@semaabakar
|
Sabah alarm sesine uyandım. Altaner telefona vuruyordu. "Kapansana Allah'ın cezası." Altaner'in telefon ile çebelleşmesine uykulu halimle gülmeye başladım. "Seni uyandırmak istemedim kusura bakma ya." Masumiyet insanı güzelleştiriyordu. Yüzünü okşadım. "İşe gideceğiz Altaner zaten uyanacaktım." Yataktan kalkıp banyoya geçtim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra onun mutfağına geçtim. Dolabı inceleyip kahvaltıyı hazırlamaya başladım. "Seni mutfağımda görmek çok güzel." Sabah sabahta bir insanın ses tonu etkilemez ya! "Senide yardım ederken görmek güzel olacak." "Hemen ediyorum kahve gözlüm." Gömleğinin kollarını katladıktan sonra domates doğramaya başladı. Gülümseyip peyniri doğramaya devam ettim. Kahvaltımızı yapıp evden çıktık. Tibet'te bizimle aynı anda karşı evden çıkmıştı. Bizi iyice süzdü. "O çifte kumrular nereye böyle işe mi?" "Kendin sorup kendin cevapladın ablacım." "Ha öyle olmuş." Yanıma gelip sarıldı. "Bu ne içindi." "Seni seviyorum abla. Bunun için bahaneye gerek yok." Yanağıma bir buse bıraktı. "Bende seni seviyorum bitanem. Kendine dikkat et." "Sende dikkat et abla." Arabasına binip gitti. "Sorun ne?" Altaner anlamaz gözlerle bana baktı. "İlk defa benden ayrı bir gece geçirdi o yüzden duygusal." "Onu senin yetiştirdiğin ne kadar belli. İkiniz de harikasınız. İyi ki karşıma çıktınız." Bu çok hoşuma gitti. "İyi ki sevgilim. Hadi bizde işimize geç kalmayalım." Karargaha geldikten sonra ikimizde kendi odalarımıza geçmiştik. Biriken dosyaları incelemeye başlamıştım. Görev, başka şeyler derken çok dosya birikmişti. Önümdeki dosyalar ile çebelleşirken kapı çaldı. Kafamı kaldırıp gelene baktım. "Sorun ne binbaşı?" "Bir ihbar aldık. Seni rahatsız eden adamı çarşıda görmüşler. Bahsettiğin dövmeler elinde varmış." Yerimden fırladım. Onu bir kere daha elimden kaçıramazdım. Binbaşına baktım. "Teşekkür ederim." Silahımı belime yerleştirdim. Ardından ceketimi aldım. Binbaşı önden çıktı bende arkasından çıkıp kapıyı kilitledim. Bu sırada üsteğmen de odasından çıktı. "İhbarı duydun mu yüzbaşı?" "Evet şimdi ona gidiyorum." Kaşları havalandı. "Tek gitmiyorsun birlikte gidiyoruz." İlerlemeye başladım. Oda benim peşimden geldi. Arabaya binip ihbar aldığımız yere doğru yola çıktık. Bahsedilen yere geldik ama hiç kimse yoktu. Etrafı incelemeye başladım. Burası tam çarşı sayılmazdı. Burası bir parktı. Etrafında bir kaç dükkan vardı. İleride gördüğüm dükkana ilerlemeye başladım. Tam bir adım daha atacakken bomba patladı. Hızla arkamı döndüm. "Altaner!" Gözlerim gördüklerimin doğruluğunu anlamaya çalışıyordu. Yerde kanlar içinde yatan oydu. Koşarak yanına gidip yere çöktüm. "Altaner! Altaner bana cevap ver! Yalvarırım bir şey söyle!" Onu örseledim. Çok kötü durumdaydı. Hiç tepki vermiyordu. "Beni bırakma! Beni bırakamazsın!" "Yüzbaşım!" Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. "Çağın! Çağın ambulansı ara! Çabuk ol!" Bağırışlarım hiç bir işe yaramıyordu. "Lütfen uyan lütfen! Bana, bize bunu yapma! Seni daha yeni buldum kaybedemem!" Nabzına baktım hissedemiyordum. Çağın'a baktım. "O neden hareket etmiyor! Çağın bir şey yap nolur!" Gelip nabzına baktı. "Üsteğmenim güçlüdür ona bir şey olmaz yenge. Bak nabzı da atıyor." Ellerim titrediği için anlamamıştım. Ambulans geldikten sonra hastaneye gitmiştik. İki saattir içerideydi. Hiç kimse bir şey söylemiyordu. Burada durmaktan kafayı yiyeceğim.
Kafamı kaldırınca karidorun sonundan gelen ailemizi gördüm. Onlara geç haber vermiştim. "Algın'ım kızım!" Koşup babaanneme sarıldım. "Babaanne o iyi değil! Hiç bir şey yapamıyorum o iyi değil!" Sakin olamıyordum. Saatlerdir gözümdeki yaş kurumamıştı. "Sakin ol benim güzel kızım. Geçecek o iyi olacak merak etme." Daha çok ağlamaya başladım. "Her şey benim yüzümden oldu! Ben olmasaydım ona bir şey olmayacaktı!" Gül abla gelip kolumu tuttu. "Algın! Sakın bir daha böyle bir şey duymayacağım. Eğer Altaner'im bunu duyarsa çok üzülür." Gül abla bana kızmıştı ama buna rağmen sarıldı. Sonra gözümdeki yaşları sildi. "Benim oğlum güçlüdür. İlk kez böyle bir şey yaşamıyor. Onun yanında sen varsın. Senin için tekrar uyanacak benim oğlum." Geçip sandalyeye oturduk. Daha sonra Tibet'te gelip yanıma oturdu. Başımı omzuna yaslayıp beklemeye başladım. İki saat daha geçmişti ama halen bir haber yoktu. Üzerimdeki kanı kurumuştu ama ondan haber yoktu. Sonra ameliyathanenin kapısı açıldı. Doktorlar çıktı. Hızla kalkıp yanlarına gittik. "Durumu iyi merak etmeyin, ameliyat başarılı geçti. Bacağında ve sırtında kırık ve çatlamalar var. Önümüzde ki on iki saat içinde uyanmasını ön görüyoruz. Hepinize geçmiş olsun." Dedi ve gitti. Derin bir nefes aldım. Yüreğimdeki korku geçmişti. "Benim oğlum güçlüdür demiştim. Annesinin ve babasının öldüğü kazadan bile sağ salim çıkmayı başarmıştı." İçten bir gülümseme peydah oldu dudaklarımdan. Hastane koridorunda ilerlemeye başladım. "Abla nereye?" "Altaner uyandığında gelirim." "Abla tek gitmene izin vermem." Adımlarını yanıma getirip kolumdan tuttu. "Sakın bana karışmaya kalkma Tibet. Kendi meselemi halletmeden bu hastaneye girmeyeceğim. Altaner benim yüzümden acı çekiyor." Elini kolumdan ittim. Ardından yoluma devam ettim. Bugün o adamı dünyayı dar etmeden bana nefes almak haramdı. "Kendine dikkat et abla!" Eve gidip eski telefonumu aldım. Hattı içinden çıkarıp diğer telefona taktım. Ardından telefonu açıp bekledim. Telefon açıldıktan sonra bir sürü mesaj geldi. Hiç birine bakmadan cebime bırakıp evden çıktım. Kendi arabam ile yola çıktım. Üsteğmene suikast düzenlediği yere gittim. Onunla buraya geleceğimi biliyordu. Sırf bu yüzden tuzak kurmuştu. Çevre dükkanların hepsinden güvenlik kameralarını alıp incelemeye koyuldum. İnce detayına kadar her şeyi inceledim. Bir saattir görüntülerde hiç bir şey bulamamıştım. Tam ekranı kapatacakken bir şey fark ettim. Aslında iki kişi vardı. İki ayrı maskeli adam. Birinin ayakkabısı lacivert diğerinin ki siyahtı. Tek kişi olarak hareket etmiyordu. Ya ikizi vardı ya da gerçekten abisi vardı. Kamera görüntülerini alıp karargaha geçtim. Karargahın önünü gösteren kamera kayıtlarını da aldım. İncelerken kuryenin maskesi olmadığını fark ettim. Resmi yakınlaştırıp inceledim. Ayakkabısı diğer görüntüde ki adam ile aynıydı. Sonunda onu bulmuştum. Bilgisayarı kapıp hemen albayın yanına gittim. Kapıyı tıklatıp içeri girdim. "Albayım müsait misiniz?" Önündeki dosyadan kafasını kaldırıp baktı. "Evet yüzbaşı müsaitim de sen burada ne arıyorsun. Üsteğmenin durumu nasıl?" "O iyi uyanmasını bekliyorlar." "Peki sen neden buradasın?" Yanına gidip bilgisayarı açtım. "Aradığımız adamı buldum. Tek kişi değil iki kişiler. Ya gerçekten abisi var ya da ikizi. Resmen birbirlerinin kopyası bunlar." "Sen nasıl anladın?" "Asıl adamın elinde dövme var. Yanında ki adamın yok. Ayrıca ayakkabılarıda farklı." İkinci resmi açtım. "Bu da dün buraya gelen kuryenin resmi. Ayakkabısına dikkat ederseniz ilk resimdekinin ayakkabısı ile aynı." Ekrana yaklaşıp inceledi. "En ince ayrıntısına kadar bakıp bulmuşsun. Seni tebrik ederim Algın. Elimizde eşkalde olduğuna göre düğünde daha temkinli olacağız. Tek sorun üsteğmen. Umarım düğüne kadar durumu iyi olur." "Bacağında ve sırtında kırık ve çatlaklar var. Düğüne katılması sorun olabilir ama üsteğmen çok güçlü. Dört günde kendini toparlayacaktır. Toparlamasa bile düğüne her halükarda katılır o." "Umarım yüzbaşı. Bu resmi netleştirip çoğaltalım. Tüm birlik haberdar olsun. Tekrar karargaha yaklaşması halinde saldırıya geçebilsinler." "Nasıl isterseniz albayım. Ben şimdi üsteğmenin yanına gidiyorum bir isteğiniz var mı?" "Geçmiş olsun dileklerimizi ilet yarın ziyaretine geleceğiz." "Emredersiniz albayım." Karargahtan ayrılıp hastaneye gittim. Üsteğmen odaya alınmıştı. Yerini öğrenip oraya geçtim. Odanın önünde kimse yoktu. Demekki o uyanmıştı. Hemen içeri girdim. "Altaner?" "Gel kızım uyandı." Yanına geçtim. Bana hiç tepki vermiyordu. "Sorun ne?" Onlara dönüp baktım. "Geçici işitme kaybı yaşıyormuş doktorlar öyle söyledi." Bir bu eksikti zaten. Acısının tek sebebi bendim. Altaner'e baktıktan sonra tekrar onlara baktım. "Bizi yalnız bırakır mısınız?" "Tamam kızım biz dışarıdayız bir şey olursa seslen." Beni kırmayıp dışarı çıktılar. Üsteğmenin yanına sandalye çekip oturdum. Daha sonra da onu öptüm. Bu hareketime çok şaşırdı. Bir kez daha öptüm. Sonra da dikkatli olmak kaydı ile ona sarıldım. Ondan ayrılıp kalbinin üzerini öptüm. "Kalbim seni çok seviyorum. Madem duymuyorsun bende hareketlerimle anlatırım." Tıpkı onun gibi anlından öptüm. Onu güldürmeyi başarmıştım. Ardından elini tutup üzerini öptüm. Buna daha çok güldü. "Gülünce gözlerin çok güzel oluyor." Yaklaşıp gözlerini de öptüm. "Seni duymuyorum ama konuşabiliyorum. Seni çok seviyorum kahve gözlüm. Seninde beni sevdiğini biliyorum. Az önce de beni sevdiğini çok güzel gösterdin. Yalnız ben pek anlamadım sen biraz daha mı öpsen?" Güldüm. Fırsatçılık yapıyordu. Nazik olmak şartıyla omzuna vurdum. "Bu fırsatçılık yapma mı demekti?" Gözlerimi kapatıp açarak onu onayladım. "Ama karıcım şimdi ben hastayım ya sende bana bakacaksın ya bu fırsatçılık değil ki!" Gözlerine baktım. Şuan benim yüzümden bu haldeydi ama onun umrunda bile değildi. Gözlerimi ondan kaçırdım. "Nasıl bu kadar düşünceli olabiliyorsun anlamıyorum. Benim yüzümden bu haldeyken bile beni güldürmek için uğraşıyorsun. Sana zarar veriyorum." "Seni anlamıyorum daha sonra sitem edersin. Ben çok susamış olabilirim." Yanağını öpüp kalktım. Masada duran suyu bardağa bırakıp ona verdim. İçti ve "su verenlerin çok olsun kahve gözlüm" dedi. Bardağı aldığım yere bırakıp tekrar yanına oturdum. "Neden durgunsun benim kahve gözlüm?" "Söylesem anlamazsın ki! Beni düşünmeni istemiyorum!" "Yav niye bağırıyorsun kahve gözlüm?" Anlamaz gözlerle bakıyordu. "Ee sen duyuyorsun! Yalan mı söyledin Altaner!" Gözlerini kısıp söylediğimi anlamaya çalıştı. "Anlamadım?" Duymuyordu bir anlık yanlış anlamıştım. Yüz ifademden anlamış olmalıydı. Tibet içeri girdi. "Abla sorun ne? Neden bağırıyorsun?" "Bir anlık öfkeydi." "Sen bugün nereye gittin?" "O adamı buldum." "Nasıl buldun abla?" "Dün karargaha iki kere kurye gelmişti. Kamera kayıtlarını açıp kuryeyi inceledim. Sonra patlamanın olduğu yerdeki dükkanlardan da kamera görüntülerini aldım. Karşılaştırınca ayakkabılarından fark ettim. Ayrıca tek kişi değil. Büyük ihtimalle abisi veya ikizi var." Gözlerini devirdi. "O yüzden bir adamın elinde dövme varken diğerinde yok." Oda kendince olayı anlamlandırmaya çalışıyordu. "Ses tonları çok benziyor. Sadece bana takıntılı olanın ses tonu bir tık tiz." "Peki bundan sonra ne olacak yani planın geri kalanında ne olacak?" "Adamın eşkalini çıkardık. Tüm karargaha olası bir durum için dağıtılacak. Albay düğünde enselemeyi planlıyor." "Planda değişiklik yok yani?" "Evet yok ablacım." "Siz ne konuşuyorsunuz?" Tibet kahkaha attı. "Bu böyle çok iyi oldu ya!" Bacağına vurdum. "Çok ayıp Tibet o senin enişten!" "Tamam abla ne hemen köpürüyorsun!" Tibet'le birlikte odadan çıktım. "Siz eve geçin artık burada daha fazla durup kendinizi yormayın. Ben yanındayım. Bir şey olursa size haber veririm. Tibet ablacım sen onları eve bırak sonrada bir şeyler al gel." Gül abla hemen lafa atıldı. "Ben oğluma çorba yaparım kızım dışarıdan almayın." O bir teyzeden daha fazlasıydı. "Tamam Gül abla sen nasıl istersen öyle yapalım." "Kendine dikkat et kızım." "Sizde babaanne." Hepsini gönderip tekrar Altaner'in yanına geçtim. Benden hemen sonrada doktor içeri girdi. Yanımıza gelip Altaner'i kontrol etmeye başladı. Daha sonra ise kulaklarına hemşireye bir ilaç damlattırdı. "Bu ilaç ne için?" "Kulağında biriken yoğun sesin zararını azaltacak. Bir kaç güne daha iyi duyar." "Peki teşekkürler." Onlar gidince yanına oturdum. Elini tutup avuç içini öptüm. "Sen öpmeye alıştın iyice!" Dedi ve güldü. Kendi sesini duymadığı için bağırdığının farkında değildi. Bu haline güldüm. Elini yüzüme koyup parmağıyla yüzüme baskı yaptı. "Seni seviyorum." "Seni seviyorum." Duymasa bile anlıyordu. |
0% |