@selinsafak
|
Pazar geceleri banyo sırası olurdu eskiden. Sobanın üstünde güğümde su kaynatılır, varsa şofbenden su ılıştırılır, oturma odasının ortasına leğen getirilir, çocuklar sıraya dizilirdi. Biz dört kardeştik ve en büyükten başlayarak yıkardı annem hepimizi. Ev ekonomisi en birinci hayat felsefesiydi.
Yıkanan çocuk, havlusuna sarılıp babaannemin oturduğu divana geçer, gözleri iyi görmeyen ama çenesi maşallah pek kuvvetli söylenen babaannemin azarları eşliğinde giydirilirdik. Sonradan kaloriferli eve taşındık. Zaten abim artık leğene sığmıyordu, ergenliğe girdiği için ortada yıkanmak da istemiyordu, hatta hiç yıkanmak istemiyor, pis pis geziyordu. Annem terlikle dövüp zorla küvete sokana kadar! O zamanlar abimin o dayağı yemesine çok gülüyordum. Üniversitede öğrenecektim ki çıplaklığından utanmak, yıkanmak istememek, suyu sevmemek bir ergenlik dönemi özelliğiymiş. Ben abim Murat'ın pisliğine has bir şey sanıyordum.
Dededen kalma iki katlı eski evimiz çok eskidiği için annem ve babam evin tadilatından bıkmıştı da kooperatife yazıldık demişlerdi. Biz kooperatifin ne olduğunu bilmesek de, kaloriferli eve taşınacağımız için iyi bir şey olduğunu düşünüyorduk. 90'lı yılların başında kaloriferli evde oturmak orta direk bir ayrıcalıktan sayılırdı. Leğen günleri sona ermiş küvet günleri başlamıştı.
Babaannemin köyden akrabaları yeni evimizi görmeye geldiklerinde ev gezisi küvetli banyodan başlıyordu. Benim temiz, titiz becerikli ev hanımı anneciğim misafir geleceği gün, küveti örten naylon perdeli boruların üstünden elinde ördüğü tığ işi dantel perdeyi sallandırırdı. Küvetimiz bir dekorasyon harikasına dönüşürdü böylece. Ah o danteller... Ömrümüzü sarmış örümcek ağları gibi her yerdeydiler...
Pazar gecesinden ibaret olan sıralı banyo seansından sonra kızlar odasına çekilip ütülediğim üniformalarıma tekrar baktım. Burada iki açıklama yapmam gerek; Birincisi yeni apartman dairesindeki evimizde ranzalı yatakları olan çocuk odalarımız olmuştu. Ben kız kardeşim Fatma ile küçük odada, abim Murat erkek kardeşimiz Samet ile diğer odada yatıyordu.
İkincisi ise artık koca kız olduğum gerekçesi ile geçen yaz döneminden beri tüm okul formalarını ben ütülüyordum. Koca kız olmanın ölçütü neydi bilmiyordum. İşlerine gelince koca kızdım, ablaydım, anne yarısıydım; işlerine gelmeyince küçücük kızdım, benim aklım ermezdi, abilere salak denmezdi filan! Salak olsalar bile mi yani, diye diretince popoya terlik yemek de koca kızlığın şanındandı. Ve abim cidden salaktı...
Liseye başlayacak olmanın hiçbir heyecanını taşımıyordum. Zaten ilkokul birinci sınıftan beri sınıfın ineğiydim. Fen lisesini kazanmam aileme sürpriz olmadı da, orda boru gibi fen lisesi dururken mutaassıp babamın beni Bursa Kız Lisesine yazdırması bana epey sürpriz olmuştu. Ne var canım Anadolu Lisesiydi orası da? Hem erkek yoktu ne güzel... Fen Lisesine gidip de mühendis mi olacaktım sanki hiç kadın mühendis olur muydu onca erkek arasında! Allah muhafaza! Hem gözüm açılırdı filan... Ne kadar geç erkek görsem o kadar iyiydi. Onlara göre! Bana göreyse; Evdekilerin prototipine bakınca hatta hiç görmesem de olurdu, erkek cinsi hep böyle bir şeyse, ben almayayımdı, kalsındı...
Lacivert üzerine kırmızı yeşil ekose desenli pile eteğim alındıktan sonra üç gün ağlamam sonucunda İmam Hatip öğrencisinden üç parmak daha kısa kestirilmişti de mini minyon halimle artık en azından ayak bileğime dolaşmayacaktı. Ütülü beyaz gömlek, boynumuza fiyonk yapılmış bordo renk kurdele, bordo hırka, diğer şahane zevk ürünü parçalardı.
Babam birkaç sene önce aldığı Reno Megan arabamızla o sabah önce beni okula bıraktı. Her zaman abime ait olan ön koltuğa oturma şerefi okulundan duyduğu memnuniyetsizliği asık suratına yansıtmış olan bana verilmişti lisenin ilk günü şerefine. Teypteki kasetten Kayahan'ın yeni çıkardığı albümünden "Bizimkisi bir aşk hikâyesi, Siyah beyaz filim gibi biraz..." Çalıyordu.
Kardeşim Fatma'ya okulda ağlamasın diye, gazetenin verdiği Şebnem bebeklerden alma sözü verilmişti. Annem evde küçük oğlan kardeşimizle ilgilendiği için Fatma'nın okuluna gelemiyordu. Babam ise hiçbirimizin okuluna gelmezdi, kapıdan Allah zihin açıklığı versin der, dükkânına giderdi.
İki belik yapılıp omuzlarımdan sarkıtılmış ve boynumdakinin aynısı bordo kurdeleyle bağlanmış saçlarım, siyah mus çoraplarım, bir numara büyük alınmış siyah kunduralarımla ben, güç bela yuvarlanmadan okul bahçesine girdik. Etrafıma ürkek olduğunu saklamaya çalıştıkça beceriksizleşen bir telaşla baktım. İyiydi.
Bordo ve ekoseden ibaret bir okula başlamıştım. Biraz olsun rahatladım. Yalnız, taş merdivenlerde konuşma yaptıkça coşan soprano tavırlı, döpiyes takımlı müdire hanım uzattıkça, arka sıralarda dağılan, uzun bacaklı, iri göğüslü, mini etekli, salık saçlı hallerinden son sınıf olduklarını anladığım kızları görünce rahatlamam, yerini korkuyla karışık bir hüzne bıraktı. Bunlar nasıl kızlardı? Aileleri o etek boylarına ve dudak boyalarına bir şey demiyor muydu?
Sınıfa giderken büyük sınıflar, biz çömezleri yuhaladı ve bebekler, çömezler, kuzular diye alaya aldı. Birkaç kız ağlayarak bahçenin dışında bekleyen velilerine koştu. Ben başımı önüme eğip, sağır taklidi yaparak sınıfıma yürüdüm.
Sağır taklidi yapmak, abim yüzünden edindiğim bir alışkanlıktı. Küçükken beni siyah beyaz tüplü televizyonun kumandası olarak kullanırdı; sesi aç, yukarı bas, aşağı bas mesela... Su getir, şunu al, bunu götür eziyetleri de cabası...
Abime sünnet düğününden önce, 'Keşke sünnetçi pipinin hepsini kesse de ablam olsan' demiştim de, döverken saçımı başımı yolmuştu. Neyse konumuz sevimsiz abim değil, demeyi çok isterdim! Ama konumuz zaman zaman çok nahoş biçimlerde sevimsiz abim olabilecek. Üzgünüm...
Sınıfta ortayla arka arası, kendimce tehlikesiz bulduğum bir sıraya oturdum. Hiç erkeksiz bir sınıf başta tuhaf gelse de aslında rahattı. Kızların bazıları hemen kendi arasında kıkırdamaya başladı. Ben de, eski mahalleden çocukluk arkadaşım Büşra'ya el salladım. Büşra arka sıralardaki oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Sarılıp yanaktan öpüştük gün yapmak için buluşan komşu teyzeler gibi.
Aynı sınıfa düşmemiz ne iyi olmuştu, sıra arkadaşı olalım mı filan diye konuştuk. Büşra aynı benim gibi zayıf, çıtı pıtı, gösterişsiz, sessiz, zeki ama iddiasız, etek boyu ayak bileğinden üç parmak yukarıda bir kızcağızdı. Sonra Merve geldi. Merve'nin saçları salıktı ve sapsarıydı. Yeşil gözlerine kalem çekmiş, ince dudaklarına parlatıcı sürmüştü. Ekoseli eteğinin boyu da diz kapağının üstündeydi. Yani Merve farklıydı. Gelip havalı hareketlerle arka sıramıza oturunca Büşra beni dürttü ve ikimiz birden Merve'ye döndük. Yüzünde ekşi bir ifadeyle elini sallayıp öne doğru eğilerek fısıldadı.
"Öf o şişman kız çok kötü kokuyor! Köy ineği gibi!"
Köylü? İnek? Şişman kız? Ailem bana insanlarla dalga geçmenin ayıp ve günah olduğunu öğretmişti. Ben olsam hakikaten kokudan ölsem dahi o tombul kızın yanından kalkamaz, utanırdım, Ona saygısızlık etmekten mahcup olurdum. Ama Merve saçlarını şöyle bir savurup kızı unuttu. Büşra bizi tanıştırdı, Merve ile ortaokuldan sınıf arkadaşıymışlar. Merve'nin babası kuyumcuymuş ve çok zenginmişler. Merve, Büşra'nın gereksiz tanıtımına başını sallayıp hemen sohbete başladı.
"Evet, çarşıdaki Ergünler pasajı komple bizim! Neyse kızlar biliyor musunuz? Işıklar Hava Harp Lisesi ile kardeş okulmuşuz ayyy! Çok yakışıklı oğlanlar var orda! Son sınıflar bizim çıkışa gelecekler, hemen birini gözünüze kestirin sonra kaparlar, annem hayırlı kısmet dedi!"
Biz Büşra ile birbirimize bakıştık. Tek kelimesini anlamamıştık.
Büşra omuz silkti, "Benim baktığım biri var." diye fısıldadı.
Gözlerindeki telaştan Merve ile sidik yarıştırmak istediğini anladım. Merve sordu, Büşra halasının yazlığında baktığı çocuğu anlattı. Sıra bana geldi. Yutkundum. Erkeklerle tüm münasebetim abimle sorunlu ilişkimizden bildiklerimden ibaretti. Ama o an Büşra ve Merve'nin bakışlarına karşı dürüst olamadım. Liseye başlayan savunmacı kız zırhım beni yalan söylemeye itti.
"Benim de baktığım bi çocuk var." dedim. Deyiverdim...
Geriye meraklı sorular, kikirdeyen suratlar ve hayali platoniğime dair uydurma tasvirler kaldı.
"Uzun boyluuu... Esmeeeeeerr... Gözlerini çok net göremedim galiba siyahtı... Evet o da havacıydı! Evet, son sınıfta! Adı şey... Arkadaşı seslenirken duydum. Adı Furkan!"
*** |
0% |