@semaabakar
|
Gülümseyip yoluma devam ettim. "Bu hayır mı demekti?" "Onuda sen bul üsteğmen." Binadan çıktım. Bakışlar insanı ele verirdi. Bana karşı değişen bakışları onu zaten ele vermişti. "Abla sen- lan yoksa benden habersiz!" "Tibet arabaya geç!" "Tamam geçiyorum." Arabaya bindi. Arkasından bende bindim. "Bana yok diyordun! Şuna bak adamın ağzı kulaklarına geçmiş!" "Tibet ablacım sür şu arabayı!" "Tamam be sürüyorum. Bir mutluluğumuzu yaşatmadın." "Sen nasıl anladın?" "Valla abla sadece ben değil herkes anladı bence." "Açık sözlü bir insan. Düşüncelerini içinde tutmuyor. Sonuç ne olursa olsun göze alabiliyor ama ben böyle değilim." "Abla bunca yıl eğitim hayatın ve benimle ilgilendin. Artık kendi duygularına tercüman olmalısın." "Bu ne demek?" "Aynı izleri taşıyor olmanız sizi daha çok yakınlaştırdı kabul et bunu. Ben eğer ona bir fırsat verirsen buna engel olmam. Aksine çok mutlu olurum abla." "Peki ya ben mutlu olmazsam? Daha iki gün önce tanıştığım birine nasıl fırsat vereyim." "Tamam şöyle yap artık ona alıcı gözle bak." "Alıcı göz?" "Evet abla ben sevgililerimi öyle seçiyorum. Şöyle bir inceliyorum sonra diyorum bu olur." "Ablacım senin kaç tane sevgilin var?" "Şuan boşta olduğuma bakma abla. Kızlar beni paylaşamıyor." "Bak sen bir erkek olarak rahatlıkla bunları söylüyorsun. Peki ya üsteğmen de böyle düşünüyorsa." Gerçeklerin farkına varmıştı. "Haklısın. Bu konuyu kapatsak iyi olacak." Yorucu bir gün olmuştu. Tibet'le birlikte yemeği yedikten sonra uykuya geçtim. Sabah telefonun sesine gözlerimi açtım. Kimdi bu saatte. Telefona zorluklada olsa uzandım. Bu adam beni bu saatte neden arıyordu? "Efendim albay?" "Yüzbaşı çarşıya yakın mısın?" "Evet yakınım albay" "Çarşıda bir dükkâna silahlı saldırı olmuş. Adamlar ne var ne yok toplayıp götürmüşler. Anlayacağın talan etmişler. Bunlar örgüt üyeleri olabilir. Senden oraya intikal etmeni istiyorum." "Emredersiniz albay." Telefonu kapatıp yataktan kalktım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra üzerimi değiştirip evden çıktım. Yaklaşık on dakika sonra bahsi geçen yere geldim. Üsteğmen ve teğmen de buradaydı. "Günaydın yüzbaşı!" "Sizede günaydın üsteğmen. Bir şey bulabildin mi?" "Adamlar örgüt üyelerinden değiller." "Peki neden yağmalama yapmışlar." "Dükkân sahibi ihbarda yalan söylemiş. Bu adamlara yüklü miktarda borcu varmış. Ödemesini istemişler ama yanaşmamış. Sonuç olarak biz kendi paramızı alırız diyerek dükkanı basmışlar." Tam üsteğmene cevap verecekken köşede bizi izleyen birini gördüm. Benim onu gördüğümü anlayınca kaçmaya başladık. "Hey hey! Dur orada." Peşinden koşmaya başladım. "Yüzbaşı dikkatli ol!" Üsteğmenin uyarısını dinlemedim. Yaklaşık beş dakika sonra üsteğmen adamın önünü kesti. Silahımı yerinden çıkarıp ona doğrultum. "Kimsin ve neden bizi izliyordun?" "Senin güzelliğini izliyordum." İşte şimdi naneyi yedin. "Üsteğmen hayır!" Hiç bir işe yaramadı. Adamı yere fırlatıp üzerine çıktı. "Öldürürüm lan seni! Diri diri yakarım seni. Kimse duydun mu hiç kimse benim-" bunu duymaya hazır değildim. "Üsteğmen yeter! Sokağın ortasında yapma! Yürü al adamı gidiyoruz!" Adamı alıp askeri aracın yanına geçtik. Adamı diğer askere verdi. Adam askerime tekme atınca elinden kurtuldu. Bende ona çelme taktım ve yere düşürdüm. Eğilip kaldıracağım sırada nerden çıkardığını anlamdığım bıcağı salladı. Omzumu sıyırıp geçti. "Lan!" Ani tepkimden sonra geri çekildim. Üsteğmen adamın eline ayağıyla vurup bıcağı düşürdü. Yüzüne yumruğu çaktı. Daha sonra asker kelepçeyi taktı. "Yüzbaşı iyi misin?" Omzuma dokununca yüzümü ekşittim. Yerimden doğrulup ayağa kalktım. "İyiyim." "Hastaneye gitsek iyi olacak. Burada işimiz bitti zaten." "Sıyırdı sadece hastaneye gerek yok." "Boşuna inat etme yüzbaşı hastaneye gidiyoruz." "Sesin inat!" Sert çıkıştım. "Tamam benim inat. Hadi bin arabaya gidelim." Bu kadar ılımlı olmak zorunda mıydı? Arabaya bindim. Torpidodan mendil çıkardı. "Hastaneye gidene kadar idare etmesi için bu mendili saralım." "Gerek yok." Bana yaklaşıp mendili sarmaya kalkıştı. Sinirlenip hızla yüzümü ona döndüm. Sonra kafalarımız birbirine çarptı. Eliyle yüzümü tuttu. "Bu kadar öfke bünyeye zarar yüzbaşı." Yüzümü elinden çekip dışarıya döndüm. "Bu öfkene bir çare bulsam iyi olacak. Yoksa sen benide döversin." "Anlamadım." Anlamamış gibi yaptım. "Bir şey yok." Telefonum çaldı. "Efendim ablacım." "Abla neredesin sen?" "Göreve geldim ablacım. Sen uyuyordun. Yatağının baş ucuna not bırakmıştım görmedin mi?" "Yok abla fark etmedim. Korktum sana bir şey oldu diye." "Yok ablacım, sorun yok ben iyiyim şimdi karargaha geçiyorum. Akşam görüşürüz." "Görüşürüz abla." Telefonu kapattı. Telefonu ceketimin cebine bıraktım. "Neden ona gerçekleri söylemedin?" "Gereksiz yere endişelenecek. Buna gerek yok." "Akşam mı söyleyeceksin?" "Hayır hiç bir zaman söylemeyeceğim. Sadece sıyırdı." "Bilmek onun hakkı yüzbaşı." Öfke barındıran ses tonuyla "Bilmediğin şeyler hakkında yorumda bulunma üsteğmen!" Dedim. Hiç bir şey söylemeden yola döndü. Hadi ama buna kırılmış olamaz! Hastaneye gelince arabadan inip acile girdim. Üsteğmeni beklemedim. "Ne bu acelen yüzbaşı?" "Karargaha geç kalacağız. Şunu halledip çıkalım üsteğmen." "Ben albaya bilgi veririm sen pansumanı yaptır." Dedi ve gitti. Cidden kırılmıştı. Girişimi yaptırdıktan sonra sedyeye geçip oturdum. "Çok geçmiş olsun. Ben hemen halledeceğim. Lütfen ceketinizi çıkarın." Dediğini yapıp ceketimi çıkardım. Üzerim hep kan olmuştu. Hemşire yarayı temizledi. Doktorda inceledi. "Maalesef yara derin olduğu için dikiş atmam gerekiyor." "Dikiş şart mı?" "Evet şart. Diğer türlü yaranız kapanmaz ve mikrop kapar." "Ne kadar sürer?" "Siz yüzbaşına bakmayın doktor bey dikiş atmaya başlayın." Yanıma geçip oturdu. "Albay ile görüştüm. Şuanlık bir sorun yokmuş hastaneden sonra gelirsiniz dedi." "İyi peki." Ağrıdan artık kolum uyuşmuştu. Dikiş attığını hisetmemiştim. "Nasıl bu kadar dayanıklı olabiliyorsun?" "Alıştım artık üsteğmen." "Alıştım derken?" "Ankara'da görev yaparken üç kere bıçaklandım." "Bir görevde mi?" "Hayır ayrı ayrı görevlerde. Ve bir çok kesik izlerim var." Diğer kolumu gösterdim. " Bak biri de burada. Rütbem düşük olduğu için albay gelen kapkaç ihparlarına hep beni yönlendirdi." "Rütben yeni değişmişti değil mi?" "Buraya gelmeden bir ay önce. Zaten yıllardır ekstra eğitimler alıyordum. Albay başarılarımı sürekli ört pas ettiği için yol kat edemedim." "Peki sonra ne oldu?" "Albayı ölümden kurtardım. Sonucunda da terfi alıp sürgün yedim." "Burayı sürgün olarak mı görüyorsun?" "Hayır ben değil albay sürgün olarak görüyor. Ben vatanımı koruduğum sürece her yere razıyım." Sanırım doktor son dikişi atıyordu. Canım yandı. "Ah!" "Yüzbaşı iyi misin?" "Kusura bakmayın yüzbaşım." Gözüm elime takıldı. Üsteğmen elimi tutmuştu. Hızla çektim. "İyiyim sorun yok!" "Pansumanınıda yapalım bitiyor yüzbaşım. Lütfen her gün pansuman yapmayı unutmayın." "Tamam doktor." "Pansumanda bitti. Size antibiyotik ilaçlar ve ağrı kesici yazdım. Kullanmayı unutmayın." "Teşekkür ederim." Ayaklanıp ceketi aldım. "Önce evine uğrayalım istersen." "Gerek yok karargahta yedek üniformam var." "Peki o zaman karargaha gidiyoruz." "Evet." "Keşke bana da evet desen." Sitem etmişti. "Seni duyabiliyorum." "Zaten duy diye söyledim. Gizlim saklım olmaz." "Fazla açık sözlüsün üsteğmen." "Konu sen olduğun içindir." "Karargaha geç kalacağız hızlı ol!" "Görevde olduğu gibi konuyu değiştirmede de çok başarılısın yüzbaşı." Cevap vermedim. "Zaman işliyor yüzbaşı elbet kabul edeceksin." Özgüveni yüksek bir insandı. Arabaya binip karargaha doğru yol aldık. "Yalnızlar rıhtımı boş Ne gelen var ne giden Büyük odunu köz ettin bulutlarda, Ne rüzgâr estin ne de yağmur yağdın
Yalnızlar rıhtımı boş Bir kaç yudum kahve içiyorum Yalnız bir fincan Bünyesinde közleri barındıran
Denizi dalgalandıran yok Haliyle beni soran da yok Yalnız bir kahve Yalnızlar rıhtımında, yalnız bir kahve." Üsteğmene bakakaldım. "Bu şiir?" Şaşkınlığımı üzerimden atamadım. "Kış Papatyası kitabından alıntı." "Şiir seviyorsun." "Sadece şiiri değil!" Bunu imalı bir ses tonunda söylemişti. Öksürük tuttu. "İyi misin?" Gülmeye başladı. Bu kadar etkilenecek ne vardı sanki! "Gülme üsteğmen!" Sert çıkıştım. "Tamam gülmüyorum yüzbaşım." "Bak halen gülüyorsun!" "Hayır gülmüyorum sana öyle gelmiş yüzbaşım." Karargaha gelmiştik. Hızla araçtan inip binaya girdim. Ardından ise odama geçtim. Üzerimdeki kanlı kıyafetlerden kurtuldum. Masamdaki evrakları alıp albayın odasına gitmek için odamdan ayrıldım. Kapıyı iki kere tıklatıp girdim. "Albayım müsait misiniz?" "Evet yüzbaşı gel içeri otur. Geçmiş olsun yüzbaşı." "Teşekkür ederim albay. Küçük bir sıyrık sorun yok." "O halde yarın ki göreve gidebileceksin." "Evet albayım gideceğim." "Gerekli mühimmatlar hazırlandı. Araçlarda hazır. Erzak işinide hallettik. Görev ne kadar sürecek bilmediğimiz için ekstra bir araç daha hazırladık." "Tamam albayım." "Yalnız yüzbaşı görevde bir değişiklik yaptık. Birlikler iki ayrı kanattan ilerlemeyecek. Önce bir birlik önden gidecek. Daha sonra diğer birlik ertesi gün yola çıkacak." "Hedef şaşırtma mı yapacaksınız?" "Evet yüzbaşı." "Bu çok tehlikeli. İlk gönderdiğiniz birliğin yakalanma ihtimali çok yüksek. Kaç kişi olduklarını bilmiyoruz albay." "General böyle olmasını istedi yüzbaşı. Önden giden birlik tahmini sayılarını bildirirse daha kolay olur işimiz." "Kimin birliğini göndermeye karar verdiniz?" "Senin birliğini yüzbaşı." "Anladım albay. Benim birliğimde kimler olacak?" "Üsteğmen Altaner Tan, Astsubay Çağın Tire, Astsubay Erna Gören, Teğmen Doruk Kepenk, Astsubay Barin Taze ve Astsubay Semen Tutkun seninle olacak. Astsubay Mehru Güneş, Teğmen Kaan Tüze, Astsubay Ertuğ Yıldırım, Astsubay Zeren Cenk ise binbaşı ile olacak." "Tamam albayım.Yarın görevimin başında olacağım. Başka bir emriniz yoksa hazırlık yapmak için odama geçiyorum." "İyi günler yüzbaşı." "İyi günler albay." Tüm gün yarın ki görev için hazırlıklarla uğraştık. Plan çok saçmaydı. Önden giden birliği bile isteye önlerine yem olarak atıyorlardı. "Arkadaşlar görev için gece saat dörtte çıkacağız. Şimdi hepiniz evlerinize geçip dinlenin. Zorlu bir görev olacak. Şimdiden hepinize başarılar diliyorum. İyi günler." "İyi günler yüzbaşım." Yanlarından ayrıldım. "Yüzbaşı?" Üsteğmen bana seslendi. "Seni dinliyorum üsteğmen." "Kolun nasıl oldu?" "Şuan iyiyim sorun yok." "Lütfen bu sefer benimle gel. Tibet'i buraya kadar yorma." "İyi madem çantamı alıp geliyorum." Şaşırmıştı. "Tibet daha iştedir. Eve geçip üniformamı o görmeden halletmem gerekiyor. Teklifini o yüzden kabul ediyorum. Yanlış anlama!" Çantamı aldıktan sonra tekrar yanına geçtim. Sonrada beni evime bıraktı. Üniformayı makinaya atıp dinlenmek üzere odama geçtim. Tibet'e mesaj atıp alarmı saat ikiye kurdum. Alarmdan bir saat önce uyandım. Sabah kahvaltısı yapamayacağımız için ekmek arası bir şeyler hazırladım. Yol üzerinden de içecek alırdık. Sonra karargaha geçtim. Son kontrolleri yaparken birlik toplandı ve yola koyulduk. "Yüzbaşım siz yine arı mı olacaksınız?" "Yok bu sefer kelebek olacağım Çağın." "Yakışır yüzbaşıma." Ters davranmadım. Bir yola çıkmıştık. Sonumuzun belli olmadığı. "Peki yüzbaşım koca arayacak mısınız?" "Yok bu sefer sana eş bakacağım." "Valla mı yüzbaşım?" "Çağın sınırını zorlama istersen." "Tamam yüzbaşım. Ama bana kız bakacaksanız esmer olsun. Ben öyle seviyorum." "Senin başkasına bakan gözlerini oyarım Çağın!" Anlamaz gözlerle onlara baktım. "Çağın şaka yapıyor Semen. Onun gözü senden başkasını görmez merak etme." Üsteğmen konuya açıklık getirmişti. Aralarında bir şeyler vardı. "Kusura bakma astsubay bilmiyordum." "Yanlış anladınız yüzbaşım. Bizim aramızda bir şey yok." "Fazla naz yapıyorsun Semen. Çağın'ı kaybedeceksin." Üsteğmen bunu bana bakarak söylemişti. Her olaydan kendine pay çıkarmaya çalışıyordu. Umursamadım. Onu tanımadan, onunla bir yola giremezdim. İki saatin sonunda ilçeye indik. "Yüzbaşım kahvaltı için duracak mıyız?" "Bu zaman kaybı Doruk. Ekmek arası bir şeyler ayarladım ben sen yol üzerinde bir marketten içecek alsan yeterli." "Tamam yüzbaşım." "Üsteğmen, tahmini ne kadar yolumuz var?" "Üç saat yüzbaşı." "Yolları ben bilmiyorum. Nasıl olsa yakalanmaya gidiyoruz. En düzgün yol hangisi ondan gidelim. Hiç değilse yol yormasın." "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun yüzbaşı?" "Yedi kişiye karşı bir ordu ile başa çıkmak mümkün mü üsteğmen? Kendimizi kandırmanın ne anlamı var. Ona göre önlemler alacağız. Albaya yerimizi ve ne kadar olduklarını bildirmek için yanımızda telefonu barındırmalıyız." "Arama yaparlarsa telefon gider." "Hayır üsteğmen gitmeyecek. Yedek dört tane eski telefon var bende. Biri şuan ayakkabımın içinde diğeri sargının altında bir diğeride topuzumun içinde. Geriye bir telefon kalıyor. Onuda sana vereceğim. Botun alt tabanında yer açıp oraya bırakacağız." "Valla yüzbaşım sizin zekanız bizle olduktan sonra asla yakalanmayız." "Bazen zeki olmak işe yaramaz Barin." Bıcağı çıkarıp üsteğmene uzattım. "Ayakkabının altına telefon büyüklüğünde yer aç. Daha sonra onu kapatacağız." "Sen ciddisin?" "Başka türlü nasıl saklamayı düşünüyorsun?" "Tamam kabul ediyorum başka şekilde saklayamayız." Dediğimi yapıp ayakkabının altını açtı. Sonra telefonu yerleştirip geri kapattık. Üç saatin sonunda Körkandil dağına geldik. "Çağın buradan gerisini yürüyelim. Mayın olma ihtimali çok yüksek." "Tamam yüzbaşım." Aracı durdurdu. Hepimiz indik. "Her ihtimale karşı hazırlıklı olun. Öncelik kendi canınız. Yol boyunca ilerleyelim. Dağılmak yok bir arada olacağız." "Yüzbaşı yakalandıktan sonra ne olacak?" "Sakin kalın. Size zarar vermelerine izin vermeyin. Gerekiyorsa boyun eğiyormuş gibi yapın. Unutmayın biz buraya görev için gelmedik. Ormanlık alandan çıkan dumanlar için geldik. Farklı cevaplar vermemiz şüpheyi üzerimize çeker." "Tamam yüzbaşım." "Hadi askerlerim yolumuz açık olsun." |
0% |