@selinsafak
|
Argosu kesişmek...
Sene 2002, milenyum çağı diye deliriyoruz ama hiçbir uzaylı görmedik henüz, ışınlanma ya da zamanda yolculuk da icat edilmedi, uçan araba bile yok! Milenyum denen zırva, helyum gazlı bir balonmuş meğer...
Bak bak, bide uçan araba yazmış densiz utanmadan! Ayol daha akıllı telefon bile yok! Evde tuşlu sabit telefon vardı ve babam kendince teknolojiyi o zamanlar yakından takip etmeyi sevdiği için telsizli olanından da almıştı, evin içinde tüm odalarda gezerek konuşmak bir lükstü. Fakat bu lüksün de bir zafiyeti vardı ki o da paralel olayıydı! Sen telsizden konuşurken evin diğer kişileri ahizeden konuşmayı dinleyebiliyordu. Ortaokuldan kız arkadaşlarımla kaçamak kızsal telefonlaşmalarımız hep Murat'ın radarına yakalanıyordu mesela... Yani özel hayatın gizliliği ilkesi daha o zamanlar bizim eve gelmemişti. Hoş akıllı telefondan bile geç geldi ya!
Bakışmak diyordum... 90'lar çocuklarının ve 2000'ler ergenlerinin flört faaliyetleri böyle başlardı. Mahalle ortamında yetişmiş ergen bireyler önce yakın çevreden başlardı bakışmaya. Ben galiba biraz kendini beğenmiş, ya da mahalledeki delikanlıları beğenmemiş olacağım ki bakıştığım biri hiç olmadı. Ama bizim berber İsmet Abi'nin çırağı Nurullah, yaz tatillerinde sokaktan gelip geçerken hep bana bakar, abine selam söyle diye laf atardı. Kaldırımlarda oturup çekirdek çitleyerek akşamüstü sohbeti yapan hanım teyzeler de bana, 'Nurullah sana bakıyor kız Leylaaa!' diye takılıp beni utandırırdı. Ben de ayağımı yere vurup 'Babama söylersem görür o salak!' deyip eve kaçardım.
Cep telefonu vardı ama daha çoluk çocuğun eline düşmemişti. Babam ilk cep telefonunu evvelki sene almıştı fakat kocaman antenli Ericsson cihazı kullanmayı pek becerememişti. Yine de pantolon kemerinde takılı kocaman deri kılıfına takmayı ihmal etmez, ara sıra eliyle orda mı diye yoklar, eline alıp kasılarak işaret parmağıyla tuşlarına tek tek basarak rehberindeki isimleri gözden geçirirdi. Eski Ericsson'una su dökülüp bir daha açılmayınca, bu yıl yeni model bir cep telefonuna terfi etmişti. Elli beş milyona yeni bir Nokia 5110 almıştı. Bizim cep telefonuna ellememiz yasaktı, abim babam uyurken gizlice kaçırıp yılan oyunu oynardı ama o da bize elletmezdi.
İnternet ve sosyal medya yoktu hatta daha olacağı bile akıl karı değildi. Abimin odasına tüplü monitörü olan kocaman kasalı bir toplama bilgisayar alınmıştı ödev yapmamız için ama daha pek kullanmayı bilmiyorduk. Bilgisayar masası bir zenginlik alameti olarak erkekler odasında ekranının ve klavyesinin üstüne bir dantel serili olarak öylece duruyordu.
Ara sıra babam canı sıkılınca abime
"Murat aç bakiyim şu bilgisayarı" derdi. Murat uzay teknolojisi becermiş gibi kasılarak bilgisayarı açıp kapatmayı babama gösterir
"Bak baba 'mouseyi' böyle gezdiriyorsun, şöyle tıklıyorsun" derdi. Hepimiz ufo görmüş gibi hayretle abimi izlerken babaannem
"Eve şeytan icadı soktunuz başımıza iş gelecek!" diye söylenirdi.
Babam bu şeytan icadının başımıza felaket getireceğine inanır mıydı inanmaz mıydı bilmem ama bilgisayarı önce kasadan sonra ekrandan açıp, kapatırken önce ekrandan sonra kasadan kapatmayı bilmeyi büyük marifet sayardı. Tarla manzaralı Windows ekranı bile seyredilmeye değer muazzam bir şeydi. Annem ise yeni alınan her eşyaya olduğu gibi bilgisayara da hürmet gösterirdi. Annem kendisi hariç her şeye ve herkese hürmet gösterir, yalnız kendisinin kıymetini bilmez, bildirmezdi.
Bana daima "Oku kızım" derdi. Bu içten gelen yakarışının altındaki derinliği anlamasam da ilk vahiy gibi belletilmiştim. Annem iç çeke çeke oku kızım dediğinde tamam anne derdim. Okuyordum da... Fen lisesini kazanmam tüm mahallede ve akrabalar arasında maşallahlar ve inşallahlarla dolu bir coşkuyla karşılandı. Ama kız lisesine verilmem henüz anlayamadığım apayrı bir 'tabi tabi en hayırlısılar' ile sonuçlandı.
Yeni okulumu da sevmeye başlamıştım. Yalnız benim için kendimin hiç bilmediğim yeni bir yüzüyle tanışmama sebep olması çok kafa karıştırıcıydı. Yeni tanıştığım ben, beni epey yoruyordu. Yalan nedir bilmezdim, yalan çok çirkin ve çok günahtı. Ama içimden ansızın müthiş bir yalancı peyda oluvermişti. Okulun ilk günü Büşra ve Merve'ye söylediğim yalan yuvarlanarak bir çığ gibi büyüdü. Teneffüs aralarındaki kız sohbetleri çoğunlukla makyaj, artistler, dergiler ve oğlanlar üzerineydi. Moda olan genç kız dergileri bizim eve giremezdi. Bir kere almıştım da annem içeriğine bakıp "Tövbeler olsun sen başımıza zilli mi olacan? Bi daha bunları okumak yok bacaklarını kırarım!" Deyip yırtıp atmıştı.
Hey Girl, Go Girl filan olamayacağım bir kez daha belli olmuştu, ben olsa olsa Nalbur Osman'ın mazbut kızı Leyla idim.
Ama içimde coşup çağlayan bambaşka heyecanlar ve dış dünyaya meraklar uyanıyordu. Kızların yaptığı platonik aşk muhabbetlerinden geride kalmak istemiyordum. Hem baktığı biri olmayan kız ya ezikti ya da şişman, sivilceli, çirkindi. Bense güzel ve zekiydim. Ortamlarda var olmam gerekiyordu. Bende yalanlara sığındım. Merve her gün beğendiği başka bir çocuktan ballandıra ballandıra bahsederken, Yıldız, ablasının pastane flörtlerinde ona eşlik ettiğinde işittiği kız-erkek konuşmalarını anlatırken ufkum değişiyordu. Nalbur Osman ile ev hanımı Hediye'nin çizdiği mazbut rolden başka bir ufuk çizgisi bana daha renkli görünüyordu.
Kızlar zaman zaman bana da soruyorlardı.
"Hiç anlatmıyorsun Leyla aşkolsun. Seninkinden ne haber?" diye.
Eğer neşesiz bir günümdeysem "Bilmem kaç gündür hiç görmedim" diyordum.
Ama eğer neşeli ve hayalperest bir günümdeysem anlatmaya başlıyordum.
"Hafta sonu kuzenim Aylin Abla Fatma'yla beni çarşıya alışverişe götürdü. Kendine kıyafetler, makyaj malzemeleri aldı. Kaç tane renkli ruju var bir görseniz! Tabi Aylin Ablam üniversite okuduğu için makyaj yapmasına karışmıyorlar. Sonra pastanede oturduk. Ne oldu bilin bakalım?"
Pastanede karşılaşmak? Fanteziye gel! Bakışmak, yan masalarda oturmak... Supanglez yemek?
Kızlar nasılda heyecanla atılıyordu,
"Ay nolduu?"
"Furkan mı geldiii?"
"Sevgilisi varmış deme?"
"Ay yok canım ne sevgilisi... İki arkadaşı yanındaydı. Hemen karşı masamıza oturdular. Oğlanlardan birinin yaşı büyüktü devamlı Aylin Ablama baktı durdu. Ben de benimkine gıcıklık olsun diye sandalyemin arkasını çevirdim, ona sırtımı döndüm! Çıkarken baktım yüzü mosmordu salak! Hahaay, ohh canıma değsin!"
Kızlarcığım bir de hayali benimkine trip atmama üzüldüler. Tekrar karşılaşırsak gıcıklık yapmamamı tembihlediler. Gıcıklık ergenliğimizin en büyük olayıydı! Tamam dedim. Bir daha pastanede karşılaşırsak en azından sevimli bir tebessüm bahşederim. Benimkine!
Yalan dediysek de bundan ibaretti her şey. Düşünüyordum da... Merve'nin geçen haftaki Özcan'ı, bu haftaki Kerem'i, Büşra'nın halasının yazlığındaki Bora'sı, Yıldız'ın üst komşusunun yakışıklı oğlu Eren'i acaba gerçek miydi?
*** |
0% |