@semaabakar
|
Babası tarafından 18 yaşına gireceği güne, kontratı imzalanmıştı. Bunun dile dökülecek bir yanı yoktu. Bir toprak uğruna onu istemediği, tüm Savur'un zalim bildiği, katil ruhlu adama mahkum etmişti. Vicdan kelimesi eksik ve savunmasız kalmış, masumiyet ayaklar altına alınmıştı. Fersah, babasının verdiği karardan sonra daha fazla dayanamamış ve evden kaçmıştı. Bir müddet çamurlu tarlada koştu. Sonra babasının vicdan yoksunu sesini işitti. "Dur, dur kaçma! O adamla evlenecek beni bu sefillikten kurtaracaksın! Buradaki toprakların hepsi benim olacak! Kaçma lan çırpısız! Ağama ne derim ben! Hele seni elime geçireyim etlerini morartacağım!" Onun adı baba idi, sevgiden bir haber, şiddet meyilli bir baba, baba kelimesi böyle bir adamı hak etmiyordu. Bir baba kızını sarıp sarmalardı. Battal gibi geceleri aç susuz bırakıp gündüzleri şiddet uygulamazdı. O bir babadan daha fazlası bir caniydi. Onun için bu hayatta dile gelmiş bir kelime yoktu. Koşmaktan soluğu tıkanan Fersah'ın, ayağı kaydı ve düştü. "İstemiyorum, gelme üzerime istemiyorum, o adamla evlenmeyeceğim, bir toprak uğruna bana bunu yapamazsın! Zaten bende bir can bırakmadın! Bu bana reva olmamalı!" Annesi babasının dayakları yüzünden o daha on beş yaşında iken, gözlerinin önünde ölmüştü. Babası erkek olmadığı için onu hiç sevmedi. Annesine uyguladığı tüm şiddetleri ona da uyguladı. Annesi defalarca onunla birlikte evden kaçmaya çalıştı fakat nafile, babası her seferinde engel oldu. Önceki şiddetlerinin iki mislini uyguladı. "Seni öldürmemek için kendimi zor tutuyorum. Sen dua et ölürsen Ağa'ma bir şey söyleyemem! Haftaya gelip seni alacak. Nasıl olsa bir ay sonra on sekizin doluyor!" Korkusu onu titretiyor, savunmasız bir liman haline getiriyordu. "Kalk lan gidiyoruz!" Elbisesinin yakalarından tutup ayağa kaldırdı. "Sana vereceğim cezaya hazırlıklı ol! Eğer dayanamaz ölürsen cesetini vahşi hayvanlara yedirtirim! Annenin yanına gömülme hayallerin bir hiç olur!" Geçen hafta annesinin mezarına kaçıp gitmiş ve annesi ile konuşurken babasına yakalanmıştı. Sırf bu yüzden ayak bileklerine ip bağlayıp onu yerlerde sürüklemişti. Bugün daha fazla ne yapabilirdi bilmiyordu. Babası, onu peşinden sürükleyerek eve getirdi. Evin yan tarafında duran odunluğa götürüp yere fırlattı. "Sakın kalma geliyorum." Odunluktan çıkıp gitti. Korku içinde yapacağı şeyi bekliyordu. Bir kaçışı yoktu, bu kadere mahkum edilmişti. Hayatında ki en acınası durum annesini kaybetmesiydi. Annesi öldükten sonra bir hayatı kalmamıştı. O, bu dünyayı çok seviyor, bir gün bu acılardan kurtulacağına inanıyordu. Bu kurtuluş ya ölüm ile olacaktı ya da bir insan ile. Babası elinde ip ile gelince Fersah yerden destek alıp kendini geri çekti. "Kaç, kaç elimden kurtulamayacaksın! Gece boyunca burada aç susuz kalda aklın başına gelsin!" Eğilip bileklerine ipi bağladı. İpin diğer ucunu odunluğun üzerinde olan hezene bağladı. Bir anda ipe asılıp onu yukarıya doğru çekti. Bundan dolayı bileğinde şiddetli bir ağrı hissetti. Battal hemen eliyle onun ağzını kapattı. "Sakın bağırma!" İpi hezene sabitleyip çıkıp gitti. Bileğindeki ağrının şiddeti artmaya başladı. Bağırmadı, bağıramadı. Nefesini tutup acıyı hissetmemeye çalıştı. Yüreğinde dinmeyen bir fırtına vardı. Acısı bunun yanında bir hiçti. Yaklaşık olarak iki saattir buradaydı. Artık bu ağrıya dayanacak gücü kalmamıştı. Öldürmesi umrunda bile değildi. Bağırmaya başladı. "Yeter! Yeter bu acıya dayanamıyorum! Çıkar beni buradan! Bileğim çok acıyor! Yalvarırım çıkar beni buradan!" Şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı. "Çıkar, nolursun çıkar beni! Yetmedi mi bunca zaman canımı yaktığın! Ben istemedim babam olmanı! Keşke annem yerine sen ölseydin! Daha ne kadar acı çektireceksin!" Onun ağlaması sanki gökyüzü delinmişte, fırtınalı bir yağmur yağıyormuş gibiydi. Babası Battal, gürültü ile odunluğun kapısını açıp girdi. "Kes lan sesini! Sana bağırmayacaksın demedim mi ben! Saçaklının kızı! Ananda sende dünyayı zehir ettiniz! Keşke ben ölseymişim, demek öyle ha! Öldüreyim de gör sen gününü!" Tokatı suratına indirdi. Bir tokat daha indirecekken telefonu çaldı. "Efendim ağam?" Karşısındaki adamı dinledikten sonra onaylayıp telefonu kapattı. "Sen dua et ağam seni almaya geliyor! Önce imam nikâhı kıyılacakmış, yaşın tamamlanınca da resmi nikâhı kıyarmış. Git sana aldığım yeni kıyafetleri valize koy, sonra da üzerine düzgün birini giy!" Bileklerini çözüp gitti. Tüm hazırlığı zaten yapmıştı. Ağa'ya fakir görünmemek için bunca zaman almadığı kadar yeni ve güzel elbiseler almıştı. Ağlayarak odasına çıktı. Bileğindeki ağrı sızım sızım sızlıyordu. Yüreğinin orta yerinde bir burukluk vardı, onu acı içinde kıvrandıran. Bu ev kötü harabe bir yerdi. Büyük dedesinden kalma, babasının sırf para harcamamak için rutubetin içinde senelerdir, onları hapis ettiği evdi. Üzerini değiştirmiş, kıyafetleri valize koymuştu. Artık bir kaçışı kalmamış, kendini kadere teslim etmişti. Elbet bir gün onunda acıları son bulacak, bu yaşadıkları acı bir geçmiş olarak kalacaktı. "Fersah hadi gel kızım, Ağa'm seni almaya gelmiş." Ölü bir ruh, gömülmeye hazır bir bedendi. Sızlamayan eliyle valizi aldı. Kafasını önüne eğdi. İnsanların, onun morarmış yüzünü görüp acımasını istemedi, bu yüzden yüzüne peçe taktı. Merdivenleri idam edilmeye giden bir beden gibi zorlukla indi. Her yutkunması boğazında düğümlendi. Ayakları onu her defasında geri gitmesi için zorladı. Tüm bunlara rağmen son basamağı da inip yanlarına ulaştı. Kimsenin onun simasını görmeyecek olması onu rahatlatmıştı. "Yolun açık olsun güzel kızım, babanı unutma." Hayatında ilk defa babası ona kızım demişti. Para insanı bir kere bünyesine alınca bağımlı yapıyordu. "Ağa'm, yolunuz açık, bahtınız güzel olsun." Uzanıp onun elini sıkmak istedi fakat, adam elini geri çekti. O, Affan Ağir Barbasoğlu'ydu, kimsenin elini sıkmaz, kimseye merhamet etmezdi. Sekiz yaşında babaannesi yüzünden iki parmağını kaybetmiş, yıllarca zorbalık görmüş Affan'dı. Öfke onun adıydı, zulüm onun ta kendisiydi. Affan, önden çıkıp evi terk etti. Fersah'ta arkasından çıktı. Tek başına gelmişti. "Geç ön koltuğa bin!" Fersah bunun doğru olmadığını düşündüğü için arka koltuğa oturdu. Affan, sabır çekip şoför koltuğuna oturdu. "Eğer bir daha sözümü dinlemessen zor kullanmak durumunda kalırım!" Sert ve baskın bir ses tonu vardı. Fersah çıtını çıkarmadı. Affan bu duruma şaşırmıştı. Hiç bir şey söylemeden arabayı konağa sürdü. Yarım saatin sonunda konağın önüne geldiler. Fersah yol boyunca içine ağlamış, tek bir ses çıkarmamıştı. "Aileme karşı en ufak saygısızlığında kendini kapıda bulursun! Hal ve hareketlerini ona göre takın! Şimdi yukarı çıkacağız ve imam nikâhımız kıyılacak, ama asla karım olmayacaksın! Ailem istediği için seni gelin olarak alıyorum, hayatımda bir kadına yer yok! Sakın kendini karım sanma! Siz kadınların hepsi aynıdır, para için doğdunuz, para için kendinizi satıyorsunuz! Burada neden olduğunu ikimizde çok iyi biliyoruz, babanın da senin de tek derdin para." Fersah duyduğu kelimeler karşısında afalladı. Para bul onun için hiç bir şeydi. Babası onu toprak için satmıştı, o bunu asla istememiş hatta karşı çıktığı için daha çok şiddet görmüştü. "Konuşsana lan!" Fersah güçlükle "ta-tamam" diyebildi. Korkmuş, masum bir kızdı. Affan onun sesi karşısında savunmasız kalmış, adeta büyülenmişti. Her ne kadar cılız ve sessiz bir ton olsada bu haliyle bile onu etkilemişti. Daha fazla buna müsaade etmeyip arabadan indi. Arka kapıyı açıp kızı kolundan çekti. Bunun üzerine Fersah çığlık attı. "Sen neden bağırıyorsun!" Artık saklamanın ve gözyaşlarının içine akmasının anlamı yoktu. "Bile- ğim." Affan elbisesinin kolunu yukarı çekip baktı. Gördüğü manzara ufakta olsa içine işledi. "Bu, bu nasıl oldu? Ben mi yaptım?" Tufan Barbasoğlu, dışarıda sigarasını içtiği için kızın çığlığını duymuştu. Koşarak yanlarına geldi. "Abi daha kızı eve getirmeden dövüyor musun?" "Hayır, hayır ona bir şey yapmadım. Bileğin neden bu hâlde cevap ver!" Fersah korkudan hiç bir şey söyleyemedi. Eğer babası onu şikayet ettiğini öğrenirse onu öldürürdü. "Tufan sen doktora haber sal, imam yukarıda bekliyor bizim çıkmamız lazım." "Tamam abi veriyorum." Fersah, arabadan inip Affan'ın önüne geçti. Yavaş ve ürkek adımlarla içeriye ilerledi. Affan onun diğer kolunu tutup avluya giden merdivenlere yönlendirdi. Birlikte avluya girdiler. Onlar için ayrılmış olan yere oturdular. Nikâh işlemleri tamamlandıktan sonra Affan'ın annesi Fersah'ı kolundan tutup oğlunun odasına götürdü. Odanın içerisine ilerleyip onu yatağa attı. "Oğluma karılık yapmazsan seni süründürürüm! Eğer oğlum bu odadan mutsuz çıkarsa bende sana dünyayı dar ederim. Seni oğluma layık görüp aldığıma şükret! Şimdi burada otur ve oğlumu bekle. Sakın ola onun isteklerine karşı çıkma!" Kapıyı çarpıp gitti. Fersah bunun üzerine yerinden sıçradı. Düştüğü durum içler acısıydı. Odanın köşesine gidip yere çöktü. Ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı. Affan, gelen doktoru alıp odasına çıktı. Odanın kapısını açıp önce kendisi girdi. "Sen bekle burada, ben sana seslenince içeriye gel." Kapıyı kapatıp odaya döndü. Fersah umduğu gibi yatağın üzerinde değildi. Işıkları açıp etrafa bakındı. Duvarın köşesine sinmiş bedeni görünce duraksadı. "Neden oradasın! Kalk ve koltuğa otur!" Fersah ürkek bir şekilde, denileni yapıp koltuğa oturdu. Affan, doktoru içeri aldı. Doktor odanın içinde ilerleyip Fersah'ın yanına diz çöktü ve koluna dokunmak istedi fakat o buna izin vermeyip geriye çekti. "Sakin ol, kötü bir şey yapmayacağım sadece bileğine bakacağım." Adamın yüzüne bakmadı. Hafifçe kolunu araladı. Doktor koluna baktı. Her dokunmasında Fersah inliyordu. "Bileği yerinden çıkmış, şimdi geri takacağım. Bu çok ağrılı bir işlem fakat hemen geçecek." Doktor dediğini yapıp bileğine hamlede bulunca Fersah çığlık atmamak için kendini sıktı. Acıyı dışına vuramayıp, kendini kastığı içinde koltuğa yığıldı. Affan, doktoru yakasından tutup ayağa kaldırdı. "Naptın lan ona!" "Sorun yok Affan bey, acıyı kaldıramadığı için bayıldı. Kolu bir hafta sargıda kalacak. Eğer iyileşmesse hastaneye getirmenizde fayda var. Yazdığım ilaçlar ve kremleri düzenli olarak kullansın." Yakasını bırakıp bir kaç adım geriledi. "Tamam anladık, ne zaman kendine gelir?" "Çok sürmez, kolonya koklatabilirsiniz." Onu başıyla onaylayıp odasından çıkardı. Geri dönüp Fersah'ı yatağa yatırdı. Yüzündeki peçeyi yavaşça araladı. Yüzünü gördüğünde dehşete düştü. Her yerinde parmak izleri vardı. Şiddete uğradığı ayan beyan ortadaydı. Elini onun yüzündeki izlerin üzerinde gezdirdi. Fersah irkilerek gözlerini açtı. Mavi gözleri, yeşil gözler ile buluştu. Yatakta kendini geriye çekti. Affan aklını yitirmek üzereydi. Bir kız nasıl bu kadar masum ve güzel olurdu. Yıllardır kadınlar için yaptığı çerçeveye, Fersah sığmamıştı. "Benden korkuyor musun?" Cevap alamadı. Çünkü Fersah'ın korkudan konuşacak hali yoktu. "Böyle olduğum için benden korkuyor musun?" Fersah kafasını kaldırıp ilk defa onun gözlerine baktı. Hangi konudan bahsettiğini anlamamıştı. Uzun bir süre göz göze baktıktan sonra kafasını tekrar eğdi. "Ne dediğinizi anlamadım?" Affan için özgürlüğün bir tonu olsa bu Fersah'ın sesi olurdu. "Parmaklarım eksik, üstelik katilim." Fersah bakma gereği duymadı. "Peki ya kalbiniz? Oda eksik mi?" "Bilmiyorum, sanırım oda eksik, şimdi çok hızlı atıyor ve ben ona engel olamıyorum." Fersah kafasına iyice eğdi. "Sana bunu baban mı yaptı?" Baba kelimesini duyunca ağlamaya başladı. "Hadi ama bana cevap ver, sana bunu baban mı yaptı?" Geri dönüş alamayınca sinirlendi. "Sana bunu baban mı yaptı dedim!" Sesi tüm konakta yankılanmıştı. Fersah daha çok korkmuş kulaklarını, kapatmıştı. Annesi ve babası kapıyı çalıp içeriye girdi. "Oğlum sorun ne, neden bağırıyorsun? Yoksa bu kız-" "Sus anne! Şiddette maruz kalmış, kimin yaptığını soruyorum söylemiyor." Zerda hanım onu inceledi. Gözleri bileğinde takılı kaldı. "Bileği, oğlum doğruyu söyle sen mi yaptın!" "Böyle bir şeyi neden yapayım! Karım olması onu döveceğim anlamına mı geliyor anne!" Fersah, anne ve oğlun kavgasına sebebiyet verdiği için ağlaması şiddetlendi. "Hadi siz çıkın dışarı, bir daha bağırmayacağım." El mahkum geldikleri gibi gittiler. "Ayağa kalk ve üzerini çıkar." Fersah'ın dilinden kekeleyerek "ha-hayır" kelimesi döküldü. "Bağırmak istemiyorum, sana üzerini çıkarmanı söyledim." Yatağın etrafını dolanıp onun yanına geçti. Omuzundan tutup ayağa kaldırdı. "İzinsiz yapmak istemiyorum, elbiseni çıkar." Fersah bunun üzerine afalladı. Başkası olsa çoktan onu dövmüştü. Affan, onun başka yaraları var mı diye bakmak istiyordu. "Hadi ama, sabaha kadar böylemi duracaksın." "Ya-yapamam o-olmaz." Affan hiç vakit kaybetmeden arkasına geçip onun elbisesini çıkardı. Gördükleri taş bile olsa yüreğini parçaladı. Elini kaldırıp sırtına dokundu. Bunun üzerine Fersah çığlık attı. Eliyle onun ağzını kapattı. "Sen, sen, sen bu şekilde ayakta nasıl kalabiliyorsun? Bu, lan bu çok kötü. Sen yatağa uzanıp üzerini ört, ben , ben bir şeyler ayarlayacağım." Bu görüntüyü daha fazla izleyemezdi. Odadan çıkıp aşağıya indi. Onu gören Zerda hanım yanına ilerledi. "Noldu oğlum, neden çıktın odadan." "Her şeyi sorgulama anne, işim var!" Zerda hanım giden oğlunun arkasından bir müddet baktıktan sonra sinirle yukarıya çıktı. Odaya daldı. Fersah yatakta üzerini örtmüş yatıyordu. Yanına gidip bağırdı. "Demek oğluma karılık yapmadın ha!" Sinirle yorganı çekti. "Bu, bunlar nasıl oldu! Sırtın, aman Allah'ım!" Açtığı hızda geri üzerini örttü. Yanına gidip ellerini tuttu. "Kızım sen kimden şiddet gördün? Ben seni oğlumu bu haliyle kabul ettiğin için para göz, şımarık bir kız olarak düşünmüştüm. Sen, sen buna mecbur bırakılmışsın. Yalvarırım, yalvarırım beni affet. Allah'ım bu nasıl vicdansızlıktır!" Tekrar yorganı açmak istedi. Fersah tutup buna izin vermedi. "Lütfen benden utanma, sana asla zarar vermem. Oğlumda sana zarar vermez. Onun öfkesi dışarıdaki insanlara. Onu bu haliyle hor görüp aşağılayanlara." Fersah'ın saçlarını okşadı. "Hadi ılık bir duş aldırayım sana, bu sana iyi gelir." Fersah itiraz edecek durumda değildi. Zerda hanımın yardımı ile yataktan kalktı. Sonra birlikte banyoya girdiler. Zerda hanım suyu ayarladıktan sonra Fersah'a tuttu. Bugün attığı kaçıncı çığlıktı bunlar, sayamamıştı. Bunun üzerine Zerda hanımın gözlerinden yaşlar döküldü. "Sana bunu yapanın elleri kırılsın. Söz veriyorum sen iyileşene kadar oğlumla aynı odada kalmayacaksın. Sana öz kızım gibi bakıp iyileştireceğim. Seni itip kaktığım için özür dilerim. Canını yakmak istemezdim kızım." Banyodan sonra onun saçlarını kurulamış ve taramıştı. Fersah bunun üzerine daha fazla gözlerini açık tutamamış uyuya kalmıştı. Affan hızla odaya daldı. "Oğlum biraz yavaş ol, kız yeni uyudu." Gözleri annesi ve Fersah arasında gidip geldi. "Nasıl uyudu?" "Sen gidince odana geldim, onu o halde görünce dayanamadım, duş aldırdım. Uyuya kaldı işte, çok soru sorma. Hadi onu kucağına al misafir odasına gideceğiz." Sert mizacından bir gram bile ödün vermiyordu. "Karım burada kalacak!" "Kes sesini! Onu bu halde senin yanında bırakamam, ona söz verdim. İyileşene kadar misafir odasında kalacak. Hem orada daha çok rahat eder." "Sana karım burada kalacak dedim!" "İnadına başlatma! Annen olarak emrediyorum, derhal onu misafir odasına götür, yoksa başkasına taşırttırmak zorunda kalırım." Son söylediğini palavradan söylemişti. "Karıma benden başka kimse dokunamaz, çıkar bunu aklından!" "Madem öyle, hadi taşı onu." Mecbur kaldığı için yanına gidip onu kucağına aldı. Bu hareketi yüzünden Fersah inledi. "Tamam kızım bir şey yok sakin ol!" Gözlerinden kurumayan yaşlar tekrar başlamıştı. "Elleri kırılasıca! Bir insan evladına bunu yapar mı? O adama toprak felan vermiyorsun! Allah bizi bu kızı kurtarmamız için göndermiş, karşılığında o adama hiç bir şey vermek yok!" "Bu saatten sonra o adamı kapımda tutar mıyım sanıyorsun sen!" Zalim, gaddar bir adamdı fakat masum bir insana asla zarar vermezdi. Annesi en çok bu huyunu seviyordu. "Herkese söyle avluda toplansınlar onlarla konuşacaklarım var." "Krem süreceğim sonra gider söylerim." "Hayır! Şimdi çık ve herkesi topla, ona dokunmana izin vermiyorum." "Ama o benim karım." "Düne kadar evlenmem diye bağırıp duruyordun, şimdi mi karın oldu?" "O, onu görmeden önceydi. Artık o benim karım, hem biz evlendik. Ayıp değil günah değil, onunla ben ilgileneceğim." "Hadi oğlum hadi uzatma, çık odadan." Omuzlarını dikleştirip odadan çıktı. Onun sakin hallerini bir tek annesi bilirdi. Sekiz yaşından on sekiz yaşına kadar zorbalık görmüştü. Elinden dolayı herkes onu dışlamış, aşağılamıştı. Büyüdükçe zalim, gaddar bir adama dönüşmüştü Zerda hanım Fersah'ın iniltileri eşliğinde ağlayarak kremi sürdü, yüreği parçalanmıştı. İşi bittikten sonra onun üzerini örtüp avluya geçti. "Gecenin bu saatinde niye buradayız biz?" "Çok konuşma Tufan. Fersah'ın babası ile hiç biriniz irtibat kurmayacak, o adama günahınız kadar bile olsa para vermeyeceksiniz. Ona vermek için anlaştığımız tüm topraklardan geri vazgeçiyoruz, anlaşıldı mı?" "Sorun ne Hanım Ağa?" "Ağa'm, adam kızı zorla bize vermiş. Kızın her yeri yara bere içinde. Şiddet uygulamış, bununlada yetinmeyip onu yerlerde sürüklemiş." "Senin dilin ne söyler Hanım Ağa?" "Annem doğruları söylüyor. Eğer o adam ile biriniz bile irtibat kurarsa affetmem, canınızı alırım." "Bunun için mi toplandık?" "Hayır, bizden toprak alamayacağı için jandarmaya gidip ihbar edecek ve Fersah'ı almaya çalışacak. Daha 18 yaşını doldurmadığı için jandarma kızı babasına geri verir. Hepiniz ağız birliği yapıp onu koruma altına aldığımızı, babasının dayaklarından kurtardığımızı söyleyeceksiniz. Bunda anlaşılmayan bir şey var mı?" "Hanım Ağa'nız doğru söylüyor, sakın ola yanlış bir şey söylemeyin. O artık bizim gelinimiz, ona göre davranın." "Daha 18'ine girmemiş bir gelin, ne kadar normal geliyor size!" Tufan başından beri buna karşıydı. Abisi ile kızın arasında 10 yaş vardı. Üstelik kız daha küçüktü. Bu haksızlıktı, ona yapılmış bir haksızlık. "Sen her şeye karışma! " "Neden abi, doğruları söylemem zoruna mı gidiyor! Kıza evlenip evlenmemek istediğini sordunuz mu! Yok, sormadınız. Neden? Çünkü o kız, ailesi ne isterse onu yapmaya mecbur! " Affan ellerini yumruk yaptı, tüm bunların doğru olduğunu biliyordu fakat karşı çıkmıyor boyun eğiyordu. Eğer onu bırakırsa, töreler ölüm emrini verirdi. "Uzatmayın! Hepiniz odalarınıza dağılın! Affan sende kendi odana git, sakın misafir odasına girme! Kız zaten korkuyor, seni görürse daha çok korkar!" "Neden, ben canavar mıyım da korkacak?" "Hayır değilsin ama onun için bir yabancısın." "Fersah misafir odasında mı?" "Yenge, yenge diyeceksin!" Tufan bunun üzerine gözlerimi devirdi. "Fersah yengem neden misafir odasında?" "Öyle olması gerekiyordu, onu rahatsız etmeyin. Sabah yanına gidip aşağı inmek isteyip istemediğini ben sorarım. Hadi hepinize iyi geceler." Herkes odasına dağıldı, Affan hariç. Bu olanları sindiremiyordu. Öfkesi yere göğe sığmayacak türdendi. Şimdi gidip o adamı parçalamamak için zor duruyordu. Avludaki çardağa gidip oturdu. Cebinden sigarasını çıkarıp yaktı. Bir kaç kere gözlerini kapatıp açtı. Fersah'ın çaresiz gözleri, gözlerinden gitmiyordu. Onda, kendi çocukluğunu görmüştü. Masum, çaresiz ve zorbalığa uğramış bir çocuk. Birinin ağlamasına dayanamaz ortalığı yıkardı fakat Fersah'ın ağlaması onu hiddetlendirmemişti, çaresiz bırakmıştı. Affan, sabahın ilk ışıklarına kadar dışarıda oturmuş en nihayetinde dayanamayıp Fersah'ın yanına gitmişti. Kapıyı yavaşça açıp içeriye girdi. Ardından tekrar sessizce kapatıp onun yanına ilerledi. Fersah onun hayal edemeyeceği kadar güzel bir kızdı. Saf, masum bir güzelliği vardı. Bir başkası onun yüzünü görmesin diye her şeyi yapmayı aklından geçirmişti. Yatağın yanına geçip çöktü. "Seni gördüğüm andan beri, aynada kendime bakıyormuş gibiyim. Gözlerin tıpkı benim çocukluğum gibi. Tüm kadınların masum olmadığını düşünürdüm. Sen onların arasında değilmişsin. Kötülüğün içine batmış bu dünyada masum olman haksızlık." Elini saçlarına götürüp oynamaya başladı. "Seni bana getiren yol, acılarını senden almalı. Sana bu zulmü yapana en büyük acıları yaşatacağım." Biraz doğrulup onu alnından öptü. Geldiği gibi sessizce odadan ayrıldı. ... |
0% |