Yeni Üyelik
19.
Bölüm

19.Kafesim

@selinsafak

 

 

 

Daha önce hiç bu kadar acımamıştı. Her gün durup dinlenmeden, saniye sektirmeden kan pompalayıp, görevini aksatmadan yerine getiren kalbim... Çok acıyordu. Bu kadar acıyabileceğini bilmezdim. Demek böyleydi ayrılık acısı! Nefes alamıyordum, göğsüm sıkışıyordu acıdan.

 

Hiç görmemiş olmayı aklımdan bile geçiremiyordum. Benim kendi halinde, garip, korunaklı, küçük dünyamdan gelip geçmiş en güzel şeydi. O kadar parlaktı ki gözlerim kamaşmıştı. Benim yıldızım olur sanmıştım! Çok erken karar vermişim! İlkler son olmazmış! Olur sandım, her masum genç kız gibi sihrine kapıldım. Benim hikâyem herkesten bambaşka olacak sandım. Benim de bir hikâyem olsun istedim. Hem de ne hikâyeydi ama!

 

Aciz varlığımda hiçbir olağanüstülük belirtisi bulamazken, beni nerden, nasıl ve neden bulduğuna dair hiçbir şüphe duymamıştım. Başta inanasım gelmemişti gerçi, ama çabuk geçmişti. Bir sözüyle hemen kanmıştım. Ne güzel sözlerdi ama! Benim boyumdan fersah fersah büyük, benim cürmümden misli misli fazlaydı... Benim de bir insanım olsun istedim. Aile ve arkadaştan öte, kendim edindiğim, beni sadece ben olduğum için seven, isteyen, yeni ve farklı biri! Sahiplenmek hoşuma gitti. Kadın ve erkeğin doğasını onunla keşfettim. Demek aşkın kimyası böyle bir şeydi. Yanındayken içinde patlayan havai fişek gösterileri, gidince atom bombası enkazı...

 

Çok acıyordu. Ölesiye kırılmıştım ve asla iyileşmemem sanıyordum. Söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştım. O yüzden benden kurtulmak için bahaneler zırvaladığına emindim. İçime kapandım. Ama bir içim var mıydı? Yoksa içim sandığım şey dipsiz bir ıstırap kuyusu muydu? Nasıl çıkardım bu ışıksız kuyudan!

 

Kendimi hasta edene kadar ağladım. Okula gidemeyecek kadar çok hastalandım. Yurtta kızlar halime acıdı, bana çorba içirdiler, ilaç aldılar getirdiler. Kolumdan tutup zorla kaldırdılar gezmeye çıkardılar. Ruh gibi gezindim. İki gün yerde miyim gökte miyim bilemedim. Ömer...

 

Bu arada Ömer sürekli arıyordu, niye bilmem. Açmadım. Mesajlar attı.

 

<Leyla özür dilerim>

 

<Leyla Allah beni kahretsin çok pişmanım>

 

<Leylam aç nolur, konuşalım>

 

<Leyla bir kere sesini duyayım>

 

Yazmaya devam etti, açmadan sildim mesaj kutumdan.

 

Murat'a bir hafta sonra ayrıldığımızı söyledim. Birde onun tersliği, ankesörlüden kontrol etmeleri filan katlanılacak gibi değildi. Bari beni rahat bıraksındı.

 

"Ne oldu senin havacı kanatlanıp uçtu mu yoksa? Ben demiştim kızıııım! Sen erkek milletini bana soracaksın bana!" diye alay etti. Sanki hiç kabahati yokmuş gibi! Eşşek!

 

Hafta sonu Ömer yurda geldi güvenliğe acil görmem lazım demiş ve beni yurtta anons ettirdi. Çıktım. İki çift lafım olacaktı beyefendiye! İşaret parmağımla yolu gösterdim,

 

"Git buradan!"

 

"Leyla nolur dinle?"

 

"Dinledim, hiçbir şey anlamadım sözlerinden. Hala da düşünüyorum anlayamıyorum! Bana ilanı aşk mı ettin? Evlenme mi teklif ettin? Yoksa başından mı savdın?"

 

"Leylam ölüyorum yapma nolur? Çok pişmanım... Kafam çok karışıktı, seni ardımda bırakıp haksızlık etmek, zamanını çalmak istemedim! Ama sen beklerim dedin? Giderim ama bırakmam seni? Sen beklerim dedikten sonra mesafelerin önemi yok, ben sana dönerim! Aptalcaydı, senin fikrini sormadım özür dilerim."

 

"Yapma Ömer? Ne istiyorsun?"

 

"Seni Leylam seni lütfen? Bana bi şans daha ver?"

 

"Amerika'ya gidecek misin?"

 

Başını eğdi.

 

"Git. Uğurlar olsun! Gitme diyemem. Ama beklerim demiştim... Aslında değmezmiş."

 

"Çok kırmışım seni?"

 

"Kırılmak mı? Estağfurullah paramparçayım Ömer... İlk olduğunu söylemiştim. Demek kalp kırıklığı böyleymiş. Verdiğin müthiş ders için teşekkürler."

 

"Özür dilerim."

 

"Dileme."

 

"Faydası yok mu?"

 

"Yapma bunu tekrar?..."

 

"Bir daha yapmam söz! Yemin ederim. Leylam bize bir şans daha ver..."

 

"Neden, sen tekrar aynı hatayı yap diye mi? En başından anlamıştım... O kız seni haşladığında ne iyi etmiş! Sana az bile!"

 

"Bırak şimdi o kızı! Sen sevdiğim ilk kızsın! 18 yaşımdan beri senin bir çift masum maviş bakışının delisiyim ben!"

 

"Ahh! Ben de 14 yaşımdan beri senin platoniğinim Ömer Bey! Ama o kadar!"

 

"Ne dedin sen?"

 

"Bir şey demedim git burdan Ömer! Bir daha arama, yazma, gelme gelme!"

 

"Özür dilerim, eşşeklik ettim. Ama hemen pişman oldum! Daha o anda! Dönüp dinlemedin ki! Sonra okulda ceza yedim, hafta sonu çıkışımı kestiler. Üç gün koğuş temizleme cezası aldım, telefonumu da aldılar sana ulaşamadım. Leyla yalvarıyorum bir şans daha?"

 

"Gideceksin..."

 

"Evet ama..."

 

"Yolun da semaların da açık olsun Pilot Ömer!"

 

"Son sözün bu mu?"

 

Başımı salladım.

 

"Şimdi çok öfkelisin. Sonra yine gelicem!"

 

"Gelme!"

 

"Gelicem! Murat'a bir söz vermiştim... Onu kendime güldüremem!"

 

"Murat sana da bana da çoktan bi tarafıyla güldü zaten! Ben demiştim dedi!"

 

"Ahh! Niye söyledin!"

 

"Ne yapsaydım?"

 

"Leyla bi gelsene? Azıcık? Bak pes etmiyorum!"

 

"Etme bana ne?"

 

"Sürmene damarın tuttu yine!"

 

Hiç güleceğim yoktu ama sinirli bir kahkaha attım.

 

"Neee? Benim damarım mı? Senin şizofren damarına ne demeli? Aşığım Leyla! Gidiyorum Leyla! Geri geldim Leyla! Manyak!"

 

Ömer de güldü. Dayanamadım. Gamzeli gülüşüyle hala kalbim tek vuruş sekiyorsa...

 

"Haklısın manyağım. Ne dersen kabulüm."

 

"Duydum bu lafları!"

 

"Ne söylediysem bin misli! Seviyoruuuuuuummmm! Çoookk!"

 

"Bağırma be!"

 

"Bütün Beyazıt duysun bana ne!"

 

"Ay senin dengesiz sevdandan Beyazıt'a ne?"

 

"Leyla seninle kavga bile etmek çok tatlı! Nolur aşkım affet?"

 

Aşkım?... Hönk?!!!

 

"Ömer sana çok kapılmıştım. Kendime gelemiyorum. Tekrarına izin veremem. Bir kez affedersem yine yaparsın. Erkekler hep böyle yapıyor. Ben yalnız daha iyiyim."

 

"Öyle mi?"

 

Kıyamadım ıslak kedi yavrusu bakışlarına. Tam dönüp yurda girecekken iki üç adımda aramızdaki mesafeyi kapatıp kolumdan tuttu ve beni kendine döndürdü. Bir an burun buruna geldik hemen kendimi onun çekim alanından geriye attım. Uzanıp elimi tutmak istedi, elimi de geri çektim.

 

Gözleri dolu dolu baktı yüzüme. İnanmak istemiyorum ona. Bu kadar pişmansa niye yaptı? Niye niye? Hangi salaklığa benim aklım ermiyor? Bir şey var anlayamadığım, sanki Ömer'i kıvrandıran? Bir türlü olduramadığı... Bağlayan?

 

Ben Onun eline uzandım, şaşırdı.

 

"Ömer benden sakladığın bir şey mi var? Çok tuhafsın? Bursa'dan beri?"

 

"Anlamışsın."

 

"Ne, neyi?"

 

Sağa sola bakındı tereddütle, dudaklarını kemirdi karşımda. Düşünceli halde kaşlarını çattı.

 

"Yani... Ben sana bu şekilde söylemek istemiyorum ama dedim ya... Ben böyle bi ilişkiyi en son orta ikide filan... Bak işte ima edince bile üzülüyorsun! Tamam, seninle alakalı değil, benim sorunum. Alışmaya çalışırken bocalıyorum. Daha açık konuşayım mı?"

 

Elini bırakıp bir adım geri çekildim, "Hayır!"

 

"Murat beni deli ediyor! Katlanırım sandım, katlanıyorum da ama bi yandan içimde müthiş bir öfke var ona karşı! Neden elim kolum bağlı? Sırf seni seviyorum diye bana işkence etmeye ne hakkı var?"

 

"Katlanmak zorunda değilsin."

 

"Ama sen o taraftasın. Benim bir yol bulmam lazım. Bulduğumu sanmıştım... Murat'ı da idare edebilirdim. Seninle paylaşabilecek o kadar çok şey varken... Bütün yolların kapalı olması ne kadar sinir bozucu bir bilsen! Bir konser ilanı görüyorum hemen aklıma sen geliyorsun, Leylayı götüreyim diyorum, olmuyor! Bir tiyatro, bir Adalar gezisi, kamp, kafamız attı hafta sonu Kazdağlarına yürüyüşe! Düşünsene Leyla? Bir daha bu yaşımızda olmayacağız... İlerde çok daha fazlasını yaparız, telafi ederiz tamam ama sen 18 yaşında olmayacaksın? Bu gözle bakamayacaksın dünyaya? Neler kaçırdığını bir bilsen!"

 

Düşündüm. Gezip tozmak istiyor. Özgürce. Çok haklı. Neler kaçırdığımı? Bilmek istemiyordum aslında! Bana bunu neden yapıyor? Ben tabi gariban kuş, ne bilsin öyle yerleri. Ben babam nereye götürdüyse ancak oraya gitmişimdir. Annem desen çarşı pazardan başka nereyi bilir? Abim ancak kendini gezdirsin! Ben böyle ot geldim, saman gidecem! Bak elin oğlu biliyor, insan hür varlık olunca tabi gezilecek görülecek koca dünyada bir toz zerresiyiz...

 

Cevap veremediğimi görünce Ömer yine afalladı,

 

"Seni bir dört sene daha sonra görseydim!" dedi.

 

Saçmaladı yine. Dört sene sonra kim öle, kim kala! Hatta ben en iyi ihtimalle ve muhtemelen Bursa eşrafından hayırlı bir kısmet bulunup, sırf dengi dengineyiz diye gerçekten sevmeden ve sevilmeden mazbut bir evlilik yapmış olurdum. Kendimi boynumda kırmızı takı kurdeleleriyle gelinlikli ve saçları ince maşalı halde Yeşilyurt Düğün Salonunda gördüm. Orda ne işim vardı? Aklıma hücum eden bu korkunç fikirlerden kurtulmak ister gibi başımı hiddetle iki yana salladım,

 

"Zorlama. İstediğini anlıyorum, görüyorum, hislerini hissedebiliyorum. Ama yapamayacaksın? Yetmeyeceğim... Dahasını vaat edemem. Murat'ı boş ver, ben hazır değilim."

 

"Murat'ı boş veremem. Seni sonsuza kadar beklerim! Benimle büyü? Bu ihtimal diğer hepsinden güzel."

 

"Ya konser? Tekne partisi? Kamp tatil?"

 

"Erkek arkadaşlarımla giderim napayım!"

 

"Ben biraz düşüneyim."

 

"Tamam. Olumlu düşün! Gelirim yine."

 

"Gelme."

 

"Arayınca aç öyleyse"

 

El sallayıp yurda girdim. Hemen mesaj attı

 

<İyi düşün. İyi olsun...>

 

Bunu kendine söyleseydi aslında. Benim hudutlarım belliydi, iyi de kötü de o hudutlar içinde bir şey ifade etmiyordu. O kadar dardı ki kafesim! Boğulacağımı o an anladım. Boşuna korkmuyordu annem, babam, Murat! Oğlan gözümü açmıştı. İşte bundan, her şeyden çok korkuyorlardı... Bir kızın uyanışından, etrafı görmesinden, verilenden fazlasını bir gün talep etmesinden? Kızlardan niye bu kadar çok korkuyorlardı?

 

En sevdiğim kitabıma sığındım. Yorganın altında sarıldığım kalın Nazım antolojisinden rastgele bir sayfa açtım. Ne çıkacaktı bakalım?

 

'Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. Unutma; aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak.'

 

Nâzım Hikmet

 

Ahh! Sen reçetelere geçmemiş bir ilaçsın Nazım...

 

💜

Loading...
0%