Yeni Üyelik
32.
Bölüm

Tehlike

@semaabakar

"Sen ayaktaysan kim bayıldı?"

"Çağın manyağı bayıldı. Bu hep böyle rol mü çalacak!" Sinirlenmişti.

"Kaldırsana çocuğu!" Çocuk gibi omuz silkti.

"Banane canım kalsın orada!" Hemşire Çağın'ı kendine getirdi. "Bak oğlum seni öldürürüm! Karı benim çocuk benim sana ne oluyor!" Gözlerini kırpıştırdı. Olmayınca eliyle ovaladı.

"Bir an Semen'im sandım komutanım! Ondan heyecan oldu özür dilerim ya!"

"Kalk lan yerden! Bir daha yanımızda dolanma!"

"Kalbim kırıldı komutanım!" Yüzünü asınca Altaner lafını değiştirdi.

"Hastaneye yanımızda gelme demek istedim hemen kırılma!"

"He tamam o zaman." Çocuk gibi ellerini çırpmıştı.

Hastaneden çıktıktan sonra Tibet'in evine geçtik. En sevdiği kurabiyeyi yapmamı istemişti. Evlerimiz karşılıklı olduğu için ayrı olmayı kolay atlatmıştık.

Tibet geldikten sonra yemeklerimizi yemiş ve eve geçmiştik. Çaya kalmak istemedik çünkü tüm gün çalışıyordu ve Mehru ile akşamları görüşebiliyorlardı.

"Bebeğimiz bir an önce doğsun istiyorum." Kafamı kaldırıp yüzüne baktım.

"Valla kusura bakma öyle bir güce sahip değilim." Dedim ve gülmeye başladım.

"Benimle dalga geçme ya! Zaten Çağın sinirimi bozdu. Baba olan bendim benim bayılmam gerekiyordu, onun değil."

"Çok saf ve güzel bir kalbi var. Semen onu neden oyalıyor anlayamıyorum." Onun için çok üzülmüştüm.

"Üstelik çokta efendi biri, patavatsız olması dışında çok iyi. Bazen ona sinirlensemde çok seviyorum. Semen de çok seviyor sadece ailesinden dolayı korkuyor." Ailesi ne yapıyor olabilirdi ki?

"Nasıl yani?"

"Her aile aynı yapıya sahip olmuyor kahve gözlüm. Bu konularda çok baskı uyguluyorlar. Çağın'ın aileside önce tanışıp zaman geçirsinler istiyor."

"Bundan dolayı da birbirlerinden uzak kalıyorlar." Nedenini anlamıştım.

"Evet kahve gözlüm, Çağın'a kalsa hemen yarın ister ailesinden."

"Umarım kavuşurlar."

"Umarım kahve gözlüm." Sarılıp kendimizi uykuya esir ettik.

 

İsteme Günü

Dedemler ve Gül teyze dün akşam gelmişlerdi. Bugün Mehru'yu ailesinden isteyecektik. Mehru ve ailesi burada yaşıyorlardı. O yüzden her şey çok kolay olmuştu.

"Abla sence bu kravat olmuş mu?" Bahsettiği kravata baktım.

"Biraz koyu almış bu, daha açık bir ton takmalısın."

"Kahve gözlüm yüzükleri nereye bıraktın? Tibet almayı unutur."

"Çantama bıraktım hayatım."

"Algın'ım benim getirdiğim takılar nerede?"

"Onlarda çantamda babaanne."

"Algın kızım cüzdanımı nereye bıraktın?"

"Vestiyerin üzerinde dede."

"Abla benim-"

"Aa! Yeter be alt tarafı bir kız isteyeceğiz ortalığı velveleye verdiniz. Ne arıyorsanız bakıp bulun. Takılar ve hediyeler bende, arabadayım yirmi dakikaya hepiniz aşağıda olun!" Evden çıkıp aşağıya indim ve arabaya bindim. Dün akşamdan bu yana sürekli sürekli beni darlamışlardı.

Dediğim gibi olmuştu yirmi dakikayı geçirmeden hepsi gelmişti.

"Kahve gözlüm sen neden bu kadar agresif oldun söyle bakalım."

"Üzerime çok geliyorsunuz."

"Haklısın, onların heyecanına ver."

"Peki ya sen?"

"Aşkıma ver!"

"Gülme, ben çok ciddiyim. Düğün işi bir an önce hallolsun, bitsin istiyorum. Kendime odaklanamıyorum, işime odaklanamıyorum, en önemlisi bebeğime odaklanamıyorum."

"Mehru'nun ailesi ile konuşacağız her şey önümüzde ki hafta sona erecek merak etme. Hem bizim bebeğimiz bize küsmez. Babası onu çok seviyor. Annesine de canının çektiği her şeyi alıyor."

"Bizim babamız çok beyefendi."

"Algın, seni ne kadar sevdiğimi bir bilsen kaçacak yer ararsın."

"Altaner, sevgin hiç eksilmesin. Ben ömrümün sonuna kadar sevginin çatası altında yaşamak istiyorum."

"En değerli varlığım."

"Abart! Biraz daha abart!"

"Neden hemen romantizmimi bozuyorsun!"

"Çabuk sıkılıyorum gelemem ben öyle şeylere. Beni sevdiğini bilmek yeterli."

"Kelime israfı yapmayayım yani?"

"Evet, çünkü ben gözlerine bakınca her şeyi görüyorum. Kendini bir şeyleri ispatlamak için zorlama olur mu?"

"Olur kahve gözlüm."

Mehru'nun evine geldikten sonra çaylar içilmiş, kahve kısmına geçilmişti. Tibet'i hayatımda ilk defa bu kadar gergin görüyordum. Mehru'nun ailesinden dolayı korkusu vardı.

"Sezer bey sebebi ziyaretimiz belli Allah'ın emri peygamberin kavliyle kızımız Mehru'yu oğlumuz Tibet'e istiyoruz."

"Kızımla konuştum. Görüşünün olumlu yönde olduğunu söyledi. Bizlere onların bu güzel yola çıkmasında destekçi olmak düşer. Allah mesut, bahtiyar etsin." Mehru ve Tibet büyüklerinin ellerini öptüler. Yüzlerinde kocaman bir gülümseme onlara eşlik ediyordu. İşleri yokuşa sürmenin bir anlamı yoktu. Eğer iki kalp seviyorsa gerisi önemsizdi.

Sarılma ve el öpme fastı bitince herkes tekrar yerine oturdu.

"Eğer izniniz olursa önümüzdeki hafta sonu çifte düğün yapmak isteriz."

"Kızım istedikten sonra bana pek laf düşmez bey amca."

"Gerekli tüm hazırlıkları hafta içi halledeceğiz. Kızımız eğer nişan isterse onuda yaparız."

"Yok dede nişan istemiyorum. Sadece kına ve düğün olsa yeterli." Şaşkınlıkla Mehru'ya baktık. Artık utancı kırılmaya başlamıştı.

"Tamam güzel kızım sen nasıl istersen."

Sohbet eşliğinde biraz daha oturmuştuk. Gerekli tüm konular konuşulduktan sonra da oradan ayrılmıştık.

Arabadan indikten sonra telefonum çaldı.

"Efendim binbaşı?"

"Yüzbaşı operasyon yapacağımız köye bilgi sızmış hemen harekete geçmemiz gerekiyor."

"Tamam biz üzerimizi değiştirip hemen geliyoruz." Telefonu kapatıp Altaner'in yanına gittim. "Göreve gidiyoruz, hazırlanmamız gerekiyor."

"Sorun ne?"

"Ben sana yolda anlatacağım."

Hızlı hareketlerle gerekli tüm hazırlıkları yapıp karargaha geçtik. Yolda durumu onada anlatmıştım. Geldiğimizde birlikler hazır olduğu için yola koyulduk. Yolda operasyonu gözden geçirip köyün haritasını inceledik. Umarım oraya ulaştığımızda adamları kaçırmış olmazdık.

Yarım saatin sonunda köye ulaştık.

"Yüzbaşı köyün etrafını sardık. Aldığımız bilgiye göre daha köyden çıkmamışlar."

"O zaman harekete geçmeye başlıyoruz binbaşı."

"Evet yüzbaşı başlıyoruz."

"Dikkatli ol kahve gözlüm." Operasyona giderken bile cilve yapıyor. Akıllanmaz bu adam.

"Ederim." Araçlardan uzaklaşıp köye ilerledik. Bir kaç ev dışında hiçbirinin ışıkları yanmıyordu. Saat daha dokuzdu. Işığı yanmayan evleri tespit etmiştik. Hepsinde yaşayan aileler vardı. "Işıkları kapalı evlerde olma ihtimalleri çok yüksek binbaşı."

"Bu evler daha önce tespit ettiğimiz evler. Haklısın dikkatli bir şekilde evlere dağılıyoruz. Dört ev olduğuna göre her eve üç kişi gidecek." Dağılımı yapıp işe koyulduk. Altaner, yavrumuz Çağın ve ben uzakta olan eve doğru dikkatlice ilerledik.

Eve yaklaştığımızda içlerinden gelen sesleri duyduk.

"Önce etrafına bakıp başka giriş var mı onu tespit edelim."

"Emredersin yüzbaşı karım." Evin etrafını kolaçan ettik. Başka giriş yoktu. Pencerelerde ise korkuluk vardı. Eğer içeride birileri varsa kaçma ihtimalleri yoktu. Biz merdivenleri tırmanmaya başladıktan sonra silah sesi duyuldu. Bizimkiler kendilerini erken ele vermişlerdi. Hızlanıp evin kapısına çıktık. Silahlarımızı hazırlayıp dışarı çıkmalarını bekledik. Çıkan herkesi alt ettikten sonra evin içine girdim. Her yeri kontrol ettim, kimse yoktu. Sonra dışarı çıktım.

"Kimse yok ev temiz."

"Bizde bunları hallettik gel hadi gidelim yüzbaşı karım." Merdivenleri tek tek inmeye başladım. Dört basamak indikten sonra arkamdan itildim. "Algın!" Merdivenlerden aşağıya yuvarlandım.

"Altaner!" Can havliyle çığlık attım. Yanıma gelip çöktü. Çağın ise beni iten adamı vurdu. Nasıl olurda gözümden kaçardı.

"İyi misin kahve gözlüm!" Endişe bizi çepeçevre kuşatmıştı.

"Canım çok yanıyor Altaner! Karnıma çok fena ağrı girdi! Lütfen ona bir şey olmasın lütfen!" Ağlamaya başlamıştım. Hem karnım hem de ayağım ağrıyordu.

"Tamam sen sakin ol! Burada işimiz bitti zaten, bebeğimize bir şey olmasına asla izin vermem." Beni kuçağına alıp arabaya koşturdu. Canım çok yandığı için sızlanıp duruyordum. Arabaya geldiğimizde binbaşı ve Doruk Barin'i güçlükle getirdiler.

"Barin! Barin cevap ver!" Kendi acımı unutup ona odaklandım.

"Noldu ona?"

"Vuruldu! Benim yüzümden vuruldu!"

"Binbaşı siz burayı halledin biz onu hastaneye yetiştireceğiz." Altaner beni arabaya bıraktıktan sonra Çağın ile birlikte Barin'i arabaya bindirdiler. "Ambulansı arayın yolda karşılasınlar."

"Ben aradım yoldalar." Arabayı çalıştırdı.

"Kahve gözlüm iyi misin?" Gözlerimden yaşlar akıyordu ama sesim çıkmıyordu. Elimi karnıma bıraktım. Canım çok fazla yanıyordu. Ayağımda aynı şekilde çok ağrıyordu. "Size bir şey olmasına asla izin vermem. Lütfen ağlama!" Arkaya baktı. "Çağın Barin ne durumda?

"İyi komutanım merak etmeyin!"

"Ne demek iyi?"

"Kolumdan vuruldum ya sorun yok. Binbaşı anca bundan anlar. Az önce ilanı aşk etti. Sakın bozuntuya vermeyin. Hayatımın en güzel gününü yaşıyorum."

"Gerizekalı! Lan burada benim karım can çekiyor sizin düşündüğünüz şeye bak!"

Barin doğrulup bana baktı. "Yüzbaşım siz iyi misiniz?"

"Merdivenlerden aşağıya düştü."

"Ne! Komutanım hızlı sürsene şu arabayı! Bebeğiniz o iyi mi?" O gerçekten iyiydi. Mediha için öyle davranmıştı.

"Bilmiyorum!" Ağlamam şiddetlendi. Karnımdaki ağrıda ona eşdeğer olarak şiddetlendi.

"Az kaldı kahve gözlüm, ne olursun dayan!" Bir bana bir yola bakmaktan boynu tutulacaktı.

On dakika sonra karşımızdan ambulans gelmişti. Barin iyi olduğu için ambulansa ben alınmıştım. Altaner de benim yanımda gelmişti. Tüm testler yapılmış doktoru bekliyorduk. Serum takıldığı için ağrılarım hafiflemişti. Ayağımda da sadece burkulma vardı. Bebeğimizin ne durumda olduğunu bilmiyorduk. Bu yüzden gözümdeki yaş kurumamıştı.

"Ben eminim o iyi, kendini üzme artık kahve gözlüm."

"Gerçekten iyi midir?"

"Evet kahve gözlüm gerçekten."

"Abla! Abla neredesin?" Altaner perdeyi açtı.

"Tibet buradayız." Yanıma gelip elimi tuttu.

"İyi misin abla? Bir yerinde bir şey var mı?"

"Ben iyiyim ama-" devamını söylemedim çünkü doktor gelmişti.

"Algın hanım sizsiniz değil mi?"

"Evet benim."

"Öncelikle geçmiş olsun. Bebeğinizde sizde gayet iyi durumdasınız. Düşmenizden etkilenmemiş. Çok güçlü bir bebek."

"Tıpkı annesi gibi." Altaner'in gözlerinde ki hüzün yerini mutluluğa bırakmıştı.

"Siz yinede bir kaç gün dikkatli olun."

"Tamam teşekkür ederiz."

"Diğer kullandığınız vitamin takviyelerini kesiyorum. Şuan bunlara ihtiyacınız yok. Tekrar geçmiş olsun."

"Teşekkür ederiz."

"Komutanımın çocuğundan da bu beklenirdi!"

"Bağırma lan kulağımın dibinde!"

"Tamam komutanım bağırmıyorum."

"Barin nerede?" Sorumun üzerine perdeyi araladı. Binbaşı ve Barin sarılıyordu. "Kapat şunu Çağın! İnsanların özelini neden dışarıya gösteriyorsun!"

"Özeli mi kaldı yüzbaşım! Gözümün önünde birbilerini öptü bunlar!"

"Ee yuh yani!" Ani çıkışından sonra ağzını kapatmıştı.

"Değil mi Tibet bende öyle söyledim. Bunlarda hiç utanma kalmamış!"

"Uzatmayın! Herkesin kendi yaşantısı. Tibet dedemlere bir şey söylemedin değil mi?"

"Yok abla onlar uyuyordu, evden sessizce çıktım. Ayrıca telaşla anahtarı evde unuttum. Bugün size misafirim."

"Dizinde uyuyacaksam neden olmasın."

"Senin kocan benim, benim dizimde uyuyacaksın."

"Hayır! Ablam benim dizimde uyuyacak." Tibet buna çok sinirlenmişti. Nedenini ikimizde anlamadık.

"Tibet sakin ol sadece şaka yaptım." Kâhkahayı patlattı.

"Sadece siz şaka yapmayı mı akıl edebiliyorsunuz acaba?"

"Çok kötüsün Tibet."

"Olur öyle şeyler çok takılma abla." Mediha ve Barin yanımıza geldiler. Çok iyi oyunculuğu vardı. Durumu bilmesek ölecek derdik.

"Yüzbaşı siz iyi misiniz?"

"Sorun yok iyiyiz." Gözlerim ellerini buldu. El ele tutuşmuşlardı.

"Ulan Barin kaptın gül gibi binbaşımızı!"

"Ağzını burnunu dağıtırsam görürsün! Utandırma benim gülümü!"

"Seni uyarmıştım Barin."

"Tamam gülüm sustum." Dedi ve ağzına gizli bir fermuar çekti.

"Algın hanım serum bitti artık çıkabilirsiniz."

Soluğu sürekli hastanede almaktan çok sıkılmıştım. Bundan sonra kendimi tehlikeye atacak hatalarda bulunmayacak daha dikkatli olacaktım. Sanırım anne olmayı daha çok dikkate almalıydım.

Loading...
0%