Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11.Vurgun

@selinsafak

 

 

 

Kırmızı tramvayla caddenin başına gidip orda tekrar binip, tekrar caddenin sonuna döndük. Bayılmıştım bu nostaljik tramvay gezisine. Ben oturup camdan merakla dışarıya bakarken, Ömer kapıya asılıp bir kolunu açarak uçuyormuş gibi yaptı, gelip geçene seslendi, çocukça güldü eğlendi. Galiba kuş olmalıymış! Geveze bir kuş! Ve gerçekten kanatları var gibiydi.

 

Caddenin sonunda inince bu kez "Gel, fünikülere de binelim, hem yolları öğren." dedi.

 

Tünelden fünikülerle Karaköy'e geçtik. Buralara da bayıldım. İstanbul'u çok sevmeye başlamıştım.

 

"Ben seni gezdiririm aslında ama?" diye lafı geveledi.

 

"Ee?" dedim cesaretimi toplayıp

 

"Arabama binmek konusunda sorunun ne?"

 

"Sorun değil, prensip!"

 

"İyi. Zaten gezmek için fazla vaktim olduğunu söylersem yalan söylemiş olurum Leyla ve yalan söylemeyi hiç sevmem. Söylenmesini de sevmem. Çok kısıtlı yaşayan biriyim, okuldan dolayı. Ama her fırsatta, çıkarız belki?"

 

Ne bu teklif mi yani? Duymazdan geldim öyleyse de... O da üstelemedi. Zaten niye buluştuk, bende ne buldu hiçbir fikrim yoktu. Sormadım, Onun da söylememesi iyi oldu.

 

Abim tekrar aradı, "Leyloş kızma bişey diyecem; antrenör akşam bütün takımı fasıla götürüyor seni alamayacağım. Haftaya söz!" dedi.

 

Ne kızması canım! Ama serde cadılık da var,

 

"Eşşeksin Murat sağ ol be!" diye numaradan terslendim.

 

Ömer dikkatle yüzüme bakmaya başladı.

 

Telefonu kapatınca, "Abimin işi çıkmış yemeği erteledi" dedim.

 

Gülerek "Allah'ın temiz kalpli kuluyum işte bak!" dedi.

 

Karaköy'de köprünün altında dolaştık Bursa'dan söz ederek. Biraz lise anılarını anlattı, gezdiği yerleri, Bursa da sevdiği şeyleri... Balık ekmek yemek için köprü altında bir lokantanın deniz kıyısına oturduk. Sipariş verirken "Ben alkol almıyorum, sen?" diye sordu.

 

"Yok." dedim.

 

Kola söyledik. Kola da pek içmezmiş aslında, sağlıklı beslenmesine çok dikkat etmesi gerekiyormuş. Ne disiplin Ya Rabbi! Maşallah! Şaşkınlığım giderek artıyordu. Alkol sadece özel günlerde bir kadeh belki, sigara, gece hayatı, kötü alışkanlık, gezme tozma yok. Adam seni serada mı büyüttüler? Neyse ki benden daha sıkıcı değildi! Eziklikten de değil, tamamen hedefleri olan ve ne istediğine odaklanmış biriydi.

 

Otururken nihayet ilişkiler konusu açıldı. Galiba lafı dolandırarak Taksimdeki olaya getirip ben açmıştım. Hala aklım Ömer'i haşlayan o kızdaydı.

 

"Merak ettiğimden değil sadece şimdi düşününce komik geliyor o yüzden sordum. Yanlış anlama" dedim.

 

"Komik mi? Cidden yanmıştım! Cadı, cidden yaktı beni! Pardon... Sinirim bozuluyor... Sen de yanlış anlama aslında hiç tarzım olan bi kız değildi, sonuçta olacağı buydu..."

 

"İnsan niye kendine uygun olmayan biriyle bile bile gezer ki?"

 

"Erkekler gezer bazen..."

 

"Hımm!" deyip kaşlarımı kaldırarak baktım.

 

Bu bazenin altında ne tür erkeksi sebepler olacağını anlamış gibiydim. Ama Ömer terbiyeli çocuktu. Kız hakkında tek kötü kelime etmedi. Sadece kendini açıklamaya çalıştı.

 

"Okul arkadaşlarım hariç birçoğu, yani Edirne'den olanlar hep uçuk kaçık tipler. Ama çok iyidirler, çocukluktan beri hiç kopmadık. Bir grubumuz var, onlar daha sık görüşürler bende vakit buldukça takılırım. Onlar bana göre epey sosyal tabi! Çoğu özel üniversitede, bizim oradan şımarık zengin çocukları!"

 

"Bi dakika? Sen nesin?"

 

"Benim aile çevremden arkadaşlarım öyle, ben farklıyım. Şımarıklığı Askeri lise sınavlarında arkamda bıraktım! Ama itiraf edeyim Ortaokulda epey hareketliydim!"

 

"Erken değil mi?"

 

"Sonrası olmadı ki... Eğlenmenin yani... İyi ki gezip eğlence ortamlarını görmüşüm, şuan içimde ukde kalmadı. Bizim memlekette gençler çok rahattır, bilirsin gece gezmesi, içki, flört... Kızlar erkekler arasında kaçgöç yoktur. Avrupai memleket Trakya!"

 

"Eee sonra?"

 

"İşte sonra... Şuan seçtiğim hayat tarzına uymayan ilişkilere kalkışınca... Taksimdeki gibi haşlanıyor insan!" güldü.

 

"Kız arkadaşın haklı mıydı yani?"

 

"Yok, o işin esprisi... Asla haklı değildi, çok saçma bi meseleydi anlatmama bile değmez."

 

Uzatmak istemedim. Aslında merak ediyordum ama içimden bir ses Ömer'e inanabileceğimi söylüyordu. Hem irdelediğimi sanmasındı

 

"Her neyse. Yanığın geçti mi?"

 

"Sorma yanık kremi aldım revirden. Sana bir şey olmadı dimi?"

 

"Yok"

 

"Tam arkamda mıydın?"

 

"Hı-hı arka masaya anket doldurtuyordum."

 

"Orda karşılaşmamız kötü oldu ama napalım... "

 

"Neyse. Kalkalım artık." dedim.

 

Saatine baktı. "Benim vaktim var. Yani evciyim, sekizde girmem gerekmiyor. Senin iznin kaça kadar?" diye sordu.

 

"23:00'e kadar ama yavaş yavaş dönelim. Teşekkür ederim yemek için. Tabi sohbet ve tramvay, finiküler filan... Çok eğlendim!"

 

"Gerçekten mi?"

 

"Evet!"

 

"Hep böyle küçük şeylerle mutlu olur musun?"

 

"Pek küçük sayılmaz Ömer..." dedim yere bakarak.

 

"Anlamadım?"

 

Yolun ortasında durup denize baktım. Sonra yüzüne. Sonra tekrar denize. İlk çıktığım erkek... İlk buluşma... Hem de 14 yaşımdaki ilk aşkım...

 

Hiç küçük şey sayılmaz Ömer!

 

Hiç!

 

Dudaklarımı kemirdiğimi görünce cesaretlendirdi.

 

"Söylesene?"

 

"Sonra... Başka zaman söylerim."

 

"Başka zaman olacak yani? İyi öyleyse beklerim! Ama hatırlatırım bunu..."

 

Güldüm, "Tamam."

 

"Yürüyelim mi? Ya da üşüdüysen taksiye binelim?"

 

"Yürüyelim." dedim.

 

Köprünün üstünden Eminönü'ne geçtik. Sohbet ede ede ta Beyazıt'a kadar yürümüşüz. Hava da kararmıştı. Ama hala yorulmamış ve hiç sıkılmamıştım. Florya'da küçük bir daire kiralamış, arada ailesi Onu görmeye geliyormuş. Kendisi ancak bayramdan bayrama ve yaz tatillerinde evine gidebiliyormuş çünkü. Yaz tatili derken bir ara yazlık lafı etti, "bizim oraların denizi çok güzeldir, görmeni tavsiye ederim, Ege'yi aratmaz" dedi. Nasıl çiftçi çocuğu bu, evi, arabası, yazlığı filan var diye kafama takıldı ama sormadım. Birde zengin arkadaşları filan varmış Allah Allah? Enez'de rüzgâr sörfü filan da yapıyormuş.

 

"Sahi anketleri getirmeye senin okula geldim ya öğlen arası? Ceza yedim biliyor musun? Söylemeyecektim aslında..."

 

"Neee?! Ciddi misin?! Neden ki!"

 

"Uçuş formasıyla okuldan çıkmamız yasak ama değişmeye vaktim yoktu, bide soyunma odalarına gitsem kaçamazdım. Pistlerin oradan tedarikçi firmanın gıda kamyonuna binip kaçtım."

 

"Nee bide kaçtın mı?! Şaka yapıyorsun?!"

 

"Vallahi... Komutan iki uçuşumu kesti bide kırmızıçizgi yedim. İlk kırmızım!"

 

"O ne demek?"

 

"Disiplin cezası, iki kırmızı daha yersem atılırım demek... Yani Pilotluktan men edilirim, teğmen olarak mezun olup geri hizmette filan... Neyse... Değdi ama! Bu yüzden söyledim!"

 

Ağzım açık bakakalmıştım, "Sakın yapma bir daha!"

 

Güldü, "Sende zorlama Leyla? Biraz da bu yüzden tüm gün sana okulumu anlatıp kafanı şişirdim."

 

"Yok da... Diyecek bir şey bulamıyorum! Yapma bir daha sakın!"

 

"Numaranı verseydin yapmazdım."

 

"Emrivakiden de hoşlanmam."

 

"Anladım ama mecburdum. Ta lisede tanısaydım seni..."

 

Kaçamak bir bakış attım, göz kırptı. Cevap vermedim.

 

Denizi gösterdim

 

"Vapurlar da çok güzel..." diye lafı çevirince bir kahkaha attı. Dalga mı geçiyor, beni komik mi buluyor anlamadım. Yani dalga geçmiyorsa eğer bir erkeği güldürebilmem iyi bir şey olabilirdi.

 

"Martılar gibi özgür olacağız bir gün..." dedi.

 

Güldüm. "Hiç sanmam!"

 

"Karamsar mısın sen!" Diye azarladı beni.

 

"Yoo."

 

"Peki en sevdiğin şair kim?"

 

"Nazım Hikmet!"

 

"Ooo, ben de severim. Ama ben hece ölçülü şiiri daha çok severim."

 

"Mesela kimi?"

 

"Cemal Safi."

 

"Cemal Safi'ye bayılırım hele şarkı olan şiirlerine. Ama... Hece ölçüsü başka, aruz başka, serbest ölçü bambaşkadır. Ben hepsini ayrı zamanlarda ayrı ayrı severim. Kimi hava gibidir, kimi su, kimi ekmek... Bence mukayese edilmemeli, hepsi zaruri ihtiyaç!"

 

"Sen daha iyi bilirsin tabi. Bana yazar, şair tavsiye edersin artık bol bol."

 

"Tabi, istiyorsan ederim."

 

" En son ne okudun?"

 

"Bu sabah Sabahattin Ali okuyordum. İçimizdeki Şeytan. Büyük üstattır bayılırım."

 

"Baya zevklisin! Nazım, Sabahattin Ali? Yabancılardan kimi seversin?"

 

"Sanırım en çok Tolstoy'u severim. Mülakatta gibi hissettim! Edebiyatçıya yazar soruyorsun, hangi birini söyleyeyim!"

 

"Haklısın pardon."

 

"Sen ne okudun en son?"

 

"Bu aralar Stephen Hawking kitaplarına sardım. Uzay, karadelik filan..."

 

"Senin ilgi alanın sayılır." derken yurdun alt sokağına gelmiştik.

 

Durdu. Şaşırdım.

 

"Yurdun önüne gelmeyim." Dedi mahcup bir ifadeyle.

 

Sabahki azarımı unutmaması hoşuma gitti. Sohbete dalmışken vurgun gibi olmuştu. Ona gönderebileceğim bir teknoloji o zamanlar var olsaydı, Cemal Safi'nin Vurgun şiirinin bestesini yollardım!

 

Senin ki düpedüz VURGUN sayılır...

 

Ne kadar zulmetsen! Ah etmem sana

 

Her iki cihanda gül kana kana!

 

Seninle cehennem ödüldür bana,

 

Sensiz cennet bile sürgün sayılır!

 

Yalan mı söyledin göz göre

 

Ne zaman dolacak verdiğin süre

 

Gönülden gördüğüm takvime göre

 

Aldığın her nefes, bin yıl sayılır!

 

Nasıl güzel, nasıl derin sözler...

 

Çocuğun uzattığı eli havada kalmış.

 

Alt dudağını ısırıp, tek kaşı havada yüzüme tuhaf tuhaf bakıyordu. "Leyla?" dedi usulca.

 

Galiba ağlayacağım... Yutkundum güçlükle. Bilseydim! O günden sonra her ayrılığımızda göz yaşlarına boğulacağımı... Tutmazdım o eli!

 

Yalan...

 

Tutardım Ömer.

 

Bir değil bin kere...

 

"Görüşürüz." dedim fısıltıyla.

 

"Sana msn adresimi mesaj atayım eklersin. Yurtta internete girebiliyor musun?"

 

"Nadiren. "

 

"Olsun eklersin."

 

"Tamam"

 

"İyi geceler, kendine dikkat et. Ararım seni? Sende ara?"

 

"Bakarız!"

 

"Güle güle."

 

"Tamam, git hadi"

 

"Arabam yurdun üst sokağında."

 

"Ha tamam"

 

"Sen ilerle..."

 

El sallayıp nihayet arkamı döndüm. Ben yolun karşısında, o diğer tarafta peş peşe aynı sokakta yürümemiz tuhaftı. Saçmaladım iyice! Kim görecek koca İstanbul'da? Yurdun kapısının önünde durup baktım. Gülümseyerek başı önde, tanımıyormuş gibi bana bakmadan geçti, üst sokağa saptı. Çantamdan kimliğimi çıkarıp güvenlikten geçtim. Sokağa bakmaya devam ettim. Az sonra siyah alçak bir spor araba geçti önümden. Pahalı bir şeye benziyordu. İyice kafam karıştı.

 

Yurt bahçesinde bir banka oturup hemen Aylin ablamı aradım. Haberi yoktu bugün buluştuğumuzdan, duyunca çığlık attı. Hemen günümü özet geçtim.

 

"İyi bir çocuk. Vallahi... Dediğin gibi yaptım, O da zaten çok seviyeliydi. Ay abla ben aşık oldum! Bağırma vallahi oldum! Of... Safım evet napiyim. Ama Ömer'i bir görsen! Bağırma be üff... Çok tuhaf biri aslında, uçmakla kafayı bozmuş! Ama çok tatlı! Çok mükemmel! Vallahi bak çok bilgili, çok donanımlı... Neler anlattı bi duysan... Ben iptal!"

 

Aylin ablam sordu, ben anlattım. Nereliymiş, babası neciymiş, zengin miymiş?

 

"Annesi avukat, babası çeltikçiymiş. Çiftçi çocuğuyum dedi ama nasıl evi, yazlığı, spor arabası filan var anlamadım, durumları iyi herhalde."

 

"Kızım salak mısın? Çeltikçi! Oha Leyla! Kaçırma bu çocuğu sakın! Sen teyzemin dediği gibi amma kısmetiymişsin be kızım! Hatunun ilk sevgilisi pilot adayı, babası da muhtemelen çeltik ağası çüş!"

 

"Ne ağası ne ağası?"

 

"Kuzum Trakya'nın çeltikçileri ne kadar zengin oluyor senin haberin var mı? Trilyonluk adamlar! Fabrikaları filan da vardır onların, sen daha çiftçi çocuğu de, safım!"

 

"Gerçekten mi?"

 

"Soyadını öğrendin mi? Keşanlı arkadaşım var ona sorarım neyin nesiymiş? Bizim Kerem orda emlakçılık yapıyor, herkesi tanır!"

 

"Şey... Sormadım ama anket formunda gördüm, soyadı Sancaktar."

 

"Ömer Sancaktar. Tamam sorup geri ararım seni. Ah benim tatlı kuzum! Hadi bakalım hayırlısı olsun, Allah'ım iyilerle karşılaştırsın, gönlüne göre versin masum kelebeğim! Ha dediğim gibiyse şu senin Ömer'e sor bakalım bekar abisi, amcaoğlu filan var mı hah haaaa!"

 

*****

Loading...
0%