@selinsafak
|
•Selamlar, canlar, harbi okurlar Bölümlerde yıldıza basıp oy vermeyi ve paragraflara yorum bırakarak bize destek olmayı lütfen unutmayın.
~~~ ^^ ~~~
The Gulf'te gece yarısı tüm çalışanlar çıkınca Nedim ve Arca yalnız kaldılar. Arca ofisinde bilgisayarını ve elektronik sistemleri kapatmak için ayaklandığı sırada Nedim'in bardaki yarım viski şişesi ve iki kadehle geldiğini görüp yerine oturdu. Tüm mekanın ışıklarını kapatıp sadece ofisinin ışığını açık bıraktı, kapıları kilitledi ve güvenlik sistemlerini aktif etti.
Nedim hiçbir şey söylemeden iki kadehi doldurdu ve karşısına oturdu. Arca da çekmecesinden puro tablasını çıkarıp adama ikram etti.
"Beni şaşırttın evlat. Dedim ki bizim deli oğlan ya artık büyüyor ya da..." sustu, genç adamın yüzüne müstehzi bir ifadeyle baktı.
Arca purosunu zippo çakmağıyla yakarken yüzü gri duman bulutunun ardında görünmez olduğu halde dişlerini göstererek sırıttı. "İkincisi!" Dedi.
Nedim güldü, "İkinciyi daha demedim."
"Ya da plan yapıyür diyecektin?"
"Evet. Kozan'da olsak o liseli çocuğu parçalardın. Hiç ses etmedin, hayırdır?"
"Kozanda değilik agam. Burada ağır olacağız, temkinli olacağız. Ferman Beye söz verdik."
"Kızı sevdim, hanım kız, özü sözü bir, o sesle yürür gider. Elinden tutmak gerek, çok hırpalanmış belli."
"Lakin ses sanatçısı olmak istemiyür."
"Öyle mi, yazık..."
"Babasını içerden çıkarmak için avukat olmayı kafasına koymuş. Lakin paranın tadını alınca fikri değişecek. Elinden tutacağız, kızı İstanbul piyasasına biz sokacağız. Bir madenin varsa işlersin, üstünü örtmezsin. Parayla istediğin avukatı tutarsın hatta gerekirse şahit bulur, delil satın alırsın ama bu sesi parayla satın alamazsın. Anlayacak."
"O yüzden hoş tutuyorsun ha?"
"Hoşuma gidiyür."
Nedim şaka yollu söylenen bu söze gülmedi, kaşlarını çatıp düşüncelere daldı. "Sevgilisi tehdit etti. Her an bir hırtoluk yapabilir."
"Lan onun cürmü ne ki, ne yer yakacak Nedim, biz ne tehditler gördük!"
"Mehmet Karadeniz'in oğlunu avladık derken kucağımıza bir mücevher düştü. Allah için güzel kız, su gibi! Sana da ılık ılık akıyor. Genç adamsın bak keyfine."
Bu kez Arca cevap vermedi, "De haydi Nedim Ağa, dinlenek yarın öbürsü gün iş çok!" Deyip kalktı.
Devraldığı kulüp eskiden İzmit'te çok popüler bir yerdi. Konum olarak Körfez'i üstten gören bir yamacın üstünde yer alıyordu ve deniz manzarasıyla göz dolduruyordu. Bin kişilik kapasitesi ve hazırdaki bar, mutfak ve masa sandalye düzeni hali hazırda yeterliydi ancak Arca mekanı komple yeniden dizayn ettirmek için tanıdığı bir mimar ile birlikte çalışmıştı. Kendi zevkine uygun minimalist bir dekorasyon ile mekanın çehresini tamamen değiştirip adeta baştan yaratmıştı.
Duvarları kaplayan tüm dekorlar ve ışıklandırmalar sökülüp yeniden sıva ve spotlandırma işleri yapılmış, gri ağırlıklı monokrom stilde döşenmişti. İçeride ve dışarıda dekoratif olarak sadece ışık ve renk geçişleri kullanılarak hipnotize eden bir sadelik hakim kılınmış ve insanı derinlemesine etkileyen çok şık bir dizayn sunulmuştu. Bir buçuk kattan oluşan taş duvarlarla kaplı dikdörtgen yapının ön cephesi, komple camekanla kapatılmış ve sigara içilen kısım, içeride yemek yenen kısımdan şeffaf bir geçişle ayırılmıştı.
Mimarı, Adana'dan eski bir çocukluk arkadaşı olduğu için diğer mekanlarından Arca'nın zevkli olduğunu ve tarzını iyi biliyordu. Tasarıma birlikte karar verirken civarda denenmemiş fakat çok da uç stillerin yer almadığı kişilik sahibi bir mekan yaratmışlardı. Dışarıdan bakan sıradan birisi, burayı bir araba galerisine de benzetebilirdi ancak gece ışıklandırması, kulüp ruhunu ve canlı müzik dinletisinin hakkını verecekti. Üstelik mekanın ses sistemi ve akustik dengesi için dekorasyondan daha fazla yatırımla neredeyse bir servet harcamıştı.
The Gulf, onun ilk kez Adana dışında kendi adıyla kurduğu imza mekanı olarak gelecekteki işletmecilik hayalleri için bir dönüm noktası olacaktı. Görsel olarak ortaya çıkan sonuçtan memnundu, açılış için reklamlar verilmiş, duyurular yapılmış, Ferman'a ait yerel gazetede büyük çaplı ilanlar verilmiş, afişler şehrin başlıca kavşaklarındaki billboardlara astırılmıştı. Geriye, ilk geceyi sorunsuz bir şekilde atlatmak kalıyordu.
Evine gitti, duşunu alıp uzandı fakat hemen uyuyamadı. Karanlıkta gözlerini tavana dikip düşünmeye koyuldu. Kendini bildi bileli yalnızlığın derin huzuruyla kendini motive ediyor ve çok çalışıyordu. Fazla arkadaşı yoktu, sevgilisi hiç olmamıştı, hiçbir kadına ayıracak vakti ve enerjisi yoktu, kalabalığı ve özveride bulunmayı sevmezdi.
Bıçak sırtı hayatını genç yaşında inşa etmek için çok bedel ödemiş çok belalar atlatmıştı ve biraz bencil biraz da duygusuzdu. Kadın erkek ilişkileri ona yapış yapış ve dramatik geliyor, kimseyle gereksiz yüz göz olmayı tercih etmiyordu. Çapkın değildi, işkolik ve fazlasıyla ölüme yakın yaşadığı için kontrol manyağıydı. Kimseye güvenmiyordu, kadınlara ise hiç güvenmiyordu.
İzmit'e gelmeyi kabul etmesi, işleri Kozan'da tam tıkırındayken hiç olacak şey değildi ve planları altüst olduğu için öfkeliydi. 'Serkan ölmeseydi diyordu, keyfimiz paşada yoktu!' Ferman denen adamdan hiç hazzetmemişti. Yasin'e abi demişti, onu candan bilmişti fakat ağabeyi, Yasin'e hiç benzemiyordu. Üstten konuşuyor, kapıkulu gibi gel dediğimde gel, git dediğimde git diyor, adam yerine koymuyor, köpek çekiyordu.
İzmit'e gelmeden onun hakkında da araştırma yapmıştı. Yasin ve Ferman, Çukurovalı eski bir ağanın torunlarıydı. Ağa, şu Yeşilçam filmlerindeki marabaya nefes aldırmayan faşo ağa cinsinden, köylünün emeğine tebelleş olmuş zorbanın tekiydi. Atadan kalma servet ile şehir merkezinde yatırımlar yapıp silahlı adamlar besleyerek iş adamlığında yükselen bu iki kardeşin babaları bir, anneleri ayrıydı. Ferman, babalarının nikahlı ilk eşinden doğan büyük kardeşti, Yasin'in annesi kumaydı. Daha beş altı kardeşleri, yeğenleri ve ordu gibi adamları vardı.
İçlerinde en zengin ve itibarlı olanları Adana Beyi, Yasindi. Erkek kardeşleri arasında en zeki olan ve silahlı gücü elinde tutup aile reisliğini üstlenen oydu. Ferman, yıllar önce Adana'dan Körfez'e göç etmişti. Neden ve nasıl gittiğini henüz öğrenememişti ama altında bir bit yeniği olduğuna emindi. Kardeşleri arasında kirli işlere bulaşmayan sadece oydu, siyasi parti altyapılarında yetişmiş ve günün birinde siyasette söz sahibi olmak için beklemişti. Armatör Ferman Tanrıöver, ailenin vitriniydi. Fakat sicili dışarıdan görünen saygın işadamı, iyi aile babası, dürüst siyasetçi imajına karşın Arca'ya göre ağzı bozuk, öfke kontrol sorunları olan bir kabadayıyı aratmıyordu. Ona göre Ferman'ın yerinde kardeşi Yasin olmalıydı. Yasin mert adamdı, sabırlıydı, hatır gönül sayardı, iş bitirici ve kurnazdı.
İlk geldiğinde iş insanları gibi toplantı yapacaklarını zannetmişti fakat Ferman onu rutubetli bir hangarda ayaküstü epi topu on dakika görmüş ve neredeyse yüzüne bile bakmadan kısa kısa emirler vererek başından savmıştı. İkinci görüşmeleri ise bir restoranın tuvaletinde, girişler Ferman'ın adamları tarafından tutulmuş halde yine ayaküstü gerçekleşmişti.
Adam bu kez biraz alkollüydü ve Arca'dan rapor aldıktan sonra elini omzuma koymuş, "Aferin lan sana! Mehmet'in liseli salak oğlunun peşine düşmek şeytanın aklına gelmezdi. Sen denildiği kadar varmışsın! Bana skandal lazım, ne olursa! Şu oğlanın bir yamuğu varsa bul bana getir, gerekirse ben bizim muhabirlere bir haber patlattırır, Mehmet'i rezil ederim. Bizim işlerimize çomak sokmak neymiş görür." Demişti.
Düşündü. Batuhan denen oğlan babasının siyasi ikbali üzerinde bir saatli bomba gibiydi. Ferman'ın istediği skandal olsundu, bu çocuktan türlü türlü icraat çıkardı. Spor arabasıyla geceleri trafiğe açık caddelerde yarış yapıp drift atma merakı en basitiydi. İstanbul'da Boğaz kıyısındaki lüks gece kulüplerinde loca kapatıp bir gecede milyarlarca para ezmek ondaydı. Muhtemelen o localarda ufak tefek yasak maddeler de kullanılmıştı. Sonra İstanbul'da takıldığı birkaç eskort vardı. O gece kulüplerinde oğlanın cebine birkaç gram toz atıp yakalatmak, Ferman'ın işine yarayacak türden bir skandal patlatmaya yeterdi ve çok kolay işti. Veya takıldığı eskortlardan birine para verip Batuhan'ın kızı darp ettiğini söyletmek... Gizli kamerayla çekilmiş özel görüntüleri sızdırmak... Şeytanın aklına gelir miydi bilmiyordu fakat şeytan isterse yanında staj yapabilirdi.
Bir de sevgilisi elindeydi. Kızı sahneye çıkardığı an, belediye başkan adayı Mehmet Karadeniz'in 18 yaşındaki oğlunun, bir gece kulübünde şarkıcılık yapan kızla sevgili olduğu haberi, Ferman'a ait yerel gazetede manşetlere çıkabilirdi.
Daha derin düşündüğünde aklıyla kalbi arasında bir çelişkiye düştüğünü farketti. Aklı, ne kadar ileriye gitmesi gerekiyorsa gitmesini söylüyordu. Ferman, ona göre belediye başkanı olmamalıydı ancak Mehmet de olmamalıydı, ikisi de birbirinden beterdi. Fakat nihayetinde halklar hakettiği gibi yönetilirdi. Adana'dan daha dün gelmiş 22 yaşında bir adamın gördüklerini insanlar görmüyor, duymuyor, görmezden bilmezden geliyorsa birini seçsinlerdi...
Bildiği ve inandığı delikanlılık adabıysa ona, masum bir genç kızı bu kirli oyuna alet etmesinin doğru olmadığını fısıldıyordu. Meyil, babadan yetim, hayatta yapayalnız, bir uçurumun üzerindeki kıldan köprüde kör gözlerle cambazlık yapmaya çalışan bir zavallıydı. Kendisi gibi... 15 yaşındaki Arca gibiydi, kendisinin yıllar önceki halini o kızda görüyordu.
...
Arca, sabah gittiği börekçide tek başına oturan tuhaf tipi az sonra trafikte arkasında seyreden arabanın direksiyonunda gördü, bu kez güneş gözlüğü ve şapkası vardı fakat bu gizlenmek değil bilakis dikkat çekmek için ideal bir kamuflajdı. Hemen arkasındaki siyah Passat araçta iki adam gözünü onun aracından ayırmıyor gibi görünüyordu. Kavşakta sağ sinyal yakıp aniden sola dönerek az daha iki arabanın kaza yapmasına sebep oluyorsa da umursamadı ve arkasından çalınan kornaların küfürlere karıştığına emin olduysa da başka bir şeyden daha emin oldu: Takip ediliyordu.
Herifleri tepelemek için çarşı trafiğinden ayrılıp sahil yoluna çıktı. Koltuğunun altına çaktırmadan uzanıp silahını eline aldı ve emniyetini açtı, aynalarını kontrol ederek dikkatli bir şekilde, orta hızda sürmeye başladı. Araç ekranından telefonun ekranına girip Nedim'i aradı ve konumunu bildirip takip edildiğini haber verdi.. Arca'nın Porsche Cayenne jipinin neredeyse tamponundan ayrılmıyor oluşlarına bakılırsa adamlar da onu uygun bir yerde sıkıştırmak niyetindeydi. Adamları istese kalabalık caddelerde atlatabilirdi fakat ne için geldiklerini ve kimin nesi olduklarını öğrenmek daha cazip geldiği için bir süre kendisini takip etmelerine izin verdi.
Adamların altındaki binek araç ile kendi aracının motor gücünü kıyasladığında bu takibin çok eşit şartlarda sürmediğine yemin edebilir ve gaz pedalına yüklendiği anda onlara egzoz dumanını yutturarak kayıplara karışırken kahkahalar atabilir hatta nanik bile yapabilirdi. Üç bin motorluk Porsche jip, trafikte amansız bir rakip olduğu kadar Arca şoförlüğüne güvenirdi. Boyunun gaz pedalına ermediği küçük yaşlardan beri araba sürüyordu ve rahmetli Serkan ile pek çok kez yarışlara katılmışlardı. On beş dakika kadar sahil yolunda seyrettikten sonra adamların bir halt yemeye niyetinin olmadığını düşünüp ilk kavşaktan saparak tekrar şehir içindeki ana caddelerden birine girdi.
Körfezin inişli çıkışlı dik bayırlarla dolu sokaklarında, mahalle arasına saptı ve sokaklarda daireler çizmeye başladı, bu numara sayesinde birkaç sokak geçince peşindeki aracın arkasına geçti, artık o önde Arca arkada gidiyordu. Passat'ın şoförü en sonunda ışıklarda durmak zorunda kaldı. Arca etrafta mobese kamerasının bulunmadığına emin olduğu o ışıklarda aniden arabadan indi, şoföre silahını gösterip pencereyi açtırdı.
"Bakele sen hayırdır gardaş? Sen beni niye takip ediyürsun, benden mi hoşlandın? Lan gardaş gönlüm olsa bir el sallarım, bir sellektör yaparım, öpücük atarım değil mi? İn ulan hoşşik!"
Adamlar iki kişi olmalarına güvenerek arabadan indiler, tam istediği gibi dayılanarak üstüne gelip silahlarını çektiler. Karşılıklı silahlar doğrultulup küfürleşme ve tehditler savuruldu.
"Kimsin oğlum sen?"
"Ben senin ecelinim emmoğlu, bizimle gel bakalım!"
"Yav-vaş, yerler yaş! Kayar düşersin ha!" Der demez, aralarındaki üç adımı üstüne gelerek kapatan şoförün elindeki silaha, sol elinin tersiyle bir kesme darbesi savurdu, şoför olanın silahı elinden havalanıp metrelerce uzağa uçarken, alttan yukarı bir tekmeyle çenesine vurup adamı yere devirdi.
Arkasındaki arkadaşı silahını iki eliyle doğrultarak, "Vururum! Allah'ıma kitabıma sıkarım ha!" Diye tehdit savuruyordu.
"O makinayı çektin mi vuracan ulan it!" Deyip silahını iki el ateşledi ve öbürünü de altı metre mesafeden önce ayağından sonra silah tutan sağ elinin omzundan vurup düşürdü. Ona doğru koşup silahını tekrar eline alamasın diye adamdan uzaklaştırdı ve saçlarına asılıp başını kaldırıma çarptı.
"Bakele gardaş, Al Capone ne demiş biliyür müsün; 'Bir adamı sabah gördüğümde tesadüf olarak kabul ederim, öğlen aynı adamı bir daha görürsem kuşkulanırım. Akşam karşılaştığımızda tereddütsüz silahımı çekip vururum. tesadüflere inanmam!' demiş! Ne güzel demiş, manayı anlüyün mü?" Adamın başını bir daha kaldırıma çarptı, adam bayıldı.
Bayılanı olduğu yerde bırakıp kaçmak üzere arabasına binmeye çalışan şoförü yakalayıp bir güzel dövdü, adamı tekme tokat döve döve Passat'ın şoför koltuğuna tepti. "Konuş ulan kim gönderdi seni it?"
"Görkem abinin selamı var!" Dedi nihayet ağzı burnu kanlar içinde kalan adam.
Arca durup dudak bükerek düşündü, bir an çıkaramadıysa da jeton çabuk düştü.
"Ha şu ibne orospu çocuğu! Serkanımın katili sik kırığı! Ona git de ki; Burdayık gardaş! Mermiden hızlı koşan varsa gelsin alsın!" Deyip kafayı çaktı, adam bayıldı, başı direksiyona düştü ve ağırlığıyla kornayı çaldı.
"De haydi, öttüre öttüre git burdan Tarsus'a doğru!"
Arabasına binip sapa yollardan giderek The Gulf'e döndü. Nedim ona yardıma gelirken yolda karşılaşmışlardı, kulübün önünde Arca sapasağlam arabasından inince Nedim, genç adama "Çok şükür aslanım, kurban kesecem vallahi sana gelirken adak adadım!"
"Allah'ıma şükür yarabbim! Adanadan çıktım mı monotonluktan tansiyonum yükseliyür! Biz adamı ararken o bize sıkacaktı az daha, iyi mi?"
Nedim, "Aco elini çabuk tut, polis başka bir işten bu Görkem itini arıyor. İçeri girerse intikam tamam olmaz."
"Tamam olacak dayı. Hangi delikteyse polisten önce bulun o iti."
...
Meyil okulda gün boyu teneffüse çıkmadı, Ece ile tartıştığı için morali çok bozuktu. Arkadaşına Batuhan'ı kulübe getirdiği ve gelirken haber vermediği için kızmıştı. Ece'nin birkaç gün önce Youtube kanalında yayınladığı birlikte çektikleri son videoyu ise ancak sınıftaki diğer kızlar, 'Youtube videonuz patlamış, Ece'nin takipçileri kankan senden daha güzelmiş sen kanalı ona devret bundan sonra o çeksin!' Dedikten sonra ancak izlemeyi akıl etti. İlk teneffüste videoyu izledi, her şey gayet normaldi. Hafif çakırkeyif olmuşlardı ama bu pek anlaşılmıyor, sadece kıkır kıkır gülüşen iki neşeli genç kız gibi durmadan konuşuyorlardı.
Videoda Ece konsept gereği ona sorular soruyordu, -En sevdiğin dizi -En sevdiğin oyuncu -En beğendiğin ünlü -Issız adaya düşsen yanına alacağın üç şey -Çantandan ayırmadığın makyaj malzemesi -Hoşlandığın ilk çocuk -Kaç yaşında ilk kez aşık oldun -İlk kez kaç yaşında öpüştün -Hocalardan birini uzaya fırlatsan bu kim olurdu? Gibi sorulara Meyil şakacı cevaplar veriyor, sonra aynı soruyu Ece'nin cevaplamasını istiyor ve cevaplar üzerine geyik muhabbeti yapıyorlardı.
Videonun altındaki yorumları okuyunca kanı çekilir gibi oldu ve sosyal medyanın acımasız gerçekleri yüzüne tokat gibi çarptı. Hemen hemen tüm yorumlarda takipçileri Ece'ye bu işi bırakmasını, ekrana yakışmadığını, çirkin olduğunu, estetik yaptırması gerektiğini, makyajsız halinin berbat olduğunu, dişlerinin sarı ve çarpık olduğunu, kulaklarının büyük olduğunu, burun deliklerinin eşit olmadığını, sesinin kargaya benzediğini söylüyordu.
Yorumların bir kısmı ise kankin senden daha güzel, ben olsam o kızın yanında komplekse girerim, sen kanalı ona devret en iyisi, böyle kankam olsa evde oturur ağlayarak günlüğüme yazarım video falan çekmem, sen de amma özgüven varmış bu çirkinliğinle o kızı kanalına çıkarttın, Meyil tam bir doğal afet hep o konuşsun istedim, Ece out/ Meyil in, baktın kanalın tutmuyor sen de konuk olarak kankim diye bir manken getirdin, fıstık gibi kız sayesinde prim kasıyorsun, şeklindeydi.
"Aman Yarabbim! Çok acımasızlar!" Dedi ve Ece'yi bulup sabahki sert çıkışı için özür diledi, ağlayan arkadaşına sıkı sıkı sarılıp çok üzgün olduğunu söyledi. "Ya şu videoyu yayından kaldır ya da yorumları silip yazanları engelle."
"O zaman videonun görülmesi düşer! O kadar uğraştık!"
"Saçmalama be, pislik şeyler resmen zorbalık yapmışlar! Sana nasıl haksızlık etmişler, ya videoyu kaldır ya da ben o yorum yazanların hepsinin ağzına sıçıcam! Sen bi kere fıstık gibisin, seni tanımadan nasıl melek olduğunu bilmeden nasıl böyle iğrenç şeyler yazarlar? Sinirim kalktı. Sil şu siktiğimin videosunu!"
"Meyil tamam ben hallederim kuşum, sen takılma. Alışığım ben, hem internette herkese hakaret ediyorlar, bu işe başlarken her şeyi göze almıştım. Salaklar benim yaşadığım hayatı hayal bile edemedikleri pis varoşlarından anca sallıyorlar işte."
"Öyle, çekemiyorlar seni. Çok başarılısın çünkü. Hem de çok güzelsin kankim."
"Güzel olan sensin ama zengin olan da benim!" Derken Ece göz yaşlarının arasından güldü, "Hayat adil değil kankim."
"Şapşal, siktir et."
"Ben bizimkileri organize ettim, şimdi üç bin tane fake yorum döşeyecekler, sahte hesaplarla yorumları şişiricem, bu iş nasıl yapılır herkes görecek. Bir ajansla anlaştık, Pr gönderisi ve reklam alıp, ajansın yorumcuları ile ilerliycem. Anneme söyledim, ne kadar lazımsa harca dedi. Bir dahaki vlog'umda babamın yeni arabasının direksiyonuna geçip 18. Yaş hediyem diye paylaşıcam. Fesatlar iyice çatlasın."
Meyil bu işe pek aklı yatmasa da gülümsedi, "Vaay harika fikir!" Dedi ve Ece ile barıştıktan sonra sevgilisini bulmak için kantine gitti. Batuhan ona kollarını açtı,
"Ben de seni bekliyordum aşkım! Sana bir sürprizim var."
Meyil genç adamın kollarından ayrılıp yüzüne, kendisine aşkla bakan mavi gözlerine baktı. "Beni ayağına mı bekliyorsun gıcık?"
"Yok ya ondan değil... Aslında sana iki sürprizim var, birincisi öğleden sonra öğretmenlerin zümre toplantısı var ve son üç ders iptal."
"Aa yaşasın!"
"Aynen, etütte test çözün dediler ama kaçıyoruz bebeğim. Diğer sürprizim arabada..."
Böylece öğlen yemeğinden sonraki ilk dersi işledikten sonra okuldan ayrıldılar. Batuhan diğer arkadaşlarına haber vermeden baş başa takılmak istedi ve arabayla sahildeki özel mekanlarına gittiler. Arabanın burnunu denize çevirip koltuklarını geriye alarak manzaraya karşı teypten müzik açıp muhabbet ettiler. Batuhan gelirken yol kenarındaki bir büfeden sigara ve birkaç bira almıştı, kutu biralardan birini açıp Meyil'e uzattı.
"Ben içmiyorum Batu, biliyorsun."
"Bir tane içersin ya, hadi aşkım?"
"Tadı hoşuma gitmiyor."
"Yavrum benimle dene."
"Denedim, beğenmedim, ısrar etme burdan provaya gidicem."
Batuhan suradını asarak bir sigara yaktı ve kutu birayı dizlerinin arasına sıkıştırdı. "Bir de o var!" Diye homurdandı.
"Batu yine başlama, konuştuk bunu. Çalışmaya mecburum ve bu işin parası çok iyi, şurda üç dört ayda bütün üniversite masrafımı çıkarıcam."
Batuhan birayı kafasına dikti ve lıkır lıkır içti, "Hı hı." Diye aksi bir karşılık verdi.
Meyil söylendi, "Sen de araba kullanırken içme şunu, ehliyetini kaptırıcan salak!"
"Bir şey olmaz, babam benim plakayı bütün trafik şubeye vermiş, beni kimse çeviremez."
"Ohh torpile bak."
"Ne sandın!"
"Ece'nin videosundaki yorumları gördün mü? Çok rezil insanlar var, çok canım sıkıldı."
"Sen niye canını sıkıyon ki bebeğim, o düşünsün. Hem yazdıkları yalan da değil." Deyip pis pis güldü.
Meyil ona gözlerini devirdi, "Pislikleşme!"
"E yalan değil, kız çirkin! Seni görünce millet az bile yazmış."
"Ne alaka biz kankayız ya! Tuna da inek ona bakarsan ama siz de kankasınız."
"Zaten Tuna ineğinden başkası da Ece'ye bakmazdı, onu bile ayarlayana kadar canım çıktı, herife PS5 aldım resmen. Sırf senin gönlün olsun, kankan yalnız kalmasın diye ha!" Batuhan kutuda kalan biranın kalanını da başına dikip yine güldü.
Meyil, "Bunu başkasından duyarsam sizi gebertirim Batu! Sakın! Bak sakın tamam mı? Kimse duymasın."
"Yok ya kim duyacak. Hem Tuna da azcık manita yüzü görsün yoksa sap geldi saman gidecek. Sevaba girdik bebeğim öyle düşün."
"Ay neyse kapat şu konuyu..."
Batuhan arkaya uzanıp Meyil'in koltuğunun arkasına sakladığı hediye paketini aldı ve kızın kucağına koydu. Meyil paketin büyüklüğüne rağmen çok hafif ve yumuşak olmasından ne olduğunu hemen anladı. Gülmeye başladı.
"Sersem! Bana gene mi ayıcık aldın ya of! Artık bana ayı alma dedim, odamda koyacak yer kalmadı!" Diye söylenirken bir yandan da paketi yırtmadan nazikçe açmaya çalışıyordu.
Batuhan uzanıp kız uğraşmasın diye kaplama kağıdını cart diye tek hamlede yırttı. Meyil'in beyaz ayıcıkları çok sevdiğimi öğrendiğinden beri ona sayısız şekillerde irili ufaklı beyaz oyuncak ayı hediye etmişti. Meyil'in beyaz ayıcık sevgisi, babasının ona birlikte geçirdikleri son doğum gününde aldığı beyaz ayıdan kalmaydı. Çocukken en sevdiği oyuncağı, uyku arkadaşı olan o beyaz ayı, elinde gezdirmekten tüyleri eprimiş, rengi grileşmiş, dikişleri attıkça defalarca tamirat geçirmiş olsa da en kıymetlisiydi. Sonra yanına yenileri eklenmişti. Onlarca boyda, kurdeleli, kurdelesiz, şapkalı, patikli, patiksiz, cam gözlü, plastik gözlü ama hepsi bembeyaz ayıcıklar... Yatağının üzerinde bir kutup ayısı dağı mevcuttu.
Kucağını dolduran son beyaz ayısının pembe bir fuları ve masmavi cam gözleri vardı, ona sarılıp mırıl mırıl sevecen sesler çıkardı. Batuhan kolunu omzuna sarıp yanağından öptü.
"Beni affettin dimi aşkım? Bi daha ayrılık mayrılık lafı duymicam bak?"
"Bak sana söyledim, bir daha iş yerime gelip beni çekiştirirsen benim adım çıkar. İnsanlar namusuyla çalışan kıza laf etmez belki ama elin oğlu gelip kolundan tutup olay çıkarırsa kaşar zanneder." Diye birebir Arca'nın cümleleriyle konuştu. Batuhanla mesajlaşırken de aynı cümleleri sarfetmişti.
Batuhan anlayışla başını salladı. "Anladım, haklısın aşkım. Ece beni gaza getirdi, yoksa orada öyle tribe girmezdim."
"Ne diye gaza getirdi?"
"Patronun olacak herif çok gençmiş, çok karizmaymış filan. Valla mal bu kız ha! Ben de bir şey sandım, lan herif geçen Starbucksta dalga geçtiğim kıro! Babam yaşında dağlının teki!"
Meyil içinden 'abartma, sadece 22 yaşında' diyecek olduysa da susup zoraki gülümsedi. "Aa o muydu?"
"Ta kendisi! Sahi nereliymiş o kıro?"
"Adanalı."
"Hah, tipini siktiğim dürümcüsü! Ne işi varmış Körfezde? Ne ayak?"
"Ne biliyim Batu, bana ne? Adamın şeceresini sormadım herhalde."
"Öğrenirim ben. İnşallah sağlam ayakkabıdır da... Neyse. Tam bir hödük hakkaten dimi? Neydi o ne baküyün kardaş filan demeler?" Bir kahkaha attı.
Meyil de güldü, "Evet ya kıronun teki, konuşmayı bilmiyor, höt höt bir şey! Ece sana ne dedi?"
"Herifi internetten bulmuş, bir görsen çok genç, çok yakışıklı, dibim düştü dedi! Hem tipsiz hem abaza bu kız! Senin ne işin olur o Allah'ın ayısıyla? Herif dağdan dün inmiş barzo, Allah bilir leş gibi kebap kokuyordur, dümdüz ayı işte!"
"İnternetten mi bulmuş? Ne alaka ya?"
"Stalkçı işte, valla denyo bu kız."
"Üff tamam kankime laf etme ya! Onun kafa gidik bu aralar..."
"O kekoya yüz verme de kendini nimetten saymasın. Ben yine gelicem zaten."
"Kıskandın yani?"
"Kıskanıcam tabi, bebek gibi manitam var. Sana benden başka kimse bakamaz. Bir daha o herifle kolkola halay filan çekmek yok Meyil!"
"Tamam ya dalgasına bir şeydi dedim sana! Bir baktım Özgür Abi oyun havası çalıyor, ben de bunalmıştım, azcık eğleneyim dedim... İşin boku çıktı! Ben dalga geçiyordum, millet ciddiye aldı. Ne işim olur halay filan..."
"Açılış için yer ayırttım. En ön masadan izliycem aşkımı! Şampanya patlatıcam bebeğim sana!"
"Cozutma da! Annemle Muarrem de orada olacak bak, çaktırmayacaksın."
"Kulise gül göndericem. Tabii ki beyaz ayılı pembe güller. En sevdiğinden."
"Yapma işte anlicaklar..."
"Bana ne? Bir öpücük versene?"
"Batu?"
"Hı?"
"Geç kalıcam hadi taksi durağına götür beni."
"Öpmeden bırakmam. Özledim aşkımı! Zaten ayrılık filan kalbimi kırdın zalim prenses! Gel buraya!"
Kızı kollarında sıkıştırıp istediği öpücüğü alana kadar zorladı, sarılıp uzun uzun öpüşmeye daldılar. Batuhan, 'bugün provayı ek, takılalım' diye tutturdu ve Meyil'in annesinin dükkanına uğrayıp okul formasını değiştirmesi için gereken yarım saatini de arabada oynaşarak geçirdiler ve kızı kulübün önüne arabasıyla bıraktı. Meyil, alçak spor BMW'den inince dışarıda korumalarla konuşan Nedim, onları gördü. Batuhan adama dik dik bakıp lastiklerini cayırdatarak önünden u dönüşü yapıp geçti, gitti.
Meyil koşa koşa içeriye girdi. Okul çantasını bir kenara fırlatıp sahneden önce lavaboya giderken Arca seslendi. Aniden durdu ve nefesini tuttu, yüzüne mahcup bir ifade takınıp genç adama döndü.
"Buyrun Arca Bey?"
Arca elleri cebinde ağır ağır ona doğru yürürken başıyla ofisi işaret etti. Meyil provaya geç kalmıştı üstelik de ona okul formasıyla gelmemesini söylemişti, zaten reşit olmaması yasal bir sorundu, bir de okul forması üstündeyken mekan kapalı da olsa orada bulunup sahneye çıkması daha büyük bir sorun olabilirdi.
Meyil, "Tuvalete..." dedi.
"Sonra git tuvalete!" Diye yüksek sesle kızı uyardı ve ofisine geçip ayakta bekledi.
Meyil onu takip edip usulca odaya süzüldü. "Geç kaldım özür dilerim. Hoca etütü uzattı."
Arca tek kaşını kaldırdı, indirdi. "Öyle mi?" Dedi sakince. Batuhan'ı takip ettirdiği için kızın yalan söylediğini biliyordu.
"Bizim matematikçi kılın teki! İşte birkaç soruyu yanlış yapınca... Çözdürene kadar... Üstümü de değişemedim."
Arca ellerini ceplerinden çıkarmadan kıza iki adımla yaklaştı, yüzünü, gözünü, dağınık sarı saçlarını dikkatle inceledi. Lacivert pilili eteği her zamanki gibi dizinin epey üstünde, uzun sütun gibi bacaklarını sergiliyordu. Eteğin üstünde gittiği okulun baş harflerinin kısaltması OBA lisesi yazılı lacivert lacoste tişörtün yakası son düğmesine kadar açıktı. Salık bıraktığı doğal buğday sarısı saçları ne toka ne tarak yüzü görmemiş gibi darmadağınıktı, makyajsızdı ve yüzünde, boynunda bazı kırmızılıklar göze çarpıyordu. Kızın ince güzel dudakları öpülmekten şişmiş ve kıpkırmızı parlıyor, menekşe mavisi gözbebekleri ıslak ıslak bakıyordu.
Biraz yakınına sokulup omzuna doğru eğildi, "Ben bir söylediğimi bir daha tekrar etmem. Çık git. Kovuldun!" Dedi ve arkasını döndü.
"Ama beş dakika geciktim? Arca Bey lütfen? Özür dilerim bir daha olmaz, gerçekten?"
"Sen bu işi oyun zannediyürsün? O sahnedeki adamlar harbi sanatçı kızım, senin gibi çoluk çocuğun keyfini beklemeyecek! Çık dedim, gelme bir daha! Haydi..."
Meyil ağlamamak için gözlerini kırpıştırarak kaşlarının altından adama dik dik baktı ve bir kahkaha patlattı.
"Ayy sinirim bozuldu! Pa-Pardon... Bak, gidiyorum? Pardon, gi-di-yüü-rüm!" Diye adamı taklit ederek kıs kıs güldü. "Al işini de başına çal be! Deli mi ne?"
"Daha ne duruyorsun, de haydi!" Deyip Arca ona kapıyı gösterdi.
"Aman be çok da tın! Al kulübünü de başına çal, Allah'ın kekosu, ben de çok meraklıydım..."
Arca daha fazla sinirlerine hakim olamadı, genç kızı kolundan tuttuğu gibi ofisin kapısından dışarı attı. "Siktir git benim elimi belaya koyma, yalancı zilli!" Deyip Nedim'e seslendi,
"Nediim! Meyil Hanımın çıkışını yap, kapıya kadar uğurla!"
Tüm orkestra ve diğer çalışanların gözü önünde çok sert bir şekilde kovulan genç kız yüksek sesle söylenerek çantasını bıraktığı yerden aldı ve kimseye bir şey söylemeden hışımla kulüpten çıktı. Dışarı çıktığında öfkeden tir tir titriyordu. Henüz yaptığına pişman olacak kadar aklı başında değildi fakat geri dönüp adama ağzına geleni söyleyecek kadar gözü dönmüştü.
İçeride, saz ekibiyle provaya başlayan Özgür, daha dün elele kolkola halay çeken genç kız ve genç patron arasındaki kıvılcımın çabucak bir felakete varmasına şaşırmadı. Kız çok toydu ve ona göre böyle olacağı belliydi. İşte daha başlamadan kendisini kovdurtmuştu. Kendi kariyeri için böylesi daha iyiydi.
Arca ofisinde öfkeyle aşağı yukarı volta atarken bir şangırtı duydu. Elini belindeki silaha attı, Nedim koştu, "Ben hallediyorum koçum, çıkma dışarı!" Deyip ofisin cam kapısını Arca'nın üstüne kilitleyip anahtarı aldı ve dışarıya koştu. Eline aldığı büyük bir kayayla camekanlardan birini indirdiği yetmezmiş gibi ikinci kayayı fırlatmaya hazırlanan Meyil'i belinden yakalayarak durdurdu.
"Ahh deli kız ne ediyorsun, ne ayıp şey yav! Dur hele dur!"
Meyil avaz avaz ağlayarak bağırdı, "Kovdu beni kovdu ayııı! Ben iki gündür eşşek gibi mesai yaptım, toplasan 14 saat çalıştım, nolucak benim emeğim nolucak? İnsan beş dakka yüzünden böyle kovulur mu? Heeeey! Sana diyürüm Adanalıııı! Sen patronsan biz de saksı değiliz oğluuuum! Benim paramı veeeer! Heeeeey Adanalıııı!"
"Bağırma kızım bağırma, dur hele. Sakin ol... Neye kovulduğunu, sen çok iyi biliyorsun. Ayıp ediyorsun. Yevmiyeni veririz, vermeyiz demedik lakin..." Kırılan camı gösterdi. "Borçlu çıkmayasın?"
İçeriden iki el silah sesi ve ilkinden daha büyük bir şangırtı duyuldu. Arca kilitli olduğu ofisinin, 19 milimetre kalınlığındaki temperli cam kapısını ateş ederek indirmiş, dışarı geliyordu. Meyil'in taş atarak kırdığı camdan geriye çatlamış olarak kalan kısmını da topuğuyla bir tekme atıp komple indirdi ve başından aşağı un ufak cam kırıkları yağarken kapının yerinde olan boşluktan hışımla dışarı çıktı.
Meyil bir çığlık atıp, Nedim'e sarıldı. "Aaaa! Kapıya mı ateş etti o manyak? Aaa geliyor! Nedim Abii imdaaat!"
Nedim, "Çattık Yarabbi!" Diyerek kızı arkasına aldı.
*****
Bölüm sonu biraz da kritik yapalım, bu bölüm biraz geçiş şeklindeydi, ben yazarken çok eğleniyorum. Siz neler düşünüyorsunuz, bana yazın, bu kısmdaki tüm yorumlara dönmeye çalışacağım. Ece ve Meyil cephesinde, tuhaf gelişmeler oldu.
Batuhan bildiğimiz gibi;/
Arca aksiyonu özlemiş biraz açıldı bu bölümde:)
Nedim'in işi zor bundan sonra sanki?
Gelecek bölümde inen cam çerçevelerin hesabı ödenir, Adana-Körfez hattında işler kızışır ben size diyeyim💥 |
0% |