@semaabakar
|
Tibet'in cebinden telefonunu çıkarıp ambulansı aradım. Tekrar yanına çöküp onu örseledim. Ardından kafasını dizime bıraktım. "Tibet, hayır duydun mu beni hayır! Eğer şimdi gidersen asla, asla affetmem seni. Duydun mu asla. Mezarına gelmem duydun mu. Sakın! Sakın bırakma beni." Çığlıklarım gökyüzünde vuku buluyordu. Gözlerimden yaşlar değilde csnım akıyordu. "Abla!" Bitkin kısılmış sesini duydum. Yüzünün her yerini öptüm "Söyle bitanem söyle ablasının bir tanesi." Elini elimin üzerine bıraktı. "Seni tek bırakmam. Ben iyiyim korkma. Sil hadi göz yaşlarını." Avuç içini öptüm. "İyisin bitanem iyisin. Yorma kendini. Bırak aksın, gözyaşlarımı bunca zaman sana sakladım." Yanağını öptüm. "Ağlama lütfen. Sen ağladığın zaman acım daha çok artıyor." Gözyaşlarımı sildim. "Ağlamıyorum bitanem. Birazdan ambulans gelecek korkma tamam mı?" "Asıl sen korkma ben iyi olacağım. Anne ve babamız bizi bırakmış olabilir ama ben seni bırakmayacağım." Avuç içini tekrar öptüm. "Sende beni bırakırsan uğursuzun teki olurum." "Sen çok güçlü bir ablasın. Seni çok seviyorum abla." Elleri yere düştü. "Tibet!" Çığlık attım. "Lütfen dayan ablacım lütfen!" "Yüzbaşım neredesiniz?" "Buradayım Çağın!" Elinde fenerle koşarak geldiler. Ambulans görevlileri de yanımıza geldi. "Bir şey oldu ona! Lütfen, lütfen iyi olsun." Nabzına baktılar. "Sakin olun o yaşıyor. Biz gerekeni yapacağız merak etmeyin." Tibet'i sedyeye alıp ambulansa götürdüler. "Yüzbaşım bizimle gelin!" "Hayır kardeşimle gideceğim." Peşlerinden gidip ambulansa bindim. Ben bindikten sonra Tibet'i cihazlara bağladılar ve ambulans hareket etti. Uzanıp elini tuttum. "Söz verdin! Söz verdin gidemezsin!" Bir anda makinelerden ses gelmeye başladı. "Noluyor! Bir şey yapın!" "Nabzı düşüyor hastayı kaybediyoruz!" Kalp masajı yapmaya başladılar. Tibet'in elini daha çok sıktım. "Ben annenim senin gitmene izin vermiyorum! Gidemezsin Tibet! Bunu bana yapamazsın! Ablalık hakkımı helal etmem sana!" Olmuyordu. Kalp masajı işe yaramıyordu. "Maalesef has-" sözü yarıda kesildi çünkü Tibet'in tekrar nabzı atmaya başladı. Bazen insanlar gülerken de ağlardı. Hastaneye geldikten sonra Tibet direk ameliyata alındı. Ameliyathanenin önüne çöktüm. Tüm sevdiklerim benim yüzümden zarar görüyordu. "Algın!" Altaner'i görünce yerimden kalkıp koşarak yanına gittim. Ardından ona sarıldım. Hıçkırarak ağlamaya başladım. "Sakin ol kahve gözlüm o iyi olacak." "Nasıl emin olabiliyorsun! Yolda kalbi durdu! Onu kaybediyorum! Buna dayanamam!" "Tibet seni asla bırakmaz. Sakin ol kahve gözlüm o çok güçlü bunu atlatacak. Hadi silelim gözyaşlarını. Eğer Tibet ağladığını duyarsa çok kızar." "Ben ağladığım için canı daha çok yanıyormuş." "O zaman neden ağlıyorsun kahve gözlüm." "Dayanamıyorum Altaner. Önce sen zarar gördün şimdi de o. Size hep zarar veriyorum." "Öyle söyleme kahve gözlüm. Derdi veren elbet dermanını da verecektir. Sen dua et gerisini rabbimize bırak." Beni kendinden uzaklaştırıp gözlerimde ki yaşları sildi. "Ağlayınca çirkin olduğunu söylemişmiydim?" "Sensin çirkin!" Omzuna vurdum. "Sen benimle olduktan sonra dünyanın en çirkin adamı olsam ne yazar." Birlikte koltuklara geçip oturduk. Ayakta durmakta güçlük çektiğinin farkındaydım. "Tibet! Tibet'im nerede?" Babaannem ve dedem de geldiler. "İçeri aldılar babaanne." Dedeme sarıldı. "Allah'ım sen Tibet'imizi bize bağışla!" Benden uzak durmuştu. Bu kalbimi binbir parçaya ayırdı. Kalkıp hastaneden çıktım. Böyle olmasına dayanamazdım. Boş bulduğum bir banka oturdum. "Babaannene kızma Algın'ım." Sıkıca sarıldım. "Tibet'i o büyüttü biliyorsun. Öz oğlu gibi seviyor. Sana uzak davranmak istemedi. Sadece şuan ne yaptığını bilmiyor." "Uğursuzum." "Ah! Benim Algın'ım böyle şey düşünme güzel kızım." "Önce annem gitti sonra ise babam. Şimdi de Tibet giderse ben yaşayamam dede. O benim bu hayattaki nefesim. İnsan nefes almadan yaşar mı dede?" "Yaşamaz güzel kızım. Tibet'imiz güçlüdür. Sağ salim aramıza geri dönecek." "Ben böyle olsun istemedim dede. Ben doğdum diye mi hayatımda ki herkesi tek tek kaybediyorum?" "Hayır kızım böyle şeyler düşünüp rabbine isyan etme. Hiç bir şey senin suçun değil. Sen kolay şeyler yaşamadın ki senin suçun olsun. Sen bir kadın olarak gayet başarılısın. Ben seninle gurur duyuyorum." "O iyileşecek değil mi dede?" "Evet kızım." Duraksadı. "Hatırlıyor musun merdivenlerden düşünce on gün hastanede yattığını?" "Evet dede." "Her şeye rağmen hayata tutunmuştu. Şimdi de tutunacak. Sen gönlünü ferah tut." Birlikte tekrar ameliyathanenin önüne gittik. Altaner'in yanına geçip oturdum. Babaannemin yüzüne bakamadım. Biz geldikten yarım saat sonra doktor dışarı çıktı. "Kurşun kalbine çok yakın bir yere isabet etmiş. Çıkarmamız zor oldu. Kalp damarları hasar görmüş. Ne zaman uyanacağını bizde kestiremiyorum." Dedi ve gitti. "Defol! Defol git torunuma bunu yapanları yakalamadan buraya sakın gelme! Bunların tek suçlusu sensin! Hadi defol git!" Ona bakakaldım. Beni suçlu olarak görüyordu. "Ağır konuşuyorsun hanım yapma!" Dedem onu uyardı. "Ben ne konuştuğumu biliyorum. Defol git!" "Tibet'i görmeden asla gitmem!" Ona karşı çıktım. "Senin yüzünden bu halde bir de onu görüp daha fazla uğursuzluk bulaştırma!" Yutkundum. Bir kaç damla yaş aktı gözlerimden. Arkamı dönüp yanlarından uzaklaştım. Uğursuzdum, babaannemin gözünde ben bir uğursuzdum. Hastaneden çıktıktan sonra üzerimi değiştirip Tibet'in vurulduğu yere gittim. O adam kaçarken bir iz bırakmış olmalıydı. Bir müddet etrafı inceledim. Kan izleri ormana doğru ilerliyordu. Takip etmeye başladım. Orman küçük olduğun için hemen bitti. Buraya kadar geldikten sonra yola araç ile devam etmişti. Ya burada aracı vardı ya da birileri ile irtibat kurdu. Ormandan sonra mobese görüntüleri için karargâha geçtim. Uzun bir süredir kameralar ile uğraşıyordum. Kapı çaldı ve albay geldi. "Yüz başı adamı bulduk. İlçede metruk bir binaya sığınmış." "Nasıl buldunuz ben o kadar aradım." "Bindiği aracın plakası kameraya yansımış. Saat 21.33 kuzey yönüne bakan kamera." Dediği yeri açıp baktım. Diğerlerinden buna sıra gelmemişti. Bahsedildiği gibi görüntüye yakalanmıştı. Yerimden kalktım. "Dur yüzbaşı bugün değil baskın yarın gündür binbaşı tarafından yapılacak. Sen kardeşinin yanına git." "Hayır albay bu artık benim meselem oldu!" "Sana gitmeyeceksin dedim. Emirlerime karşı gelme yüzbaşı!" "Albay bunu bana yapma!" "Hayır dedim yüzbaşı şimdi var hastanene git." Odadan çıkıp gitti. Elimi kolumu bağlamıştı. Nasıl başaracaktım burada durmayı. Oda da volta atmaya başladım. Altaner geldi. "Kahve gözlüm." Ona sarıldım. "Ben uğursuzum. Neden dönüp dolaşıp hep yanıma geliyorsun?" "Çünkü seni seviyorum. Ayrıca sen uğursuz felan değilsin. Olacaklara engel olamazdın. Kendini suçlamayı bırak artık. Hastanede kardeşinin sana ihtiyacı var. Onun seni yanında bilmeye hissetmeye ihtiyacı var." "O adam yakalanıp içeri atılmadan gelemem." "Peki bir şey bulabildin mi?" "Albay ve binbaşı bulmuş. Yarın operasyon düzenleyip alacaklar." Saçlarımı okşadı. "Bak bulunmuş işte. Hadi hastaneye gidiyoruz." "Zorlama Altaner babaannemi duydun. O adam yakalanmadan gelmem. Aslında hiç gelmemem gerekiyor. Çünkü ben uğursuzum. Eğer gelirsem o zarar görür." "Sil bu düşünceleri aklından. Ben eminim Tibet babaannen gibi düşünmeyecek. O ablasını canını korudu. Şimdi sende onun yanına gidecek ve elini tutacaksın!" Bana sinirlenmişti. "Babaannem ne olacak?" "Ona serum takıp sakinleştirici yaptılar. Kolay kolay Tibet'in yanına geçmez." Beni ikna etmeyi başarmıştı. Birlikte hastaneye gitmek için karargahtan ayrıldık. Hastaneye geldikten sonra steril kıyafetler giyip Tibet'in yanına girdim. Yakıcı teni solmuştu. Ablasının göz bebeği can çekişiyordu. Gözümdeki yaşa engel olamadım. Yanına yaklaşıp alnından öptüm. Elini tutup yatağın yanına çöktüm. "Özür dilerim. Bunların tek sebebi benim. Senden özür dilerim. Özür dilerim ablacım. Sana zarar gelsin hiç ister miyim ben?" Gözlerimi sildim. "Sana söz veriyorum o adamı öldürmekten beter edeceğim. Buna sebeb olduğu için onu parçalarına ayıracağım. Söz veriyorum ablacım." Kalkıp yanından çıktım. Üzerimdekileri çıkarıp Altaner'in yanına gittim. "İyi misin kahve gözlüm?" "İyiyim. Artık gitsem iyi olacak. Senide eve bırakayım. Elin kolun kırık burada duruyorsun." "Tamam ama biraz dinlen." "Eve gidelim duruma göre bakacağım." Eve geçtikten sonra banyoya girdim. Kısa bir duştan sonra oturma odasına koltuğa oturdum. "Kahve gözlüm çıktın mı?" "Evet çıktım. Oturma odasındayım." Yavaşça adımlarla gelip yanıma oturdu. "Ne düşünüyorsunuz?" "Böyle oturamam Altaner bir şeyler yapmam gerekiyor. Tibet'e söz verdim o adamı yakalayacağım." "Ben senin arkandayım kahve gözlüm. Kendine dikkat etmek kaydıyla yarın oraya gidebilirsin." "Albay bunu istemiyor. Konuyu kestirip attı. Israrlarımı dikkate almadı." "Gidecekleri yeri biliyorsun. Yarın orada ol. Albay başarılı olursan sorun yapmaz." "Yanımda olduğun için teşekkür ederim." "Ben her zaman yanındayım." Ona sıkıca sarıldım. Tibet hastanede ölüm kalım savaşı veriyordu. Ben elim kolum bağlı oturamazdım. Binbaşını aradım. "Müsait misiniz?" "Seni dinliyorum yüzbaşı?" "Yarın ki operasyonun planını görmek istiyorum." "Zaten yeterince sıkıntı çıkardın yüzbaşı gerisine karışmanı istemiyoruz!" "Size planı görmek istediğimi söyledim. Mesajınızı bekliyorum. Buna hakkım var! Şimdi kapatıyorum." Telefonu kapatıp masanın üzerine bıraktım. Sonra Altaner'e döndüm. "Çok yoruldun sen artık uyu. Ben iyiyim sorun yok." "Tamam kahve gözlüm sana iyi geceler. Dinlenmeyi unutma." Yanağımdan öpüp gitti. Beklediğim evraklar geldikten sonra incelemeye başladım. Yaptıkları plan doğru değildi. Bu plan başkalarının da zarar görmesine neden olacaktı. Binbaşına mesaj attım. "Bu plan eksik ve yanlış. Bile isteye askerleri riske atıyorsunuz. Olması gereken plan bu değil binbaşı." Yazdım. Bir kaç dakika sonra geri dönüt geldi. "Sana bu meseleye karışma dedim yüzbaşı!" Yazmıştı. Beni dinlemeye ve anlamaya tahammülü yoktu. İşle kişisel problemleri aynı kefeye koymaya çalışıyordu. Plandaki haritaya göre tekrar plan yapmaya başladım. Ne olursa olsun, isterlerse görevimden alsınlar umrumda değildi. Yarın orada da olacaktım. İki saat boyunca uğraşıp ortaya bir plan çıkardım. Evden ayrılıp karargaha geçtim. Altaner uyuduğu için ona not bırakmıştım. Odam da olan çantayı alıp bir kaç şey daha koydum. O adamı yakalayıp elimden gelenin en fazlasını yapacaktım. Gerekirse onu öldürecektim. Saat şuan sabahın altısı idi. İlçeye varana kadar saat sekiz olurdu. Arabama binip ilçeye doğru yol aldım. Gözüm dönmüştü. Mesleğim umrumda dahi değildi. İki saatin sonunda ilçeye geldim. Harita da bahsi geçen metruk binaya yol aldım. Binbaşı askerleri çoktan göndermiş olmalıydı. Onlara zarar gelmeden bu işi halletmeliydim. Metruk binaya binaya geldim. Etrafını dolanıp diğer tarafa geçmek üzereyken geri çekilip izlemeye başladım. Askerler dediğim gibi çoktan buraya gelmişti. Plan yanlıştı. Bunu neden anlamak istememişti bu kadın. Askerler esir edilmişti. Böyle bir adamın yanına sadece beş asker göndermekte ne oluyordu! Etrafı incelemeye başladım. Binanın içinde adamlar vardı. Diğer tarafa tekrar geçip binaya girdim. Üst kata çıkıp gördüğüm adamı bayılttım. Ardından adımlarımı sakin tutarak bir üst kata daha çıktım. Burada iki adam vardı. Biri sağ cepheye diğeri ise sol cepheye bakıyordu. Silahıma susturucuyu takıp ikisini de mağlup ettim. Son kata çıkmak için hareket ettim. Merdivenler yıkık dökük olduğu için ses çıkma olasılığı çok yüksekti. Buraya nişancı bırakmışlardı ama sadece tek tarafı kontrol ettiği için geldiğimi görmemişti. Silahın kabzasını kafasına indirdim. Adamı tutamadığım için aşağıya düştü. Son anda geri çekilip beni görmelerine engel oldum. "Abi birileri var. Adamlarımız hem dökülmüşler." Dikkat ederek aşağıya indim.Tam bir adım daha atacakken kafama silah dayandı. "Demek buradaydı güzelim." Bu adam halen nasıl yürüyordu! |
0% |