Yeni Üyelik
27.
Bölüm

Kıskıvrak

@semaabakar

Bu durumdan hemen kurtulmam lazımdı.

"Bana geleceğini biliyordum güzelim."

"Neden? Ölmeyi çok mu istiyorsun şerefsiz?"

"Kafana silah dayamışım halen laf ediyorsun! Böyle olmuyor güzelim." Ağzını burnunu dağıtacağım.

"Sence ben senin gibi bir şerefsizden korkar mıyım?"

"Korkmaz mısın?" Bacağına tekmeyi vurdum. Acı içinde inledi. Dün kurşun yediği yere vurmuştum. "Hepsini öldürürün lan!" Hızla askerlerime silah doğrulttular.

"Sakın! Sakın askerlerime dokunma duydun mu beni sakın!" Kahkaha attı. Silahı ile belimden ileriye itekledi.

"Ne yaparsın güzelim." Benimle resmen alay ediyordu. Öfkeme hakim olmalıydım. Canımdan can gidiyor olsada onlara zarar gelmesine izin vermemeliyim.

Benim askerime silah doğrultmasının bedelini ağır ödetecektim. Önce Tibet'im şimdi ise askerlerim, bu affedilir şey değildi.

"Kırarım! Onlara dokunan ellerini on iki yerinden kırarım!" Parmağımı ona doğru salladım.

"Ah ah! Güzelim yapamayacağın vaatlerde bulunuyorsun." Parmağıma dokunmak isteyince hızla çektim. Elim cebimdeki bıçağa değdi. Yerimde dönüp bıçağı aldım ve direk karnına sapladım. Bıçağım dünküne nazaran daha büyüktü. Merakından ne yaptığımı anlamamıştı. Sendeleyip ayakta duramadığı için düştü. Acı içinde yerde kıvranırken Doruk'lar geldi. Diğer ikisini de mağlup ettiler. Onları Altaner göndermiş olmalıydı.

Yanına yaklaşıp eğildim. Önce yüzüne tükürdüm. "Bak geldim!" Sağ elini tutup kırdım. Bu kadar cani biri değildim. Lakin söz konusu benim askerimse dünyayı yakardım. Söz konusu benim sevdiğimse onu öldürürdüm.Yardım çığlıkları atıyordu. Umrumda dahi değildi.

"Yüzbaşım dur!" Doruk'un uyarısını umursamadan tam on iki yerinden elini kırdım. Sonra kolunu yere fırlattım. Ayağa kalkıp bacağına da tepmeyi bastım.

"Yapamayacağım vaatlerde bulunmam. Sakın bir daha benim askerlerime el süreyim deme! Her an seni öldürebilirim bunu unutma!" Askerlerimin yanına gidip ellerini çözdüm. "Tek kelime edeni burada şınava tabi tutarım!" Onları uyardım. Kimsenin tek kelime etmeye niyeti de yoktu. Metruk binanın etrafını dolanıp araca bindim. Askerler de gelince karargaha döndük. Sonradan gelen askerler gerisini hallederdi.

Binbaşı yanıma öfke dolu gözlerle geldi.

"Yüzbaşı sen kimden emir aldın!" Sinirimi ondan çıkartacaktım. İstediği de zaten buydu.

"Kendimden! Bak binbaşı sinirliyim benden uzak dur. Rütben benden büyük diye her şeyi sen biliyor değilsin. Seni uyarıyorum haddin olmayana da karışmaya başladın. Eğer bugün orada bir askerim ölseydi bende seni öldürürdüm binbaşı. Kork benden duydun mu kork!" Konuşmasına izin vermeden odama girdim. Öfkem dinmiyordu. Nasıl böyle bir hata yaparlardı. Binbaşı buna nasıl göz yumardı. Resmen ölüme gitmelerine izin verdi. O kadar uyarıma rağmen beni es geçti. Tüm masayı yere savurdum. Sakin kalmam gerekiyordu lakin olmuyordu.

Kapı açıldı ve içeri Altaner girdi.

"Yüzbaşı karım biraz sakin mi olsan." Geçip sandalyeye oturdu.

"Ne yaptığını görmedin mi ya! Benim askerlerimi bile bile o it herife yem ediyordu. O kadar uyarmama rağmen beni es geçti."

"Emin ol gereken uyarıyı alacaktır. Sen sakin kal. Rütbene zarar gelmesine izin verme. Herkes her şeyi biliyor." Çok net konuşmuştu.

"Umrumda olan tek şey Tibet o iyi olsun yeter. Emin ol şuan rütbem gözümde yok. Ayrıca sana teşekkür ederim." Soran gözlerle bana baktı.

"Ne için yüzbaşı karım?"

"Doruk'ları gönderdiğin için."

"Seni yalnız bırakacak değildim. Hem onlar senin birliğin sen neredeysen onlar orada olacaklar." Yerime geçip oturdum. "Adamın elini on iki yerinden kırmışsın. Senden tırsmadım değil."

"Ne yapabilirsin dedi bende yapacaklarımı gösterdim. Onun yüzünden benim kardeşim hastanede ölümle burun buruna. Daha fazlasını yapmayı o kadar çok isterdim ki! Örgüt üyesi olduğu için elim kolum bağlı."

"Merak etme yıllarını hapiste çürümekle geçirecek." Aklıma pansumanı geldi.

"Pansumanlarını yaptırdın mı?"

"Hayır yaptırmadım. Şimdi seninle hastaneye gideceğiz ve yapılacak."

"Bu kadar dolaşman doğru değil. Bacağın kırık alçıda ama senin umrunda değil." Biraz kızmaktan bir şey kaybetmezdik.

"Çünkü umrumda olan başka şeyler var."

"Ne gibi?" Gözlerimi kısarak sormuştum bunu.

"Senin gibi. Yüzündeki gülüşü özlüyorum."

"Bende Tibet'imi özlüyorum."

"O iyi olacak merak etme kahve gözlüm." Kalkıp yere dağıttığım kalem ve kağıtları topladım.

"Hadi artık gidelim pansumanını yenileyelim sonra da Tibet'ime gideceğim."

Karargahtan sonra hastaneye gelmiş pansumanı yeniletmiştik. Tibet'in odasının önüne geldim. Sadece dedem vardı.

"Gel kızım. Babaannen namaz kılmaya gitti."

"Bu haksızlık dede! O benim kardeşim! Ben onun kötülüğünü neden isteyeyim! Bunca yıl peşinde koşup durdum! O benim her şeyim! Onu görmeme engel olmaz! Uğursuz olmak benim suçum değildi!" Gözyaşlarım benden habersiz akmaya başlamıştı.

"Özür dilerim Algın'ım üzüntüm yüzünden senide kırıp döktüm." Gözlerine baktım. Geldiğini fark etmemiştim.

"Bunca zaman annesi bendim babaanne! Eline diken battı ben ağladım! Gece ateşine ben baktım! Onu ben büyüttüm! Daha dokuz yaşındaydım anne olduğumda! Kalbimi çok kırdın!" Yanıma gelip gözyaşlarımı sildi.

"Özür dilerim kızım. Ben bir oğlumu daha kaybetmekten korktum. Hiç ister miyim seni kırmak. Özür dilerim Algın'ım. Lütfen babaanneni affet." Sarıldı. Söyleyebileceğim herhangi bir şey yoktu.

"Algın." Altaner'e baktım. Bir sorun vardı.

"Sorun ne?"

"Kurul toplanmış. Binbaşı senden şikayetçi olmuş. Operasyona zarar verdiğini onu tehtit ettiğini söylemiş."

"Algın'ım neden sakin hareket etmiyorsun. Tibet'imiz iyi olacak merak etme."

"Ben kardeşime zarar veren adamı yakaladım ya gerisi umrumda değil. Kardeşimin yanına girdikten sonra gideriz"

"Tamam kahve gözlüm." Üzerime steril kıyafetler giyip Tibet'in yanına girdim.

"Tibet bak ben geldim. Sana bunu yapan adamın elini on iki yerinden kırdım. Hatırlıyor musun? Sen on iki yaşında iken merdivenlerden düşmüştün. O günden beri totemim halen devam ediyor. Eğer iyileşirsen on iki hayatımın her yerinde olacaktı. Şimdi de iyileşirsen yirmi beş benim için her zaman anlam ifade edecek." Elini öptüm. "Beni bırakma olur mu? Sen gidersen ben nefes almayı bırakırım. Sen benim nefesimsin." Tekrar elini öptüm. "Şimdi gidiyorum yine geleceğim. Ama burada uzun kalma olur mu?"

Tibet'i gördükten sonra tekrar karargaha döndük. Yolda Altaner'in yardımı ile akşam mesajlarımıza baktım. Kendi yazdığı mesajları geri silmişti. Resmen kendi kendime konuşmuş gibi göstermişti. Uygulama bulup silinen mesajları geri getirdik. Bir tek kendini zeki sanıyordu. Arabayı otoparka bıraktım.

"Sakin ol tamam mı yüzbaşı karım."

"Tamam üsteğmen kocam." Sakin olmam için elimi tuttu. Binaya girdikten sonra toplantı odasının önüne geldik. Kapıyı çalıp birlikte girdik.

"Üsteğmen senin evde dinleniyor olman lazım neden ayaktasın?" Gelde sakin kal.

"Yüzbaşı karımı sana yem edecek değilim." Herkes bıyık altından gülmüştü. Bunu çok rahat anlamıştım.

"Geçip oturun." Albayın ikazı üzerine boş yere oturduk. "Yüzbaşı hakkında şikayet aldım. Bu durum hiç hoşuma gitmedi." Binbaşının gözlerine baktım. Kararlıydı vazgeçmeyecekti.

"Evet albayım olmuş bir şeyler. Sizi dinliyorum."

"Binbaşı onu öldürmekle tehtit ettiğini söyledi. Bunu neden yaptın?" Önce ona sonra da bana baktı.

"Kanıtı var mı?" Ellerimi masanın üzerinde birleştirdim.

"Yalan söylüyor albayım! Öldürmekle tehtit etti." Yüzüne odaklandım. Kendini ele veriyordu.

"Ben yapmadım demedim. Kanıtın var mı dedim." Anlık olarak sinsi bir gülüş peydah oldu dudaklarından

"Yüzbaşı haklı kanıtın var mı binbaşı?" Telefonunu masanın üzerine çıkardı. Sırf hırsları yüzünden kendini yakacaktı.

"Akşam-"

"Albayım biz bu konuyu binbaşı ile aramızda halledebiliriz." Konuşmasına fırsat vermemiştim. Ne yaptığımı anlamaya çalışınca telefonumu işaret ettim. Susmak zorunda kaldı.

"Tamam siz o konuyu halledin. Yüzbaşı yakaladığımız adam sayesinde yeni bir örgüt üyesinin mekanını öğrendik."

"Adamın elini on iki yerinden kırınca korkmuş olmalı." Bunu söyleyen Doruk'tu.

"Yüzbaşı karımın tersi pistir."

"Albayım siz zamanı ve mekanı söyleyin ona göre hareket edelim."

"Binbaşı ile birlikte hareket etmenizi istiyorum. Planı bugün yaparsınız. Üsteğmen sende evine git! Şu haline bak!" Gülmemek için kendimi zor tuttum.

"Söz geçiremiyorum albayım."

"Yüzbaşı karım demesini biliyorsun üsteğmen. Sözlerine itimat edeceksin. Yoksa iznini iptal eder seni dağa göreve gönderirim."

"Emredersiniz albayım."

"Ben şimdi gidiyorum sizde planı hazırlayın." Albay odadan çıktı.

"Ne sandın beni şikayet ederek bir yerlere varacağını mı? Mesajların hepsini geri aldık. Dua et bugün insaflı günümdeydim eğer seni uyarmama rağmen bu hatayı yaptığını albay bilseydi neler olacağını çok iyi biliyorsun."

"Bunu neden yaptın?" Ciddi olup olmadığımı sorguluyordu.

"Birileri kötü olduğu zaman mutlu olmuyorum binbaşı." Bir müddet düşündü.

"Hatam için özür dilerim." Böyle bir hamle hiç birimiz beklemiyorduk. "Plan için haritaları getireyim halledelim." Ayağa kalktı.

"Bahsi geçen yer uzak değilse bugün operasyonu yapalım."

"Operasyonu bugün halledemeyiz yüzbaşı. Bir hafta sonra halledeceğiz. Generalden emir geldi. Olası bir saldırıdan şüpheleniyor."

"Nasıl bir şüphe?"

"Burası için değil yüzbaşı. Sınır için. Oraya çağrılma ihtimalimiz var. Buralardan geri kaldığın için bilmiyorsun." Bunu çok nazik söylemişti. Daha başka neler görecektim acaba.

"Tamam bilgilendirme için teşekkürler."

Gün içerisinde binbaşı ile planı hazırlamıştık. Generalden haber aldığımız zaman operasyonu başlatacaktır. Bunun biraz uzun sürmesi olsaydı.

Altaner'i teyzesinin yanına bıraktıktan sonra hastaneye geçtim. İnat etmiş plana dahil olmuştu.

 

 

Loading...
0%