@semaabakar
|
Üzerindeki şaşkınlığı attı ve: "Bu mümkün mü?" Diye sordu. İçinde saklayamamıştı. "Ne mümkün mü üsteğmen?" Demekle yetindim. "Mümkünmüş." Bu cevabı benden ziyade kendisine veriyordu. "Üsteğmen Altaner Tan ve Yüzbaşı Algın Zer tanışmanız bittiyse yerlerinize geçin zira sizi beklemeyeceğiz!" Albayın ikazını kafamla onaylayıp yanında ki yerimi aldım ve ellerimi arkamda birleştirdim. Ardından üsteğmen de yerini aldı. "Yeni yüzbaşı, Algın Zer bugünden itibaren görevine başlamıştır. Binbaşı Mediha Sezgi!" "Emredin albayım!" "Yüzbaşı ile sen ilgilen. Bir hafta içerisinde tüm düzene ayak uydurmuş olsun!" "Siz nasıl isterseniz albayım." Albay arkasını dönüp gitti. Bunun için mi zahmet etmişti? "Albay buraya böyle şeyler için mi geliyor hep?" İçimde tutamamıştım. Askerler bana bakmaya başladı. Ne vardı bunda alt tarafı bir soru sordum. "Onun işi odasındadır yüzbaşım." Bunu dile getiren askere baktım. Benden önce üsteğmen konuştu. "Asker! Alakan olmayan şeylere karışma!" "Üsteğmen farkında mısın bilmiyorum ben buradayım. Üstelik konuşmasını ben istedim. Bu vatanı odada oturarak mı koruyor?" Umursamaz bir tavırla: "Bu onun sorunu yüzbaşı" dedi. "O yüzden bir daha askerime sesini yükseltme! Onlar vatanı korumak için buradalar sizin bağırmanız için değil üsteğmen." Benim sesimde yüksek çıkmıştı. Üsteğmen de bu hareketimle dumura uğramıştı. "Haklısınız yüzbaşım." Diyerek başını önüne eğdi. Bende etrafı inceledim. Tekrar askerlere döndüm. "Günaydın Asker!" Hep birlikte: "Günaydın yüzbaşım." Dediler. "Yat yere asker!" Hepsi bana bakmaya başladı. Neden sürekli göz hapsine alıyorlar. Bunlar hiç mi şınav çekmemişler? "Bundan sonra her sabah burada olacaksınız.12 şınav, 12 mekik, 12 takla ve 12 tur saha koşusundan sonra görevinizin başına geçeceksiniz. İtirazı olan var mı?" "Neden 12 yüzbaşı?" Omuz üstünden üsteğmene bakıp: " başla asker!" Dedim. Kastettiğim soru bu değildi o yüzden cevap vermedim. Askerler şınava başladılar. Sonra bir asker yanıma geldi. "Yüzbaşım" "Söyle!" "Astsubay Çağın Tire'yi albay çağırıyor." Az önce burda değil miydi bu adam? Neden insanları yoruyor ki? "Astsubay Çağın Tire!" Diyerek askerlerime baktım. "Emredin yüzbaşım." Bu az önce üsteğmeni yere düşüren kişiydi. "Sorun ne? Neden albay seni çağırıyor?" "Bilmiyorum yüzbaşım." Askere iştima alanını gösterdim: "şuan farkında isen iştimadayız. Buradaki işimiz bitince gönderirim." "Yüzbaşım siz yanlış anladınız Astsubay Çağın Tire bir olaya sebebiyet vermiş bundan dolayı albay onu bekliyor." "Çağın kardeşim yolun bahtın açık olsun." Altaner'in sözü üzerine yüzüne baktım. "Neden öyle söyledin sen?" Yüzümde merakın esamesi okunuyordu. "Sizden önceki Yüzbaşı Ersin Koz albayın ithamları sonucu dayanamayıp yer değiştirdi. Albay geçen hafta Çağın ile sözlü münakaşaya girdi. Bu demek oluyor ki ona ayrılan sürenin sonuna geldik." Dedi ve sırıttı. "Komutanım ben gitmek istemiyorum ki!" Çağın'ın ses tonu beni anlık olarak gülümsetti. Tekrar ciddi yüz ifadesi takındım. "Üsteğmen sen nasıl olsa buradasın ben Çağın ile birlikte albayın yanına gideceğim." Ciddi olup olmadığımı anlamaya çalıştı. "Nasıl istersen yüzbaşım." Çağın'la birlikte albayın odasına çıktık. Kapıyı çalıp girdik. "Beni emretmişsiniz albayım." Ellerini önünde birleştirmesine sinir olmuştum. Rütbesinden dolayı saygı duyması güzeldi ama bu boyun eğmekti. Bu konuda askerlerimi uyarmam şarttı. İki elini yanda tutarakta saygı gösterebilirdi. "Sen neden geldin yüzbaşı?" Gözümü Çağın'ın elinden çekip ona baktım. "Askerim olduğu için buradayım. Bir sorun mu var?" Yüz ifadesi memnuniyetsiz bir tavır takındı. İlk günden ona karışıyor olmak sinirlerini altüst etmiş olmalıydı. "Hayır yüzbaşı. Astsubay Çağın Tire mühümmat odasından cephane eksilmiş. Bununla ilgili bilgin var mı?" Gayet sakin bir ses tonuyla: "Hayır albayım yok" dedi. "Kamera görüntüsü var mı?" Yöneltmiş olduğum soru üzerine albay bana asi bir bakış attı. "Görüntüler arıza vermiş. Asker o koridorda en son Astsubay Çağın Tire'yi görmüş." Zoraki olarak verilmiş bir cevaptı. "Şu kamera görüntülerine nereden bakıyorsunuz?" "Karışmayın yüzbaşı biz bir toplantı yapıp ardından karar vereceğiz." Dedi ve bize kapıyı gösterdi: "Çıkabilirsiniz." Odadan ayrıldık. "Yüzbaşım benim bu durumdan haberim yok." Sakinliğinden asla ödün vermiyordu. Eğer bu konuda bir bilgisi olsaydı gözleri onu ele verirdi. "Biliyorum. Sen bana kameraların kontrol edildiği odayı göster." "Elbette yüzbaşım." Önden ilerledi. Bende onu takip ettim. Bahsettiğim yere gelince yanımdan ayrıldı. Odaya girip etrafı inceledim. "Buraya izinsiz giremezsiniz!" Yan tarafta bir bölme vardı. Oradan çıkıp yanıma geldi. " Çıkın dışarı!" "Yüzbaşı Algın Zer, kamera kayıtlarını kontrol etmek istiyorum." "Kusura bakmayın yüzbaşı olduğunuzu bilmiyordum. Lütfen beni takip edin." Onu takip ettim. Bilgisayarların olduğu bölüme girdik. "Albayın bahsettiği arızalı kamera kayıtlarını görmek istiyorum." "Maalesef onlar albayın odasında." "Yedeği olması lazım sen onu ver bana." Bir müddet düşündü. "Aslında evet onları verebilirim." Bilgisayarda yedek olarak bulunan görüntüleri monitöre taktığı CD'ye yedekledi. Sonra CD'yi bana uzattı :" buyrun yüzbaşım" dedi. "Teşekkür ederim kolay gelsin." Odama geçtim. CD'yi monitöre takıp incelemeye başladım. Görüntülerde bulanıklık vardı. Bir kaç yardımcı uygulama ile onları düzelttim. Bir saatimi almıştı bu. Umarım Çağın için karar verilmemiştir. Albayın çağırmaktan korktuğu toplantı odasının önüne geldim. Üsteğmenin albayla tartışması duyuluyordu. İçeri girdim. Albayın sinirden dönen gözleri beni buldu. "Seni toplantıya davet ettiğimi hatırlamıyorum yüzbaşı." Sert ve kaba çıkan ses tonu beni sinirlendirmişti. "Hiç sorun değil albay hatırlatırız." "Bu konu seni ilgilendirmiyor." Cevap vermedim. Boş bir sandalye çekip kapının önüne oturdum. "Sana bu konu seni ilgilendirmiyor dedim." Öfkesi beni ilgilendirmiyordu. Yapılan yanlış açıklığa kavuşmalıydı. O nedenle umursamadım. Elimdeki çantayı kucağıma bırakıp içinden bilgisayarı çıkardım. Şifresini girdikten sonra gerekli dosyayı ekrana açtım. Kafamı kaldırıp albay ile göz teması kurdum. Göz bebeklerini saran öfke an be an belliydi. "Albay, benim askerlerime karşı bu türde ithamlarda bulunacaksan elinde yeterli derecede delilin olmalıdır. Eğer delil yoksa bu benim askerime atılmış iftiradır." Bilgisayarı onlara çevirdim." Bak bu dün bahsettiğiniz saatin kamera kayıtları. Nasıl oldu da arıza verdiğini bilmediğiniz kayıtlar." Kamera kaydında askerlerimin olayın olduğu saatte iştimada olduğu gayet açıktı. "Göremediyseniz daha yakına getirebilirim bilgisayarı." "Kalsın." "Bu arada albay siz sevmediğiniz askerleri bu türde iftiralarla mı buradan gönderiyorsunuz. Çünkü duyduğuma göre değerli meslektaşım Yüzbaşı Ersin Koz sizin yüzünüzden görevini başka yerde yapmaya zorlanmış. Sıra bende ise söyleyin ona göre hazırlıkta bulunayım." Dedim ve yerimden kalktım. "Bir daha benim askerime iftira atma cüretini göstermeyin. Bundan sonra ben ve askerlerim ya görevdir ya da iştima alanında bunu unutmayın." Sandalyeyi kenara bırakıp kapıyı açtım. "Toplantı bitti demedim." Söylediği şeyden ziyade ses tonu kaybettiğini söylüyordu. "Ben bu toplantıya zaten davet edilmedim o yüzden emrinize gerek duymuyorum albay." Oradan ayrıldım. En son albayın yüzü öfkeden şekilden şekile giriyordu. Odaya girdikten sonra eski yüzbaşının incelediği evraklara bakmaya başladım. Yaklaşık yarım saat sonra kapı çaldı. Bir kaç saniye sonra açıldı ve içeri Altaner girdi. "Müsait misin yüzbaşı?" "Evet, lütfen geç otur." Karşıma geçip oturdu. "İlk günden albayı sinirlendirdin. Sonuçlarına hazır mısın yüzbaşı?" "Ne gibi bir sonuç?" Tırsmadım değil. "Yarın tüm gün Pervari'de olacağız." "Pervari?" Sorgulayan gözlerle onu inceledim. "Buranın bir ilçesi. Geçen ay sadece sekiz tane örgüt üyesini ele geçirdik. Ele başları halen dışarıda. Onun yakalama emri verildi. Albay bunun için Binbaşı Mediha Sezgi ve beni görevlendirmişti. Bugün sen olaylara karşı çıkınca binbaşı görevden alındı yerine sen getirildin." "Neden ona göz yumuyorsunuz?" "Aslında göz yummak değil bizimkisi görmezden gelmek. Bunlar ilk defa yaşanmıyor. Albay işine karışan herkese aynı şeyi yapıyor. Bezdirebildiği gidiyor diğerleri kalıyor. Ben sadece altı aydır buradayım ama nasıl biri olduğunu ilk gün anladım. Dikkat etsen iyi olur. Aksi takdirde sıranın sana gelmesi kaçınılmaz olur." "Sorun yok her halükarda hallederim." Dudağımın kenarından gözlerini ayırmıyordu. "Doğum lekesi." Gözlerini gözlerime sabitledi. "Anlamadım." "Dudağımın kenarında olan izi diyorum, doğum lekesi. Peki ya seninkisi?" Eli dudağının kenarına gitti. "Doğum lekesi." Sesi gizemli bir olayın ortasından yeni çıkmış birinin sesini andırıyordu. Bir müddet aramızda sessizlik oluştu. Sessizliği ben bozup: "Kaçta orada olmamız gerekiyor?" Diye sordum. "Sabah saat altıda buradan çıkacağız. En geç sekizde orda oluruz." "Kaç kişi gideceğiz?" "Bir araba yani beş kişi." İnanmaz gözlerle ona baktım. "Madem terör örgütü mevcut neden bu kadar az kişi ile gidiyoruz. Bu resmen bile isteye ölüme gitmek." "Albay böyle istiyor." "Ve kimse buna sesini çıkarmıyor bu çok tuhaf." "General albayın verdiği kararlara müsaade ediyor. Ona görede öylesi mantıklı geliyormuş." "General nerede?" "General karargaha çok uğramaz. Ben geldiğimden bu yana sadece bir kere gördüm. Oda üç ay önce olması lazım." "Bu çok tuhaf değil mi?" "Bende öyle düşündüm. Hatta bir ara öldüğünü bile düşündüm. Sonra tesadüfen albayın onunla telefon konuşmasını duydum." Bugün gördüklerimi general ile konuşmalıydım."Altaner?" "Efendim." "General nerede oturuyor bilgin var mı?" "Karargaha üç kilometre uzaklıkta oturduğunu biliyorum." "Anladım. Ziyaret etsem bir sorun olur mu?" "Neden ziyaret edeceksin?" "Kamera kayıtları ile ilgili bir sorun önemli bir şey değil." "Mediha geçtiğimiz hafta evine gitmişti evrak için ona sorabilirsin." "Tamam teşekkür ederim." "Öğle yemeği için yemekhaneye geçeceğim eşlik edebilirsin." "Maalesef dışarıda yemek yemiyorum." "Bir gün boyunca yemek yemeden durabilecek misin?" "Merak etme çantam erzak dolabını geçer." Gülümsedi. "Görüşürüz o halde." "Görüşürüz üsteğmen." Odanın kapısına ilerledi. Aklına bir şey gelmiş olacak ki geri döndü. "Sen nereliydin?" "Ankara" zihninde bir şeyleri bağdaştırıyordu. "Çok fazla ortak yönümüz var yüzbaşı." Ses tonu kulaklarımı esrarengiz bir melodiye götürdü. Anlık olarak düştüğüm boşluktan tekrar çıktım. Örtülü bir tonda: "Sizde mi Ankaralı'sınız?" Dedim. Bir günde onun hakkında bu kadar bilgi sahibi olmak beni korkutmuştu. "Evet yüzbaşı bende Ankaralı'yım. Bu arada yarın haberleşe bilmek için numaran gerekli olacak." Masadan kağıt kalem alıp üzerine numaramı yazdım. Ayağa kalkıp yanına gittim ve kağıdı ona uzattım. "Bu numaradan ulaşabilirsin üsteğmen." Kağıdı elimden aldı. Numarayı inceledi. "Anlaştık. İyi günler yüzbaşı." Elini uzattı. Tereddüt etmeden elini sıktım. Onda güven veren bir şeyler vardı. Belkide ortak yönlerimizdi. "İyi günler üsteğmen." Odamdan ayrıldı. Günü evraklara karşı savaş açarak geçirdim. Bir sıraya göre yerleştirilmemiş olmaları işleri zorlaştırmıştı. Hepsini sınıflarına göre ayırıp dizdim. Son evrağıda yerine koyarken kapı açıldı. Arkamı dönüp baktım. Tibet hızla gelip bana sarıldı. "Köz Biber beni korkuttun! Neden telefona bakmadın. Burada yabancıyız bunu bir daha yapma. Sana bir şey oldu sandım." Onu kendimden uzaklaştırıp yüzünü ellerimin arasına aldım. "Ablacım sorun ne? Neden bu kadar telaşlandın?" "Yolda kaza olmuş asker bir kadına çarpmışlar. Senin olma ihtimalin beni çok korkuttu." Yüzünü okşadım. "Ben seni bırakmaya niyetli değilim benden çok çekeceğin var." Dedikten sonra anlını öptüm. "Senden gelen her şeye razıyım." "Abla-" onun sözünü bölen kapının çalmasıydı. 'Gir' dedim. Gelen Altaner'di. "Müsait değilseniz çıkayım." Tibet'e baktım. "Yok, müsaitiz üsteğmen seni dinliyorum." "Astsubay Erna Gören araba çarpması sonucu hastaneye kaldırılmış. Albayın emri var yanına uğramamız gerekiyor." "Tamam gidelim." "Ben güvenliğin orada bekliyor olacağım." "Anlaştık üsteğmen." Gitti. Tibet dudağımın kenarını işaret ederek "Abla bu iz!" Dedi. Oda farkına varmıştı. "Çok tuhaf değil mi bende senin gibi çok şaşırdım. Aynı benim gibi onunkiside doğum lekesiymiş." "Evde konuşalım. Sen üsteğmeni bekletme. Ben eve geçer yemeği hazırlarım." Ona sarıldım. "Tamam ablacım geçe kalmadan gelirim bende." Dışarıya çıktık. Tibet arabaya binip ayrılınca üsteğmenin yanına gittim. Karargahtan ayrılıp hastaneye geçtik. Uzak mesafe olmadığı için konuşma gibi bir durum söz konusu olmadı. Astsubayın bir sorunu yoktu sadece bir gece müşahede altında tutulacaktı. Geçmiş olsun dileklerimizi iletip hastaneden ayrıldık. "Evinin adresini verde bırakayıp seni yüzbaşı." "Mütevazı olmak için mi soruyorsun?" Güldü ve: "Hayır gerçek anlamda soruyorum." "Evin ters düşüyorsa ben giderim üsteğmen." "Benim evim çarşıda yüzbaşı. Senin ev?" Hem araba kullanıyor hem de ara sıra bana bakıyordu. "Çarşıya yakın bir yerde." "Tamam konumu ver bırakayım seni evine. Sabahta olmadı ben alırım seni." "Arabam var üsteğmen kendim gelirim." "Bugün?" "Kardeşim bıraktı. Araba onda." "Ailen burada mı yaşıyor?" Şaşırmıştı. "Hayır kardeşim beni yalnız bırakmamak için tayinini alma hakkını buraya kullandı." "Kardeşin ne iş yapıyor?" "Polis" "Ailecek vatana hizmet diyorsun." Bir kaç saniyeliğine gülümsedim. "Öylede denilebilir." Evin yakınına gelmiştik. "Burda ineyim ben teşekkür ederim üsteğmen." "Rica ederim iyi geceler." "İyi geceler." Arabadan inip eve doğru yürüdüm. Eve gelince zile basıp bekledim. "Hoş geldin Köz Biber." "Hoş buldum ablacım." İçeri geçtik. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra üzerimi değiştirip Tibet'in yanına geçtim. Masayı kurmuştu . "Masayı birlikte kurardık neden yoruldun ki?" "Yorulmadım abla. Hem ben bugün işte full yattım. Asıl işim yarın başlıyor." "Olsun yinede bundan sonra birlikte hazırlayalım." "Sen nasıl istersen abla." Ekmeğide masaya bırakıp karşıma oturdu. "Günün nasıl geçti abla. Hangi olaya salça oldun söyle bakalım?" "Beni çok iyi tanıyorsun Tibet. Bunu çok seviyorum." "Ben senin her huyunu seviyorum abla." Yemeği yemeye başladık. "Ee ne oldu anlatsana?" "Yarın göreve gidiyorum." Yemek genzine kaçmıştı. Öksürmeye başladı. Suyu doldurup ona uzattım. İçti ve şaşkın şaşkın: "Ne çabuk" dedi. Pis pis sırıtışım yüzümde peydah oldu. "Albayın işine karıştım ceza vermiş." "Abla ilk günden niye adamın gözüne batıyorsun ki?" "Haksız yere suçlama yaptı. Bende olması gerekeni yaptım ablacım." "Bak konu öyleyse iyi yapmışsın." Durdu ve düşündü. "Nereye gideceksin?" "Pervari ilçesine" gözleri parladı. "Aa yarın bizde orada olacağız uyuşturucu çetesi için" "Bak bu çok iyi oldu. Albay sadece beş kişi görevlendirmiş örgüt üyelerini toplamak için." "Örgüt diyorsun! Bu beş kişi ile olacak şey mi abla. Resmen sizi ölüme gönderiyor." Bu duruma sinirlenmişti. "Yarın bir sorun çıkarsa mutlaka haber ver ben ve ekibim emrine amade alacağız abla." "Bende öyle düşünüyorum ablacım. Albay beni çok zorlayacağa benziyor. Onunla çok işim var. Bugün kamera kayıtları bozuldu dedi. Yedeklerini alıp baktım. Kayıtların bazı noktasında karargahta bir asker şüpheli hareketler yapıyor. Yaptığı her hareketin sonucunda albayın odasına giriyor. Elimde delil olmadan suçlayamam. Bunun nedenini öğrenmem gerek." "Nasıl yani albay vatan hainimi?" "Hayır ablacım öyle olduğunu sanmıyorum. Başka bir durum söz konusu. Yakında anlarım ne olduğunu." "Ben güveniyorum sen bulursun." "Teşekkür ederim ablacım." Son lokmamıda yedikten sonra kalktım. "Buraları toparlayalım uyuyacağım. Sabah altıda karargahta olmam lazım." "Tamam abla." İşlerimizi hallettikten sonra odalarımıza geçtik. Çok vakit kaybetmeden kendimi uykuya esir ettim.
|
0% |