@selinsafak
|
Abimin morali çok bozuktu. O gece benim hastaneye nasıl geldiğimin, sabaha kadar nerede kiminle beklediğimin bile farkında değildi. Normalde olsa ağzıma sıçardı bütün gece neredeydin tek başına aşağılarda diye! O kadar kendini kaybetmişti ki kimseyi ne görüyor, ne duyuyordu. Eve gidene kadar yolda hep ağladı. Artık söylenip, küfür de etmiyordu. Susmuştu. Hiçbir şey yemedi.
"Biraz çorba iç, bak ilaç alacaksın." diye ısrar ettiğimizde bile kâseyi elinin tersiyle itmişti. Kulübünden bizi eve götürmesi için yollanan şoförlü minibüsle benzin almak için bir benzinliğe girdiğimizde gidip marketten çocukken çok sevdiği, hatta paylaşamadığımız Metro çikolatalardan alıp kucağına dört-beş tane koydum.
"Al hepsini sen ye." dedim çocukça.
Islak gözlerini sıkıca kapattı ve "İstemez cadı çocuk mu eğliyorsun!" diye homurdandı.
Asıl dram eve varınca yaşandı. Annem beni kapıda görünce "Hiii!" edip elini göğsüne bastırdı. Ağlamamak için kendimi zor tuttum.
"Anne? Korkma ama... Bir aşağı gelmen lazım... Şey oldu... Abim azcık..." lafımı bitiremeden merdivenlerden yuvarlanır gibi koşmaya başlamıştı bile. Üç kişinin omzunda minibüsten bacağı komple alçılı halde indirilen Murat'ı öyle görünce,
"Oğluuuuuum! Ne oldu kuzumm sanaaaa?" diye feryat etti.
Murat başını salladı sakince yere bakarak,
"İyiyim anam. Yok bişey maçta düştüm... Korkacak bir şey yok" dedi.
Annem dizlerine vura vura ağlarken Murat kendini sıkmaktan dudaklarını ısırıp kanatmıştı. Daha fazla dayanamadım, arka bahçeye gidip hıçkıra hıçkıra ağladım. Murat'ın yanında ben de kendimi tutmuştum. O sırada babamı çağırmışlar.
Komşunun oğlu, "Osman amca geliyor" dedi sokağın başından.
Kapıya koştum. Babamın rengi küle dönmüştü.
"Leyla?!" dedi ama bana baktığı halde görmüyor olduğu mat lacivert bakışlarından belliydi.
"Baba..." dedim, lafın sonunu getiremedim, kim bilir yüzüm ağlamaktan ne hale gelmişti de adam ok gibi yukarı fırladı. Murat babamı görünce hıçkırdı.
Babam gözleriyle abimi baştan aşağı süzdü, bir daha süzdü ve belki dakikalardır tuttuğu nefesini verip ağlamaklı gülümsedi, başını sıvazlayarak,
"Çok şükür..." dedi. Gidip Murat'a sarıldı. Abim babamın göğsünde hıçkıra hıçkıra ağlayıp
"Öldüm, bittim baba napıcam, top oynayamayacam baba, kariyerim bitti." diyordu...
Babam tam da beklediğim şeyi söyledi,
"Canın sağ olsun evlat! Canına bir şey olmasın, bacak kırığı nedir ki! Ben kaç kere kırdım bir bilsen! Babaannen köydeki çıkıkçıyla ahbap olmuştu benim yüzümden! Ağlama aslan oğlum, ağlama geçer..." dedi.
Annem de sakinleşmişti. Herkes abime Allah beterinden saklasın diyordu. İş kazasıydı sonuçta, herkesin başına gelebilirdi. Hem daha çok gençti, ne fırsatlar çıkardı karşısına. Hele bi iyileşsin ne isterse onu yapardı tekrar... Ucunda ölüm yoktu ya... Canı sağ olsundu. Kısmet değildi, beterin beteri vardı. Hem belki böylesi en hayırlısıydı...
Teselli cümleleri...
Hafta sonu evimiz ziyaretçi dolup taştı. Annemin özenli bakımı, babamın sürekli pohpohlamasıyla Murat biraz sakinleşti. Küçük kardeşim Samet bile yaramazlık yapmayı bırakmış hep abimin yanında oturup onu oyalayacak bir şeyler buluyordu.
"Üzülme abi, sen oynamazsan artık bende top oynamam! Birlikte robot oynarız!" deyişi tüm sülaleyi hem güldürüp hem ağlatmıştı.
"Sameeeet! Gel bakiyim!" deyip onu yanıma çağırıp kucağıma aldım. Öpüp kokladım bol bol. Evin en küçüğünü en çok özlüyordum. Hele o bilmiş laflarını. Büyümüş de küçülmüşlüğü lafta kalmadı üstelik. Bütün toplarını bir çuvala koyup babama verdi.
"Baba gizlice at bunları, abim görmesin ağlar?" dedi. Koskoca adamı az daha ağlatacaktı küçük eşşek...
Bense büyük eşşeği baba evimde iyileşmeye bırakıp, zamanın onun için hızlı ve onarıcı olarak geçmesi için dualar ederek İstanbul'a döndüm.
Bu arada, Ömer her gün arayıp abin nasıl, sen nasılsın diye sormuştu sağ olsun. Kimse görmesin diye rehberimden adını değiştirdim, Ömür diye kız ismi yaptım. Gören olursa okuldan arkadaşım diye kıvırabilirdim. Mola yerinde durunca aklıma geldi. Bari bir kez ben arayayım diye düşündüm, oğlan o kadar hastanede benimle sabahladı, her gün aradı sordu, ona bir teşekkür borçluydum.
Birkaç çalmada açıldı telefonu. "Efendim Leyla?"
"Ömer nasılsın?"
"İyiyim sen nasılsın? Dönüyor musun yoksa?"
"Evet... Mola yerinde bir arayayım dedim, sağ ol sen hep ilgilendin."
"Rica ederim ne demek. Nasıl oldu hastanız?"
"Daha iyi. İyileşecek inşallah. Pazartesi Bursa'da kontrole götürüp tekrar film çektirecekler. Futbol oynayamasa da artık sorunsuz yürüyebilmesi için ne gerekiyorsa yapılacak. Murat da yatmaktan bunalmaya başladı, bize hak vermeye başladı zaten. Yürüyebileyim yeter dedi bu sabah."
"Sevindim. Çok genç, çabuk toparlar merak etmeyin. İyi bir doktora gitsinler."
"Araştırıyorlar, Bursa olmadı Ankara'ya gidecekler. Neyse sen napıyorsun?"
"Ben de arkadaşlarla dışarda kahvaltı ettim, çay içiyorum. Kaçta varırsın Leyla?"
Duraksadım. Beni almaya gelmeyi teklif edeceği aklıma gelmemişti. Ya da bunun için aradığımı düşünmesindi! Ben telefonda duraksayınca tekrar konuştu.
"Çok telaşlı gittin, aklım sende kaldı, uygunsan azıcık gelip göreyim, bir kahve içeriz?"
"İyiyim merak etme, sağ ol. Yurda geçmem lazım yarın sınavım var. Finaller başlıyor..."
"Anladım."
"Kusura bakma başka zaman. "
"Tamam nasıl istersen. Görüşürüz." dedi.
Kapattım ama içimde kor alevler, yangınlar. Kızdım kendime! Sanki bu kafayla ders çalışabilecektim de! Azıcık görseydim ne olurdu? Olsa olsa biraz daha dağılırdım işveli tek gamzesiyle... Oldu olacak... Aptal ben! Hem ayıp oldu çocuğa...
Dalgın dalgın ve ağır ağır yere bakarak yurdun önüne kadar gelmişim.
"Şşşşşt!" demese görmeden geçip gidecektim.
Ömer?!
Elleri cebinde duvara yaslanmış, yaramaz bir çocuk gibi mahcup gülüşünü görünce az daha boynuna atlayacaktım. Yapamam öyle şeyler de... Hani akıl, fikir, şuur oynadı yerinden...
"Dayanamadım kusura bakma, yine emrivaki yaptım! Otogara gelecektim ama hangi firmayı kullandığını bilmiyorum denk getiremem dedim. Kızma?"
Dudaklarımı ısırdım, gülmemek için. Herhalde yorgunluktan ve üzüntüden olsa gerek ani bir cesaret geliverdi.
"İyi ki geldin." dedim.
Nasıl dedim ben onu sahi?
Uzaylı görmüş gibi baktı çocuk yüzüme.
"Leyla?"
"Gel ileride bir kafe var, bir şeyler içelim. Gelmişsin artık napayım!" diye lafı kıvırdım.
Oğlanın galiba dili tutuldu. Suratıma aptal aptal bakıp, sırıtıp duruyor. Pek susan bi tip olmadığı halde garsona kahve sipariş etmek hariç konuşmadı henüz. Bense tuvalete gidip annemi arayıp yurda geldim diye haber verdim.
Tekrar karşısına oturunca düşünceli halde elini çenesine koydu ve dimdik bakmaya başladı.
"Az önce söylediğin şey? Galiba bugüne kadar senden duyduğum en güzel şeydi."
Dilini yuttu mu zannetmiştim! Ah Leyla! Al!!! Başlıyoruz...
Sağa sola bakınıp saçlarımla oynadım. "Ağzımdan kaçtı." dedim konuyu kapatsın diye.
Bir kahkaha attı, "Daha iyi ya! Ağızdan kaçanlar en gerçek hislerdir!"
"Üfff bunu mu konuşacaz tamam, gelmişsin işte ne diyeyim?"
"Leyla? Yüzüme bak..."
Bakamam.
Başımı şımarıkça salladım. Masada bulduğum bir noktaya bakıyordum. Uzanıp benim bardağımdan çay kaşığımı alarak baktığım noktaya bir şey çizer gibi ileri geri sürterek ilgimi çekmeye çalıştı tekrar. Ben kıkır kıkır gülünce o da güldü.
"Hey! Beni görmek istiyorsun ve bana tam tersini söylüyorsun? Yapma bunu!"
"Üfff"
"Utanıyor musun?"
"Susar mısın?"
"Ha haaa yanakların kıpkırmızı oldu, ne tatlı!"
"Ömeeer?!"
"Tamam, son bir şey söyleyip susacam hatta gidecem ama yüzüme bak?"
Ürkekçe ona döndüm. Gördüğüm en güzel şey!
"Leyla? Utanmana gerek yok, ben senden daha çok hoşlanıyorum!"
Duyduğum ennn! Enn feci şey! Sersem!
Öhööhöhhöhööööö!!!
Adama bak ya! Ukala dümbeleği!
Kendini beğenmişe bak! Ben ondan hoşlanıyormuşum da, o daha çok hoşlanıyormuş da! Ne belli?! Ben öyle mi dedim? Nerden yani bu özgüven?!
Konuşamadım. Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırıp ağzım açık bakakalmışım. Boş ver ukala sersemi...
Ay o ne dedi? Gerçekten mi?..
Ömer ellerini açıp omuz silkti, "Ben de bu kadar çabuk olmasını beklemiyordum!" dedi.
"Ciddi misin?"
"İnanmadın mı?" derken bu kez o çok şaşırdı, yüzü asıldı. Kaşlarını çattı,
"Niye inanmayasın? Yalancı birine mi benziyorum? Ya da hovarda bir züppeye mi?"
"Yok... Bilmiyorum."
Kalktı Ömer, "Tamam neyse sonra konuşuruz. Tanırsın zamanla. Ama bir daha emrivaki yaptırtma bana. Gel Ömer, demeyi dene. Gelirim..."
"Tamam." diyebildim.
Hiç içki içmemiştim ama sarhoş gibi hissediyordum. Ya da suyun dibinde gibi. Ya da kamyon çarpmış gibi. Tekrar yurdun önüne yürürken ellerimi alev alev yanan yanaklarıma bastırdım.
"Yorgunsun uyu biraz, sonra sınava çalışırsın. Bir dahaki hafta bizim de finaller başlıyor, herhalde görüşemeyiz. Tatile Bursa'ya gidersin dimi?"
"Bütünlemeye kalmazsam, evet."
"Kalmazsın. Gitmeden arar mısın?"
"Ararım."
"Sevinirim cadı! Görüşürüz."
"Hoşça kal..."
***** |
0% |