@semaabakar
|
Bir ay sonra... Artık her şey yoluna girmişti. Tibet iyileşmiş, Altaner'in alçıları çıkmıştı. Bugünden itibaren ikiside görevine başlayacaktı. Hafta sonu ise Mehru'yu istemeye gideceğiz. Bebeğimiz de artık kendini belli etmeye başlamıştı. Agresif bir insan olduğumu asla inkar etmemiştim. Artık daha agresif bir insandım. Dinmek bilmeyen öfkem ve geçmek bilmeyen bulantılarım ile bir hayat sürdürmeye çalışıyordum. Üzerimi giyindikten sonra mutfağa geçtim. Kahvaltıyı hazırlamaya başladım. Altaner'de üzerini giyinip yardım etmeye geldi. "Yüzbaşı karım bugün nasılmış?" "Bitkin, halsiz, yorgun, ölü gibiyim ama iyiyim." Kahkaha attı. "Ama iyisin yani." "Evet iyiyim." Yanağımdan öptü. "Bugün hava soğuk montunu giymeden çıkmak yok." "Çocuk muyum ben!" "Yüzbaşı karım yine sinirli, en iyisi susmak." Ağzına gizli bir fermuar çekti. Elini karnımın üzerine bıraktı. "Bebeğimiz nasıl?" "Bilmiyorum Altaner daha iki aylık bile olmadı. İyi mi kötü mü hissetmiyorum." "Sen iyi isen bebeğimizde iyidir kahve gözlüm." "Umarım öyledir. Yarın öğleden sonra randevumuz var bakalım ne durumda." "Bence iyidir sen kendini strese sokma." "İnşallah hayatım." "Yüzbaşı karım haftalar sonra bana iltifat etti. Siz kesinlike iyisiniz." Gülüp sarıldım. "Agresif olmam seni sevmediğim anlamına gelmez ki." "Haklısın yüzbaşı karım." Kahvaltıdan sonra karargaha geçtik. Arabayı park ettikten sonra iştima alanına ilerledik. Hava gerçekten çok soğuktu. Zaten dağlarda soğukta kalıyorduk. Şimdi dışarıda olmamıza gerek yoktu. "Günaydın askerlerim!" "Günaydın yüzbaşım!" "Hava çok soğuk, binadaki spor salonuna geçin on dakikaya geliyorum." "Emredersiniz yüzbaşım!" Odama gidip bilgisayarımı masaya bıraktım. Ardından montunu da askıya asıp aşağıya indim. Arkamdan da Altaner takip etti. "Yüzbaşı karım hedefin ne?" "Biraz ısınmakta fayda var." "Sen yapmayacaksan olur." "Yok ben yapmayacağım merak etme." Elini omzuma attı. "Çek elini karargahtayız üsteğmen!" "Üzgünüm! Bir an gözüme tatlı göründün yüzbaşı karım." İçeri geçip askerlerin önüne ilerledik. Bu sırada binbaşı ve albayda gelmişti. "İçeride olmak çok mantıklı olmuş yüzbaşı." "Evet, zaten dağda taşta soğuktayız şimdi de soğukta olmamızın bir anlamı yok diye düşündüm." "Bir ara şu senin birikmiş plaketleri odamdan alsan iyi olacak." "Emredersiniz albayım." "Binbaşı sen bugün yanına bir asker daha alıp generalin yanına git. Yapılması gerekenler varmış. Haftaya salı günü içinde birlikte plan hazırlamaya başlayın. Yeni bir ihbar aldık. Bu süreçte ihbarın doğruluğunu ve çevreyi araştırın. Salı günüde göreve çıkın." "Emredersiniz albayım!" Askerleri incelemeye başladı. "Astsubay Barin Taze, binbaşı ile birlikte generalin yanına sen gideceksin." "Nasıl isterseniz albayım." "Ben bir kaç iş için karargah dışında olacağım her hangi bir durumda haber verirsin yüzbaşı." "Tabii albayım." İştima alanından ayrıldı. "Binbaşı iznin varsa biraz ısınalım." "Elbette yüzbaşı. İstersen iki yüz şınav ile ısınmaya başlayabilirler." Gözlerim yuvalarından fırlayacaktı. Bu kadın benden daha insafsızdı. "Naptın gülüm oradan bakılınca Herkül'e mi benziyoruz!" "Sen üç yüz şınav çekeceksin asker!" Sert çıkışmıştı. "Üç yüz az olur gülüm sen ordan bana bir beş yüz ver. Senin yolunda ölene kadar şınav çekerim be gülüm!" Bu çocuk çok arabesk dinliyor olmalıydı. "Seni uyardım Barin!" Bağırmıştı. "Başım gözüm üstüne gülüm." "Kes sesini yürü gidiyoruz!" Dedi ve yanımızdan gitti. "Çok nazlı bu kadın! Allah'ım sen tavlama sanatını icra etmeme yardım et! Geldim gülüm geldim!" Tüm askerler gülmeye başladı. Bu ikisinin sonunu çok merak ediyordum. "Gör işte Semen! Herkes sevdiğine kavuşuyor sen köşede otur anca!" "Seni döverim Çağın!" "Döv beni şekerim!" "Yeter bu kadar uzatmayın! Tüm zamanı didişmeniz ile geçiremeyiz, yatın başlayın şınav çekmeye." İştimadan sonra odama geçip planlar için gerekli olan haritaları ayarladım. İhbarı yapan kişiyi ve bahsi geçen yeri araştırdım. Burası bir köydü. Etrafını saran üç köy daha vardı. İhbara göre bu köyde terör örgütü barınıyordu. Daha önce gittiğimiz köyle aynı durumu paylaşıyordu. Merkeze yarım saat uzaklıktaydı. Oldukça yakın bir köydü. Öğleden sonra binbaşı ve üsteğmen de yanıma gelmiş ve planı hazırlamıştık. Yarın randevum olduğu için diğer gün etrafı incelemek için köye gitmeye karar kıldık. "Altaner yemek hazır hayatım!" "Birazdan geliyorum oyun bitmedi!" "Altaner sana yemek hazır dedim! Oraya getirip ağzına tıkama mı istemiyorsan gel şuraya!" Koşarak geldi ve karşıma oturdu. "Tamam, tamam sakin ol her şey yolunda hiç bir şey yok, ben buradayım sinirlenme. Şimdi söyle bana canın ne çekti de aklına gelmedi?" Bu sıralar canım bir şeyler çekiyordu ama ne olduğunu bilmiyordum. O yüzdende çok sinirleniyordum. "Yok bilmiyorum canımın ne çektiğini! Ama onu istiyorum!" "Yemeğimizi yiyelim ben sana aklıma gelen her şeyi söylerim. Sende aklında canlandırıp canının çektiğini söylersin." "Tamam." Yemeği yedikten sonra mutfağı toparlayıp oturma odasına gittik. "Şimdi söyle bakalım canın ne istiyor?" "Halen bilmiyorum." "Tamam geçen sefer Çağın bulmuştu belki yine bulur ona söyleyeyim gelsin." "Aslında müsaitlerse diğerlerini de çaya çağıra biliriz." "Tamam kahve gözlüm öyle yapalım." "Barin ve Mediha'yı unutma. Onların kavgasını izlemek stresimi azaltıyor." Güldü. "Derhal çağırıyorum kahve gözlüm." Altaner onları tek tek arayıp davet etmeye başlayınca bende gidip çayı ocağa bıraktım. Yaklaşık yarım saat sonra hepsi gelmişti. Mehru da bizimle olacağı için Tibet'e de haber vermiştik. Gül abla geçen hafta dedemlerle birlikte Ankara'ya dönmüştü. Önümüzde ki cuma tekrar geleceklerdi. Memleketlerinden ayrı kalmak onları yıpratmıştı. Çaylar ve ikramlıkları getirip oturduk. "Bizi kırmayıp misafirimiz olduğunuz için çok teşekkür ederiz." "Valla yenge işine gelmese çağırmazsın yine canın bir şey mi çekti?" "Evet seni işim düştüğü için çağırdım. Diğerlerini misafirim olsunlar diye çağırdım." "Karıma bulaşma Çağın." "Karını ye-" "Höst ulan!" Altaner ayaklanmaya çalışınca kolunu tuttum. "Özür dilerim komutanım öyle demek istemedim." "Lan Çağın az kalsın güme gidiyordun!" Doruk kahkahayı bastı. "Yav sanki bilerek mi söyledim! Bir anlık öyle şey olunca şey oldu." Altaner avını gözüne kestiren kaplan gibi onu izliyordu. "Ne isterseniz yaparım ama şöyle bakmayın komutanım!" "Karımın canının çektiği şeyi öğrenince sen alıp geleceksin." "Emredersiniz komutanım!" Sırf geçen sefer sabaha kadar nektari aradığı için kaçış yolu bulmuştu. "Yüzbaşım canınız ananas mı çekti?" "Hayır meyve değil yemek çekiyor canım ama ne olduğunu anımsayamıyorum." "O zaman bir oyun oynayalım." "Nasıl bir oyun Barin?" "Alfabeden sırasıyla harfleri sayacğpız ona göre herkes bildiği yemekleri söyleyecek." "Bu benim aklıma nasıl gelmedi. Çok iyi fikir lan bu!" "Çünkü sen benim kadar zeki değilsin Çağın." Birbirlerine göz devirdiler. "Aklımıza gelmesse ne olacak?" "Binbaşı haklı beyler bu iş yatar." Erna da ondan yana olmuştu. "Yav gülüm sen merak etme ben aklıma iki yemek getirir birini sana söyletirim." Doruk'ta Barin'i destekledi. "Ne münasebet canım ben kendim bulurum." "Canın kurban olsun sana!" Sessiz kalmayı tercih etmişti. Bir saat boyunca bir sürü yemek sayılmıştı ama benim canımın çektiği hiç biri değildi. Y harfinden de bir şey çıkmayınca ağlamaya başladım. "Hepinizi buraya çağırıp yaptığım şeye bak! Özür dilerim." Mediha yanıma geldi. "Algın belki Z harfi ile bir şeyler çekmiştir canın. Lütfen kendini üzme." Aramızda ki tüm buzlar erimişti. Eskiyi gün yüzüne çıkarmaya lüzum yoktu. "Evet hadi Z harfi ile bildiğiniz yemekleri sayın gülüm emretti!" Gözlerimi sildim. "İyi de Z harfi ile yemek yok ki!" "Biz ablamla gezmeye gittiğimiz zaman bir yerde Z harfi ile başlayan bir yemek yemiştik ama adını hatırlamıyorum. Abla sen o yemeği çok sevmiş iki porsiyon yemiştin. Bence senin canın onu çekti." Düşünmeye başladım. Yemeğin ismi bir türlü aklıma gelmedi. Diğerleri de düşünmeye ve telefondan bakmaya başladılar. "Zülbiye! Yemeğin adı zülbiye! Etli, soğanlı çok güzel bir yemek." Tekrar ağlamaya başladım. "Güzel karıcım bu sefer neden ağlıyorsun?" "Canımın çektiği yemek o ama nasıl bulacağız?" "Ben yapabilirim." Herkes Barin'e baktı. "Eğer asker olmasaydım aşcı olurdum." "Katılıyorum harika yemekler yapıyor." Çağın onu destekledi. "Komutanım siz bana malzemeleri verin ben hemen yapayım." Gözlerim ışıldadı. "Barin ben ne diyeceğimi bilmiyorum çok teşekkür ederim." "Siz ikiniz iyi olun başka bir şey istemeyiz yenge." "İstersen sana yardımcı olabilirim Barin." "Sen yardım etme yanımda otur onada razıyım ben gülüm." Çok iyi cilve yapıyordu. "Bana gülüm deme!" "Tamam gülüm, bende sana balım derim." "Onu da deme!" "Kalk kız naz yapma gidip yemeği yapalım." Mediha hemen terliği eline aldı. "Şaka yaptım sakın bana vurma!" Dedi ve içeriye gitti. Oda arkasından gitti. "Gel buraya çabuk!" Malzemelerin yerini göstermek için bende kalkıp arkalarından gittim. Tam mutfağa girecekken gördüğüm manzara yüzünden tekrar içeriye geçtim. "Malzemelerin yerini ne çabuk gösterdin kahve gözlüm?" "Hı?" Anlamaz gözlerle baktım. "Barin yemek yapacak ya kahve gözlüm." "Ha! Sen onu diyorsun. Ufak bir işi var onu halletsin yapar yemeği." "Vallahi mi yenge!" Neden bu kadar mutlu olmuştu. "Ne anladın Çağın?" "Bunda anlamayacak ne var yenge. Barin bizim binbaşıyı kesin öpüyordur. Rahat ol sen, geçen günde ben yakaladım. Binbaşı gerçekten naz yapıyor!" Gülmeye başladı. Diğerleri de ona eşlik etti. "Bunu dile getirip utandırırsan seni cezalandırırım!" "Tamam yenge aramızda sır." Binbaşı öfkeyle gelip oturdu. Altaner o gelince mutfağa geçti. "Sorun ne binbaşım?" "Seni ilgilendiren bir durum yok Çağın. Algın evde işlerim vardı sorun olmayacaksa ben artık kalkayım. Davetin için teşekkür ederim sizileri bana da çaya beklerim." "Estağfurullah müsaade senin." Onu geçirip Altaner'in yanına gittim. "Kim gitti kahve gözlüm." "Mediha gitti." "Gönlümün gülü gitti mi! Susuz kalıp ölmez inşallah!" "Kalmaz, kalmaz korkma sen." Barin ve diğerleri de yemeğin tadına baktıktan sonra kalktılar. Yemeği yedikten sonra üzerimde ki duygusallık ve agresiflik gitmişti. Çok geçe kalmadan odamıza çekilip uyuduk. Öğleden önce tüm işlerimizi halledip birlikte hastaneye geçtik. Bugün ilk defa kalbini tam anlamıyla dinleyebilecektik. "Ben çok heyecanlıyım elim ayağım tutmuyor Algın." "Şuan bende seninle aynı durumdayım." "Ben daha kötüyüm." Bunu diyen kim mi? Tabii ki de Çağın. O bizden daha çok heyecanlıydı. Sürekli kendi çocuğum olsa bu kadar mutlu olmazdım diyor. Odanın bir köşesinde durup kalp sesini dinlemek istiyormuş. Tibet'te gelmeyi istemişti ama işi yüzünden gelemedi. Altaner onun için ses kaydı ayarlayacaktı. "Algın hanım, doktor hanım sizi bekliyor." Aralık bıraktığı kapıyı açıp girdik. Çağın içeri almazlarsa diye üniforması ile gelmiş önünü kesmişti. Öyle de olmuştu. "Bebeğimiz iki aylık olmuş sayılır. Buyrun uzanın ultrason ile daha yakından bakalım." Dediğini yapıp sedyeye uzandım. Karnıma jeli sürüp ultrasona tuttu. "Her şey yolunda görünüyor." "Hani bebeğim ben neden görmüyorum." Doktor eliyle işaret etti. "Bakın beyfendi burada." Altaner yakından iyice baktı. "Bu bana benziyor!" Kâhkahayı patlattım. "El kadar bile değil nasıl sana benzesin." "Yok bana benziyor işte. Neyse ben kalbini dinlemek istiyorum." "Tamam o halde açıyorum." "Ritim yapma aç hadi." Bu lafına kızmıştım. Doktor sesi açtı. Tüm odayı bebeğimizin kalp atışı sardı. Ağlayacakken birinin bayıldığını gördüm.
|
0% |