Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. İlk

@selinsafak

 

 

 

Aradı!

 

Ekran da 'Ömer arıyor' yazısını görünce çığlık atıp yurt odasında zıp zıp zıplamaya başladım elimde telefonla. Kızlardan birisi yatağında tırnaklarına oje sürüyor, diğerleri masada çekirdek çitliyor, bense telefonumda onun numarasını görene kadar dolabımdaki kıyafetlerimi düzenliyordum. 5110'um tilili tilili tililili diye çalmaya başlayınca arayan annemdir dedim. Her akşam güya Allah rahatlık versin demek için arar, hem nerdesin napıyorsun diye yoklama çekerdi.

 

Yeliz "Açsana kapatacak şimdiiiiii!" diye bağırdı. Aylin Ablamı düşündüm. Yutkunarak açtım.

 

 

 

 

"Efendim" dedim titreyen bir sesle.

 

"Leyla?"

 

"Ömer!"

 

Kızlar ayağa fırlamış çığlık atmamak için birbirlerinin ağızlarını kapatarak etrafımı sarmıştı. Onları iteleyip kendimi koridora attım, yanlarında konuşamazdım.

 

"Merhaba nasılsın?"

 

"İyiyim sağ ol sen nasılsın?"

 

"Bende iyiyim, arayacağım demiştim. İyi bari, numaramı silmemişsin."

 

"Yok."

 

Telefonun ucunda kıkırdadı. Elimi kalbime bastırdım, öyle delice çarpıyordu ki!

 

"Ne var ne yok?"

 

"Hiç, okul dersler filan."

 

"Nasıl gidiyor alışabildin mi?"

 

"Alıştım. Senin?"

 

"Geçen hafta tatbikatımız vardı yoğun geçti ama güzeldi. O yüzden arayamadım, hafta içi okuldan çıkamıyoruz biz. Dersler, uçuşlar, idmanlar çok yoğun geçiyor. Akşam dokuzda yatıyoruz inanmazsın tavuklar gibiyiz!"

 

Güldüm

 

"Gerçekten mi? Çok erkenmiş."

 

"Güne dörtte başlıyoruz da!"

 

"Ooo!"

 

"Askeri okul öyle. Alışığım gerçi liseden..."

 

"Ne tatbikatı yaptınız?"

 

Allah'ım konuşabiliyordum! Bu bir mucize! Soru bile sordum! En çok üç kelimeyi ancak yan yana getirebilsem de henüz...

 

"Senede iki defa yapılan rutin çalışma. Ankara'dan Konya'dan filan en iyi pilotlar bizim okula geliyor, Onlar uçuş yaparken biz aşağıdan süreci izliyoruz, kuleyi, harekât planlarını, aksiyonu gözlemliyoruz. Müthiş bir şey! Henüz izlemek bile! İki yıl sonra o jetlerden biriyle gökyüzünde olacağım! İnşallah yani."

 

"İnşallah... Pilot olacaksın yani?"

 

"Yani... Çocukluk hayalimdi."

 

"Öyle mi?"

 

"Anlatırım görüşünce."

 

Hım mm... Sadede geliyoruz! Huhh!

 

"Yarın müsait misin?"

 

"Şey... Buralardayım..."

 

"Harika! Sahi nerde kalıyorsun?"

 

"Vezneciler kız yurdunda."

 

"Aa orayı biliyorum, Kemerin yanındaki yer?"

 

Nerden biliyorsun? Demedim tabi...

 

"Hı hı..."

 

"Kaçta alayım seni?"

 

"Almana gerek yok, ben gelirim."

 

"Bende Yeşilköy'deyim zaten geçerken alırım seni Taksim'e gideriz ne dersin?"

 

"Taksim uygun, ama ben kendim gelirim."

 

"Kendi aracım var, otobüsle uğraşma istersen?"

 

"Yok! Sağ ol... "

 

"Pekala, öyle olsun. Meydanda buluşalım mı? Kaçta çıkarsın?"

 

"Öğleden sonra, iki filan?"

 

"Tamam, ikide heykelin önünde beklerim seni. Giderken ararım yine."

 

"Tamam."

 

"Görüşürüz, iyi geceler."

 

"Sağ ol. Sana da."

 

Küt!

 

Kapattım!

 

Bu kez iki elimi birden kalbine bastırdım. Balkondaki çamaşırlık bölümünde asılı ıslak çamaşırların altında konuşmuştum. Baktım kızlar koridorda dinliyorlar. Gidip hırsımı onlardan çıkardım, şakayla bağrışıp gülüşerek odaya döndük. Birisi saçıma maşa yapmayı, diğeri oje sürmeyi teklif ederken öbürü dolabımı açıp

 

"Şunu giy! Altına da bu kotunu!" diyordu. Kolektif bi şekilde yarınki hayatımın ilk randevusuna hazırlandık. Kızlar melankolik hayaller kurup beni kızdırarak hemen evlilik filan şakaları yaparken ben içimden kendimi

 

(Sadece arkadaşça... Arkadaşça bir buluşma... Sınıf arkadaşı gibi olacak... Yemez korkma... ) diye telkin ediyordum.

 

Gece de heyecandan yatağımda dönüp durdum, sabahın köründe de kalktım. Kızlar uyanana kadar kahvaltı etmeden biraz kitap okuyup Mp-3'ümden müzik dinledim.

 

Yeni aldığım düşük belli, taşlanmış gri kotumu, siyah converslerimi ve açık pembe minik beyaz çiçekleri olan spor gömleğimi giyip, siyah suni deri minik kol çantamı taktım. Akşam kızlar saçıma zorla maşa yapmıştı da gece yastığımda dönüp durmaktan bozulmuştu saçlarım, belli belirsiz iri dalgaları elimle düzelttim. Lise boyunca belime kadar kullandığım gür, açık kestane saçlarımı üniversiteye gelmeden önce yurtta bakımı zor olur diye omuzlarımdan birkaç parmak aşağıda kestirmiştim. Ve kulaklarımın biraz kepçe olduğunu düşündüğüm için asla ve asla saçlarımı toplamazdım. Yarım toplasam bile kulak üstlerimden birkaç tutamı açık bırakıp elf kulağına benzeyen ucu dışa doğru çıkık kulaklarımı gizlerdim mutlaka. Kulaklarıma fena halde takıntılıydım. Annem çok kızardı, kepçe filan değilsin, topla şu saçlarını yüzün gözün açılsın diye, ama ona inanmazdım. Muratsa Mr.Spike diye dalga geçip beni sinir ederdi.

 

Uzun, gür ve kıvırcık kirpiklerimi azıcık rimelledim, ilk defa kendime rimel almıştım geçen hafta. Zaten süpürge gibi olan kirpiklerim kaşlarıma değince gözümün üstünde birisi oturmuş gibi rahatsız oluyordum ama güzel olmuştu. Zaten kocaman açık mavi gözlerim en, hatta belki de tek güzel yanımdı. Makyaj yapmıyor oluşum kendimi güzel bulduğumdan değil, çocukluktandı. Zaten annem makyaj yapmama izin vermezdi. Ama şuan annem yoktu ve azıcık ta ruj sürdüm. Elimle silip neredeyse yok ettimse de sürmüştüm bence. Ten rengim özellikle kışın hastalıklı gibi soluk beyazdı. Yüzüm ince ve güzel sayılırdı aslında, küçük hoş bir burnum vardı, dudaklarımı ise hiç beğenmezdim çünkü alt dudağım üst dudağıma göre epey dolgundu. Kendimi irdeledikçe heyecanım artıyordu o yüzden ayna karşısından çekilip saate baktım.

 

Beyazıt meydandan 61- B'ye binip direkt Taksim meydana gidildiğini öğrenmiştim. En çok yarım saat sürüyordu ve saat biri çeyrek geçiyordu. Biraz da durakta beklesem ancak yetişirim diye düşünüp kızlara,

 

"Benim için dua edin! İlk buluşmam, çok heyecanlıyım!" dedim. Gülüşüp takılarak uğurladılar beni.

 

Güvenlik turnikelerinden çıktığımda tam karşıya geçmek için sağa sola bakacakken

 

"Leyla!" diye seslenince donup kaldım.

 

Yurdun önüne gelmiş elleri cebinde dikilip gülümsüyordu. Yanlış mı görüyorum diye gözlerimi kırpıştırıp bi daha baktım, bi kaç adımda yanıma gelip elini uzattı

 

"Selam!"

 

Sensin selam! Elimi uzattım yutkunarak, daha hazır değildim onu görmeye. Densiz!

 

Allah'ım ne kadar da hoş görünüyordu? Kısa saçlarını yine güzelce ve tam da beğendiğim gibi yüzüne yakışacak şekilde hafifçe jölelemiş, bronz tenli yakışıklı yüzünde yarım bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Karşı karşıya dururken aramızdaki 20 santim boy ve ciddi en farkından ötürü abi kardeş gibi durduğumuzu düşündüm. Bende kısa boylu sayılmam 1,70 boyunda ama 55 kilo, 34 beden cılız bir kızcağızım. Ömer'se gerçekten heykel gibi bir oğlan, iri gözleri, kusursuz yüz hatları, dolgun elmacık kemikleri, şahane gülüşü, boyu posu her şey yerli yerindeydi. Bak bak iç geçir! Üstelik bana pek matah bişeymişim gibi bakışına inanmak çok zordu.

 

"Ömer? Niye geldin!" dedim azarlar gibi. Ellerini tekrar ceplerine sokup yaramaz bir çocuk gibi omuz silkerek

 

"Arabamı ilerdeki sokağa bıraktım ve seninle gitmeye karar verdim"

 

"Ah! Karar vermiş! Bana sordun mu yurdumun önüne gelirken?"

 

"Affedersin yanlış bir şey mi yaptım?"

 

"Evet. Uf yürü tamam!"

 

İnşallah kimse görmez diye dualar ederek sinirli sinirli caddeye yürüdüm, Ömer de takip etti. Otobüse binene kadar ne yüzüne baktım ne konuştum. AKBİL basarken bana da basmak istedi, elini ittirdim ters ters bakarak

 

"Gerek yok!" Gıcık ya anlaşamam ben bununla kafasını kırarım hatta! Allah'ım sabır ver! İnşallah akşama kadar beni sinir edip durmaz!

 

İlk durak olduğu için arkalarda oturacak yer bulduk. Ben cam kenarına geçip başımı dışarı çevirip Beyazıt meydanındaki kalabalığa baktım.

 

"Kızdın mı?" diye laf attı.

 

"Evet, gelme bi daha."

 

"Niye anlamadım ki?"

 

"Nasıl anlamadın, ya biri görse?"

 

"Kim görse?"

 

"Öff neyse..."

 

"Tamam, kusura bakma. Gerçekten düşünemedim"

 

İnene kadar tekrar konuşmadık. Doğrusu onunla dip dibe otururken yüzüne bakacak cesaretim yoktu. Çok güzel kokuyordu üstelik burnuma çarpan temiz ve ferah erkek parfümü beni iyice bunaltıyordu. Allah'tan yolun yarısında otobüs doldu da yanımdan kalkıp bi teyzeye yer verdi. Aferin artı puan! Yurdun önüne gelerek yediği eksiyi nötrledi!

 

İnince doğruca caddeye yürüdük. İstiklal 'in havası bana aynı Kadıköy vapuru gibi özgürlük kokuyordu. Buradaki yetmiş iki milletten insan güruhuna karışınca hem korkum azaldı, hem gevşedim.

 

İnanılır gibi değildi. İstanbul... Özgürlük... Bir erkek? Furkan? Yani Ömer!!!

 

"Şansa da hava çok güzel bugün. Ben ceketimi çıkarıcam" dedi.

 

"Hı hı." dedim. Yanık! Hava baya da serindi bence ama o deri ceketini çıkarıp eline aldı, üzerinde ince bir lacivert kazak vardı kollarını da biraz yukarı sıvadı.

 

"Artık haftaya yağışlar başlayacakmış. Kışı severim ama idmanlar zor oluyor okulda."

 

"Hıı? Nasıl yani?"

 

"Atletle karda koşmak, buzda sürünmek, çamurda şınav çekmek mesela."

 

"Uf fenaymış. Niye bu mesleği seçtin? Anlatacaktın?"

 

"Şuradaki kafenin güzel bir terası var oturalım mı?"

 

Caddenin girişinde işaret ettiği yere baktım. Kalabalık ve öğrenci dolu salaş bir yere benziyordu.

 

"Olur." dedim. İçeri girip üst kata çıktık ve zar zor küçücük bir masa bulup çay söyledik.

 

Karşımda otururken dirseklerini masaya yaslayıp parmaklarını birbirine kavuşturmuş, tatlı tatlı gülümseyerek gözümün içine bakıyordu. Bense titrediği belli olmasın diye ellerimi kucağımda saklayıp birbirine bağlamıştım. Çayı nasıl içecektim?

 

Aylin ablamın dediği gibi oldu. Ömer anlattı, ben dinledim, arada kısa cümlelerle orada olduğumu belli edecek kadar az konuşup, başımı salladım, gülümsedim. Sorumun cevabıyla başladı.

 

"Başka hiç bir şey olmayı düşünmedim biliyor musun? Üç yaşımdan beri uçaklara hastayım. Dört yaşında evin çatısından uçmaya çalışırken son anda anneme yakalanmışlığım bile var. Pilot olmak başka türlü bir aşktır, bi kere içine düştü mü aklından çıkmaz... Hele gökyüzü seni çağırıyorsa..."

 

"Çok hoş..."

 

"Babam istemedi aslında pilot olmamı."

 

"Ne istedi?"

 

"Ziraat okumamı istiyordu. Ama ben işimi garantiye aldım ve caydıramayacağı şekilde erken girdim bu yola. Hava Harp Lisesinden başladım. Engel de olmadı sağ olsun."

 

"Sen nereliydin?"

 

"Aa söylemedim dimi Trakyalıyım ben, Edirne'nin İpsala ilçesinden. Bilir misin?"

 

"Yok, hiç duymadım. Edirne'yi biliyorum ama kuzenim orda okudu."

 

"İpsala, Yunanistan sınırında küçük bi yer."

 

"Ailen orda mı?"

 

"Evet, hatta köydeler. Karpuzlu köyü var, babam orada çiftçilikle uğraşıyor hala."

 

"Aa çiftçi çocuğuna benzemiyorsun. Neyle uğraşıyor, yani ne ekiyor?"

 

Güldü aptalca tepkime. Ne demekse çiftçi çocuğuna benzemiyorsun?

 

"Çeltik. Pirinç yani..."

 

"Hıı. Benimki de nalbur. Biliyorsun zaten!"

 

"Ya hakikaten o olay müthiş bir detay!"

 

Ahh evet. Utanıp gülümseyerek başımı salladım, daha ne detaylar var Ömer bi bilsen?

 

"Annem avukat, bir kız kardeşim var adı Ela, on dokuz yaşında, o da uluslararası hukuk okuyor. İki kardeşiz. Siz kaç kardeşsiniz?"

 

"Biz dört kardeşiz. Abim Murat şuan Fenerbahçe alt yapısında oynuyor. Sonra ben, sonra Fatma var orta ikiye gidiyor, en küçüğümüz de Samet üçüncü sınıfa gidiyor. Annem ev hanımı. Bursalıyız. Aslında annemin anne tarafı Sürmeneli ama annem Bursa'da doğup büyümüş."

 

"Sürmeneli? Ha Lazlık var sende! Anlamalıydım!"

 

"Pardon?"

 

"Şaka şaka... Neyse sen niye edebiyat seçtin? Kitapları çok mu seviyorsun?"

 

"Çok severim o ayrı... Çok okurum, ama meslek olarak seçmek pek... Bilinçli olmadı. Ortaokulda bir ara resme merak salmıştım, tasarımcı olmak istemiştim, izin vermediler. Hobi olarak yap dediler."

 

"Resim mi yapıyorsun?"

 

"Artık pek yapmıyorum."

 

"Yeteneklisin ama?"

 

"Eh... Birazcık..."

 

"Göster bir ara marifetlerini, merak ettim."

 

"Bakarız."

 

"Bana belki kask tasarlarsın? Hatta boyarsın? Çok mu erken istekte bulunuyorum?"

 

Gülerek başımı salladım

 

"Evet! Ne kaskı hem?"

 

İki elimle çay fincanına uzandım, çayım soğumuştu. Uzun siyah kirpiklerini ellerime çevirdi bir an. Sonra yine gözlerime döndü, beni şöyle dik dik bakıp incelemese keşke! Utanıyorum...

 

Nedense gülümsedi. Dudaklarını birbirine bastırıp çayına uzandı. Titrediğim anlaşılıyor muydu? Ufff... Lavaboya mı gitsem? Galiba heyecandan çişim de geldi.

 

"Pilot olunca takacağım kaskı demek istedim ama daha dört yılım var! Of zaman geçmiyor bazen! "

 

"Sabırsız biri misin?"

 

"Uçmak söz konusu olunca evet."

 

"Sen baya takıntılıymışsın?"

 

"Öyle mi? Galiba, olabilir..."

 

"İlginç... "

 

Bozuldu galiba suratı asıldı. Bana deli dolu hovarda bi çocuk gibi gelmişti ama galiba aklı fikri uçaklarda uçmakta filan olan takıntılı derecede aklı mesleğinde biriydi.

 

"Nasıl yani dört yılın daha var sen son sınıfta değil misin?"

 

"Yok, bizim lisans beş yıllık. Sonra da iki yıl pilotaj eğitimi var. Elene elene ilerliyor tabi bu süreç. İlla pilot olacağım kesin değil, çok elenme sebebi var"

 

"Mesela?"

 

"En başta sağlık şartlarından eleniyorsun, sonra disiplin, notlar, uygulama hataları... 300 kişi başlayıp 30 kişi pilotluk brövesini takmak çok stresli ve sıkı disiplin gerektiriyor"

 

"Zormuş. Yedi yıl çok ama ya?"

 

"Bir yıl İngilizce hazırlık, sonra dört yıl lisansta hem askeri hem mühendislik eğitimi alıyoruz"

 

"Mühendislik mi?"

 

"Evet, aslında her pilot önce mühendistir, dört dalı vardır. İsteyen lisans sonunda sivile ayrılıp mühendislik de yapabilir. Ama ben pilotluğa devam edeceğim. Sonuna kadar!"

 

"Onu anladım, hiç bilmiyorum bu konuyu kusura bakma"

 

"Yok, estağfurullah, nerden bileceksin işin içinde olmayan bilemez. Buradan askeriyede kalanlar teğmen olarak Hava Kuvvetlerinde direk göreve başlayabiliyor. Ya da isteyen ve sağlık şartlarından geçenler başvurduğu uçağa göre eğitime iki yıl daha devam ediyor. Bura en zoru. Lise ve üniversite hiçbir şey diyorlar. Ki şuan da daha zor bir lisans kurumu yoktur herhalde... Tıptan ve diğer bütün mühendisliklerden bile kat kat zor bizim okul! Düşünsene hem en ağır askeri eğitimleri alıyorsun, çok katı bir disiplinle on bir ay askeri düzende yaşayıp eksi kişilik puanı almamalısın, hem ders notların hep yüksek olmalı, hem de uygulamada 0 hata şansın var."

 

Evet, kesinlikle kafayı uçmakla bozmuş bu! Nasıl bozmasın?

 

"Robot musunuz siz?"

 

"Robot gibi olmamız gerekiyor. Sence tuhaf mı?"

 

"Biraz... Yani ilk defa duyduğum için..."

 

"Dur biraz daha şaşırtayım seni öyleyse; mesela Hava Harp Okulunda öğrencilerin okulda kaldırımdan yürümeleri yasak, niye bilmiyorum ama herkes kurala uyar! Sonra mesela birinci sınıf öğrencileri gidecekleri yere koşarak giderler, içeride yürümeleri yasak! Herhalde baştan disipline edilsinler diye... İkinci ve üçüncü sınıf öğrencilerinin tek başına yürümesi de yasak, ancak birden fazla Harbiyeli toplu halde düzenli yürüyebilir. Tabi alt sınıfların üst sınıflara karşı gelmesi ve laubali davranması da söz konusu değildir. Daha lisede başlıyor o ast üst disiplini! İçeride kestirme bir yol var orayı öğrencilerin kullanması da yasak.

 

Bütün yemeklere toplu halde tören yürüyüşüyle gideriz. Yemeğe bütün okul aynı anda başlarız ve komutan sofradan kalkmadan kimse yemekten çıkamaz. Hafta içi dışarı çıkmak yasaktır, hafta sonu sadece ailesi aynı şehirde yaşayanlar imzalı dilekçe ile evci çıkabilir, ya da evli olan ikinci derece akrabalarına evci çıkabilir. Yatıya yani, hafta sonu gündüz ders yoksa saat sekize kadar çarşı izni var. Eskiden son giriş beşteymiş hatta! Er gibi..."

 

Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı

 

"Hadi canımm! Psikopatça bence! Her şey yasak!"

 

"Ooo içerde sivil eşofman hatta sivil iç çamaşırı çorap, dışarıdan şampuan bile getirmek yasak. Her şeyi devletimiz tek tip olarak temin ediyor. Ama alışıyorsun. Büyük bir dişlinin parçaları olmak ve kutsal bir göreve hizmet etmeye adanmak böyle bir şey... Ve gerekli"

 

"Ciddi misin?! Çok şaşkınım! Memnunsun yani?"

 

"Tabiki memnunum. Kusura bakma ama binlerce aday arasından en zor sınavları geçerek seçildim! Hiç kolay değildi. Ve ömür boyunca en zoru seçtim. Harbiyeli olan, Harbiyeli olarak yaşar ve ölür. Sadece kendime değil aileme, arkadaşlarıma hatta gelecekteki eşime ve çocuklarıma da bu zorluğu yaşamayı mecbur ettim! Önce bayrak ve vatan savunması için, sonra gökyüzüne olan aşkım için... Daha fazla sevilecek bir şey düşünemiyorum! Hemen anlamanı da beklemiyorum Leyla. Zaten kızlar genelde anlamıyor."

 

"Yoo gayet anladım. Buraya gelirken kaygılandığımın tam tersi gibiymişsin?"

 

"Nasıl tersi?"

 

"Zararsız!" dedim de bir kahkaha attı. Bende güldüm bu keşfim hoşuma gitmişti.

 

"Zararsız derken?"

 

"E ben bile yurda en geç gece 10'da girmek zorundayım! Bende ailem baskıcı, ben kısıtlanıyorum sanıyordum! Sizin çok fenaymış!"

 

Hala gülüyordum. Ömer hem biraz bozuldu hem güldü benim tepkime.

 

"Hoşuna gitti bakıyorum da!"

 

"Evet, kusura bakma! Neyse ben seni yurduna bırakırım akşam."

 

"Yuh artık ya... Maskara olduk! O kadar da değil kızım, burada evimiz var herhalde! Babam dilekçe yazıp evci çıkarıyor..."

 

"İyi iyi tamam şaka yaptık..."

 

"Kalkalım mı biraz dolaşırız?"

 

"Yasak olmasın? İnzibatlar alır götürür sonra ha!"

 

"Leyla alay et diye anlatmadım!"

 

"Tamam tamam."

 

Kasada hesap ödeme tartışması yaşadık beş dakika. Ben bari kendi çayımı ödeyim diye tutturdukça

 

"Ya Leyla çekil ne olacak bir çaydan!" diyor ben inatla para uzatıyordum. En sonunda Ömer geri çekilip

 

"İyi çayları sen öde. Yemekleri ben! Konu kapanmıştır!"

 

Dedi de tongaya bastım istemeden. Ne yemeği?

 

İstiklali en aşağıya kadar konuşa konuşa yürüdük.

 

Beyefendi anlattığı onca zorluk yetmiyormuş gibi ayrıca kick boks, yüzme, tenis ve satrançla ilgileniyormuş lisanslı olarak, katıldığı ulusal yarışmalarda dereceleri varmış. Oha... Demedim tabi. Çok sıkı oğlan! Baya baya aşmış kendini. Edebiyatla da arası iyiymiş sevdiğimiz yazar ve şairlerden konuştuk ta mesela abim bu çocuğun çeyreği kadar yazar ismi bilse dişimi kırardım.

 

Abim demişken maç arasında arayıp hazırlan akşam seni yemeğe alayım dedi. Ödüm koptuğu için tamam demek zorunda kaldım. Ömer çok bozuldu

 

"Beni ekiyor musun?" dedi yüksek sesle gözlerini belerterek.

 

"Ama yemek sözü vermemiştim!"

 

"Ne çabuk Leyla?"

 

"Abime senle olduğumu söyleyemem herhalde!"

 

"Katı mıdır?"

 

"Kafamı kırar ne diyorsun?"

 

"Hadi be!"

 

"Görürse senin de hatta!"

 

"O biraz zor da... Neyse abiye hürmet etmek lazım tabi"

 

Kasıntı... Kick boks, karate, yakın dövüş, komando eğitimi filan aldığını mı sıralamıştı O? Bir ihtimal Murat la karşı karşıya gelip abimi tepelediğini düşününce gülesim geldi.

 

"Niye güldün?" dedi.

 

"Yok bir şey boş ver..."

 

"Üşüdün mü?"

 

"Yok."

 

"Üşürsen ceketimi al?"

 

"Yok, sağ ol!"

 

"Tramvaya bindin mi hiç?" diye sorunca gözlerim parlamış olacak ki caddenin ortasında tıngır mıngır süzülen tarihi kırmızı tramvayı başıyla işaret edip "Gel!" dedi.

 

Peşinden sürüklendim. Çok hoşlanmıştım Ömer'den. Çok çok çok çok... Biraz havalıydı ama olacak o kadar... Baya zeki, yetenekli hem de çalışkan oğlan. İyi aile çocuğuna da benziyor. Hem de babası çifçiymiş köyde yaşıyorlarmış, ne güzel... Öyle zibidi değil demek ki. Birlikte geçirdiğimiz iki saatte seviyeli ve terbiyeli davranışlarını gözüm tutmuştu. Aylin ablama anlatmak için sabırsızlanıyordum. Tam olması gerektiği gibiydi. Süper! Süper! Süper!

 

***

Loading...
0%