yürü müdüre gidelim ben onlara yapacağımı bilirim."

 

"Lütfen büyütme beni rezil ediyorsun aptal!"

 

"Tamam, hadi gidiyoruz o zaman! Bu halde derse giremezsin."

 

"Ya bırak sınavım var!"

 

"Geometri sınavı dördüncü derste biliyorum, geç kâğıdı alırız sınava gelirsin. İtiraz yok, hadi dedim." Deyip kızı çekiştirerek okuldan dışarı çıkardı. Okulun en yakınındaki bir kafeye giderken Ece'ye mesaj attı,

<Makyaj çantanı alıp Piko'ya gel, acil!>

 

Meyil'i kuytuda bir masaya oturtup birer kahve aldı, kızın ellerine sarıldı.

"Çok üzgünüm aşkım. Gene ne oldu? Pazar akşamı bende kaldığını öğrenmediler dimi?"

 

Meyil burnuna bir peçete kapatıp burnunu hışır hışır çekti.

"Yok o meseleden değil. Son zamanlarda cozuttu orospu çocuğu! Bir sigara versene."

 

Oğlan, paçasını kaldırıp çorabının arasındaki sigara paketini çıkardı, Meyil sigara yakmayı beceremediği için çakmakla yakıp kıza uzattı.

 

Genç kız içine çekmeden ağız ucuyla bir nefes alıp güldü, "Aramadan nasıl geçtin bununla be?"

 

Batuhan da güldü, böbürlenerek, "Burhan Hoca fark etti ama ses çıkaramadı, bazı pis işlerini biliyorum diyelim."

 

"Eşşek!"

 

Batuhan kendine de bir sigara yakıp dumanını efkârla üfleyerek üzerlerinde kalın gri bulutlar oluşturdu. Muarrem'e ana avrat sövmeye başladı. Elinden gelen tek şey buydu.

 

Az sonra Meyil biraz sakinleşmişti, başını sevgilisinin omzuma yaslayıp elini sıkı sıkı tutarak olanları anlattı. Pazar gecesini birlikte geçirmişlerdi, önce bir bara gidip birkaç bira içerek dans edip eğlenmiş sonra Batuhan'ın ailesinin Cebeci'deki yazlığına gitmişlerdi. Annesi, Meyil'in Ece'de kaldığını sanıyordu. Daha önceki yatılı kalışlarında stokladıkları fotoğraflardan gece yarısı 'ne yapıyorsunuz fotoğraf atın bakalım' diye yoklama çeken kadına atıp durumu idare etmişlerdi.

 

Ertesi akşam, yemekten sonra Muarrem, Sibel'e sataşmaya başlamıştı. Düğünde kimler vardı, şu geldi mi, bunu gördün mü diye başlayan imalı sorular, sonra ne giydin meselesini takip eden kıskançlık krizi ve ardından yükselen sesler, dağılan sofra, kırılan tabak çanak... Derken Muarrem bombayı patlatmıştı.

 

"Sen beni boynuzluyor musun orospu! Seni gebertirim!" Diye avaz avaz bağırıp Sibel'in üstüne yürüdü.

 

Onlar itişip kakışırken Meyil araya girince iki tokat yedi. Muarrem ağza alınmayacak hakaretler ederek Sibel'i suçladı, birkaç yumruk denk getirdi. Sibel boş durmadı, adama karşılık verdi ve birkaç tekme indirdikten sonra elinden kaçarak tezgâhın üstünden bir bıçak kaptı.

 

"Gel ulan orospu çocuğu sen mi beni, ben mi seni gebertecek, görücez!"

 

Muarrem korkup evden çıktı...

 

Anne kız sarılıp ağlaştıktan sonra kapıları kilitlediler. Meyil, polis çağırıp tutanak tutar ve darp raporu alırsa boşanma davasında işinin kolay olacağını söyleyerek annesine yalvardı.

 

Sibel, "10 sene kahrını çektim piçin! Zırnık almadan boşayacak değilim, onun istediği de bu... Bu iş bitti kızım, uzatmaları oynuyorduk, o da bitti. Boşanacaz ama kimin istediği şekilde, o görecek!"

 

"Anne yapma yalvarırım, Muarrem'in her şeyi babasının üstünde kayıtlı! Adamın ölmeye de niyeti yok."

 

"Orasını anladık. Hem ben bir avukata danıştım, boşanma davasında evlilik birliği içinde edinilen her şey dik yarı bölünüyor ama miras buna dahil değil. Dede geberse bile Muarrem malı kaçırdı çoktan! Artık mecburen çirkefleşeceğiz! Bana ettiklerinden sonra öyle kolay kolay sıyrılamaz... Kalk elini yüzünü yıka. Sana karışma demiyor muyum? Ne işin var aramızda Meyil, ben kendimi kollarım, evelallah adamı ikiye bölerim! O kim, korkak köpek!"

 

Meyil yüzünü yıkamak için tuvalete giderken söylendi,

"Hıı yaparsın, laz damarın tuttu tabi yaparsın sen de babam gibi otuz yılı içerde geçir, ne harika fikir!"

 

Batuhan, kaşlarını çattı, buğday tenindeki tek tük sarışın sakallarını çekiştirdi.

"Ben arkandayım aşkım. Ne istersen yaparım."

 

"Sen de öldürücem diye başlama da! Bünyeme bir katil yetti de arttı zaten bir de sen başlama! Herkes herkesi öldürse, her şey ne rahat dimi, ooh mis! Off başım çatlıyor Batu... Sus da uyuyayım biraz..."

 

"Gel bebeğim. Ben kıpırdamam sen uyanana kadar seni koklarım."

 

Meyil, sevgilisinin göğsüne yatıp gözlerini yumdu. Uyumasa da bir süre başını dinlendirdi. İlk teneffüste Ece yanlarına geldi, makyaj çantasını masaya çat diye vurup arkadaşının yüzüne dehşete düşmüş bir ifadeyle baktı.

 

"Siktir! Allah belasını versin o piçin! Aşkom kankam yaa... Gel buraya." Meyil'e sıkıca sarıldı ve ağlamaya başladı. Meyil tam sakinleşip kafasını toparlamışken tekrar koy verdi.

 

Batuhan kızlara soğuk birer kola almak için kalktı. Geometri sınavına kadar kafede oturdular. Meyil tekrar makyaj yapıp gözlerinin altındaki koyuluğa ve yanağındaki ize lokal olarak kapatıcı ve pudra uyguladı. Öğlen arasında yanlarına Buğra da katıldı, Meyil zaten daha fazla kimse gelmesini istemiyordu.

 

Buğra, "Elektronik posta arkadaşım naber, nerelerdesin yia!" Diyerek her zamanki vurdumduymaz neşesiyle onları canlandırdı.

 

Meyil, Ece'nin külçe gibi makyaj çantasıyla oğlanın kafasına vurdu. Buğra canı acıdığı için Ece ise milyarlık makyaj malzemeleri kırılacak diye çığlık attı. Buğra yerinden fırlayıp Batuhan'ın kucağına oturdu ve kollarını boynuna doladı.

"Aşkomm koru beni bu şirretten! Meyıııııl, Meyıııl! Sen ne şirretsin kız! Sus, kapa çeneni."

 

"Bütün okul senin yüzünden bana postacı diyor, mal! İki elim yakanda Buğra seni mahvedicem."

 

Kızın ismini, daha dokuzuncu sınıftaki İngilizce dersinde Native bir öğretmenin e-mail kelimesini telaffuzu yüzünden, meyıl meyıl diyerek önce posta kutusuna benzetmiş, zamanla kısaltarak postacıya çıkarmıştı.

 

"Benim aşık olduğum çocuğu kaptın zaten pis yelloz! Batuu? Aşkoom, bak ben seni daha mutlu ederim, bırak şu şıllığı beni al?"

 

Batuhan, sevgilisini korumak için Buğra'yı kucağından yere attı. "Siktir ulan, bir daha manitama sataşırsan seni üçlük olarak potaya atarım! Zaten yuvarlaksın!"

 

Gülüşüp birbirlerine günlük sataşma dozlarını atarak bir süre eğlendiler. Meyil okula dönmeden biraz daha dertleşti arkadaşları ve sevgilisiyle.

"Annem boşanmaya karar verdi ama anlaşmalı boşanmaya razı gelmiyor. Onu ikna etmem lazım. Çekişmeliye giderse iş uzayacak, siktir et kurtul diyorum. Dımdızlak ortada kalmam diyor! Offf."

 

Buğra, "Sibel Teyze haklı kanka."

 

"Teyze deme, çok kızıyor kanka!"

Gülüştüler.

 

Sibel, Meyil'in arkadaşlarını çok sever hepsiyle iyi anlaşırdı, özellikle iyi havalarda onları dükkanın önünde toplayıp çay kahve ikram eder, karınlarını doyurur, okul magazini hakkında sorular sorarak gençliğinde kendi yaptığı çılgınlıkları anlatıp güldürürdü. Tek şartı kendisine teyze denmemeliydi!

 

Daha 35 yaşındaydı, abla olacak yaştı bu. En çok Buğra'yı seviyordu ve kişisel bakımına düşkün oğlan ara sıra ona kaşlarını aldırmak ve yüz tüylerini aldırmak için geliyordu. Sibel, aralarında sadece Batuhan ile yüz yüze tanışmamıştı, onu sokağa bile sokmuyordu. Birkaç kez kızının telefonunu cevaplaması gerektiğinde kısaca konuşmuştu ama karşısına ancak kız istemeye geldiği zaman çıkabileceğini bildirmişti. İlişkilerini arkadaşlık düzeyinde ve kızını üzmediği sürece hoş göreceğini söylemişti ama ara sıra

"Söyle o sırık fasulyeye okula gelirsem parçalarım onu!" Diye laf gönderiyordu.

 

Meyil ve Batuhan iki yıldır çıkıyordu. Önce arkadaş olarak tanışmışlardı ve Batuhan kıza göz koyunca kısa sürede çıkma teklifi ve ardından Meyil'in naza çekmesi birkaç ay sürmüştü. Sonra bir partide dans edip sevgili olmuşlardı. O günden beri her gün neredeyse sabah akşam birlikteydiler. Bazen, Meyil o günkü gibi aile dertleriyle bunaldığında çok derin bir anlayışla birbirlerini destekliyorlardı. Bazen ve çoğunlukla ise kıskançlık krizleri, anlık öfke patlamalarıyla kedi köpek gibi kavga ediyorlardı.

 

Kavgaları bazen ayrılıkla sonuçlanıyordu fakat o aralıkta da arkadaş olmaya ve birbirlerini her gün görmeye devam ettikleri için birkaç güne barışıyorlardı. Geldikleri aileler, huyları, yetenekleri ve hayalleri zıt olsa da fiziken birbirlerine benzerlikleri, kaderin garip bir yakıştırmasıydı. Bu yüzden çok popüler bir çift olmuşlardı. Tolkien hayranı Buğra onlara,

"Orklar diyarında Valinor'dan gelmiş elf varisleri gibisiniz lan! Siz evlenemezsiniz, siz çoğalamazsınız! Ülkenin sarışınlık ortalamasını yükseltip durmayın!" Diyordu.

 

Hayatlarının en güzel çağında özgürlük savaşçıları gibi isyankâr bir yoldaşlıkla kalpten bağlı, bu bağlılığı dünyanın en derin hazinesi sayan, dünyaya kafa tutan ve dünyayı kurtaran gençlerdi.

 

Öğlen arasından sonra yine ders zili çaldığı halde Batuhan, Meyil'in sınıfının kapısındaydı. Genç kız olanca dişiliğiyle kapının kirişine yaslanmış, delikanlı olanca eril sahiplenişi ve uzun boyuyla kapının üstüne tutunup onu adeta görünmez bir kafesin içine almıştı.

 

Meyil nazlı nazlı göz süzerek oğlanın okul çıkışında bir yerlere gitme teklifini reddetti.

"Okul çıkışında bir iş görüşmesine gidicem."

 

"Ben götürürüm."

 

"Hayır, Muarrem götürecek."

 

"Bide o şerefsizle? Neyse... Tamam, bir şey demiyorum!"

 

"Sabah elinde çiçekle gelip annemden ve benden özür diledi. Konu kapanmadı tabii ama annem davayı açana kadar uslu durmamı istiyor. Napiyim. Meyil'i sen götürüp getir, diye de annem tembihlemiş."

 

"Şu garsonluk işi ha?"

 

"Hıı."

 

"Sen halledersin bebeğim."

 

"Biliyorum şapşal!"

 

"Meyil?"

 

"Hı?"

 

"Şuan seni öpmek isterdim."

 

Meyil, ince bebek yüzünü aydınlatan şahane gülüşüyle karşılık verdi. Batuhan sokuldu. Usulca saçının ucuna dokundu.

 

"Yapma okuldayız!"

 

"Aşığım sana."

 

"Ben de. Git hadi."

 

Oğlan son sözlerin sersemliğiyle eğilip saçının üstüne bir öpücük bıraktı. "Özledim aşkımı."

 

"Bütün gün beraberdik!"

 

"Anladın sen." Deyip göz kırptı.

 

Meyil nazlı nazlı kırıtarak saçıyla oynadı.

 

Koridorun başından Buğra bağırdı,

"Hey ateşli çift, Hakan Hoca geliyor, ayrılın bakalım!"

 

Batuhan iki adımla geri çekilirken yeni gelen genç müzikçiye bir küfür savurdu. Sevgilisiyle ilgilenen genç öğretmene kafayı takmıştı. Kıskançlık ayarı öğretmen falan dinlemiyordu.

 ...

 

Annesi ve babası, akşam yemeğinden önce ikinci katın geniş sahanlığında fısır fısır kendi aralarında konuşuyorlardı. Tek çocukları her zaman en büyük ilgi odaklarıydı ve anne baba, ikisi de doğduğu günden beri üzerine titremişti.

 

"Arabasını yeni aldık zaten Mehmet, şimdi elinden alırsan küser, çok kırılır, zaten çok asi bu aralar, bizden iyice kopar!" Dedi kadın sabırla.

 

"Ulan hergele yazlığa karı kız atıyor demedin mi Sevgi, beni delirtme? Ne yapayım o zaman?"

 

"Haberin olsun diye söyledim canım, ceza ver diye değil. Şurda üniversite sınavına iki ay kaldı. İdare edicez, görmezden gelicez. Sonra gerekeni yaparız."

 

"Sana Cemil mi söyledi?" Diye sordu adam, yazlık sitenin bekçisini kast ederek.

 

Sevgi eliyle beklemesini işaret edip bir an kulağını alt kata dikti. Bir tıkırtı duymuştu,

"Batu?" Diye merdivenlerden aşağı seslendi.

 

Genç adam alt kattan cevap verdi, "Anne hadi acıktım!" Diye öfkeli bir tonda bağırdı.

 

"İniyoruz canım."

 

Sevgi, kocasını yatak odasına çekip oğlu konuşulanları duymasın diye kapısını kapattı. Birlikte yatağın karşısındaki kanepeye oturdular.

"Yok, Cemil salağı uzun zamandır bilgi vermiyor galiba akıllı oğlun, bekçiyi rüşvete bağladı."

 

Mehmet bir kahkaha attı. "Hadi be! Ee?"

 

"Ee'si işte bugün yazlığa yeni fırını getiriyoruz diye servisten aradılar. Gittim. Fırın monte edildi, biraz oyalandım. Evi dağıtmamış ama ben anlarım."

 

"Ne anladın?"

 

"E yatak bozulmuş canım, benim bıraktığım gibi değildi."

 

"Kedi gezmiştir!"

 

Yazın bahçede besledikleri bir tekir kedileri vardı ve bodrum kapısının altında, kışın içeriye geçebilmesi için küçük bir aralık bırakmışlardı.

 

"Aman Mehmet! Kedi, tüylerini bu kadar uzatıp sarıya boyadı demek ki!" Eliyle yastıkta bulduğu sarı saç telinin boyunu işaret etti.

 

Mehmet bir süre düşündü, yerinden kalkıp gerindi.

"Valla senden korkulur hanım!"

 

"Eh korkun yani Mehmet Bey! İkinizi de takipteyim canım!"

 

Adam kahkahalarla güldü ve karısının yanağından öptü. "Kocanın senden başkasına bakacak ne hevesi ne vakti var canım! Ben şu işlerden sana bile yetemiyorum, nerdeee çapkınlık! Sen oğlunu takip et. Gerçi çok da sıkma. Erkek adam yapacak, gezecek, eğlenecek. Ben de ciddi bir şey sandım, neyse hadi acıktık yahu. Sen de büyütme her şeyi."

 

Sevgi omuz silkerek yerinden kalktı, akşam yemeği için alt kata inerlerken sordu.

"Bu akşam yine toplantın var mı?"

 

"Var var, partililerle görüşeceğiz. Bundan sonra her akşam böyle Sevgi Hanım, bekleme beni. Hele bi kazanalım da!"

 

"Aman Mehmet neyimiz eksikti, dert çıkardın başımıza! Yüzünü göremez olduk, oğlanla da vakit geçirmiyorsun bari yemekte biraz sohbet et."

 

Yemek masasında Mehmet oğluna okul nasıl, dersler nasıl, denemeler nasıl diye sorular sorarak sohbet açmaya çalıştı. Batuhan gözlerini telefon ekranından ayırmadan kısa kısa cevaplarla geçiştirdi.

 

"Ee basketbol nasıl?"

 

"Sınav için takımı bıraktırdın ya!"

 

"Yani sen yine de idmanlara katıl dedim canım. Şehir dışına turnuvalara gitmek derslerini aksatmasın diye konuştuk ya oğlum."

 

"Hı evet."

 

"Kimle yazışıyorsun yüzümüze baksana Batu. Çok ayıp."

 

"Kız arkadaşımla anne."

 

"Aa. Peki."

 

"Aynı kız mı?"

 

Batuhan başını kaldırıp bir an boş boş baktı, daha önce bir kız konusu konuştuklarını hatırlamıyordu.

"Değil."

 

"Okuldan dimi?"

 

"Sana ne? Doydum ben, size afiyet olsun!"

 

"Nereye?"

 

"Odama!"

 

Pat pat merdiven çıkma seslerini kapıyı çarpma sesi izledi. Mehmet, hızlıca atıştırıp evden çıktı, Sevgi yalnız kaldığı yemek masasının başında, iki erkekle yaşamanın, genç bir kızken hayalini kurduğu aile tanımını taşımadığını ve ne kadar yalnız olduğunu düşünerek zamanında bir kız çocuk doğurmadığı için bilmem kaçıncı kez kendi kendine hayıflandı. Erkeklerin kendi dünyası vardı, o dünyada kadınların yeri çoğunlukla çok sınırlıydı. Anlıyordu ve kanıksamıştı...

 

*****

Loading...
0%