Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4.Lise vs.

@selinsafak

Hayır, bu bir liseli aşk hikâyesi değil.

 

Lise bitti.

 

Ekose ve bordodan ibaret okulumda acısıyla tatlısıyla dört yılı geride bıraktım. Afet İnan gibi Afife Batur gibi öncü ve aydın kadınlar yetiştirmiş köklü bir kurumun parçası olmak çok güzel ve özeldi. Daima okulumun bana kattığı manevi değerleri boynumda mücevher gibi taşıyacağım. Kız liseli olmak özendi, incelikti, zarafetti, görgüydü, kültürdü... Ne kadar hızla değişen zamana ayak uydurma çabasında deli fişekler olsak ta bizim nesil manevi değerleri el üstünde tutan son kuşaklardan biriydi.

 

Evet, zaman çok hızlı değişiyordu. Lise ikiye giderken benim de cep telefonum oldu. Üç sene önce ütopik gözüken bir hayaldi oysaki. Cep telefonları artık herkesin elindeydi ve hayatımıza sms diye bir şey, kontör, sim kart, hat operatörü, çağrı atmak, bir-iki-üç-dörde gönder kazan kampanyaları gibi bir sürü şey girdi. Faydaları zararları tartışılır. Ama benim cep telefonu sahibi olma meselem tartışılmaz, anlatılmaz yaşanırdı. Abim Murat'a elbette benden üç sene önce alınmıştı çünkü aramızda üç yaş vardı. İstanbul'da futbol kulübüne gider gitmez almışlardı abime sürekli haberleşebilmek için.

 

Bana ise tüm arkadaşlarımın elinde olmasına ve alacak maddi gücü de olmasına rağmen bir türlü alınmıyordu. On yedi yaş aklıyla telefon diye yatıp telefon diye kalkıyordum. Sanki ölüm kalım meselesiydi. Telefonsuzluktan ölecek gibiydim. Üniversite sınavına hazırlık için dershaneye yazıldım. Lise ikiye geçerken gıcıklık olsun diye sözel bölümü seçmiştim. Madem mühendis filan olmamı istemiyorlar ve sayısal zekama rağmen beni fen lisesine yollamadılarsa bende 'sözelden bi bok olmaz' dedikleri sosyal bilimler seçmiştim.

 

Lise birde resim öğretmenimizin keşfettiği resim yeteneğim ve çocukluktan beri çok meraklı olduğum resim, giysi tasarım, mobilya tasarım gibi hobilerim de görmezden gelinmişti. Bir ara konservatuar resim bölümü okur tasarımcı olurum diyecek olmuştum da kıyamet kopmuştu. Annem bu sevdadan vazgeçmezsem köydeki uzak akrabalardan bana görücü geleceğini ve lise biter bitmez evlendirileceğimi söylemişti.

 

"Yok, annem haşa, olmam ben tasarımcı filan! Neden olayım hiç olmam tasarımın t si bile olmam. Hem olamam zaten o kadar da yetenekli değilim ben. Valla! Azıcık bile olmam! Siz ne istiyorsanız onu olurum ben? Hemşire mi? Ah be güzel annem beni kan tutmasa vallahi olurum seni mi kıracam? Hemşire olmazsan öğretmen diyorsun? Peki... Öğretmen olurum. Ne öğretmeni olayım? Sınıf öğretmeni ya da anaokulu diyorsun? Küçük veletleri de hiç sevmem ama bakarız... ÖSS'ye bi çelme takalım hele! Ben düştüm Allah süründürmesin ne diyeyim..."

 

Dershane ve ÖSS hazırlık maratonumun dramatik özeti bu şekildeydi. Tatsız detaylara girmek istemem zira on dört- yirmi dört yaş aralığım çamaşır sodası tadında birçok ekşimtırak acılı detayla bezeliydi. Annemin balkondaki iplere serdiği ıslaklar gibi diziliydi dertlerim, boy boy, rengârenk, çeşit çeşit... Hepsi de ağartıcı basılmışçasına kimyası bozulmuşluktan ileri geliyor ama önde gidemiyordu. Nahoş bir geri kalmışlık ansiklopedisiydi ergenliğim, gençliğim...

 

Bu yıllarda merak saldım tarihe, coğrafyaya, felsefeye, sosyolojiye, edebiyata, mantığını anlamadığım ama önermelerimin doğruluğunu kanıtladığım tablolara...

 

Cep telefonum oldu ama sorun bi niye? Nasıl? Niçin? Dershaneye etüte kalınca, çıkışta hava kararıyordu kısa kış günlerinde ve eve haber vermek için duman yetmiyordu. Zira Kızılderililer akrabamız değildi. Babam da abimin eski beşbirbir0unu bana verip, zatı şahanelerine cillop gibi bir 3310 aldı. Neyse benim zaten markalarda modellerde gözüm yoktu. Tuşlarının hepsi bassındı yeterdi. Zaten kız olduğumu ilk adet olduğumda gerçekten ancak idrak edebilmiştim Murat'ın küçülenlerini kullana kullana da; ped denen kızsal şeye adapte olmam Sudan'ın aya insan çıkarması gibi bir şeydi. Ve Murat kazması beşbirbir0u hor kullanmıştı, tuş takımının tüm yazıları silinmiş üstelik üç tuşu tutukluk yapıyordu. Arkadaşlarımla mesajlaşırken mecburen bazı kelimeleri yanlış yazarak ilk random gülmeyi ben bile keşfetmiş olabilirdim.

 

Abimi bir gün satılığa çıkaracak olsam

 

"Sözelciden eldivenle sevilmiş, kımıl zararlısı, zekâsızlıkta bir dünya markası, alanın üstüne on yıllık mortgage kredisiyle ödeme yapılacak sevimsiz abi!" Yazardım.

 

Lise yıllarım nasıl mı geçti? Furkan'dan başlayayım... Furkan adını verdiğim nalbur yakışıklısını birkaç kez daha gördüm. Uzaktan. Sadece o kadar. Sanırım o mesele pek romantik filmsel bi yerlere varamayacaktı. On dört yaşla on yedi yaş arasında epey fark vardı nitekim. Gerçekçileştikçe olgunlaşıyordu insan. Ve örselendikçe umutsuzlaşıyor...

 

Yakışıklı Harbiyeliyi ikinci gördüğümde az kalsın tanımayacaktım çünkü okul üniformasının içindeydi. Lacivert Harbiyeli üniforması bir insana ne kadar yakışabilirse o kadar yakışmıştı Ona. Hatta omuzlarındaki minyatür yıldızcıkların ışık saçtığına yemin bile edebilirdim. Ağzı açık ayran budalası gibi bakarken kol kola yürüdüğümüz Büşra'nın kolunu koparırcasına sıkmışım. Hatta göstermişim oğlanı.

 

"Bak bak benimki! Şurada, Harbiyeli üst geçidinde nöbetçi galiba kıyamam! Donacak bu ayazda!" demişim. Büşra'nın ısrarıyla geçidin altında etrafında beş kere karşıdan karşıya geçmek suretiyle dönüp durmuşuz ama Furkan beni görmemiş. Zaten görse de tanımaz, tanısa da o Furkan, o Furkan değil! Garibim Harbiyelimin adı zaten Furkan hiç değil! Amma da isim bulmuşum hayali platoniğime, tam dört yaş zekâsı pes!..

 

Bursa o zamanlar daha küçücük bir yerdi, hele Harbiye ve Kız Lisesi çevresi... Furkan olmayan Furkan'ı birkaç kez daha gördüm. Sanki birinde O da beni görüp bakar gibi hatta başını çevirir gibi mi olmuştu ne? Ya da ben attığım yalana çok mu fazla inanmıştım? Aile baskısından düştüğüm duruma bak, hayalperest, yalancı, şizofren olduğum yetmemiş gibi birde hayallerimde zillinin teki oluyordum. Neyse ki kızlara attığım yalanı yaz tatilinde sonlandırdım. Zaten hayali Furkan da Harbiye'den mezun oluyordu. Hikâyemde hiç bir zaman tanışma, konuşma, buluşma filan olmadı. Sadece baktığım çocuk olarak kaldı. Nedense gaza geldiğim zamanlarda zavallı ezik egomu korumak için kızlara,

 

"O da bana bakıyor, dükkanın önünde dolanıp beni görmeye çalışıyor, gülümsüyor, bana çiçek bırakıyor, ama yüz vermicem, havacılar hovarda olur" demiştim.

 

Hem suçlu hem güçlü, çocuğu kendime baktırdım bir de triplere giriyorum! Şu edebiyatı biraz geliştirsem benden Nobel ödüllü ilk Türk kadın yazar olur ama dur bakalım.

 

Lise yıllarım cadı hocalardan ve peçeteyle makyaj kontrolünden kaçarak gözlerime kalem çekmekle, terlik atımıyla ve beddualarıyla ünlü annemden kaçak ruj sürmek arasında bir yerlerde geldi geçti. Gelen geçenler arasına bolca kızsal geyik, dul kocakarı muhabbetine dönen kız lisesi abazalık hikayeleri, kalemle kaset sarmalar, walkman dinleyip hayal kurmalar, karışık kasetler çekip hayali platoniğime ithaf etmeler, kokulu kağıtlarla kalbim kadar bembeyaz bu sayfayı sana ayırdım minvalinde mektuplaşmalar, şiir defteri tutmalar, kilitli günlük edinip kilidini kıran terminatör abi ve anaya karşı kendi şifreli alfabeni oluşturup günlük tutamamalar- pes etmeler, evde arkadaşlarla gün kurup Mezdeke oynayıp kısır, börek, pasta yemeler, yeni yeni filizlenen memelere çok büyüsünler diye kase kapatmalar, beden eğitimi dersinde soyunma odasında kim daha çok tüylenmiş diye iğrenç bir yarışa tutunmalar gibi türlü saçmalıklarla geçti. Erkek lisesinin fantezilerinde biz birer Victoria's Secret modeli gibi ipek saten sabahlıklarla geziyor olsak ta, acı gerçekler fena şekilde adet kanlı, kıllı, ağdalı ve makyajlıydı. Makyajlar çıkınca çıplak gerçek pek sevindirici değildi.

 

Okulun arka bahçesinde ilk sigara içme deneyimimiz Samsun 216'ydı hiç unutmam mesela. İçenlerin hiçbiri unutmaz eminim öyle boktan bir markaydı! Öksürük krizine girmiştik nasıl çekeceğimizi bilemeden. Sonra Merveler, Sedalar sigaraya başlamıştı da biz Büşra ile 'tadını hiç beğenmedik deyip aman süt kuzuları sizde!' eziklenmesine aldırmadan bir daha içmemiştik. Bir de sigara kaçgöçüne ihtiyacım yoktu baskıcı ailemle. Sonuçta bir Çılgın Bediş değil olsa olsa cam kuşu, divan minderi Sıdıka'ydım ben.

 

Hayali platoniğimden sonra erkek cinsinden münasebetim olmadı. Bir ara yan sınıftan İlker bana çıkma teklif etti. Hayır dedim inanmadı, herhalde inanası gelmedi epey de peşimde gezdi üstelik. Saçlarını bizim dönemki meşhur tabirle inek yalatmış gibi geriye doğru jöleleyen, hoş ama boş ve sivilceli bir oğlandı. İlgisi beni utandırıyordu. En sonunda abime söylemekle tehdit ettim. Doğrusu Murat'ın işi yaradığı nadide iki konuydu; berber çırağı Nurullah ve inek yalamış İlker...

 

Annem çamaşır makinesini yeniledi, halıları ve perdeleri değiştirdi. Samet' e küçük bir sünnet düğünü yaptık, Fatma gelinlik giydi bense yere kadar uzun etekli, fakir kollu kırk yaş işi mürdüm bir abiye elbise giydirildim. Hayaller tabi Şahane Pazar Sinem, gerçekler Bursa Yeşil Mahalle düğün salonu... Annemin artık gözleri iyi görmeyen kuaförü Yeşim ablanın da yaptığı kuş yuvası topuz sağ olsun bütün gece Kibariye'nin hap koydum şarkısında tepinmemle dağılmadı da, panda gözünden hallice makyajım sayesinde on yaş daha yaşlanıp elli yaşıma iyi ki doğdum!

 

***

Loading...
0%