Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6.Hoş Tesadüf 💖

@selinsafak

 

 

 

Gelelim artık hikâyemin kahramanına... Gelelim de beyefendi ancak teşrif edebildiler ben ne yapayım...

 

Onu görene dek hayatım bir monotonluk yumağından ibaret olduğu için kısaca özet geçerek geldim.

 

Bir ay sonra okulda bir araştırma kulübünde gönüllü olarak çalışmaya başladım. Bolca boş vaktim ve yapacak daha iyi bir işim yoktu. Gezmeye bile vakit ayırabiliyordum üstelik işim okul saatlerinde olduğu için. Hem de ailemin sürekli telefonla arayıp "Yurtta mısın? Gezme yurda git, okuldan doğru yurduna!..." darlamasından bir nebze olsun kaçış yoluydu.

 

Çünkü ben saf Leyla hala yalan söylemeyi beceremiyordum. Lisedeyken kızlara baktığım çocuk hakkında sallamaya benzemiyordu ana babayı kandırmak. Zaten fazlasına henüz cesaretim de yoktu. Sibel ile sahildeki kayalıklardan 'Seni yeneceğim İstanbuuul!' diye bağırışımıza martılar bile gülmüştü.

 

Gerçi o aptal martıları haksız çıkarmak için bir gün sırf cesurluk gösterisi olsun diye tek başıma vapurla karşıya geçip, Kadıköy'ü turlayıp gelmiştim. Vapurda rüzgâr saçlarımı savururken iliklerime kadar özgürlüğü solumuştum ilk kez. Kanatlarımla barış imzalamıştım, onları yok saymayı bırakıp. Başka bir, yeni bir Leylaya merhaba demiş, hatta sırtını sıvazlayıp

 

"Yürü be koçum kim tutar seni!" bile demiştim. Abartmış olabilirim...

 

Neyse...

 

Çalıştığım Araştırma kulübünde genelde Kulüp başkanı olan Araştırma Görevlisi Hakan Hocamız ve tecrübeli son sınıf öğrencilerinin önderliğinde anket çalışmaları yapıyorduk. Anketleri kim topluyordu bilmiyorum biz çömezler henüz sadece arşivleme ve bilgisayara anket girişinden sorumluyduk. Kendime ait bir lap-top'ım henüz olmadığı için bilgisayar kullanmayı burada ilerlettim ve anketlerden arta kalan zamanlarda ödevlerimi burada yazdım. Anneme babama anlattığımda "Aferin kızım" dediler. Hafta sonları ya Bursa'ya gidip yıkanacak çamaşır götürüp ailemle görüşüyordum, ya da abimle buluşup Maltepe'deki büyük halanın evine kalmaya gidiyorduk. Büyük hala yalnız yaşıyordu ve epey yaşlıydı, evine gidip Ona zahmet vermek istemesem de buna mecburduk.

 

Günler haftaları, haftalar ayları kovaladı. Buz gibi bir Kasım gününde biz anket yapmak için sahaya yollandık. Okul içinde hatta diğer fakültelerde tecrübelenmiştik, hiç kimse anket doldurmak istemiyor bizi başından savıyordu. Bu kez Hakan Hoca dâhiyane bir fikirle "dolduranlara bir şey dağıtalım!"

 

Diye önerdi ve hafta sonu öğrenci nüfusunun yoğun olduğu Taksim'e gitmemizi istedi. Sekiz kişi caddeye ve meydana dağıldık elimizde tomar tomar kâğıt kalemler ve sırt çantalarımızda taşıdığımız utanç verici hediyelerle.

 

Anket konusu bir Hocamızın kitabı için yaptığı "Üniversite öğrencilerinin toplum geleneklerine bakış açısı" gibi bir şeydi. Ve cezbedici olması için tasarlanan en az masraflı ve sponsor destekli hediye kırmızı kurdeleye sarılı sineme bileti indirim kuponuydu. Gerçi başta iyi bir şey sanıp öğrenciler kendiliğinden geliyor, sonra yüzdeiki0 indirimi görünce burun kıvırıp kaçıyordular. Başlayıp yarım bırakanlar ise en sinir bozucu kısmıydı.

 

Bir ara İstiklal Caddesinde avare gibi ilerlerken kulüp arkadaşlarından Cem ve Huriye gelip

 

"Çok üşüdük yahu hadi şu büyük Pizzacıya girelim de biraz ısınalım" dediler.

 

"Ama daha çeyreğini bile doldurtamadık?" dedim. Cem "Orda çok öğrenci oluyor hem oturdukları yerden doldurtur hem ısınırız işte" deyince aklıma yattı ve dört katlı ünlü Pizzacıya seğirttik.

 

Elimizde daha kâğıt tomarlarını görenler başını öte yana çeviriyor, yok sağ ol deyip reddediyordu. Epey konuşkan ve sevimli olan Cem bir masadaki erkek öğrencilere anket formu vermeyi başardı. Hemen sohbete koyuldular. Oğlanlar İTÜ Elektrik Elektronik öğrencisiymiş. Onlar bölümleri hakkında sohbet ederken biz Huriye ile arkada dikilip yeni kurbanlar aranıyorduk. Köşedeki bir masadan biri eliyle bizi çağırdı, hevesle iki oğlanın oturduğu masaya gittik ama niyetleri anket filan değil tanışmaktı.

 

"Kızlar oturun bir şeyler ısmarlayalım? Ne içersiniz? Nerelisiniz? Hangi okul?" filan diye sorunca Huriye derhal "Gerek yok! İyi günler" deyip ayrıldı.

 

Bende ters ters bakıp sırtımı döndüm ve etrafa bakınmaya devam ederek gezindim ve sonunda yeni avlar buldum. Şansıma şişmanca, gözlüklü ve epey çekingen iki çocuk kabul etmişti. Daha doğrusu kabul edemeyecek özgüvene dahi sahip olmayan ezik tiplerdi. Ben en kibar konuşmam ve tatlı gülümsememle masanın başından ayrılmadan anketleri doldurmalarına yardımcı olarak Cemden duyduğum girizgâh cümleleriyle kısaca sohbet edip, kendimce bu iki zavallıya borcumu ödediğimi düşünüyordum. Ezik olmak ne zordur bilirim... Ortaokulda tam bir ezik, zavallı, inek, Kezban ve daha ne kadar eziklik belirten sıfat varsa hepsi bendim...

 

Masanın başında ayakta beklerken gözlüklü ve kırmızı yanaklı olan utana sıkıla

 

"Oturun isterseniz?" dedi.

 

"Yok, sağ olun... Yani iş başında oturmam yasak" diye yalan söyledim oyalanmamak için. "Yok artık o kadar da değil" demenin çakalca bir şekli de olabilirdi. Anketimiz arkalı önlü dört yaprak, sekiz sayfadan oluştuğu için on beş dakika sürüyordu. Arka masamda oturan ve tartıştığını anladığım çifti dinlemeye başladım. Nasılsa başka anket gönüllüsü yoktu etrafta. İşte her zaman çabuk pes ediyordum.

 

Yüzü bana dönük oturan kız upuzun siyah düzleştirilmiş saçları, bol pudralı bronz teni, incecik kavisli kaşları, neon pembe ruju ve lensli gözleriyle epey havalı bir tipti. Masanın üstündeki çantadan ve kıyafetlerinden markalar ben buradayım diye bağırıyordu. Karşısında bana arkası dönük oturan çocuğa

 

"Saçmalamaa! O ordayken ben o ortama girecek değilim! Girmem dedim sana, sende bensiz giderek O yosmanın kıçını kaldırdın! Onu onaylamış oldun, beni rezil ettin! Benim sevgilim, benim sevmediğim kızın doğum günü partisine filan gidemez!" diye seri şekilde çemkiriyordu.

 

Oğlan masanın üstüne eğilmiş açıklama yapmaya çalışıyordu. "Ama ben sana söyledim güzelim, ben gideceğim istiyorsan sende gel dedim olayları abartıp üstüne alınan sensin."

 

Tiki kavgasına benziyordu.

 

Bir süre dinlemekten vazgeçip kurbanlarıma göz attım. Cem üst kata, Huriye alt kata girmişti şanslarını aramak için. Az sonra kızın suçlayan sesi yükseldi, çocuğa resmen bağırmaya, suçlamaya başladı, arada aptal, salak, gıcık filan da diyordu. Çocuk kıza 'sessiz olur musun?' dedikçe 'olamam' diye daha da hiddetleniyordu. Tartışmanın hiddeti arttıkça etraftan da bakmaya başladılar. En sonunda "sessiz olmazsan gidiyorum Öyküm!" diye blöf yapmaktan sıkılan oğlan ayağa kalktı. Aniden bir şey oldu ve yüzüme sıçrayan sıcak damlalarla azıcık yandım. Montuma da gelmişti üstelik kızın kalkmasına sinirlenip sevgilisinin üstüne fırlattığı sıcak kahve dolu bardaktan fırlayan damlalar.

 

"Aaah yandım! Naptın manyak!" diye oğlan haykırırken kız kaçar gibi hızlıca gitti söylene söylene. Ben kendimi unutup, en yakınındaki kişi olarak hemen yardıma koştum

 

"İyi misin?! Çıkar şunu çıkar çabuk!"

 

"Offff yandım!" deyip dediğimi yaptı ve omzundan göğsüne kadar akan ve o an sıcak çikolata olduğunu anladığım koyu kıvamlı sıvıyla kaplı gömleğini tenine yapışan yerinden nazikçe kaldırıp bana

 

"Şurdan tutar mısın?" dedi. Hemen dediğini yaptım çünkü çocuğun göğsü resmen duman tütüyordu hala. Ben sıcak çikolata ile kaplı kısmı tekrar cildine değmesin diye tutarken, dikkatlice gömleğini üzerinden sıyırdı oğlan. Etrafımıza toplananlar

 

"Buz koy hemen!"

 

"Al bende yanık kremi var" filan diyordu. Gömlek çıktı, mutfaktan buz getirildi ve yanan omzuna bastırıp neye uğradığını şaşıran oğlan söylene söylene oturdu tekrar. Birisi

 

"Polis çağıralım ister misin? Bu basit yaralamaya girer? Şikâyetçi ol bence?" deyince başını sağa sola salladı

 

"Yok, hayır... Kız arkadaşımdı... Gerçi artık eski kız arkadaşım olacak..." dedi ve orda olduğumu yeni fark etmiş gibi bana baktı

 

"Sana da gelmiş? İyi misin?"

 

"Montuma geldi, bişey yok" dedim. Baktım elimde tuttuğum dolu anketlerime de damlalar sıçramıştı.

 

"Allah kahretsin!" deyince etrafındaki kalabalık yavaşça dağılan yaralı çocuk tekrar bana bakıp sordu

 

"Ne var?"

 

"Anketlerim kirlenmiş..." dedim surat asarak.

 

"Ya tüh... Üzgünüm yapabileceğim bir şey var mı?"

 

"Yok, sağ ol. Okula gidince silerim artık." dedim.

 

Baktım. Bi daha baktım. Yeni fark etmiş olamazdım. Şaşkınlıktan herhalde? Az önce üzerinden gömleğini çıkarmasına yardım ettiğim yaratık karşımda üstsüz oturuyordu. Kocaman pizzacının ortasında belden yukarısı çıplak oturan biri vardı ve az önceki olayı herkes gördüğü için kimse aldırış etmiyordu. Bu havada atletsiz çıkmış böbreklerini üşütecek diye önce annemce düşünsem de... Farklı düşüncelerim de oldu. Leylaca bakınca; Esmer, geniş omuzlu, dolgun pazulu, kaslı, karın kaslı, bayaa bayaaaa karın kaslı yaratık, gördüğüm en güzel bronz Adonis heykeline bile çelme takabilir, nanik yapabilirdi. Hiç görmediğimden de olabilir ama? Yutkunup, Allah diğer erkekleri iki saatte yarattıysa bunu herhalde iki ay filan sadece tasarlamıştır diye yürek hoplatan yaratığın yüzünden gözlerimi kaçırdım.

 

Selamsızca çekip gidecekken

 

"Bi dursana?" dedi.

 

Durdum. Durulur. Durursun yani. Durdururlar adamı! Allah'ım nolur bu kadar saf ve cahil olmasaydım?

 

İkinci soru ilkinden çarpıcı ve beklemediğim yerden geldi, yüzünde inanılmaz hoş muzipçe bir gülümsemeyle bana kaşlarını çatmış, dikkatle bakıyordu.

 

"Bursa'da hiç bulundun mu?"

 

Zınk!

 

Trilaylaylay...

 

Mavi ekran...

 

Oğlan hala gülümsüyordu bana bir mucizeye bakarmış gibi hayranlıkla bakarak.

 

Mucizelere inandım. Aynı kahveyle ıslanıp, daha ilk tanışmadan adamın gömleğini üstünden çıkarıp...

 

Tövbe tövbe...

 

Kız çocuklarını bu kadar sıkmayın sayın ebeveynler! İşte sonra böyle ayran budalası, trene bakan öküz, şıpsevdi hatta benim durumumda attı tuttu filan oluyorlar.

 

"Hııı?" demişim.

 

"Otursana?"

 

Hançer de vereyim mi vur beni?

 

"Yo yok. Anket." diye geveledim.

 

"Ne anketi bu ver doldurayım? Hatta kaç tane lazımsa okulda bizim çocukların hepsine doldurtur sana getiririm, sana borçlandım tamam mı? Sen soruma cevap ver Bursalı mısın?"

 

"Bi dakika... Sen bi giyinsene önce?"

 

"Ne?" deyip bir kahkaha attı.

 

Dudaklarımı ısırıp gözlerimi sıkıca yumdum. Ben o cümleyi sesli söyledim mi?

 

Galiba...

 

Sandalyesine asılı montunu üzerine giyiyor güle güle.

 

Nasıl bir gülüş...

 

Tek gamze...

 

İyi de O?

 

Nasıl yani?

 

Oha!

 

Oysa da O beni?

 

Nasıl?..

 

                                      ***

Loading...
0%