Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12.Abim

@selinsafak

 

 

 

Cuma gecesi yurtta kitap sayfaları karıştırıp pineklerken telefonum çaldı. Doğrusu hafta sonu olduğu için Ömer'in aramasını bekliyordum. İlk buluşmamız için geçen hafta tam da bu saatlerde aramıştı.

 

Bulutların üzerinde bir hafta geçirmiştim o günden beri. Düşündükçe gülesim geliyordu, hatta kendi kendime gülüyordum. Derste otururken veya yurtta yalnız yürürken güldüğümü fark edip beni deli sanacaklar diye korkuyordum. Salı günü bir daha aramıştı naber, nasılsın diye havadan sudan kısaca konuşmuştuk. Telefonda sesi çok keyifli geliyordu.

 

"Hafta sonu inşallah okulda bir angarya çıkarmazlar." demişti.

 

İçimden inşallah desem de, dışımdan cevap vermedim. Ben böyle tutukluk yapınca o da ileri gitmiyordu. Oysa hala kendisiyle özgüven sorunları olan benim için ettiği cümle gayet meçhuldü! Hafta sonu inşallah okulda bir angarya çıkarmazlar da ne? Çocuklarla mı buluşur? Edirne'ye mi gider? Maça mı gider? Sinemaya mı gider? Alışveriş mi yapar, ne yapardı yani?

 

Beni mi görmek ister? Öyle demek istediyse bile bu çok dolaylıydı ve sazan gibi üstüme alınmayacaktım. Çok istiyorsa söylesindi paşam.

 

Paşam demişken... Aylin Ablamın, Keşanlı emlakçı arkadaşından Ömer'in ailesi hakkında istihbarat geldi. Çarşamba günü ablam beni aradı ve aynen şöyle dedi,

 

"Leyloş sıkı dur! İstihbarat çok sağlam! Ömer Sancaktar beyefendi, Hamza Sancaktar denen çok zengin bir çeltik ağasının biricik kıymetli oğluymuş. Dededen kalma binlerce dönüm arazileri ve pirinç fabrikaları varmış 'Trakya'da Hamza Sancaktar'ı tanımayan yoktur' dedi. 'Çok iyi insanlar, karısı da avukat ama öyle havalı bir kadın değil çok yardımsever, hayır işleri filan yapıyor. Ömer'i pek tanımıyorum, yazları Enez'e geliyor galiba. Hepsi çeltikçi çocuklarından bir arkadaş grupları var, bir araya gelince sıkı partiliyorlar, sosyetenin gözbebeği oğlanlar hepsi. Bir de Ömer'in afet bir kız kardeşi var Ela, o da Avrupa'da okuyor.' dedi. Leyloş seninki baya zengin çocuğu çıktı kuzum ne kısmetlisin? Şaka bi yana dikkatli ol. Bu tipler alışıktır her istediğini elde etmeye. Seni çetin ceviz görüp oynamaya kalkmasın. Temiz çocuk pozları da sırf seni tavlayana kadar olabilir. Tavlayana derken, yatağa atana kadar, anladın dimi? Canım üzülme, hemen kalbini karartma, olmaya da bilir. Sen çok güzelsin, çok tatlısın, oğlan sana vurulmuştur belki, hem senden iyisini mi bulacak? Aklında olsun diye söyledim bitanem, kendine dikkat et."

 

Ederim abla. Of hiç hoşlanmamıştım bu durumdan. Daha da tedirgindim artık. Beni zenginliği ilgilendirmezdi, ben karakterine bakardım ama korkmaya değer bir şeydi zenginlik... Basit bir çiftçi çocuğu olmasını daha çok isterdim.

 

Telefonumu arayan ise Abimdi. Saat 21:35'ti, bu saatte aramazdı, hayır olsun diyerek açtım.

 

"Naber cadı?" dediği anda ses tonu bile içime kurt düşürdü.

 

"İyidir abi noldu?"

 

"Leyloş... Bişey diyecem ama..."

 

Sesi boğuk ve derinden geliyordu üstelik zor konuşuyor gibiydi.

 

"Abi ne oldu?"

 

"Dur kızım söyleyecem... Annemlere haber vermek yok bak peşin söylüyorum, kafanı kırarım! Maçta sakatlandım, hastanedeyim."

 

"Neeee? Ne oldu iyi misin? Nerdesin, hemen geleyim."

 

"Ameliyattan çıktım şimdi iyiyim. Dizim, ayak bileğim çatlamış, dağılmış of! Annemlere söyleme, haberin olsun diye aradım. Şey bir de yarın..."

 

Lafını kestim, "Abi nerdesin?"

 

"Gelemezsin Leyla bırak şimdi!"

 

"Ölümü gör söyle neredesin Murat beni delirtme! Sakatlandım ameliyat oldum ama sen gelme ne demek? Çabuk söyle bak ant verdim!"

 

"Of koca kafalı bu saatte nasıl gelecen kızım ya! Yarın sabah gel, Bursa'ya gidecez diyecektim."

 

"Hangi hastanedesin?"

 

"Acıbadem, Altunizade... Gelme Leyla iyiyim yanımda arkadaş ta var... Nasıl gelecen bu saatte kızım, bana bak! Hoop Leyloş gelme dedim!"

 

Ağlayarak telefonu kapattım. Ah geri zekâlı ya!!! Nasıl kendini sakatlamayı başardı! Annemi mi arasam? Ama ortalığı ayağa kaldırır? Babamı arasam? O da hemen yola düşer? Murat arama dedi, yarın gidecekmişiz... Ama babam da haber vermedik diye kızar şimdi...

 

En iyisi gidip halini görüp karar vermek... Zaten duramam! Ameliyat diyor koca kafalı! İnsan ameliyata girmeden önce arar? Of abi!

 

Çabucak üstümdeki pijamaları çıkarıp gündüz giydiğim kot ve kazağı üstüme geçirirken kızlara durumu anlattım. Saat 22:00'den sonra yurttan çıkmak yasaktı.

 

Yeliz, "Acele et on dakikan kaldı." dedi.

 

Çabucak sırt çantama bir şeyler tıkıştırmaya başladım, yarın Bursa'ya gidersek evde eşyam vardı gerçi ve telaştan çantama ne tıktığımın bile farkında değildim. Yine telefonum çaldı. Bu sefer yine Murattır diye ekrana bakmadan,

 

"Geliyorum Murat kapat çeneni!" diye çemkirerek açtım.

 

"Leyla?" diyen Ömer'in şaşkın sesiyle olduğum yere çakıldım.

 

"Ömer?"

 

"Nereye bu saatte?" dedi şakayla karışık.

 

"Of sen de mi?"

 

"Hayırdır bir sorun mu var?"

 

Ben ellerimle saçlarımı karıştırıp oflayarak kızlara el sallayıp odadan çıktım. Koridor ve merdivenler boyunca yürürken Ömer'e durumu anlattım.

 

"Abim aradı, maçta sakatlık geçirmiş, ayak bileğim ve dizim çatladı, ameliyattan çıktım diyor. Gelme diye tutturdu da, o zannedip bağırdım sana. Şimdi yurttan çıkıyorum, kapatmam lazım kusura bakma."

 

"Geçmiş olsun. Leyla yalnız mı gidiyorsun? Öyleyse bekle, ben götüreyim seni?"

 

"Ne? Bi de sen başlama lütfen kız başına bu saatte yola çıkılmaz diye."

 

"Yok, öyle değil, İstanbul'u henüz bilmiyorsun. Hangi hastanedeymiş?"

 

"Acıbadem Altunizade'de."

 

"Karşıda... Hakikaten tek başına gitme, ben on dakikaya gelirim, zaten dışardayım Leyla."

 

"Hayır Ömer sağ ol, cidden..."

 

"Cidden! Şuan Beyazıt istikametine döndüm ve geliyorum, orda bekle! Abinin sağlığı söz konusu, ne olacak yardımım dokunsa..."

 

"Off ama ben kendim..."

 

"Yedi dakikaya ordayım!"

 

Deyip yüzüme kapattı. Bir sen eksiktin!

 

Gidip çabucak üç günlük ev izni yazdım ne olur ne olmaz diye. Tam kapıdan çıkarken arkamdan Sibel yetişti nefes nefese kalmıştı.

 

"Ay şükür yetiştim sana Leyla!" deyip ders notlarını uzattı. Finallerimiz başlıyordu. Pazartesi ilk sınavımızı olacaktık.

 

"Atıf Hoca son dersten soracağım demişti, yarınkileri de not alır ben arar anlatırım sana, bunları da otobüste filan okumaya çalış. "

 

"Sağ ol Sibel."

 

"Hadi hayırlı yolculuklar canım, çok geçmiş olsun."

 

İzin yazıp Sibel'le konuşurken oyalanmıştım. Kapının dışına çıktım ve sağa sola bakınıp Ömer'i beklemeden basıp gitmekle, gece Laleli'den tek başıma geçmeye tırsmak arasında bir kararsızlık yaşarken yurdun önüne yanaştı. Cidden mi?

 

Yüzünü görmek çölde serap görmek gibiydi o an...

 

Sanki yıllardır tanıyormuş ve bekliyormuş gibi güvenli...

 

Alçak spor BMW'sinin kapısını açtı, "Hadi atla." dedi.

 

Atlayacağız artık...

 

Mantıklı bir insan sağ olsun duyar duymaz hemen geldi çocuk, diye düşünürdü ama bende mantık nerede...

 

"Bana bir daha emrivaki yapma! Sana kendim giderim dedim!" diye çemkirdim.

 

"Ben de gidemezsin demedim, yakındayım götüreyim dedim! Daha hızlı olmaz mı sence?"

 

Gaza basıp beni koltuğuma yapıştırdı. Çığlık atıp emniyet kemerini arandım. Bir kahkaha attı ve az ileride ışıklarda durup önümden eğilip kemerimi bağladı.

 

"Bana dokunma seni gebertirim! Hem napıyorsun düzgün sürsene şunu!"

 

"Tamam tamam özür dilerim."

 

"Bak bu sadece bir kereye mahsustu tamam mı, bir daha asla arabana filan binmem! Ne teklif et! Ne ısrar et, ne emrivaki yap?! Anladın mı?"

 

"Tamaaamm..."

 

Söylendim söylendim Ömer cevap vermeyince mecburen sustum. Halbuki biraz kavga etsek ne iyi olurdu. Düşününce çekilecek çile değilmişim, ekosisteminden henüz göbek bağını koparamamış bir yabandım!

 

Az sonra kaşlarını çatarak gözlerini yoldan ayırmadan, hüzünlü bir sesle sordu.

 

"Futbola devam edebilecek mi?"

 

"Bilmiyorum, soramadım henüz."

 

"Çok mu seviyordu futbolu?"

 

"Tapıyor!"

 

"İnşallah tekrar oynayabilir..."

 

"İnşallah! Oynayamazsa delirir... Toparlanamaz... Of Allah'ım nolur ciddi bir sakatlığı olmasın!"

 

Ağlamaya başlamıştım. Ömer acı acı başını salladı ve bana mendil uzattı.

 

"Dua et Leyla... Kendimi onun yerine koyuyorum da, eğer bi sebepten pilotluktan elenecek olsaydım... Yaşayamazdım! Tutku böyle bir şey!"

 

"Sağ ol be..."

 

"Doğrusu bu ama... Abinle dikkatli konuş."

 

"Tavsiyen var mı?"

 

"Yok... Omzumda çok elenen arkadaşım ağladı ama... O an ne söylemek avutur, hala bilmem... Galiba hiçbir şey avutamaz."

 

"Of Ömer içimi kararttın sağ ol! Belki de futbola döner. Dur bakalım hayırlısı..."

 

Ömer haklı çıktı. Hem yolu hızlandırmak hem Murat'ın sakatlığı konusunda. Lüks özel hastanenin bahçesinde beni indirince,

 

"Sen kalacak mısın abinin yanında?"

 

"Kalırım herhalde."

 

"Bir çıkıp bak da, bana haber ver... Şurada bi kahve içer oyalanırım."

 

İyiliğine ve masumiyetine daha fazla söylenecek söz yoktu. Tam git, diyecekken susup dilimi ısırdım. Minnetle gülümsedim.

 

"Sağ ol Ömer."

 

"Bekliyorum sen haber verene kadar."

 

"Tamam..."

 

Danışmaya sorup tarif edilen kata çıkana kadar içimden ettiğim dualarda kelimeler birbirine karıştı ama Allah'ım içimden dilediğimi biliyordu nasılsa...

 

Bu sefer gol olmadı be Murat!

 

Perişandı Onu gördüğümde. Sol bacağı komple alçıya alınıp askıya asılmıştı ve durmadan ağlıyordu. Onu sünnetinden beri ağlarken görmemiştim.

 

"Leyla! Bitti kızım! Bitti! Futbol oynayamayacağım! Bittim kızım ben... Kariyerim bitti, her şey bitti! Hayalim bitti Leyloş!!! Babama ne diyecem şimdi?!"

 

Hıçkırdım. Sarıldım ona. Birbirimize sarılıp ağladık. Murat kimi isyan ediyor, kimi küfrediyor, kimi kahredici öldüm bittim ben gibi şeyler söylüyordu.

 

Onu sakinleştirmeye çalıştım boşuna.

 

"Dur be hemen nasıl emin oluyorsun Allah büyük? İyileşirsin belki tekrar oynarsın? Çok çalışırsın? Hemen pes etmek yok?"

 

"Kızım manyak mısın, diz kapağımla ayak bileğim perte çıktı... Topal kalmazsam iyi, sen futbol oynarsın diyorsun! "

 

"Ne diyeyim... Canın sağ olsun manyak! Babam da öyle diyecek... Annem zaten seni çok özlüyordu, ben oğluşumu öyle Avrupalara filan gönderemem diyordu..."

 

"Kes zırvalamayı Leyla!"

 

"Abi lütfen harap etme kendini? Canın sağ olsun."

 

"Olmasın amına koyayım, ölsem daha iyiydi!"

 

"Abi böyle söyleme!"

 

"Futbol hayatım bitti, ne söyleyeyim! On senedir köpek gibi çalışıyom kızım ben! Gençliğimi yatırdım! Ne oldu Püf! Bitti! Emeklilik yok, ikramiye yok... Güle güle Murat! Ne bok yiyecem... Liseyi bile zar zor bitirdim bu sevda uğruna! Elimden hiçbir iş gelmez! Babamın nalbur dükkanında mı çürüyüp gidecem? Dedemin babamı hapsettiği gibi kendimi o köhne nalburiyeye mi gömecem? Babam gibi mi olacam? Bitti kızım benim hayatım bitti!"

 

Hıçkırarak karşısına dikilip işaret parmağımı havaya kaldırdım,

 

"Bana bak geri zekalı geri zakalı konuşma! Ne bittin daha yirmi iki yaşındasın? Ölmedin, sakat da kalmadın, hem kalsan nolur? İnsanlar ne sakatlıklarla hayata tutunuyor! O beğenmediğin babamız var ya! Üniversiteye başladığı sene dedem ölünce okulunu bırakıp o köhne dediğin dükkana sahip çıkarak üç kardeşini okutmuş senin haberin var mı koca kafalı? İnşaat mühendisi olacakmış! Babamız o nalbur sayesinde seni, beni, kardeşlerimizi bugünlere getirdi! Gerekirse sen de o köhne dükkanda çalışırsın ben de çalışırım! Ayıp mı, günah mı? Sakın annemle babamın yanında böyle aptalca konuşayım deme işte o zaman öbür bacağını da, kafanı da ben kırarım Murat!"

 

"Sen ne anlarsın be aptal! Bana bağırıp durma, canım burnumda zaten! Defol Leyla senin aklına ihtiyacım yok! Defol git dedim!"

 

Ağlaya ağlaya çıktım yanından. Koşarak soluk soluğa kendimi bahçeye attım. Bir kaldırıma oturup ağladım, ağladım... Ne kadar çok istediğini ve gece gündüz topla yatıp kalktığını biliyordum... Söylediklerimin boşa olduğunu da biliyordum ama elimden bir şey gelmezdi. Bir mucize olup tekrar futbol oynayabilmesini diledim. Epey başarılıydı, bu yıl Anadolu takımlarından birkaç transfer teklifi almıştı ama Fenerbahçe onu vermemişti. Gelecek yıl ana kadroda oynatmak için yetiştiriyorlardı. Murat çok sıkı çalışıyordu. Çok mutluydu ve daima övüne övüne sahada yaptıklarından bahsederdi. Girdiği yeni çevresi de Bursa'dan bambaşkaydı. Manken kızlar etrafımızda cirit atıyor diye hava atardı. Kendine Ferrari alma hayalleri kurardı. Nasıl bitebilirdi?

 

Ömer omzuma usulca elini koyup yanıma çöktü.

 

"Çok mu kötü Leyla?"

 

"Kötü..."

 

"Al biraz su iç." deyip bir şişe su ve mendil uzattı.

 

"Gel elini yüzünü yıkayalım?"

 

Mendille gözlerimi kurulayıp ellerimle yüzüme rüzgâr yaptım sakinleşmeye çalışarak. Beni böyle görmesini istemiyordum ama olan olmuştu artık. Biraz su içtim.

 

"Durumu nasıl?"

 

"Çok kötü... Sünnetinden beri... Hiç... Ağladığını görmemiştim... İsyan ediyor... Sayıklıyor... Ölsem iyiydi diyor? Nasıl böyle konuşabilir Ömer? Beterin beteri vardır, çok şükür hayatta! Hayatta insanın başına her şey gelebilir böyle isyan edilir mi? Herkes için başka bir yol vardır? Belki hayırlısıdır?"

 

"Şuan göremiyor... Zamanla görür. Umarım..."

 

"Futbola dönemezmiş..."

 

"Anladım. İnşallah kendine başka bir yol çizebilir ve yeniden mutlu olur."

 

Düşündüm. Önemli olan mutluluktu demek? Benim, Ömer'in dediği gibi bir tutkum hiç olmadığı için anlayamıyordum. Bir tutkusu, kendini mutlu hissettiği bir işi olan insanlar böyle oluyordu demek kaybedince?

 

O halde iyi ki hiçbir hedefe tutkuyla bağlanmamışım... Yoksa onlar tutkularıyla gerçek mutluluk ve içsel tatmine ulaşan şanslı insanlar olarak kısa bir süre bile olsa hayatta kendilerini gerçekleştirmişken... Ben Araf'ta olanlardan mıydım? Bomboş hissettim. Ömer'e döndüm.

 

"Ömer? Ben olsam demiştin yolda? Sen olsan? Yani? Bir şekilde pilot olamasan? Ne yapardın?"

 

Bakışlarını kaçırıp dişlerini sıkarken hoş çene kemiğinin kasılıp burun deliklerinin şiştiğini ve öfkeyle soluduğunu gördüm. Düşünürken ifadesi ürkütücü göründü gözüme.

 

"İhtimal bile yok kafamın içinde! Benim mezarım bulutlar olacak Leyla! Öyle ya da böyle! Toprağım da, suyum da, yatağım da döşeğim de gökyüzü olacak... Aksi halde nefes bile alamam! Var olamam, düşünemem! Abin de kendini bugünden sonra o yeşil sahaya gömecek... Ondan geriye kalan sadece bir posa... Üzgünüm..."

 

Ayağa fırlayıp ona da bağırdım.

 

"Delirmişsiniz siz! Aklınızı kaçırmışsınız! Sana soran da kabahat! Tamam, daha tek kelime etme... Ben iyimser olmaya çalıştıkça siz sıçıyorsunuz koca kafalılar! Pilot olacakmış da, futbolcu olacak mış da! Adam olun be önce! İnsan olun! Hayret bir şey ya..."

 

İyi ki cevap vermedi. Ben de daha fazla saçmalamayıp sustum. Bir süre düşündüm. Çıkıp yukarı Murat'ın yanında kalan futbolcu arkadaşıyla konuştum. Doktorlar sakatlığının yürümesine engel olup olamayacağını daha sonra söyleyeceklermiş. Altı ay ayağa kalkamayacakmış. Sonra ise en az bir yıl fizik tedavi görmesi gerekecekmiş. Yürümesinde aksama kalma ihtimali büyükmüş. Ayak bileğine iki tane platin vida takılmış, daha sonra başka ameliyatlar da gerekebilirmiş... Kapıdan kafamı içeri uzattım. Uykusunda sayıklıyordu.

 

Arkadaşı, "Bu gece ben buradayım, siz gidin zaten iki refakatçi kabul edilmiyor. Sabah gelirsiniz." dedi.

 

"Bahçede bekleyeyim, yurtta kalıyorum dönemem şuan."

 

"Ha tamam... Arada gözünü açıyor, sizi görmesin hala çok öfkeli. Sabah zaten taburcu olacak. Takım araç yollayacak Bursa'ya götüreceğiz Murat'ı."

 

"Tamam, teşekkürler ben kantindeyim."

 

Tekrar Ömer'in yanına indim. Kantinde bekleyeceğimi duyunca elbette o da benimle kalacağını söyledi. Git dedim on beş defa filan...

 

"Neden seni yalnız bırakayım Leylam, yapacak daha iyi bir şeyim yok, beni azarlayıp dursan da yanında olmaktan gayet mutluyum! Sus artık!" dedi.

 

Ağzım açık bakakaldım.

 

Leyla'm... mı? Dedi... O?

 

Koyun can derdinde ben burada aşk meşk! Hazır hastanedeyken bir kalp krizi geçirivereydim bari?

 

Ben şimdi Ömer'in Leylası mı olmuştum? Ne zaman... Çocuğun suratına aval aval bakakalmışım. Gülümseyerek dudaklarını ısırdı sanırım ağzından kaçırdığı kelimeye kendisi de şaşırmıştı, başını eğdi.

 

"İyi... Pinekle burada Hay Allah'ım ya çattık!"

 

                                    *****

Loading...
0%