Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18.Hazan

@selinsafak

 

 

 

Nisan ayında bahar gelmesi gerekiyordu aslında. Benim Nisanım hazan oldu. Üniversitede bahar şenlikleri başlamış neyime? Gece tek bir konser bile izleyemeden Sibel'le odada pinekledim.

 

Onun dışında ise okula alıştım. Kimlerle arkadaşlık edeceğime karar verdim ve fazlalıkları ayıkladım. Yurdun imkânları başta çok zor gelse de yurda bile alıştım.

 

Bu sabah mesela banyo saatinde sular kesik diye anons ettiler. Zaten banyo suyunu sabah 7-10, akşam 9-11 arasındaki saatlerde veriyorlardı yalnızca. Santraldeki yaşlı amca, cızırtılı mikrofonundan çok sigara içmekten daha da cızırtılanan sesiyle anons ediyordu,

 

"Sıcak sular verilmiştir!" diye...

 

Galiba bu anonsları hiç unutmayacağım. Ha bir de geçen akşam Sibel'le gözlerimizden yaşlar gelene kadar güldüğümüz o saçma olayı unutmayacağım bu eski yurda dair... Odada pineklerken canımız birden badem şekeri çekmişti. Saat çok geç olmadan alt caddedeki kuruyemişçiye gidip almaya karar verdik, çünkü yemezsek uyuyamayacaktık. Sibel'le kendi kendimize kıkır kıkır gülerek hırkalarımızı pijamaların üstüne çekip sokağa çıktık. Hızlı adımlarla kol kola yürüyüp caddeye indik. Yurdun altından geçen ve Saraçhane meydanına giden hareketli cadde gece ışıl ışıldı. Biz ise...

 

Birden fark etmiş olarak haykırdım,

 

"Sibeeeeelll!!! Pembe terliklerle çıkmışız!"

 

Sibel de bakıp bir çığlık ve kahkaha attı. Yoldan geçenler bize baktı daha çok gülmeye başladık. Demek ne çok gülesimiz varmış dakikalarca güldük halimize. Ben tam susacak gibi olurken Sibel başlıyordu yeniden gülmeye sonra beraber yine katılıyorduk gülmekten. Basbayağı içerde giydiğimiz plastik pespembe terliklerle sokağa çıkmışız! Rezillikti! Gelen geçen ayağımıza bakıyordu, İstanbul'un göbeğinde pijamalı terlikli iki kız öğrenci?

 

Sonra Sibel takıldı, "İster misin şimdi şurada seninki zınk diye karşına dikilsin?"

 

"Ay sus sus deme, şu paçoz halime bak!"

 

"Hah haa amma gülerim ha!"

 

"İyi de Ömer uyumuştur artık. Zaten yine yoğun antrenmanları filan var..."

 

Oğlanları tekneyle Boğaz'ın ortasında suya bırakıp, sonra helikopterle kurtarma tatbikatına geliyorlarmış, evvelsi gün öyle şeyler anlatıyordu. Sana bi tatbikat videosu izletecem demişti. İzletmese mi acaba hani yüreğim kaldırmaz filan? Akıllara zarar şeyler!

 

Halimize güle güle yurda döndük. Gidip kızlara halimizi anlattık. Ertesi sabah okula giderken yolda Derya aniden demez mi, "Pembe terliklerle çıkmışız!"

 

Sibel'le panik halinde ayaklarımıza baktık. Evet, hepimizde aynı model, pazar işi pembe plastik terliklerden vardı. Hatta en marjinalimiz, metalcimiz Yeliz'de bile! Derya kahkahalarla gülmeye başladı, bizi fena işletmişti. Artık hep yaptığımız bir espriye döndü pembe terlik olayı. Yurttan çıkmadan giriş kattaki boy aynasında saçımdan önce ayakkabılarım ayağımda mı diye kontrol eder oldum. Öyle de bir yurt anısıydı işte...

 

Ve Ömer... Çok iyi gidiyorduk. Su gibi aşık olmuştum ve kendimi ona rastladığım için şanslı hissediyordum. Etraftan duyduğum ilişki haberleri pek iç açıcı değildi üstelik. En can sıkıcısı oda arkadaşım Yeliz'in sevgilisi tarafından terör örgütü sempatizanı bir derneğe üye yapılıp, kızın bir baskında gözaltına alınmış olmasıydı. Yelizle pek kafa dengi sayılmazdık. Nerde eylem var Yeliz ordaydı. Bizi ise devamlı küçümserdi. Solcu, muhalif ve özgürlükçü olması iyi bir şeydi de, terör örgütüne destek veren bir derneğe katılmış olması kabul edilemezdi. Okulundan uyarı aldı. Yurtta dolapları arandı, belge bulunamayınca atılmaktan son anda yırttı ve o çocuktan ayrıldı. Günlerce ağlayıp, beğenmediği, cahil ve Kezban olarak gördüğü bizlere dert yandı. Bize de iyi ders oldu kimselere güvenmemek gerektiğini ondan öğrendik. Biz Sibel, ben ve Derya, ailesi tarafından asla siyasete karışmaması tembihlenen uslu, cici kızlardık.

 

Zaten ülkenin anlaşılması güç bir siyasi gündemi vardı. Bizim okulumuz da her türlü eylemin başkenti gibiydi. Her gün mutlaka bir ya da birkaç eylem vardı meydanda. Artık yüzlerce polisin, çevik kuvvetin, barikatların, tomaların ve zırhlı polis araçlarının arasından yürüyüp geçmek normal gelmeye başlamıştı. Alışmıştık, ama karışmadık. Babam eve her gittiğimde sakın kızım, diyordu. Sakındım.

 

Duyduğum diğer can sıkıcı şey; ilk dönem başında, bizim sınıftaki birkaç edepsiz oğlanın kendi sapıklıklarınca kız tavlama listesi yaptığıydı! Evet ellerine kağıt kalem alıp beğendikleri kızların isimlerini sıralayarak yıl içinde sırayla çıkmayı hedeflemişler! Birçoğunun listesinde varmışım!

 

'Leylayı kim önce tavlarsa!' diye iddiaya tutuşmuşlar! Okan diye sevdiğim bir oğlan anlatmıştı da, şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım nerdeyse.

 

"Senin yakışıklı pilot enişteyi fakülte bahçesinde görünce kaç kişinin hayalleri yıkıldı bi bilsen!" demişti isim vermeden. Sonra o edepsizlerden biriyle yakınlaşan saf bir kız arkadaşı uyarmamı söyledi. Kızı uyardık ama bize hem inanmadı hem tersledi. Kendisi bilirdi... Kim olduklarını az çok tahmin ettiğim o iğrenç erkek grubuyla ise selamı sabahı hatta not alışverişini bile tamamen kestik.

 

Ömer'in ise defalarca 'bir gün okuluna gelecem' diye söyledikten sonra, bir gün gerçekten ders çıkış saatini ayarlayıp, okula beni almaya gelip, bahçede oturarak gövde gösterisi yapması demek bundandı. Erkek erkeğin olası kötü niyetini nasıl da biliyordu! Yine de benim savunmacı sevgilim şahaneydi! İyi ki gelmişti.

 

Murat bu arada epey ayaklanmıştı. Değnek kullanmaya devam etse de üniversite sınavına hazırlık için bir dershaneye yazıldı ve çok şaşırtıcı bir istekle epey ders çalıştı birkaç ayda eksiklerini toparladı. Beni ise hiç rahat bırakmadı. Her gece saat 22'de arayıp neredeyim diye kontrol etti. Hafta sonları İstanbul'daysam Ömer'le nerde kaçta buluşacağımı sordu, yurtta olmam gereken saati hava kararmadan, diye belirledi ve dediği saatte mutlaka hem beni hem Ömer'i arayıp kontrol etti. Hatta cumartesi akşamları işi abartıp yurdun ankesörlü telefonundan arattırdı. Ankesörlü telefonun numarasını kendi telefonuna kaydetmişti. Bu da kendince bulduğu bir koruma yöntemiydi ama çok sıkılmıştım. Ömer sesini çıkarmıyordu hatta Murat ile telefonda nazikçe konuşuyordu her seferinde.

 

"Merhaba Murat nasılsın? Sağ ol ben de iyiyim... Leylayı şimdi yurttan aldım... Yürüyerek evet! Arabamı sattım zaten biliyorsun... Şimdi Aksaray'a kadar yürüyüp oradan Metroya bineceğiz, Bakırköy'de Capasity Avm'de dolaşacaz biraz... Benim alışveriş yapmam gerekiyor, Leyla'nın da fikrini almak istedim.... Eşofman filan alacam... Tamam, yemek yer döneriz... Tamam, hava kararmadan getiririm Leylayı... Ankesörlüden arar seni... Tamam sağ ol, görüşürüz."

 

Sabrı inanılır gibi değildi. Bu şekilde son konuşmasında karşısında durup hayretle bakakalmıştım güzel yüzüne. Ne kadar nazik ve sakin olmaya çalışsa da dişlerini sıktığını fark ettim kapatırken. Evet, Bursa'dan gelir gelmez arabasını satmıştı niyeyse! Bana "Motorsiklet aldım, hevesim vardı." deyip geçiştirdi ama... Her neyse...

 

Telefonu kapatıp bakışlarını bana çevirdiğinde kısacık bir an tuhaf bir bakış sezdim, artık kahverengi gözbebeklerindeki tonlarını tanıdığım, öfkelenince koyulduğunu bildiğim renklerinde. Öfkesi bana bakarken başka bir şeye dönüştü. Uzun kirpikleri bir an gözlerimden dudaklarıma kaydı. Bana hırsından deliye dönen bir genç adamın yoğun arzusuyla iç geçirerek baktığını fark ettim. Başını eğdi hafifçe. Yüzüme derin derin bakıyordu. Öpecek sandım.

 

Hayır...

 

Yapma!

 

Burada olmaz! Şimdi olmaz...

 

Murat bize her seferinde ne yaptığını bilseydi keşke! Beni korumak zannettiği şeyin Ömer'i de beni de aslında nasıl daha da yakınlaştırdığını, kenetlediğini gerçekten bilseydi...

 

En son görüşmemizde ona,

 

"Tahminin tutmadı amigo! Ömer hala topuklayıp kaçmadı! Hatta daha da ciddi ilerliyoruz! Artık çocuğa ne yaptıysan kaçar diye! Kaçmadı işte!" dedim.

 

O da bir küfür mırıldanıp

 

"Sen kaşınma da babama ötmeyim istersen Ömerini filan!" diye tehdit etti.

 

Evde bana her an kaşıyla, gözüyle bile zulmediyordu. Beni zevki ve inadı için köle gibi getir götür işlerinde kullanıyordu. Babama söylemesin diye mecbur boyun eğsem de çok sinir bozucuydu. Annem olanları anlamasa da oğluşunu tutuyordu elbette. Ona göre bir kız kardeşin abisinin tahtındaki minderleri mütemadiyen kabartması, önünden meyve yemiş tabağını eksik etmemesi, arkasından palmiye yaprağı ile rüzgar yaparak serinletmesi filan normal şeylerdi çünkü! Küçük eşşek Samet bile abisinden gördüğü şeyleri benden istemeye başlamıştı da tepem atıp bağrınınca Murat efendi,

 

"Git Samet'e ayrı tabak getir. Onun da ayağının altına yastık koy." Diye hönkürdü.

 

Sinirden ağlamaya başladım. Mutfaktaki anneme seslendi.

 

"Sus tamam Allah'ın cezası kapat çeneni!" diyerek zor susturdum.

 

Annem Murattan daha beter olay çıkarırdı, dilinden kurtulamazdım. Ağlaya ağlaya ne dediyse yaptım. Evime gitmekten soğutmuştu beni ama on beş günde bir gitmesem de ayrı sorun çıkarıyordu, gitmek zorunda kalıyordum. Sadece vize ve final haftasında geleceksin diye tutturmuyordu sağ olsun!

 

Bir de ben ağlarken, "Bu kadar zoruna gidiyorsa ayrıl o zaman rahat ol. Sen orda Havacı oğlanla ne haltlar karıştırıyorsun bilmezken, ben hiç rahat değilim. Sen de rahat olmayacaksın! Ayrıl kurtul!" demeye başladı.

 

İstesem ayrıldım diye yalan söyleyerek, Ömer'i de Murat'la konuşturup inandırarak rahatlayabilirdim ama neden Ona kazandığını zannettirecekmişim ki? Zafer kazanmış bir kumandan edasıyla kasılmasını, ben sana söylemiştim demesini hiç çekemezdim! Gururuma yediremiyordum yalan söyleyip, masum ilişkimi saklamayı. Ama zaman zaman canıma tak etmiyor değildi iğneleyici sözleri, beni kullanması, aksiliği...

 

Son buluşmamızdan önce ufak bir yalan söylemiştim zaten. Ömer Cuma akşamı

 

"Leyla bunaldım çık azıcık seni göreyim?" diye aramıştı...

 

Murat'a verdiğim içtima saatinden önce ankesörlüden arayıp kısık bir sesle,

 

"Murat karnım ağrıyor erken yatıcam haberin olsun." dedim.

 

"Ne oldu hasta mısın?"

 

"Yok öyle değil. Kızsal! Üşüttüm galiba çok ağrıyor..." Deyince çok soru soramadı bizim mağara adamı.

 

Üstümü değişip aşağı fırladım. Daha havalar gece tam olarak ısınmamıştı ve Ömerden önce indiğim için üşüdüm beklerken. Ama o gelince ısıttı beni. Motorsikletinden inip kaskını çıkardı ve beni hemen sıkıca kollarına aldı. İlk kez... Bana ilk kez sarılıyordu. Kalbim duracak sandım göğsünden yükselen sıcak ve ferah kokusuyla ciğerlerim dolarken. Nesi vardı bilmiyorum. Beni sıkıca kollarında sarıp sarmaladı, saçlarımın üstünü öptü kokladı.

 

"Leylammm" diye fısıldadı.

 

Nerdeyse ağlayacaktım bu ani sevgi gösterisinden. Kollarında tutmayı bırakınca yüzümü ellerinin arasına alıp sokuldu.

 

"Yapma." deyip yutkundum. Deli deli gülümsedi. Nazikçe bir adım geri çekilip etrafa bakındım. Saat 11'e yaklaştığı için kızlar grup grup yurda giriş yapıyor ve gelen geçen bize bakıyordu. Elinden tutup çekiştirdim,

 

"İyi misin sen, gel şuraya!"

 

Üstteki tenha sokağa gidip bir duvar dibinde dikildik.

 

"Özledim. Göresim geldi."

 

"Sarhoş filan mısın?"

 

"Yok, içmedim."

 

"Bir şey mi oldu Ömer?"

 

"Yanaklarına bak kıpkırmızı oldun! Ne komik! Hele öpsem kim bilir ne renk olursun!"

 

Yutkundum. "Nerden çıktı şimdi!" diye söylendim duvarlara yerlere bakarak.

 

"Yüzüme bak?" deyip tepeme dikildi.

 

Hiç böyle hareketler yaptığı yoktu. Biz hala buluşunca ve ayrılırken tokalaşıyorduk. Bazen gözümün içine bakıp pis pis sırıtsa da! Geçen gün sahildeki kayalıkların üstünde keçilik yaparken düşmeyeyim diye kısa bir an elimi tutmuştu da... Kısacık o anda içim huzurla dolmuştu. Bildiğim hiçbir hisse benzemiyordu dokunuşu. Benim narin elimi, kocaman sıcak avcunda sımsıkı tutuşu bana içimden

 

'Bu adamla olur Leyla! Bu adamla her yere gidilir. Her an seni senden bile korur. Dağ gibi sırtını yaslarsın, hiç korkma' dedirtmişti...

 

Başımı azıcık havaya kaldırarak yüzüne baktım. Öperse kesin kalp krizi geçirirdim ama bi yandan... Binde bir bile olsa, kalan binde dokuz yüz doksan dokuzu silecek kadar yoğun bir... İstek... Merak? Acaba nasıl olur hissi yok değildi. Elinin birini başımın üstünden arkamdaki duvara koydu, hala tehlikeli sokuluşunu sürdürerek ve fısıltıyla,

 

"Bir karar vermem gerekiyordu. Yüzünü görmeden olmazdı. Caydırırsın diye umuyordum ama tersi oldu."

 

"Anlamadım?"

 

"Gitsem daha iyi... Razıyım dedim ama sen... Sen, içimde çok büyüdün! Bazen sığmıyorsun, o zaman da şimdi olduğu gibi içimde senden nefes almaya bile yer kalmıyor... Nefes alamıyorum bazen! Bişey olsa, bi umut? Azıcık bir an?"

 

Sayıklar gibiydi.

 

"Ne diyorsun Ömer?" dedim korkuyla. Ayrılık konuşmasına benzemese de içimi korku sarmıştı. Elini başımın üstündeki duvardan çekip bir adım geri çekildi. Sokağın karanlık ucuna baktı.

 

"Bir eğitim programı var. İki yılda bir seçilen Hava Harp Okulu mezunlarından altı kişi Amerika'ya pilotaj eğitimine gidiyor. İki yıllık, dünyanın en ünlü savaş pilotu eğitim üssüne. Müthiş bir fırsat. Beş ülkeden seçilmiş en iyi adaylar çölde ve uçak gemilerinde, son teknoloji uçuş eğitimlerine ve bizdekinin nerdeyse iki katı uçuş saatine katılıyor."

 

"Gidecek misin?"

 

Kalbim!

 

Çattt!!!

 

Başını hafifçe salladı, dudaklarını ısırdı, artık yüzüme bakmıyor ve sanki kendi kendine konuşuyordu.

 

"Kesin değil. Sadece adımın o listeye yazıldığını öğrendim bugün. Birkaç gün içinde cevap vermem gerekiyor, Bir yıl daha var ama önceden opsiyonlu bir program bu. Gitmeye onay verirsem son yılımda bazı ekstra talimlere katılmam gerekecek. O yüzden önce seni görmek istedim."

 

"Yani? Kararın???"

 

"Gitsem daha iyi olacak. Özür dilerim Leyla, ben sözümü, yeminimi tutamadım! Seni çok seviyorum! Ama ne seni ne kendimi... Mahvedemem! Bu yüzden gitmem lazım! Sana dönmek isterdim. Ama bekle diyemem, bu haksızlık olur? Koca iki yıl? Çölün ya da okyanusun ortasında aylarca belki iletişim kuramayacağım. Kimse beklemez. Olur da döndüğümde hayatında yeni biri olmazsa, istersen, küsmezsen... Tekrar? Bu kez daha gerçek bir ilişkiye başlamayı çok isterdim! Evlilik belki? O zaman bunları konuşuruz. Ki tekrarımız olursa o zaman hemen evlenmemiz gerekecek Leyla!"

 

Dudaklarını ısırıp deli deli güldü. Ben ağladım.

 

Parmağının ucuyla gözyaşıma dokundu, nazikçe sildi.

 

"Bu gitme mi demek?"

 

Kalbimde bir şeyler kırıldıkça kırılıyor, çatırtıları göğüs kafesime batıyordu fena acıtarak.

 

"Hiçbir şey anlamadım. Ama gitme diyemem. Sen bilirsin. Hakkında hayırlısı olsun. İyi bir pilot olacaksın, hatta tebrik ederim, seçildiğine göre..."

 

"Leyla? Daha bir yıl var ama... Gideceksem istersen şimdi ayrıl? Zamanını çalmak istemem."

 

"Neden ayrılayım? Döneceksen?"

 

"Döneceğim tabi ki! Sana! Ama bekleme. Üniversite, hayatının en güzel dönemi Leyla, geri gelmeyecek bugünler. Başka birini tanırsın, gönlün kayar? Kız arkadaşların hepsi sevgilileriyle gezer sen yalnız kalırsın? Sende gez, eğlen..."

 

"Sanki çok eğlenebilirmişim gibi!1 Yapma Ömer! Sen kendin için özgürlük istiyorsan benden ayrıl, tamam! Ben senden başka kimseye bakamam bile! Tamam, sen istemedin, haksızlık etmedin. Ben kendiliğimden beklerim seni."

 

Yere bakarak düşündü, çenesini sıvazladı, "Bundan korkuyordum!"

 

"Onu başta düşünecektin!"

 

"Offf... Çok aşığım sana! Kalamam... Kaçamak buluşmalar yetmiyor Leyla? Anlıyor musun? Yakın arkadaşım Mert yarın akşam kız arkadaşı Esra'nın doğum günü için boğazda teknede parti veriyor. İkimizi de çağırdı. Gel desem sana zarar, gelme desem bana! Bu en basiti... Partilerin canı cehenneme! Ben! Seni yanımdayken bile çok özlüyorum! Kendini suçlu hisset diye söylemiyorum. Leylam ağlama, Allah benim belamı versin!"

 

"Kes şu zırvalamayı! Neden bahsediyorsun hiç bir şey anlamadım! Lafı evirip çeviriyorsun! Ne demek çok aşığım ama kalamam... Baştan kabulüm demiştin? Ben kendimi seninle ilgili hiçbir anım için suçlu hissetmedim! Ne abime ne sana karşı? Git... Yolun açık olsun, açıklaman için de sağ ol..." deyip son kez yüzüne bile bakmadan hızlıca yurda döndüm. Nefes nefese bahçeye kendimi attım, arkamdan gelip seslenmesine aldırmadan.

 

Geberene kadar ağladım...

 

                                  💜

Loading...
0%