@semaabakar
|
Sabah uyandıktan sonra unutmamak adına önce görev çantamı yerleştirdim ve kapının önüne bıraktım. Sonra tekrar odama geçip hazırlandım. Tibet'ten beni karargaha bırakmasını istedim. Arabaya ihtiyacım yoktu. O işe giderken sorun olmasın diye böyle istemiştim. Karargaha giriş yaptım. "Günaydın Yüzbaşı Algın Zer." Üsteğmenin sesini işittim. Ona yüzümü döndüm ve: "günaydın Üsteğmen Altaner Tan. Tabii bu saatte uyanabildiysek!" "Neden sinirlisin? Ayrıca çanta sana göre fazla büyük değil mi?" "Saat daha beş bucuk üsteğmen. Düşünebiliyor musun saat daha beş bucuk." "Haklısın ama alışsan iyi olacak çünkü göreve hep bu saatlerde gidiyoruz." "Bu son olacak bana güven." "Bunca aydır benim yapamadığımı nasıl yapacaksın?" "Kendime güveniyorum diyelim üsteğmen. Araç hazır mı?" "Evet, askerler bizi bekliyor. Çantayı taşıma mı ister misin?" İmalı sormuştu bunu. "Hayır üsteğmen göreve gidiyoruz belin incinsin istemezsin." Sırıtıp ilerledim. Oda yanıma geldi ve birlikte aracın yanına gittik. Sonra bindik ve yola çıktık. "Dün teşekkür etme fırsatım olmadı yüzbaşım yaptıklarınız için teşekkür ederim." Önümdeki tabletten kafamı kaldırıp Çağın'a baktım. "Önemli değil Çağın, sen artık benim askerimsin yaptıklarından ve yapacaklarından ben sorumluyum. Madem albay zor çıkarmayı seviyor bizde çıkartmaya çalıştığı zorluk oluruz." "Ya sizin rütbenizi yakarsa?" Endişelenmişti. "Emin ol o beni yakmadan ben onu yakmış olurum." "Kendine fazla güveniyorsun yüzbaşı." "Mesleğimizin temeli güvenmekle başlıyor üsteğmen. Eğer kendine güveniyorsan yol kat edersin. Eğer kendine güvenmiyorsan bu yolda kendini kaybedersin." "Şiir gibi konuştunuz yüzbaşım." Cevap vermedim. Sonra başka bir soru yöneltti. "Yüzbaşım siz neden sivilsiniz?" Sürekli üzerimi incelemesinden böyle bir soru soracağı belliydi. "Sizler uzun zamandır buradasınız bu yüzden herkes sizi tanıyor. Eğer üniformam ile olsaydım bu açık çek olurdu. Sivil olmak hem benim için hem de yakalamamız gereken örgüt üyeleri için kapalı bir havuz görevi yapacak." "Mantıklı olanda buydu." Altaner'in beni onaylaması hoşuma gitmedi değil. "Gideceğimiz yerin haritası hanginizde?" "Bende yüzbaşım." Öndeki asker dönüp konuştu. "Adın neydi senin?" "Astsubay Barin Taze yüzbaşım." Diğer askere aynadan baktım ve" ""Peki ya sen?" Dedim. "Teğmen Doruk Kepenk yüzbaşım." Çok şaşırmıştım. "Sen neden astsubayların içindesin?" Altaner: "Sürgün yedi" dedi ve güldü. Çağın ve Barin de ona eşlik etti. "Gülmeyin lan! Albay yüzünden sürgün yedim yüzbaşım." "Saçmalık! Yarından tezi yok görevin neyse onu yapıyorsun teğmen. Albay kendi başına karar verecek biri değil." "İşte bu ya! Yani teşekkür ederim yüzbaşım." Çok sevinmişti. Zaten görevi ne ise onu yapması gerekiyor neden buna izin vermiş anlamıyorum. "Teşekkürlük bir şey yok teğmen. Sana rütbeni albay vermiyor ki o alabilsin." "Yüzbaşı haklı ben sana görevini yerine getirmeye devam et demiştim. Sen daha fazla gözüne batarım beni yakar diye yanaşmadın." "Lan Altaner ben demiştim demeyi ne çok seviyorsun." Konuşmalarını böldüm. "Sen ne yaptın da albay ceza verdi?" "Aslında bir şey yapmadım." Bir şey yapmadığı halde nasıl ceza almıştı anlamadım. "Ne demek yapmadın oğlum! Adamın çayına şeker yerine tuz koydun daha ne olsun." Çağın bunu alaycı bir yüz ifadesi ile söylemişti. "Kendi çayına şeker atmayı bilmeyen bir insan için tuz az kalmış teğmen. Yerinde olsam biber ilave ederdim." "İsteyerek yapmadım ki yüzbaşım. Çaycı şekerle tuzun yerini değiştirmiş. Ben her zamanki gibi şeker attım sandım." "Bu kadar basit bir olay için kendi görevinin yapılması engelleniyorsa büyük sıkıntı var. Siz tolerans göstermiyoruz diyorsunuz ama albay resmen sizi çatısı altına almış. Üstelik Çağın bundan sonra albayın önünde el birleştirip kafanı eğmeni istemiyorum. Daha doğrusu hiç birinizin bunu yapmasını istemiyorum. Rütbesinden dolayı saygı duyabilirsiniz bu gayet normal bir şey lakin sizin yaptığınız boyun eğmek. Hazır ol şeklinde bekleyerekte saygı gösterilir." "Emredersiniz yüzbaşım." Altaner sanki ninni dinliyormuş gibi beni dinliyordu. Sonra Çağın onu dürttü. "Komutanım yanlış yere bakıyorsunuz manzara dışarıda." Gülümsedim. O da kendini düzenleyip dışarıyı izlemeye koyuldu. Aynı izleri taşıyor olmak aramızda bir bağa sebeb olmuştu. Görev alanına gelene kadar sakin bir yolculuk olmuştu. Görev alanı dediğim yerde harabe yıkık dökük bir bina idi. Araçtan inip alana baktım. "Burası mı görev alanı?" "Evet yüzbaşı burası. Biliyorum çok saçma ama albayın planına göre burası." "Bundan sonra planları kendim hazırlasam iyi olacak. Barin haritayı bana getir." "Nasıl isterseniz yüzbaşım." Arabaya gidip haritayı aldı ve geri geldi. Haritayı incelemeye başladım. Tahmini olarak örgütlerin toplanabileceği alanlar işaretlenmişti. Haritayı kendime yaklaştırdım. Gözden kaçmış bir bölge vardı. Dağlık bir bölgeydi burası. "Kolaylıkla gözden kaçırılan bir bölge neden örgütün yeri olmasın?" "Anlamadım yüzbaşı?" Haritayı ona çevirdim. " Bak üsteğmen, bu bölge küçük dağlık ve rahatlıkla gözden kaçırılabilen bir yer. Albay da bunu gözünden kaçırmış." "Burası örgüt üyelerinin kendilerini saklayabilecekleri bir yer." "Kesinlikle öyle üsteğmen. Bak bu dağlık bölgeye ormandan gidiliyor. Ağaçlar ile örtülü bir yol. Hiç zaman kaybetmemize gerek yok. Buradan oraya geçiyoruz. Ormanlık alana kadar arabayı götürebiliriz ama sonrasında bizi ele verir. O yüzden sonrasını yürüyerek geçeceğiz. Yarım saatlik bir yol sorun olacağını sanmıyorum." "O halde gidelim." Tekrar arabalara geçtik. Bahsettiğim ormanlık alana kadar arabayla gittik. "Doruk burada dur. Arabayı şu kayanın arkasına bırakacağız. Ordan sonrasınıda yürüyeceğiz." "Tamam yüzbaşım." Araçtan indik. Doruk arabayı bahsettiğim yere götürdü. Etrafı kolaçan etmek için yanlarından ayrıldım. Her yeri inceledikten sonra eğilip yola baktım. "Bir şey bulabildin mi yüzbaşı?" Kafamı kaldırıp ona baktım. Yolu işaret ettim. "Bak üsteğmen yolda ki teker izleri yeni. Yağmurdan sonra bu yola araba girmiş. Hatta birden çok araba girmiş. Teker izleri başka boyutlarda. Görünüşe göre gözden kaçıracağımızı düşündükleri için burada örgütlenmişler. Tahminlerimizde haklı çıktık. Buradan sonrasını temkinli yol almalıyız." Yerden doğrulup tekrar arabanın yanına geçtim. Bagaja bıraktığım çantadan getirdiğim köylü kıyafetlerini giyindim. Sonra arabanın arkasından çıkıp yanlarına gittim. Hepsi beni süzerken Çağın ıslık çaldı "Yüzbaşım sen efsane olmuşsun." "Bunları nereden buldun?" Altaner hem beni inceliyor hem de ne yaptığımı anlamaya çalışıyordu. "Her ihtimale karşı hazırlıklı olmak gerek üsteğmen. Sonuçta göreve geliyoruz." "Çanta o yüzden o kadar büyük. Ee ne yapmayı planlıyorsun yüzbaşı?" "Önce bu ormanda yetişen bir bitki bulmamız lazım. Ot toplarken kaybolmuş gibi yapacağım. Sizler kimseye görünmeden arkamdan geleceksiniz. Ters bir şeyler olursa ben size işaret vereceğim." Altaner gözlerini kısarak: "kendini riske atıyorsun" dedi. "Hayır atmıyorum üsteğmen. Çelik yeleğim üzerimde merak etmeyin. Siz dediğimi yapın yeterli. Ayrıca arabadaki çantayı yanınıza alın. Gerekli şeyler var içinde." "Tamam yüzbaşım ben alırım." Doruk gidip çantayı aldı. İki büklüm gelmeye başladı. "Yüzbaşım bunu sen nasıl taşıdın?" "Tek kolla taşıdığın için sana ağır geliyor. Dikkat et sırtını incitme." "Anladım yüzbaşım dikkat ederim." "Yüzbaşım bu çantada ne var?" "Dağlık bir bölgeye göreve gidiyoruz. Başımıza her türlü olay gelebilir. Atıştırmalıklar, cephane ve halatlar var. Benim görev çantam işte. Susarsanız suda var." Biran'ın aklına bir şey gelmişti. "Yüzbaşım ben pazarda satılarken görmüştüm burada kangal otu yetişiyor onu toplayabiliriz." "Tamamdır ot işini halledip yola koyulalım. Doruk çantayı yere bırak içinden bazı şeyler almam gerekiyor." Çantayı yere bırakınca içinden su, bant ve poşet aldım. Sonra telefonum çaldı. Burda çekiyor muydu? "Burda telefon çekiyormuymuş?" "Demekki çekiyormuş yüzbaşı. Sessize alsanız iyi olacak yoksa kendimizi ele veririz." "Konuştuktan sonra sessize alırım." Telefonu cebimden çıkardım. Arayan Tibet'ti. "Efendim." Üsteğmen can kulağıyla telefon konuşmamı dinliyordu. Telefonun sesini açtım. Buna şaşırdı ama bozuntuya vermedi. "Köz Biber ne yaptın? Bir sorun var mı?" "Sorun yok şimdi dağlık bölgeye geçeceğim telefon çekmezse merak etme. Sen ne yaptın?" "Çeteyi yakaladık biz. Sandığımdan kolay oldu. Ekip aracıyla onları gönderdim. Ben buradayım ilçede. Sen bana konumu gönder yanına geleceğim." "Tibet yanıma gelmen sorun olmasın?" "Yok sorun olmaz. Emniyet müdürü ile konuştum ben. Hatta ekstra ekipte gönderdi." "Tamam şöyle yapalım ben sana konumu atayım gel ama dikkatli olun ormanın bitimine kadar araç ile gelin gerisi dağlık bölge zaten. Telefonu kapatınca da sessize alacağım bilgin olsun." "Tamam Köz Biber dikkatli ol." Telefonu kapatıp çelik yeleğin altına yerleştirdim. "Albay bu duruma çok sinirlenecek." "Kaç kişi olduklarını bilmiyoruz. Her şeye hazırlıklı olmamız gerek. Tibet şuan zaten ilçede ekstra çağrılma gibi bir durum söz konusu değil. Albay eğer görevde başarılı olursak bir sorun çıkarmaz." "Ya başarılı olmazsak?" "Denemeden bilemeyiz o yüzden hadi başlıyoruz." Yola koyulduk. Umarım zorluk çıkmadan hallederdik. Ormanın içinden Biran'ın bahsettiği ottan topladık. Ormanın dağlık bölgeye açılan kısmına yaklaşınca Çağın bir şeyi fark etmiş gibi bizi eliyle durdurdu. "Yüzbaşım araçlar burda." Gösterdiği yöne baktık. Araçları otlar ile gizlemişlerdi. "Çok zekiler dikkatli bakılmayınca anlaşılmıyor. Bu işimizi kolaylaştırdı Çağın dikkatin için teşekkür ederim." "Yüzbaşı, iki kişi sağ tarafından iki kişide sol tarafından olacak şekilde ilerleyelim. Direk arkandan ilerlememiz herhangi bir tehlikede müdahale etme süremizi etkiler." "Haklısın üsteğmen öyle yapalım. Şimdi ben açık alana çıkacağım sizler hemen çıkmayın. Araçlar burada olduğuna göre pusuya yatma ihtimalleri yüksek." "Dikkatli ol yüzbaşı." "Sizde dikkatli olun üsteğmen." Ağacın arkasından çıkıp normal yola geçtim. İnandırıcı olması için yerleri inceleye inceleye ilerlemeye başladım. Daha da inandırıcı olması adına türküde mırıldandım. Dağlık bölgeye doğru yürüdüm. Arkama asla dönmedim. Ben artık zaten Allah'a emanet bir yola çıkmıştım onları riske atamazdım. Yaklaşık on dakika yürüdükten sonra kafamda hissettiğim sertlikle durdum. "Kimsin sen! Ne işin var burada?" "Abi ben kayboldum ya. Bak şimdi ormana girdim kangal otu toplamaya başladım. Annem dediki o otu krem yapıp yüzüme sürersem güzelleşirmişim. Taliplerim çoğalırmış. Bende saf garibim inandım geldim buralara. Sonra kaybolmayayım mı?" "Kaybolma." Hadi be şansa bak safı denk geldi. "Vallahi kayboldum. Dedim biraz yükseğe çıkayım belki yolu bulurum. Sonra sen kafama silah tuttun. Gencecik yaşımda öleyim mi ben abi. Daha evlenmeden kocam dul mu kalsın?" "Yok ölme. Kocan dul kalmasın. Kim öldürüyor seni?" "Ee sen kafama silah tutuyorsun. Ya sen vuracaksın öleceğim ya da kalp krizinden öleceğim. Ah ah benim gencecik kocam! Arkamdan nasıl yas tutacak." Sitem yakmaya başladım. Bunun üzerine silahı indirdi. Etkili olmuştu. "Tamam korkma indirdim silahı. Yürü seni büyük abiye götüreceğim." "Yakışıklı mı büyük abi?" "Ne yapacaksın bacım." "Belki kısmetimdir öyle söyleme. Dur hatta ben yüzüme bir şeyler süreyim güzel olayım." Cebimden bıçağı alıp karnına sapladım. Eş zamanlı olarak ağzını kapattım. Yere düştü. Cebimden bandı çıkarıp ağzına yapıştırdım. "Sen burada biraz dinlen ben yine geleceğim." Debelendi ama buna müsaade etmeden elini bantla sardım. Nolur ne olmaz diye ayaklarınada sardım. Yoluma devam ettim. Adam ileriyi işaret etmişti. Örgüt orda olmalıydı. Dağlık bölgenin diğer tarafına geçtim. Önüme bir adam daha çıktı. "Kimsin lan sen?" "Dur bi düşüneyim. A buldum ben arıyım. Çiçeklerden bal alacağım. Babam dediki arılar bal yapmak için çiçekle beslenirler. Duyduğuma göre en güzel çiçekler burada yetişiyormuş. Hiç durmadım koştum geldim." "Sen ne saçmalıyorsun!" Sinirlenmişti. Deli gibi davranmaya devam etmeliydim. "Öyle söyleme üzülürüm. Biliyor musun benim kovanım var tahtadan yaptım. Geceleri kalmama babam izin vermiyor. Sen ona kızar mısın?" "Akıllısı bizi bulmazki zaten. Düş önüme gidiyoruz." "Nereye gidiyoruz çiçek toplamaya mı?" "He he ondan yürü geç önüme! Allah'ın delisi!" Burdan sonrasında ne kadar adam olduğunu bilmediğim için yanlış bir hareket yapmadım. Onun söylediği yöne ilerledim. Biraz ilerleyince biri daha geldi. "Bunu nerden buldun oğlum?" "Delinin biri belli ki yolunu kaybetmiş. Ben arıyım çiçek toplamaya geldim diyip duruyor." "Abiye götür belki işimize yarar yemek felan yapar." Ah ben senin yüzüne tükürsem ne mutlu olurum. Adam tekrar gitti. Diğeri ise tüfeği belime değdirmek için hareket yapınca öne atıldım. Eğer tüfek belime değseydi işim bitmişti. "Noldu neden öne gittin sen?" "Tikim var be abi yapma. Arıyız diye tikimiz yok mu sandın." "Çok konuşuyorsun yürü devam et." İlerledim. Yaklaşık on dakika sonra durdu. Dikkat çekmeden etrafı inceledim. Burda kimse yoktu ki. Neden buraya gelmiştik. "Sen burda bekle eğer gidersen seni vururum." Önüme geçip ilerledi. Sonra durdu. Az ötede yaslı olan dalları kenara atmaya başladı. Bu nasıl mümkün olurdu. Adamlar resmen dağın içine bir alan yapmışlardı. Köstebekten farkları yok bunların. Dışarı biri çıktı. Beni işaret ederek bir şeyler konuşmaya başladılar. Karşısındaki onu onaylayınca yanıma geri geldi. "Yürü abi seni bekliyor." "Beni arıların kovanına mı götürüyorsun?" "Sus artık yeter!" Bana kızınca ağlamış gibi yapmaya başladım. Herkesin dışarı çıkması içinde bu yöntem iyi olacaktı. "Abi ben daha çocuk arıyım bana neden bağırıyorsun." Daha şiddetli ağlamaya başladım. Göz ucuyla ileriye baktım. İşe yaramıştı adamlar tek tek çıkıyorlardı. "Bu neden ağlıyor lan! Biri şunu sustursun!" "Delinin teki abi dağlık bölgedeydi. Sorun olmasın diye getirdim. Ne bileyim böyle yapacağını." "Deli olduğunu nereden biliyorsun lan!" "Abi akıllı yanı mı var şunun. Resmen kendini arı sanıyor. Ona bağırdım diye ağlamaya başladı." Sen çok zekisin Allah'ın pisliği. O abi dediği adama olayı anlatırken etrafa göz gezdirdim. Sonra Altaner'i ve Çağın'ı gördüm. Demek ki onlar dağlık bölgenin diğer tarafından gelmişlerdi. Elimi şıklattım. "Sen kime ne yapıyorsun lan!" Bak işte bu kötü oldu. "Eşek arısı gördüm. Sen gördün mü? Bak orda." Dedim ve ileriyi işaret ettim. Oraya dönünce bacağına tekmeyi bastım. Bu hareketimle bizimkiler gizlendiği yerden çıktılar. Yanımdaki adamın silahını alıp kendime siper yaptım. "Tekme attığım kişiye abi diyorlar. Onu canlı istiyorum." Diye bağırdım. "Emredersiniz yüzbaşım." "Bu kadar mısınız yüzbaşı başka kimse yok mu?" "Bizi yolda unuttular tatlım!" Tibet'ler gelmişti. Ona bakıp göz kırptım. Sayımız artınca karşı çıkamayacaklarını anladılar ve teslim oldular. "Doruk çantayı bana getir." "Nasıl isterseniz yüzbaşım." Çantayı getirdi. İçini açıp plastik kilit kelepçeleri çıkardım. "Bunlarla bağlayın ellerini." "Yüzbaşım bizi şaşırtmaya devam ediyorsun." Bunu söyleyen Çağına baktım. "Valla Köz Biber bir şeyi yanında taşıyorsa o muhakkak lazım olur." "Herkesin içinde de Köz Biber demessin be Tibet." Sitemim üzerine Tibet kahkaha attı. "Tamam tamam demiyorum yüzbaşım." "Sen emniyet müdürünü nasıl ikna ettin?" "Sizinle iş birliği yaparsak emniyet müdürü olarak adı duyulacak. Herkes çıkarına göre ilerler." Altaner söze atıldı: "yüzbaşı biz albaydan destek isteye bilirdik" dedi. "Evet bunu yapabilirdik ama iş işten geçtikten sonra ne anlamı kalırdı. Bak biz beş kişi buraya geldik. Onlar yirmi kişiler. Askerlerimi riske atamazdım. Hem bak görevde başarılı olduk. Eminim albay bu konuda planı kendisinin yaptığını öne sürerek taktirleri toplayacaktır." "O konuda haklısın bir şey diyemeyeceğim." Adamları bir araya getirip ilerlemeye başladık. "Yüzbaşı!" Üsteğmen bir anda üzerime atıldı. Sonra silah sesi duyuldu. Artık gözlerimiz birbirine esir olmuştu.
|
0% |