Yeni Üyelik
24.
Bölüm

Astsubay Mehru Güneş

@semaabakar

Altaner bir müddet sonra yorgunluktan uyuya kalmıştı. Bende o uyuyunca yanımda getirdiğim dosyalara bakmaya başladım. Bir süre inceledikten sonra Tibet geldi.

"Ne zaman uyudu?"

"Yeni sayılır ablacım. Sen ne yaptın?"

"Bizimkileri bıraktım. Gül abla çorba yaptı onu getirdim."

"Evin etrafında bir hareketlilik varmıydı?"

"Yok abla korumalar kimseyi görmemişler."

"Peki. Sen Mehru ile ne alemdesin."

"Mehru teklifimi kabul etti. Biz sevgili olduk." Gözlerim büyüdü.

"Eniştenden daha hızlısın."

"Evet öyleyim. Onlarda buraya geliyorlar eniştemi görmek için." Böbürlenmişti bu durumdan.

"Onlar gelene kadar uyanmış olur ablacım."

"Elindekiler ne?"

"Karargahta biriken bir kaç dosya." Odada ki koltuğa geçip uzandı. Bende dosyalara bakmaya devam ettim.

"Kahve gözlüm bana su verir misin?" Dosyalar o kadar dalmışım ki bir anda seslenince korktum. "Seni korkutmak istemedim kahve gözlüm." Sorun yok anlamında gözlerimi kapatıp açtım. Ardından su verdim. Suyunu içtikten sonra Tibet'in getirdiği çorbayı içmesin de yardımcı oldum. "Senin elinden yemek, yemek çok güzel." Tibet yattığı yerden fırladı. Bu hareketine kahkaha attım. Altaner'in bağırarak konuşuyor olması onu korkutmuştu.

"Bu adam niye bağırıyor ya ödüm koptu!"

"Kulakları duymadığı için ses tonunu ayarlayamıyor Tibet."

"Öyle bir sorun vardı değil mi. Neyse ben üzerimi düzenleyeyim Mehru'm gelir." Odanın tuvalet kısmına girdi.

Binbaşı odaya girdi. Kapıyı da çalmamıştı. Altaner'in yanına ilerledi.

"İyi misin?" Altaner boş gözlerle ona baktı.

"Şuan seni duymuyor binbaşı. Kulakları patlamanın etkisiyle geçici olarak işitmiyor." Yüzüme baktı.

"Benimle dışarı gel!" Bu kadın kendini ne sanıyor!

Ne kadar sinirlensem de onunla birlikte odanın dışına çıktım. Kolumdan tutup beni kendine çevirdi.

"Onu hak etmiyorsun." Ani çıkışı beklemediğim bir şeydi. "Sen hayatına girdiğinden beri başına gelmeyen şey kalmadı. Ona zarar veriyorsun. Sen onu hak etmiyorsun. Git! Hayatından defol git! Onu kimse benden daha fazla sevemez. Her şeyin tek sebebi sensin!" Yanına yaklaştım.

"Madem her şeyin sebebi benim her şeyi yoluna koyacak olanda benimdir. Senin ahkamların beni kesmez. Var git yoluna. Yoluma toz olma binbaşı." Onu arkamda bırakıp içeri girdim. Ne gerek vardı ki böyle bir konuşmaya.

"Sorun ne abla?"

"İşle alakalı önemli bir şey yok." Bir müddet sonra diğerleri geldi.

"Geçmiş olsun yüzbaşım."

"Teşekkür ederiz çocuklar. Lütfen içeri geçin." İçeri girip kapıyı kapattılar.

"Üsteğmenim çok geçmiş olsun." Tibet gülmeye başladı.

"Tibet çok ayıp ablacım. Bu dalga geçilecek bir konu mu!"

"Ne oldu ki?" Barin'e baktım.

"Geçici işitme kaybı yaşıyor."

"Ay üsteğmenim şimdi bizi duymuyor mu?"

"Evet duymuyor Erna."

"Üsteğmenim size söyleyemiyorum diye çatlıyordum. Madem duymuyorsun o halde bende içimdekileri söyleyeceğim. Siz aşık bir adam olunca hiç çekilmez oldunuz. Valla yüzbaşım kusura bakmayın ama sürekli sürekli kahve gözlüm aşağı kahve gözlüm yukarı yani." Erna herkesi güldürmeyi başarmıştı.

"Madem herkes içindekileri söylüyor bende söyleyeceğim."

"Söyle Çağın senin derdin ne?" Düşündü. İlk tereddiüt etti ama sonra geri söyledi.

"Üsteğmenim sana evlilik teklifi yapacaktı. Hatta sana tektaş yüzük almıştı. Ben o yüzüğü yuttum." Gözlerimi devirdim.

"İyi halt etmişsin Çağın."

"Üsteğmenim çaldırdım sanıyor."

*Bunu normalde söyleyebilirdin."

"Utandım."

"Sen zaten ne zaman utanmadın ki!" Semen çok sinirlenmişti.

"Seni severken utanmıyorum." Semen duydukları karşısında utanıp gözlerini ondan çekti. "Kimmiş utanan Semen hanım." Gülümsedim. İleride çok iyi bir çift olacaklardı. Doruk yanıma gelip kimseye göstermeden bir kağıt verdi. Ama Altaner görmüştü. O gördüğünü fark etmedi. Altaner'in yastığının altına koydum. Neden böyle bir şey yapmıştı anlamıyorum.

"Abla biz Mehru ile biraz dışarı da olacağız." Cevap verecekken araya girdi.

"Kararlarını ablanla vermek zorunda değilsin büyüdün sen alt tarafı iki yaş var aranızda ne bu çocuk gibi tavırlar."

"Zorunluluk değil! Duydun mu zorunluluk değil! O benim annem, o benim babam, o benim ablam, o benim her şeyim ben kararlarımı onunla almaktan mutluluk duyuyorum. Hayatındaki her şeyi biliyorum oda benim hayatımdaki her şeyi bilsin istiyorum. Bu zorunluluk değil duydun mu değil. Bu sevgi senin bilmediğin bilsen bile iyiye kullanamadığın sevgi. Daha iki gün oldu sevgili olallı her şeyime karışmaya başladın. Sevgide bir yere kadar! Her düştüğümde her ağladığımda yanımda olduğu için ona bunları anlatıyorum. Bu dünyanın bana verdiği en değerli hediye o duydun mu! Sakın, sakın bir daha benim ablama dilini uzatma. Bundan sonra ne ben senin hayatında olacağım ne de sen benim. Daha başlamadan bitiriyorum bunu. Yerin dibine girsin senin aşkın!"

"Tibet hastanedeyiz sakin ol lütfen!"

"Lan duyuyorum ya ben!" Hızla Altaner'e döndüm.

"Beni duyuyor musun gerçekten?" Çok mutlu olmuştum.

"Evet kahve gözlüm duyuyorum." Dikkatli olmak şartıyla ona sarıldım.

"Seni çok seviyorum." Tibet'in istemeden de olsa bağırması işe yaramıştı.

"Bende seni seviyorum kahve gözlüm." Gözlerimden bir kaç damla yaş aktı. Altaner fark etmiş olacak ki beni kendinden uzaklaştırdı. "Neden ağlıyorsun?"

"Mutluluktan." Alnımı öptü.

"Olsun sen hiç bir şekilde ağlama." Sonra diğerlerine döndü. "Sizin derdiniz ne? Koskoca insanlar oldunuz neyin ne olduğunu bilmiyor musunuz? Mehru bu yaptığın hiç hoş değil. Derhal Tibet'ten özür diliyorsun."

"Üsteğmenim ben hatamın farkındayım. Tibet senden özür dilerim ben ailemden böyle görmedim. Bizim bir sonumuz yokmuş. İki gün bile olsa beni mutlu ettiğin için teşekkür ederim." Dedikten sonra odayı terk etti.

"Aranızda ki sorunları halledeceğinize eminim."

"Aramızda sorun yok ki halledelim abla. Çok utangaç ve çekingen bir insan. Her şeyimi sana anlatıyorum diye bana tavır yapıyor. Böyle hayat sürmez. Artık alışması gerekiyor."

"Peki ablacım sen öyle diyorsan."

"Yüzbaşım biz artık gidelim bir isteğiniz var mı?"

"Yok kendinize dikkat edin." Onlarda gittiler.

"Abla bende eve geçeceğim halletmem gereken işlerim var. Bir sorun olursa beni arayın hemen gelirim."

*Tamam ablacım dikkatli git." Tibet gittikten sonra Altaner yine uyumuştu. Ağrı kesici ilaçlar uykusunu getiriyordu.

Hastanede geçirdiğimiz iki günün ardından doktor Altaner'i muayene edip evde bakabilirsiniz demesi üzerine onu hastaneden taburcu ettik.

Bizim eve geçeli iki saat olmuştu. Altaner başımın etini yemişti. Ayağa kalkıp gezmek istediğini söyleyip durmuştu. Adama hastalıkta yaramıyordu. Şunu getir Algın şunu götür Algın beni bezdirmeye çalışıyordu. Ama nafile sinirlensemde her dediğini yapıyordum. Tibet hazırlıklı olalım diye onun evinden kitaplarını bilgisayarını ve gözlüğünü getirmişti.

"Kahve gözlüm Tibet'in getirdiği pembe kapaklı olan kitabımı getirir misin?"

"Getiriyorum hayatım." Bu iki günde birbirimize alışmıştık. Artık ona daha yakın davranabiliyordum. İstediğim şekilde de sesleniyordum. Tabii yanımızda bizimkiler olmadığı zaman.

Bahsettiği kitabı alıp yanına geçtim. Hazırladığım meyve tabağını masaya bırakıp yanına oturdum.

"Teşekkür ederim bitanem."

"Rica ederim hayatım." Yanağımı öptü. Kitabını alıp okumaya başladı. "Önce meyve yeseydin. Hemen kitap okumaya geçtin."

"Kitap çok sardı bırakamıyorum."

"Yani ben seni sarmıyorum. İyi o halde içeri gideyim."

"Hiç öyle şey olur mu bitanem. Bak bıraktım kitabı, daha sonra da okurum. İyice yamacıma gelde kokun üzerime sinsin." İyice yamacına gittim. Saçlarıma oynayıp öptü. "Yıllardır aradığım huzur saçlarındaymış." Saçlarıma kafasını yasladı. "Ömrümün sonuna kadar saçlarına gömülü uyumak isterim." Tekrar öptü. "Algın?"

"Efendim hayatım."

"Bizim çocuğumuz olacak mı?"

"Bu nereden çıktı şimdi?"

"Sadece sordum. Eğer sen istemiyorsan sorun yok."

"Saçmalama neden böyle bir şeyi istemeyeyim ki!"

"Yani çocuğumuz olacak mı?"

"Bazen çocuk gibi oluyorsun ekstra bir çocuğa gerek kalmıyor."

"Bu olmayacak mı demek?" Bu soruyu o kadar masum sormuştu ki beni hayran bıraktı kendine.

"Hayır tabiki de olacak."

Şen şakrak ses tonuyla "Ne zaman?" Dedi.

"Ne bileyim. Sen yine beni darlamaya başladın. En iyisi sen kitap okuyup meyvelerini ye bende işlerime bakayım." Yanından kalkıp odadan çıktım. Diğerleri evde yoktu. Tibet'in ısrarı üzerine dışarı çıkmışlardı. Bu iyide olmuştu. Hiç değilse biraz kafaları dağılırdı.

Düğün salonunun bulunduğu yeri ve planını detayına kadar inceledim. Askerlerin bulunacağı yerler, kameraların olduğu yerler hepsi tamdı.

Aklıma Doruk'un hastanede verdiği kağıt geldi. O adam kağıdı karargaha ok ile atmıştı. Altaner bu durumda sinirlenmesin diye gizlice vermişti ama yakalanmıştı. Çok sinirlenmiş ve ne olursa olsun düğünün yapılacağına inat etmişti. Düğüne tekerlekli sandalye ile katılacaktı.

"Bitanem çok önemli bir şey oldu gelir misin?" Hızla yerimden kalkıp koşarak içeri gittim.

"Ne oldu? sorun ne?"

"Önce yanıma otur sonra söyleyeceğim." Yanına oturdum. "Çocuğumuz kız olursa ismi Hena olsun. Erkek olursada-" sözünü kestim.

"Hakan olcak." Bana baka kaldı. Çünkü babasının ismi Hakan'dı.

"Bu çok güzel bir düşünce. Çok teşekkür ederim." Onu öptüm.

"Bencede öyle." Sonra omzuna vurdum. "Sana bir şey oldu diye korktum niye önemli diye çağırıyorsun!"

"Bundan daha önemli bir şey olamaz ki." Dudaklarımdan bir gülüş peydah oldu.

"Sen çok iyi bir baba olacaksın."

"Sende çok güzel anne olacaksın."

"Ne! Ablam hamile mi?" Bu ne ara girmişti eve! "Babaanne dayı oluyorum! Yaşasın be dayı oluyorum!" Hızla içeri geldiler.

"Algın'ım sen annemi olacaksın?" Hepsi etrafıma çevrildi.

"Benim torunumun torunu olacak."

"Sonunda benimde torunum olacak."

"Bir sakin olur musunuz? Öyle bir şey yok. Tibet her şeyi yanlış anladı. Biz daha yeni evlendik ne çocuğu." Hepsinin yüzü düştü. Resmen şuan hamile değilim diye üzüldüler.

"Siz bizi çok bekletmeyin. Ben hemen anneanne olmak istiyorum." Gül abla bunu söyleyince renkten renge girdim. Yanlarından kalkıp banyoya girdim. Aynada kendime baktım. Kıpkırmızı olmuştum. Yüzümü yıkayıp sakinleşmeyi bekledim.

Bir saat boyunca banyoda kalmıştım. Sonra Altaner seslenince çıkmak zorunda kalmıştım.

Birlikte televizyon izlerken telefonum çaldı. Tanımadığım bir numaraydı.

"Kim o kahve gözlüm?"

"Tanımıyorum."

"Sesini dışarı ver." Dediği gibi telefonu açıp sesini dışarı verdim.

"Hırçın prensesim neden telefonumu geç açıyorsun ayıp değil mi beni bekletmen."

"Ulan şerefsiz sen hele bir elime geç bak ben sana napıyorum." Altaner çok sinirlendi.

"Sakat halinle mi?" Dedi ve kahkaha attı.

"Hiç değilse şerefsiz değil! Seni kendi ellerimle öldüreceğim."

"Ama hırçın prensesim beni öldürürsen sana evinin oraya gönderdiğim nişancıyı söylemem ki!"

"Bu herif bildiğin salak!" Yüzüne kapattım.

"Sen haklıydın adam resmen salak. Böyle planları tek yapması mümkün değil." Tekrar aradı. "Aç." Dediğini yaptım.

"Hırçın prensesim o adamla evlenmene asla izin vermeyeceğim! Seni ondan alacağım."

"Karıma ve çocuğuma elini süremezsin!" Gözlerim kocaman oldu. Resmen onu daha fazla sinirlendirip tuzağa çekmeye çalışıyordu.

"Hamile mi! Ne demek benim hırçın prensesim hamile! Ben ona elimi sürmedim ki hamile olsun!"

"Lan şerefsiz benim karım lan o! Öldüreceğim lan seni!"

"Onu senden alacağım! Onu kimseye yar etmem! Daha evlenmediniz, asla da evlenemeyeceksiniz!" Altaner'i uyardım. Eğer evli olduğumuzu söylerse tuzak olduğunu anlarlardı.

"Gel! Gel ki seni öldürebileyim." Dedi ve telefonu onun yüzüne kapattı. Ardından telefonu köklü olarak kapattı. "Korumalara nişancıyı haber verelim. Her ihtimale karşı hazırlıklı olsunlar."

"Tamam hayatım." Ayağa kalkıp tekerlekli sandalyeyi yanına getirdim. "Hadi artık seni yatağa yatıralım."

"Sende yanıma yatacaksan neden olmasın." Birde çocuk gibi göz kırpıştırması yok mu aklımı kaybediyorum.

"Tamam bende seninle uyuyacağım." Sandalyeye oturmasına yardımcı oldum. Sonra odaya geçtik. Yatağa uzanmasına yardımcı olup üzerini örtüm. Daha sonra diğer tarafa geçip uzandım ve ona sarıldım.

"İyi geceler sevgilim."

"İyi geceler sevgilim." Biz yan yana olduğumuz sürece hep mutlu olacaktı.

Loading...
0%