@semaabakar
|
Zaman, yer ve mekan fark etmeksizin geçiyordu. 27 yaşıma kadar geçen zaman 27 bölümlük bir dizi gibiydi. Zorlukla geçen eğitim hayatı ve bitmek bilmeyen kayıplar. Ömür geçip gidiyordu. Bizlere ise bu zorlukları gülümseyerek hatırlamak onları yâd etmek düşüyordu. Bu gülümseme bazen acı dolu oluyor, bazen ise umut dolu oluyordu. Yıllardır tüm zorlukları yerle yeksan etmiş ve sonunda istediğim rütbeye ulaşmıştım. Çevremdeki bir çok insanın yadırgamasına, kızların asker olamayacağı görüşüne rağmen sonunda yüzbaşı olmuştum. Evet doğru duydunuz ben: Yüzbaşı Algın Zer. Yaşamının son dokuz yılını tek bir şey için adamış ve sonunda istediği başarıyı elde etmiş Algın Zer. Kazandığım rütbeden sonra Siirt'e tayinim çıktı. Yıllardır yaşamımı sürdürdüğüm, kendimi tanıdığım, en önemlisi çevremdeki insanların ön yargılarını yıktığım Ankara'ya veda etme vaktim gelmişti. Ailemden geriye kalan kardeşim Tibet, dedem ve babaannem ile bir evde yaşamaktaydık. Kardeşim tıpkı benim gibi kendini milletine adamış, eğitim hayatında ve meslek hayatında üstün başarılar göstermiş: Komiser Tibet Zer. Aramızda var olan yaş farkına rağmen o bana kimi zaman bir dost, kimi zamanda bir evdi. Annelerimiz bir değildi ama biz birbirimize oldukça bağlıyız. Babamın ilk eşi yani annem ben dünyaya geldikten iki sene sonra kanser sonucu hayata gözlerini yummuş. Babam annemden sonra derin bir boşluğa sürüklenmiş. Bir gün işten çıkış saatinde sözlü tacize uğrayan bir kadına yardımda bulunmuş. Kimsesi olmadığını anladığı zamanda bir anlaşma yapıp bana bakabilmek amacı ile yeniden evlenmiş. Bu evliliğinden ise kardeşim Tibet dünyaya gelmiş. Kardeşim yedi ben ise dokuz yaşımızda iken bir kış günü evimize beşyüz metre uzakta olan dedem ve babaannemi ziyarete gittik. Dedem ve babaannemin ısrarı üzerine akşam onlarda kaldık. Evleri bizim okulumuza da yakın kalıyordu. Üvey annem ve babam kalmamış eve geçmişlerdi. Sabah uyandığımızda komşuların verdiği haber hem beni hemde kardeşim Tibet'i yoğun depresyon altına aldı. Habere göre üvey annem ve babam uyurken soba devrilmiş ardından ise meydana gelen yangın sonucu hem babam hem de üvey annem vefat etmiş. Onların ölümünden sonra dedem ve babaannem bizi asla yalnız bırakmadı. Bu yaşımıza kadarda arkamızda hep onlar vardı. Öz annem öldüğünde onun ailesi beni istememiş reddetmişler. Tibet'in anneside kimsesizmiş. Onunda bizlerden başka ailesi yok. Dört kişiden oluşan, her zorlukta birbirimize destek olmuş bir aile idik. Rütbem yükseldikten bir ay sonra tayinim Siirt'e çıktılar. Kardeşim Tibet ise tayin işlemlerini benim için ertelemiş benim tayinime göre ayarlamıştı. Oda doğu görevini Siirt'te idame ettirecek. Yıllardır bir arada olmamız hayata karşı daha güçlü olmamızı sağlamıştı. Sırf bu yüzden Tibet ve ben birbirimizden ayrı kalmak istemiyorduk. İçerinden gelen şen şakrak ses: "Hazır mısın Köz Biber?" Diyen Tibet'e aitti. Yeni yerler keşfetmek hobisiydi. Bende aynı onun gibi ses tonumu şen tutarak: "Hazırım Tibet geliyorum" dedim. Babaannem ve dedemin ısrarı üzerine gittiğimiz piknik alanında mangal yaparken heyecanıma yenik düşmüş ateşin üzerindeki köz biberi ağzıma atmıştım. Bundan dolayıda dilimi yakmıştım. İyileşmesi yaklaşık iki hafta sürmüştü. Bu süreçte konuşmam çok komik bir hal almış dilimde su kabarcıkları ile gezmiştim. O günden beride Tibet bana köz biber diyordu. Bazen ona kızacak gibi olsam da bu benimde hoşuma gidiyordu. Tibet ile gezi sırasında çektirdiğimiz, Tibet'in benim sırtımda olduğu resmide çantama bıraktım. Yanımdan yıllardır ayırmadığım bileklikte çantamda yerini aldı. Tibet'in bana ilk hediyesiydi. Valizimi elime alıp kapının önüne götürdüm. Vestiyerden güneş gözlüğümü aldım. Saçlarımın üzerine yerleştirdim. "Tibet, neredesin ablacım?" "Buradayım abla." Sesi yakından geliyordu. Mutfakta olmalıydı. Sesin geldiği yöne doğru ilerledim. O sürekli acıkan bir insandı. Bu kadar yemek yemesi ona enerji olarak dönüyordu. Kilo almıyor olması ise onun için hayata bir sıfır önde başlamak gibiydi. Yanına yaklaşıp elimi sırtına bıraktım: "Babaanneme neden zorluk çıkarıyorsun Tibet. Yolda bir şeyler yerdik ablacım." "Ne zorluğu Algın'ım." Sesini işittiğim babaannem mutfağa girdi. Ardından da dedem girdi. Onlardan ayrılıyor olmakta başka bir boyuttu. Ona doğru ilerledim ve sarıldım. "Yoruluyorsun babaanne." Saçlarına öpücük kondurdum. "Sizler iyi olun biz yorulmayız kızım." Her zamanki mütevaziliği üzerindeydi. "Biz yokken dikkat edin kendinize. Gül abla ile iletişime geçtim. Hafta da iki kere temizlik için burada olacak. Sakın ağır işleri yapıp sırtını ağrıtma babaanne." Elini yüzüme bırakıp okşadı. Yumuşak bir ses tonu ile : "Tamam Algın'ım sen nasıl istersen. Sizde kendinize dikkat edin. Sahip çıkın birbirinize. Tatillerde yanımıza gelmeyi unutmayın. Sizi çok özleyeceğiz" dedi. Daha çok sarıldım. O anne şefkatinin vücut bulmuş haliydi. "Üzülme babaanne senin Tibet oğlun sık sık arayıp ziyarete gelecek." Babaannemin yakınına geldi ve yanaklarını hep yaptığı gibi şap şap öptü. Babaannem elini yüzümden çekti ve kendi yüzünü sildi. "Şöyle öpme beni Tibet yüzümün ıslanmasını sevmiyorum." İçten bir gülümseme peydah oldu dudaklarımdan. Bilmiş bir tavırla: "Özlersin sonra babaanne" dedi. "Çok özlerim." Onu ağlatmıştı. Gözyaşlarını sildi. Böyle söylediğine çoktan pişman olmuştu: "Ağlama babaanne ablamla birlikte sık sık geleceğiz söz veriyorum." Dedem Tibet'in sırtını sıvazladı: "Tabii ki gelecek benim torunlarım üzülme sen hanım." Dört kişiden oluşan kocaman bir aileydik biz. Vedalaşma fastından sonra zorda olsa evden ayrıldık. Uzun bir yol bizi bekliyordu. Yol boyunca arabayı sırası ile kullanmış olası kazanın önüne geçmiştik. Tibet yolculuk esnasında şen şakrak tavırlar sergilemiş yolculuğun eğlenceli geçmesini sağlamıştı. En nihayetinde Siirt'e giriş yaptık. Ardından telefon ile iletişim sağladığımız emlâkçı ile iletişime geçip verdiği adrese doğru konumdan ilerlemeye başladık. "Abla sen yarın direk görev başında mı olacaksın?" "Evet ablacım." "Peki senin üniforman ne olacak?" "Yarın teslim alacağım. Hafta içi geleceği için direkt olarak karargaha gitti." "Neden Ankara'da iken vermediler anlamıyorum." "Maksat zorluk çıkarmak olsun. Biliyorsun albay takık bir insan." "Allah'tan ondan kurtuldun." "Kesinlikle." Dışarıyı izlemeye başladı. "Abla dur şurada bir olay var sanki bakalım." Tibet'in gösterdiği yere baktım. Sonra arabayı sola çekip durdurdum. Arabadan inip topluluğa ilerledik. Tibet oradaki polisler ile iletişim kurarken çevreye bakmak için devam ettim. Olayın etrafına şerit çekilmişti. Kafamı meydana döndüğümde oradaki çocuğu fark ettim. Yanına gitmek için şeritin altından eğilip geçtim. "Dur! Ne yapıyorsun sen bomba ihbarı aldık?" Onların ikazını dinlemedim. Şuan önemli olan o çocuktu. Adımlarımı hızlandırdım. Çocuğu kucaklayıp hızlı adımlarla tekrar şeritin altından geçtim. Komutanın yanında olan adam koşarak geldi ve çocuğa sarıldı. Babası olmalıydı. "Çok teşekkür ederim ne diyeceğimi bilmiyorum." Sesi oldukça yoğundu. Çocuğuna zarar gelecek olması onu umutsuzluğa sokmuştu. "Önemli değil. Çocuk korkmuş uzaklaştırsanız iyi olacak." Yanlarından ayrılıp Tibet'in olduğu yöne ilerledim. Arkamdan az önce seslenen adamda geldi. Yere sert bastığı adımlar onu ele veriyordu. "Sen kim oluyorsun da kendini böylesine ciddi bir olayın içine atıyorsun?" Dönüp baktım. Burnundan solumak tabiri vücut bulmuştu. Gözlerim rütbesine kaydı, bu bir albaydı. Adımlarımı ona yaklaştırdım. "Bizim amacımız kendi canımızı kurtarmak değil albay. Bizim amacımız onları kurtarmak. Bu uğurda ölürüm de vazgeçmem onları korumaktan. Eğer size göre amaç kendi canınızı korumak ve uzaktan öyle izlemekse yeriniz burası değil. Bu arada kim olduğumu sormuştunuz ben, Yüzbaşı Algın Zer." Dedikten sonra ona sırtımı döndüm ve arabanın yanına geçtim. Tibet ise gülerek arkamdan geldi. "Abla adamı gömdün resmen." "O nasıl kelime ablacım." Yadırgayarak baktım ona. Eliyle albayın olduğu tarafı gösterdi: "Valla böyle olaya, öyle kelime kullanırım abla" dedi ve gülmesini sırıtmaya çevirdi. Albaya bakmayı bırakıp: "Olsun biz yinede nazik kalalım" dedim. Ellerini teslim olurmuş gibi yaptı: "Haklısın kötü kelime yok" dedikten sonrada ağzına gizli bir fermuar çekti. Küçüklüğümden bu yana her kötü kelimesinde onu uyarmıştım. Alışıktı bu duruma. Arada bir büyüdüm desede bazen ben söylemeden o söylerdi. "Abla ya sen daha gelmeden bu olayla adın geldi." Gülüp arabaya bindim. Yan koltuğa geçip oturunca konuştum. "Algın Zer bir ayrıcalıktır kardeşim." "Tibet Zer de bir istisnadır abla." Güldük. Başarılarımızı bu sözlerle kutlardık. Bir şeyi fark etmişti. "Fark ettin mi bilmiyorum az önceki adam albaydı. Senin bunlardan kurtuluşun yok." "Sorma gitsin. Ama bu sefer yumuşak yüzlü olmayacağım." "Abla sen zaten yumuşak yüzlü değilsin." "Daha sert oluruz sorun etme." Dedim ve göz kırptım. Gözlerini belerterek: "Daha sert Algın Zer düşünemiyorum" dedi ve gülmesine devam etti. Sohbet eşliğinde emlakçıya vardık. Bize eşlik edip tuttuğumuz eve götürdü. Kaporayı imzaladıktan sonra yanımızdan ayrıldı. Beş katlı bir apartmanın ikinci katında yer alan üç artı bir büyüklüğündeki dairede oturacaktık. Çarşıya yürüme mesafesinde olan bu ev Tibet ve benim için gayet yeterli idi. Günün geri kalanını evi temizlemek ile harçadık. Hem yol hem de evi temizlemek bizi bertaraf ettiği için erken saatte uykuya yenik düştük. Sabah uyanınca işlerimi halledip mutfağa geçtim. Tibet için omlet, kendim içinde meyveli yoğurt hazırladım. Masaya omleti koyarken Tibet geldi. "Günaydın, Yüzbaşı Algın Zer." İmali çıkan ses tonuna karşın imalı ses tonu ile yanıt verdim. "Günaydın, Komiser Tibet Zer." "Rahat uyudun mu abla?" "Evet ablacım uyudum. Peki ya sen rahat uyuyabildin mi?" "Evet abla uyudum." Kahvaltıya geçtik. Kahvaltı bitince mutfağı toparlayıp evden ayrıldık. Tibet beni karargaha bırakıp ardından emniyete geçti. Karargaha giriş yaptım. İçeri geçmek için güvenliğin kulübesinin önüne ilerledim. "Selam güzellik kime bakmıştın." Böyle gevşek insanları nasıl bu kadar önemli bir göreve getiriyorlardı anlamıyorum. Çantamdan kimliğimi çıkartıp yüzüne yapıştırdım. Ciddi anlamda yüzüne yapıştırdım onlar bu dilden anlıyordu. "Yüzbaşı Algın Zer!" Sert çehremden ödün vermedim. "Özür dilerim yüzbaşım lütfen içeri geçin?" Yüzü şekilden şekile girdi. Utançtan kafasını eğdi. Elimi uzatıp kimliğimi geri aldım. "Albayın odası nerede?" Kafasını kaldırmadan konuştu. "İkinci kat koridorun sonunda yüzbaşım. Az önceki hareketim için tekrar özür dilerim yüzbaşım. " Ellerini önünde bağladı. Ses tonumdaki sertlik kendini koruyordu: "Eğer bu hareketi bir daha yapacak olursan ve ben buna şahit olursam seni görevinden men ederim bilgin olsun." Yanından uzaklaşıp binaya doğru yürüdüm. Binanın önünde askerler kendi aralarında konuşuyorlardı. Biraz daha yaklaşınca ne konuştuklarını duymaya başladım. Yüzlerinde merakı barındırıyorlardı. İçlerinden biri: "Yeni gelecek olan yüzbaşı dün meydandaki olayda tesadüfen oradaymış. Sonra bir çocuğu kurtarmış. Albayın ikazını dinlememiş haliyle albay bu hareketine sinirlenip onu azarlamaya yeltenincede yüzbaşı albayı haklamış"dedi. Pis pis sırıttım. Tibet haklıydı dünkü olaydan sonra ben gelmeden adım gelmişti. "Baya sertmiş vay halimize!" Daha çok sırıttım. "Adı neymiş?" Yanlarından geçtim. Hepsi beni süzdü. Bunu yadırgamadım çünkü biz kadınlarda yanımızdan geçen erkekleri süzen insanlarız. Gitmekten vazgeçtim ve dönüp onlara cevap verdim. "Yüzbaşı Algın Zer." Görmemiş terfi etmiş ağzından düşmemiş hesabı olmuştu bugün. Hepsi ağzı bir karış bana bakarken yoluma devam edip binaya girdim. Üst kata yöneldim. Oldukça geniş olan koridorda albayın odasına ilerledim. Kapıyı çalıp biraz bekledim ve girdim. Albay masasında evraklar ile ilgileniyordu. "İyi günler albay." Kafasını kaldırmadan konuştu. "İyi günler." Kafasını kaldırdı. "Sen!" Bir anda çehresini öfke sardı. "Evet ben albay. Üniformamı teslim almak için buradayım." "Asker." Kapıda duran askere seslendi. Yüzündeki öfke sesinede yansımıştı. "Emredin albayım!" "Yüzbaşının üniformasını teslim et ardından da odasına kadar eşlik et. Sende üniformanı giydikten sonra iştima alanına gel yüzbaşı." Kafamla onayladım. Anahtarı uzatınca aldım. "Emredersiniz albayım." Dedikten sonra asker bana döndü. " Buyrun gidelim yüzbaşım." Eliyle dışarıyı işaret etti ve yürüdü. Bende onunla birlikte yürümeye başladım. Koridorun sonunda kilitli olan dolaptan üniformamı çıkarıp verdi. Alt kata indik ve odamı gösterdi. "İyi günler yüzbaşım." Eliyle selam verip gitti. "İyi günler asker." Odaya girdim. Etrafı göz hapsine aldım. Odanın köşesinde tahtadan yapılmış bir masa ona nazaran deriden imal edilmiş sandalyeler mevcuttu. İncelemeyi bırakıp üniformamı giydim. Saçlarımı toplayıp masanın üzerine bırakmış olduğum kepi alıp saçlarımı altına koydum ve kafama iyice yerleştirdim. Kıyafetlerimi yanımda getirdiğim geniş yapılı çantaya yerleştirdim. İştima alanına geçmek için odadan ayrıldım. İştima alanına giriş yaptıktan sonra askerlerin yanına doğru ilerledim. Kimse beni fark etmemişti. Bir anda önüme biri düştü. Kafamı eğip ona baktım. Oda ayakkabılarıma bakan gözlerini kaldırıp bana baktı. Güneşe çalan gözleri parlıyordu. Kepinden belli olduğu kadarıyla sarı saçları vardı. Kaşları saçına nazaran daha koyuydu. Fındık burnu ona masumane bir hava katıyordu. Bana bakmayı bırakıp düşmesine neden olan kişiye döndü. Sesini temizleyip: "Hay ben senin elinin ayarını öpeyim Çağın" dedi. Seslendiği kişi hızla yanına gelip diz çöktü. "Komutanım özür dilerim yine istemeden oldu." Mahçup bir ses tonu takınmıştı. Anladığıma göre daha öncede aynısını yapmıştı. Önce kendisi yerden doğruldu sonrada elini uzatıp yerdeki komutanını kaldırdı. Üzerindeki tozları temizlemesine yardımda bulundu. Güneşe çalan gözleri yakınıma geldi. Kahvenin en alıcı tonu olan gözlerim onun dudağının kenarındaki ize odaklandı. Sonra bir anda kendime gelip tekrar gözlerine baktım. Bu hareketimden sonra yutkundu ve elini bana uzattı: "Üsteğmen Altaner Tan." Ses tonu yüz ifadesine nazaran daha naifti. Hipnotize olmak neydi? Tereddüt dahi etmeden bana uzatmış olduğu eline elimi bıraktım. Ses tonumu anın verdiği şaşkınlıktan arındırıp: "Yüzbaşı Algın Zer" dedim. Tüm gözler beni görüş açısına aldı. Bu arada üsteğmen halen elimi sıkıyor yüzümün her noktasını ezberi altına almak istermişcesine inceliyordu. Sonra tıpkı benim gibi onun gözleride benim dudağımında kenarında var olan ize takıldı. Neden dudağının kenarına baktığımı anlamış olacak ki elini dudağının kenarına götürdü. |
0% |